Osmanlı Döneminde Bu Amerika Ne durumdaydı Merak Edenlere 1-

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • by_stager
    Member
    • 22-04-2004
    • 1085

    Osmanlı Döneminde Bu Amerika Ne durumdaydı Merak Edenlere 1-

    Osmanlı Devleti-ABD İlişkilerinin Seyri

    18. yüzyılın sonunda bağımsızlık bildirgesiyle dünya siyaset arenasına çıkan ABD dönemin büyük bölgesel gücü olan ve üç kıtaya yayılmış Osmanlı Devleti ile ilgilenmeye başlamıştır. Bu ilginin temelinde ekonomik çıkarlar saklıdır. ABD`nin özellikle Akdeniz havzasında bulunan devletlere verdiğe özel önem sayesinde Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin temelleri atılmaya başlanmıştır.

    Amerika Birleşik Devletleri Akdeniz`e ticaret gemilerini çıkarabilmek için bölgeye hâkim olan Osmanlı Devleti´ne bağlı ve yarı özerk statüde Kuzey Afrika´daki Garp Ocakları adı verilen Cezayir, Tunus ve Trablus beylikleriyle antlaşma yapmak zorundaydı.

    Cezayirli gemicilerin izinsiz dolaşan iki Amerikan gemisine el koyması ABD`nin adımlarını çabuk atmasına neden olmuştur.[1] Amerikan hükûmeti 1795 senesinde Cezayir, 1796`da Trablus ve 1797`de Tunus ile antlaşma imzalamıştır. Antlaşma çerçevesinde Birleşik Devletler sadece Cezayir`e yılda 12.000 altın veya eş değerde askerî mühimmat olmak üzere yirmi yıl (1795-1815) boyunca vergi ödemiştir.[2] Bu olay günümüzde dünya jandarmalığını üstlenmiş ve istediği devletlere her türlü ambargo uygulayabilen ABD´nin Müslüman bir devlete yıllarca vergi ödemek zorunda olması açısından çok ilginçtir.

    Osmanlı Devleti`nin ABD ile ilk münasebeti Cezayir, Tunus ve Trablus beylikleriyle yapılan antlaşmalarla dolaylı olarak başlatılabilir. Çünkü söylediğimiz gibi bu beylikler Osmanlı Devleti`ne bağlı, Türk yöneticilere sahip yarı özerk yapıda idiler. Ayrıca Cezayir ile yapılan antlaşma metni Türkçe olup Osmanlı diplomatiğine ait belge türü olan “âhidnâme” terminolojisiyle yazılmıştır.

    Amerikalıların doğrudan Osmanlı sınırlarına girmesi ise Amerikan ticaret gemileri vasıtasıyla gerçekleşmiş ve 1797`den itibaren Amerikalı gemiciler İngilizlerin himayesinde İzmir limanı başta olmak üzere Osmanlı sularına giriş yapmıştır. Amerikalılar bu görev için İngilizlere yüklü meblağlar ödemek zorundaydılar.[3] Amerikan ekonomisine gelen malî yük ABD`nin Osmanlı yöneticileriyle karşılıklı antlaşma müzakeresine başlamasını hızlandırmıştır. Bunun yanında Amerikan hükûmeti 1799 yılında Portekiz elçisi olan William Smith`i İstanbul elçisi olarak görevlendirmiştir. Ancak bazı pürüzler nedeniyle elçi İstanbul`a gelememiştir.[4] ABD ilgisini Osmanlı Devleti üzerinde yoğunlaştırarak daha sonra da İzmir`e William Stewart isimli bir görevliyi konsolos olarak tayin etmiştir. 1802`de İzmir`e gelen konsolos Bâbıâli tarafından tanınmadığından 1803`te geri dönmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla Amerikan hükûmetinin diplomatik çabaları sonuçsuz kalmıştır.

    1810`dan sonra Amerikan ticaret gemilerinin seferlerini sıklaştırmasıyla beraber Amerikan hükümeti ekonomik ilişkileri kolaylaştırmak adına iki devlet arasında resmî bir antlaşma yapılarak münasebetleri resmî zeminde sürdürmek üzere uğraş vermeye başlamıştır. Aslında Jefferson döneminde Osmanlı Devleti ile bir antlaşma yapılmasının gündeme geldiği ancak daha sonra çeşitli sebeplerle bu işten vazgeçildiği bilinmektedir. Bu amaçla Amerikan heyetleri Osmanlı Devleti`ni ziyaret etmiştir. 1823`te, Birleşik Devletler İzmir ticarî temsilcisi olan David Offley Bâbıâli tarafından resmen tanınmıştır. Bu tanıma bir anlamda diplomatik ilişkilerin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bu arada bir çok Amerikan heyeti antlaşma yapmak üzere gelmiştir. 1829`da yeni bir müzakere heyeti İstanbul`da hükümeti ziyaret ederek resmî bir antlaşma teklifini yinelemiştir. 1829 yılı iyi bir strateji ve zamanlama eseridir. Çünkü 1827`de Navarin baskınında Osmanlı donanması yok edilmiştir. Osmanlı donanmasının yenilenmesi için bir dış yardıma ihtiyaç duyulması ve büyük deniz gücü olan İngiltere`nin Osmanlı donanmasını yok etmesindeki önemli rolü/etkisi İngiltere dışındaki alternatifleri zorunlu hale getirmişti. Aslında antlaşma imzalanmadan önce askerî ilişkiler de başlamıştı. Navarin baskınından hemen sonra ABD`den savaş gemisi satın alındığı arşiv belgeleriyle kayıtlıdır. II. Mahmud`a ait olan hatt-ı hümâyûna göre 1244/1828 yılında ABD`den korvet satın alınmıştır. [5]

    Bu konjonktür ve ABD`nin deniz gücü Osmanlı yönetici erkinin ABD ile antlaşma yapmaya sıcak bakmasında önemli bir etken olarak görülebilir. Nitekim Padişah II. Mahmud Amerikan heyetinin teklifine ”Amerika cumhûrunun bu istidaları cevâbsız kalmak münasib değildir...” şeklinde olumlu mesaj vermiştir. Konu sadrazam ve kaptan-ı deryanın yer aldığı üst düzey yöneticilerle istişare edilmiş ve İngiltere`den gelebilecek tepkiler önemli bir çekince nedenini oluşturmuştur.[6] Osmanlı dış politikasında bölgesel dengelerin rolü bu çekincenin temel sebebidir. Aynı zamanda o dönemde Mısır`ın işgali nedeniyle Fransa ile Osmanlı Devleti`nin ilişkilerinin kötü olması bu çekincede önemli bir diğer faktördür. Bunun yanında Osmanlı donanmasının denizaşırı seyahat yapabilecek güçten yoksun olması Amerikan hükûmeti ile antlaşma yapılması halinde bundan ABD`nin daha fazla yararlanacağı ihtimali çekincede diğer bir sebeptir.

    Bütün bunlara rağmen Birleşik Devletlerin yoğun çabası semeresini vermiş ve 1830`da Osmanlı Devleti ile ABD arasında bir ticaret ve seyr ü sefayin antlaşması imzalanmıştır. Dokuz maddelik antlaşmanın en önemli maddesi; Osmanlı Devleti´nin ABD`yi en ayrıcalıklı devletler” statüsü verdiğine dairdir. Buna göre ABD Osmanlı Devleti`nde ticaret yaparken imtiyazlı devletler oranında vergi ödeyecek bunun dışında vergi istenmeyecekti.[7] İki devlet arasındaki münasebetler bu antlaşma ile resmî zemine kavuşmuştur. Antlaşmayla ABD temsilcilik açma hakkını elde etmiştir.[8] Bunu ekonomik imtiyazlar izlemiştir. Aynı zamanda bu sözleşme 1820`lerden itibaren Osmanlı topraklarına gelmeye başlayan Amerikalı Protestan misyonerlerin sayılarının artmasına neden olmuştur. Zira bir çok şehirde misyonerler yasal zeminden yararlanarak Amerikan konsoloslarıyla birlikte çalışma imkânını elde etmişlerdir.

    1830`larda hâlâ önemli bir güç olan Osmanlı Devleti`nin ABD gibi dünya siyasetinde etkinliği olmayan bir devletle antlaşma imzalamasındaki temel nedeni Osmanlı dış siyasetine farklı alternatifler getirme çabası olarak açıklamak mümkündür.

    Türk-Amerikan ilişkilerinde resmî temaslar kurulması teklifinin Osmanlı Devleti`nden geldiği yönünde görüşler vardır.[9] Ancak arşiv belgelerinde bu iddiaları kanıtlayacak argümanlar bulunmamaktadır. Hatta belgeler tartışmalara son noktayı koyacak niteliktedir. 1795 yılına ait bir hatt-ı hümâyûnda ABD`nin bağımsızlığını elde ettikten sonra dünyanın çeşitli devletlerine elçiler yolladığı ve Osmanlı Devleti`ne de elçi göndermek istediği yönünde bilgiler mevcuttur. Antlaşma metninin yer aldığı Amerika Nişan Defteri`nde antlaşmanın girizgâh kısmında “... Devlet-i aliyye-i dâimi´l-karârımla Memâlik-i Müctemia-i Amerika Devleti beyninde şimdiye kadar bir gûne muâhede-i resmiyye cereyân etmemek hasebiyle bu defa devlet-i müşârun-ileyhâ tarafından Devlet-i aliyye-i sermediyyi´l-kıyâm ile ticâret ve muâmelât mevâddını mutazammın muâhede akdine kemâl-i hâhiş ve arzu zuhûruyla...” şeklinde geçen ifadeler antlaşma için talebin ABD hükûmetinden geldiğini ortaya koymaktadır.[10]

    ABD antlaşmaya dayanarak Osmanlı Devleti`nin bir çok şehrinde konsolosluk açmıştır. Gayri resmî olarak ilk kez İzmir`de açılan Amerikan konsolosluğunu Beyrut ve İstanbul konsoloslukları izlemiştir. 2 Mart 1831`de David Porter resmen İstanbul maslahatgüzarı olarak atanmıştır.[11] Konsoloslukların sayısında ise 1840`lardan sonra önemli bir artış vardır. Amerika Birleşik Devletlerin`de ilk Osmanlı konsolosluğu tesisi ise 1845`te Zapçıoğlu Abraham adlı şahsın şehbender olarak gönderilmesiyle gerçekleşmiştir. Ancak şehbenderler daha çok ticarî faaliyetleri yürütmek amacıyla gönderildiğinden siyasî alanlarla ilgilenmemekteydiler. Mehmed Ali Paşa meselesi ve Yunan isyanı gibi siyasî sorunların zamanla Osmanlı Devleti aleyhinde bir kamuoyu oluşturmaya yönelik olarak kullanılması Bâbıâli`nin dış temsilciliklere özel önem atfederek şehbenderliklerin yanı sıra konsolosluk açılmasına hız vermesine neden olmuştur. Washington`a Osmanlı konsolosu gönderilmesine 1866`da karar verilmiş[12] olmasına rağmen 1867`de Fransız asıllı Edme Blacque (Bulak/Blak) Bey Washington elçisi olarak göreve başlamıştır.

    XIX. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı-Amerikan ilişkileri daha çok tesis aşamasındadır. ABD`nin Osmanlı Devleti`ndeki ekonomik ve siyasî çıkarları iki devlet arasındaki ilişkilerin yönünü belirleyen önemli sebepler arasındadır. Bu yıllarda ABD`nin Osmanlı Devleti`ne karşı tutumu günümüzde Türkiye Cumhuriyeti`nin Amerikan hükûmeti karşısındaki tavrıyla benzerlik göstermektedir. Bütün dünyadaki güçlü Osmanlı imajı Amerikan hükûmeti için de geçerlidir. 1850`de resmî ziyaretle Amerika Birleşik Devletleri`ne giden Bahriye Mektebi Hocası, Binbaşı Emin Efendi`ye gösterilen itibar bunun somut örneğidir. Binbaşı Emin Efendi Washington`da üst düzey devlet erkânı gibi karşılanmıştır. İkametine tahsis edilen binanın önünde tören yapılmış ve Amerikan Kongresi tarafından resmen kabul edilmiştir. Daha sonra Beyaz Saray`da başkan tarafından ağırlanmıştır. Gösterilen bu itibar Emin Efendi`nin yanı sıra diğer yabancı temsilcileri de şaşırtmıştır. Emin Efendi Bâbıâli`ye göndermiş olduğu raporda “Bu misillü iltifât ve ikrâm sâir devletler tarafından gelenlere bir vakitte vukū‘ bulmuş değil ve bu tarafta Nemçe maslahatgüzârı ziyâdesiyle hayrette kalup acaba sebep nedir? bu tarafta bu derecelerde iltifat olunmak deyü tecessüs etmekte bulunduğu...” şeklinde hayretini dile getirmiştir.[13] Bu karşılama sanırız Osmanlı Devleti`nin dünya siyasetindeki konumunu göstermesi açısından önem taşımaktadır.[14]

    Türk-Amerikan İlişkilerinde Farklılaşma Süreci: ABD'nin Etkinliği Artıyor

    1850`den sonra Osmanlı Devleti`nin içinde bulunduğu siyasî ve ekonomik konjonktür Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin farklılaşmasında belirleyici olmuştur. ABD`nin açtığı siyasî temsilcilikler ve misyonerler Amerikan nüfûzunun oluşmasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti`nin Protestanları ayrı bir millet olarak 1850`de tanımasıyla Amerikan misyonerlik çalışmaları ivme kazanmıştır. Bu süre zarfında kurumsallaşan misyonerlik çalışmaları Amerikan eğitim kurumları şekline bürünmüştür. Bu kurumlar Amerikan hükûmeti ve temsilcilerinin işlerini kolaylaştıran siyasî ve kültürel zemini oluşturmuştur. Tabii ekonomik faktörleri de göz ardı etmek mümkün değildir. 1830 Antlaşmasıyla Amerikan tüccarlarının sayısı artmış ve ticaret hacmi büyüme trendini girmiştir. Fakat Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde ticaret hiçbir zaman büyük boyutlarda gerçekleşmemiştir.[15] Başbakanlık Osmanlı Arşivi`nde yaptığım araştırma sonucunda ticaretle ilgili belgelerin sayısının az olduğu görülmüştür. Bu açıdan iki devlet arasındaki ilişkilerde ticarî hedeflerin belirleyici olduğunu öne sürmek güçtür. Nitekim XIX. yüzyıl ekonomik ve siyasî açıdan-1880`lere kadar- İngiltere hegemonyası asrıdır. Osmanlı-Amerikan ilişkilerini diğer devletlerle olan ilişkiden farklılaştıran esas unsur siyasî faktörlerdir. ABD XIX. yüzyıl boyunca izlediği izolasyon siyasetine rağmen misyonerlik faaliyetleriyle her zaman siyasî etki alanı oluşturma gayreti içinde olmuştur. Bunun temel dayanağı Amerikan felsefesiyle izah ilgilidir. Amerikan düşüncesine hâkim olan görüşlerden biri olan Amerikan düşünce tarzını dünyaya yayma gerektiği fikrî, izolasyonla misyonerlik gibi birbirine çelişen görüşlerin aynı anda uygulanmasına imkân tanımıştır.

    Kırım Savaşı`ndan sonra Osmanlı ekonomisinin açmazlarının artması ve bunun iç/dış siyasete yansımaları ABD ile olan ilişkilerin de boyutunu farklı zemine taşımıştır. Osmanlı Devleti`nin yabancı ülkelere olan bağımlılığının artması bir ölçüde dış politikada manevra alanını daraltmıştır. Buna rağmen Osmanlı-Amerikan ilişkileri “iyi” olarak nitelendirilebilecek çerçevede sürmüştür. Amerikan İç Savaşı (1861-1865) sonunda güç toplayan ABD dünya siyaset sahnesinde etkin olma süre**** girmiştir.

    Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde ikinci bir dönüm noktası 1862 antlaşmasıdır. Avrupalı büyük güçlere aynı dönemde yapılan antlaşmalarla verilen imtiyazlar sonucu ABD de yeni imtiyazlar kazanmıştır. İmzalandığı tarihten itibaren yedi yıl yürüklükte kalacak olan yirmi üç maddelik bu yeni antlaşmayla ABD verilen hakların sınırları genişletilmiş ticarî konulara ilişkin imtiyazlar ayrıntılarıyla ortaya konmuştur. En önemlisi de gümrük vergisi oranının yüzde 3`ten kademeli olarak yüzde 1`e indirilmesidir. Ayrıca 1830 antlaşmasındaki silah ticaretiyle ilgili yasak kaldırılmıştır.

    1862 yılından sonra getirilen ekonomik kolaylıklar siyasî alanda da etkisini göstermeye başlamıştır. Amerikan eğitim kurumları bu tarihten sonra sayısal olarak büyük artış göstermektedir. 20 yüzyılın başında 500´e yakın Amerikan kurumunun Osmanlı topraklarında varlığı bilinmektedir. Örneğin Robert Kolej 1863 yılında açılmıştır. Bu dönemde dikkati çeken bir diğer önemli husus da silah ticaretidir. 1830 antlaşmasındaki yasağın 1862`de kaldırılmasıyla 1870`ten itibaren ABD`den silah satın alımı başlamıştır. Amerikan İç Savaşı`ndan sonra elde kalan silahlar büyük ölçüde Osmanlı pazarına satılmıştır. 1880-82 arasında silah ticareti iki devlet arasındaki ticarî ilişkilerin yüzde 30`nu oluşturmuştur.[16] Özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı döneminde ABD`den büyük miktarlarda silah satın alınmıştır. Ancak savaşın mağlubiyetle sonuçlanması Osmanlı ekonomisini olumsuz yönde etkilemiş ve diğer sorunlarla birlikte ekonomi zora girmiştir. Bu nedenle de ABD`den satın alınan silahların bedeli güç ödenmiş ve çoğu zaman zamanında ödeme gerçekleştirilemediğinden iki devlet arasında sorunlar çıkmıştır. Ancak arşiv belgelerinde görüldüğü üzere ekonomik problemler karşılıklı ilişkilerde büyük sorunlara yol açmamış sorunların merkezini siyasî anlaşmazlıklar teşkil etmiştir.




    Softcam Forum @Zorbeyak' tan Alıntıdır.
    Teşekkürler

İşlem Yapılıyor
X