Annemin kardeşimi daha çok sevdiğini düşünürdüm.
Çocukluk işte ama öyle düşünürdüm.
İtiraf edeyim...
Küçük küskünlükler sırasında kocamın benden önceki
sevgililerini benden daha
çok sevdiğini düşündüğüm de oldu.
Nedense insan hep en son ve en çok sevilen olmak istiyor.
Sahip olduğu sevgiden daha çoğunu istiyor hep.
Yersiz bir istek ama..
Oluyor işte...
Sevdikleri hep bir tercihte bulunsun istiyor.
Tercih edilen olmak için yapıyor bunu...
***
Güneydoğu Asya'daki büyük deprem sonrasında sulara
kapılan bir anne,
kucağındaki iki çocuğundan birini gücü kesilince
bırakmak zorunda
kalıyor.
5 yaşındaki oğlu sulara kapılıyor.
Anne ve kucağındaki yirmi aylık oğlu direniyor. >
Mucize eseri, sulara kapılan oğlu da, kocası da sular
çekildikten sonra
ortaya çıkıyor.
Gazetede bu haberi okuduğumda en çok bir cümleye
takıldı aklım; "Yaşadıkları bu olayı ne anne ne de 5 yaşındaki Lachie
artık
unutabilecek..."
***
"Annem beni bırakmıştı..."
Acaba yıllar sonra nasıl bir kişiliği olacak 5
yaşındaki çocuğun. Gerçekten nasıl gelişecek ruhu?
"Ağladım, ağladım kimse beni duymayınca sustum ve
tahtalara tütündüm"
demiş...
Annesinin tercihi beyninde nasıl bir kıvrıma sıkışacak
acaba? Hadi biraz daha ileri gidersek; "sevmeye engel bir yara" olacak mı
acaba
bu yaşadığı?
"...Annem beni bırakmıştı"
Çocuklarını kurtarmaya çalışan anne, gücü kesilen
kollarından bıraktığı
oğlunun
ertesi gün bulunmasından sonra ağlamış. Tanrı'ya şükretmiş.
"Kendimi hiçbir zaman affedemezdim" demiş. Evlerine
dönmüşler..
Ama belli ki kurtulmuş hayatlarında artık hep bu olay
var...
Bir kere kolları çözülmüş annenin.. Ne anne affedebilir
kendini, ne de
Lachie annesini...
***
Bazen yakınım dediğiniz insanların ihaneti de sizi
sulara bırakması
gibi
değil midir?
Mesela arkadaşımdır dediğiniz birinin sizi kırmızı
soğanlı lakerda ile
pilaki
arasındaki tabağa sarhoş mezesi yapması?
Arkanızdan konuşması...
Öyle ya, bu yiyeceklerin ve içkinin yanına bir de konu
lazım... Uzatılacak, iştahlandıracak, rahatlatacak...
"...Annem beni bırakmıştı" kadar sızlatır bence bu
gerçek insanın
kalbini...
Sevgi tercih kabul etmiyor
Ama hayat hep bir tercihe sürüklüyor insanı.
"Akıp giden günlerimiz" bazen tsunami dalgaları kadar
vahşice alıp
götürüyor bir şeyleri...
İnsan, kollarının direnme gücü tükendiğinde vazgeçiyor
bir şeylerden... Bir tercihte bulunuyor...
Ya annesini seçiyor ya da karısını.
Ya karısını seçiyor ya da sevdiğini..
Ya sevdiğini seçiyor ya da çevresini...
***
O vahşi sular alıp götürüyor bir şeyleri.
Kuşandığımız, takındığımız, bir yerlere tıkıştırdığımız
ne varsa çekip
alıyor.
Bir can, bir de ten kalıyor çıplak...
İşte o zaman ağlayıp ağlayıp susuyoruz. Bulduğumuz bir
tahta parçasına
tutunuyoruz...
Uzanan elleri ya da sulara bırakanları unutmuyoruz
hiç...
O "tercihler" bir yerlere çörekleniyor...
Ve bir gün bir başka kişisel tercihin sebebi oluyor...
Çocukluk işte ama öyle düşünürdüm.
İtiraf edeyim...
Küçük küskünlükler sırasında kocamın benden önceki
sevgililerini benden daha
çok sevdiğini düşündüğüm de oldu.
Nedense insan hep en son ve en çok sevilen olmak istiyor.
Sahip olduğu sevgiden daha çoğunu istiyor hep.
Yersiz bir istek ama..
Oluyor işte...
Sevdikleri hep bir tercihte bulunsun istiyor.
Tercih edilen olmak için yapıyor bunu...
***
Güneydoğu Asya'daki büyük deprem sonrasında sulara
kapılan bir anne,
kucağındaki iki çocuğundan birini gücü kesilince
bırakmak zorunda
kalıyor.
5 yaşındaki oğlu sulara kapılıyor.
Anne ve kucağındaki yirmi aylık oğlu direniyor. >
Mucize eseri, sulara kapılan oğlu da, kocası da sular
çekildikten sonra
ortaya çıkıyor.
Gazetede bu haberi okuduğumda en çok bir cümleye
takıldı aklım; "Yaşadıkları bu olayı ne anne ne de 5 yaşındaki Lachie
artık
unutabilecek..."
***
"Annem beni bırakmıştı..."
Acaba yıllar sonra nasıl bir kişiliği olacak 5
yaşındaki çocuğun. Gerçekten nasıl gelişecek ruhu?
"Ağladım, ağladım kimse beni duymayınca sustum ve
tahtalara tütündüm"
demiş...
Annesinin tercihi beyninde nasıl bir kıvrıma sıkışacak
acaba? Hadi biraz daha ileri gidersek; "sevmeye engel bir yara" olacak mı
acaba
bu yaşadığı?
"...Annem beni bırakmıştı"
Çocuklarını kurtarmaya çalışan anne, gücü kesilen
kollarından bıraktığı
oğlunun
ertesi gün bulunmasından sonra ağlamış. Tanrı'ya şükretmiş.
"Kendimi hiçbir zaman affedemezdim" demiş. Evlerine
dönmüşler..
Ama belli ki kurtulmuş hayatlarında artık hep bu olay
var...
Bir kere kolları çözülmüş annenin.. Ne anne affedebilir
kendini, ne de
Lachie annesini...
***
Bazen yakınım dediğiniz insanların ihaneti de sizi
sulara bırakması
gibi
değil midir?
Mesela arkadaşımdır dediğiniz birinin sizi kırmızı
soğanlı lakerda ile
pilaki
arasındaki tabağa sarhoş mezesi yapması?
Arkanızdan konuşması...
Öyle ya, bu yiyeceklerin ve içkinin yanına bir de konu
lazım... Uzatılacak, iştahlandıracak, rahatlatacak...
"...Annem beni bırakmıştı" kadar sızlatır bence bu
gerçek insanın
kalbini...
Sevgi tercih kabul etmiyor
Ama hayat hep bir tercihe sürüklüyor insanı.
"Akıp giden günlerimiz" bazen tsunami dalgaları kadar
vahşice alıp
götürüyor bir şeyleri...
İnsan, kollarının direnme gücü tükendiğinde vazgeçiyor
bir şeylerden... Bir tercihte bulunuyor...
Ya annesini seçiyor ya da karısını.
Ya karısını seçiyor ya da sevdiğini..
Ya sevdiğini seçiyor ya da çevresini...
***
O vahşi sular alıp götürüyor bir şeyleri.
Kuşandığımız, takındığımız, bir yerlere tıkıştırdığımız
ne varsa çekip
alıyor.
Bir can, bir de ten kalıyor çıplak...
İşte o zaman ağlayıp ağlayıp susuyoruz. Bulduğumuz bir
tahta parçasına
tutunuyoruz...
Uzanan elleri ya da sulara bırakanları unutmuyoruz
hiç...
O "tercihler" bir yerlere çörekleniyor...
Ve bir gün bir başka kişisel tercihin sebebi oluyor...
Yorum