KPDS'de en çok çıkan kelimeler

Kapat
Önemli Konu
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • HIAMOVI
    satélite de expertos
    • 22-12-2004
    • 14236

    KPDS'de en çok çıkan kelimeler

    -- A --
    aback -- (be taken aback) şaşalamak, şaşırakalmak
    abandon -- terk etmek, bırakmak
    abate -- 1. azalmak, dinmek; 2. azaltmak, dindirmek
    abbreviate -- kısaltmak
    abdicate -- feragat etmek, tahtı bırakmak
    abduct -- bir kimseyi zorla kaçırmak (veya, uzaylılar tarafından)
    aberration -- sapma, anormallik, sapkınlık, yanlışa düşme
    abhor -- nefret duymak ve iğrenmek; fikrinden bile dehşete düşmek
    abide (by) -- uymak, riayet etmek
    abject -- sefil, düşkün
    ablaze -- tutuşmuş, alevler içinde
    abolish -- yürürlükten kaldırmak
    abominable -- iğrenç, nefret uyandırıcı
    aboriginal (=native) -- bir yerin yerlisi (özellikle Avustralya yerlileri için)
    abridge -- kısaltmak, özetini çıkarmak (isim: abridgement)
    abrogate -- sona erdirmek, feshetmek (bir yasa veya anlaşmayı, gibi)
    abruptly -- ani, beklenmedik, sert veya kaba bir tarzda
    absent -- şu anda burada yok
    absence -- şu anda burada olmayış/bulunmayış
    absolute -- mutlak, kesin; tamamen
    abstain (from) -- kaçınmak, uzak durmak, yapmamak
    abstract -- 1. soyut; 2. özet
    abstract (from) -- özümleyerek çıkarmak, ayırarak çıkarmak
    absurd -- saçma ve gülünç
    abundant -- bol miktarda (abundance 1. bol olma; 2. bolluk, refah)
    abuse -- 1. kötüye kullanmak; 2. fiziki şiddet uygulamak; 3. cinsel tacizde bulunmak
    accelerate -- hızlandırmak
    access -- giriş, girme, ulaşma
    acclimatize -- iklimine alıştırmak
    accommodate -- 1. içine uydurmak veya yerleştirmek; 2. içine alabilmek, mesken olmak
    accomplice -- suç ortağı
    accomplish -- başarmak, başarıyla tamamlamak
    accord -- uyum, anlaşma, uzlaşma
    accost -- yoluna çıkmak, rahatsız etmek, sözel tacizde bulunmak
    account for -- 1. hesabını vermek; 2. nedenini anlatmak veya açıklayabilmek
    accountant -- muhasebeci
    accumulate -- birikmek, biriktirmek
    accurate -- doğru, yanlışsız (isim: accuracy)
    accusation -- suçlama (the accused = sanık)
    accustomed (be accustomed to) -- alışkın, alışmış
    acknowledge -- varlığını onaylamak, kabul veya itiraf etmek (olumsuz nüans değil)
    acquaint (be acquainted with) -- daha önceden tanışmış olmak, aşina olmak
    acquit (be acquited) -- beraat etmek
    acumen -- zeka keskinliği, çabuk kavrama
    adamant -- ısrarlı ve inatçı, direngen, kararlı, geri adım atmaz (olumsuz nüanslar)
    adapt -- uyarlamak veya uyarlanmak
    addict -- bağımlı, tiryakisi (sıfat: addicted, be addicted to; isim: addiction)
    address -- hitap etmek
    adequate -- yeterli (isim: adequacy)
    adjacent -- bitişik, kapı komşusu niteliğinde
    adjourn -- geçici olarak ara vermek veya ileri bir tarihe ertelemek
    adjustable -- ayarlanabilir, ayarlı
    administer -- 1. yönetmek; 2. (tıp) ilaç vb. vermek, uygulamak
    admirable -- takdire değer, hayranlık uyandırıcı
    admonish -- uyarmak, ihtar etmek, azarlamak
    adopt -- 1. benimsemek, kabul etmek; 2. evlat edinmek
    advent -- geliş, gelme
    adversary -- düşman, hasım
    advertise -- genele duyurmak veya reklamını yapmak
    advocate -- savunmasını yapmak, lehine öneride bulunmak
    affect -- etkilemek
    affection -- sevgi, bağlılık
    affectionate -- sevecen, şefkatli
    affidavit -- yazılı ve yeminli ifade
    affinity -- yakınlık, benzerlik
    affirm -- onaylamak
    affluent (rich, wealthy) -- varlıklı, zengin, refahlı
    aggravate -- kötüleştirmek, azdırmak
    agreeable -- hoş, latif, dost
    akin -- yakın benzer
    alabaster -- bir cins mermer
    alacrity -- çeviklik, canlılık
    alarming -- endişe verici
    alert -- uyanık, teyakkuz halinde
    alibi -- suç işlendiği sırada başka bir yerde olma kanıtı
    align -- hizalamak
    alimony -- nafaka
    allegation -- suçlayıcı iddia (fiil: to allege)
    allegiance -- bağlılık, biat
    alleviate -- hafifletmek, dindirmek
    alliance -- ittifak
    ally -- müttefik
    allocate -- tahsis etmek, herbirine bölüştürmek
    alter (change) değiştirmek, değişmek
    altruism -- sencillik, yardımseverlik (tersi: egotism = bencillik)
    amaze = hayrette bırakmak (isim: amazement = hayret, şaşkınlık)
    ambassador -- büyükelçi
    ambiguous -- anlamca belirsizlik taşıyan, müphem, birden fazla anlama gelebilen (isim: ambiguity)
    ambush -- 1. pusu; 2. pusuya düşürmek
    ameliorate -- iyileştirmek
    amend -- değiştirme (düzeltme ve ekleme nüansları ile) (isim: amendment)
    ammunition -- cephane
    amnesty -- genel af
    ample (abundant, profuse) -- bol bol, bolca yetecek düzeyde
    amputate (bir organı) kesmek (isim: amputation)
    anachronism -- ait olmadığı bir çağa ilişkilendirme veya o durumda olma, çağdışılık
    analogous = benzer
    ancestor -- ata, ced (sıfat: ancestral; isim: ancestry = soy, ailede kendinden öncekiler)

    "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
    Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






  • HIAMOVI
    satélite de expertos
    • 22-12-2004
    • 14236

    #2
    Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

    anchor -- 1. gemi demiri; 2. demirlemek (= demir atmak)
    anew -- yeniden, tekrar, en baştan
    anguish -- tedirginlik, acı çekme ve keder
    animosity -- düşmanlık, kin ve nefret duyguları
    annex -- ilhak etmek, kendi bölgesine veya topraklarına katmak
    annihilate -- imha etmek, hepsini tümüyle yeryüzünden silmek
    anniversary -- yıldönümü
    annotate -- yazılı bir metne açıklayıcı notlar eklemek
    annoy -- kızdırmak, canını sıkmak, rahatsız etmek (annoyance = rahatsız edilmişlik ve canı sıkılmışlık duygusu)
    annual -- yıllık
    annul -- feshetmek, yürürlükten kaldırmak
    antagonism -- düşmanlık (antagonize = kendine düşman etmek, düşman olmasına yol açmak)
    anticipate -- öngörü ile beklemek (ve ona göre davranmak)
    antiquated -- modası geçmiş
    anxiety -- tedirginlik, endişe (sıfat: anxious)
    apathetic -- ilgisiz, kayıtsız
    apologetic -- özür dileyen bir tavırla
    apparel (clothing) -- giysiler, kılık kıyafet, giyim kuşam görünümü
    apparent -- 1. apaçık görülen; 2. zahiren (görünüşte)
    apparently -- "Öyle anlaşılıyor ki" -- "göründüğü kadarıyla".
    appetite -- iştah, istek (appetizer = aperatif, meze)
    applaud -- alkışlamak (isim: applause = alkış)
    appraise -- değer biçmek (isim: appraisal)
    appreciate -- 1. takdir etmek (teşekkür); 2. anlamak, anlayışla karşılamak
    appreciable -- farkedilebilir derecede
    apprehend -- 1. yakalamak, tutuklamak; 2. anlamak, kavramak apprehension -- 1. (fear) korku, endişe; 2. anlama, kavrama; 3. yakalama, tutuklama
    apprentice -- çırak
    approach -- yaklaşım, tarz
    approval -- 1. onay (=beğenme); 2. onayını verme (=tasdik)
    approximately -- yaklaşık olarak, ortalama değerlerle
    apt -- 1. uygun, yerinde; 2. eğilimli, eğiliminde; 3. zeki (aptitude tests = yetenek testleri)
    arable -- tarıma elverişli
    arbitrary -- ***fi olarak, racon keserek (arbitration = aralarını bulma, racon)
    arbitrate -- hakem sıfatıyla karar vermek (=racon kesmek)
    arboreal -- ağaçlara ilişkin
    archipelago -- takımada
    ardent -- içtenlikli ve coşkulu, hevesli ve gayretli
    arduous -- zahmetli, çok gayret isteyen
    argument -- 1. tartışma; 2. sav, savunulan tez
    armament -- silahlar, silahlanma
    armistice -- silah bırakışma, mütareke
    armour -- zırh (armoured = zırhlı)
    arrogance -- kibir, kendini beğenmişlik, küstahça gurur (sıfat: arrogant)
    arsenal -- silah fabrikası, cephanelik
    arson -- kundakçılık
    articulate -- anlaşılır şekilde dile getirmek
    artillery = topçuluk, topçu kuvvetleri (askeriye)
    artisan -- zenaatkar, esnaf
    ascend -- yukarıya çıkmak (tersi: descend... isim: ascent X descent; sıfat ascending X descending)
    ascertain -- araştırıp soruşturarak bulgulamak, bu yoldan kesinlemek
    assassinate -- süikast yapmak (assassin = süikastçı... isim: assassination)
    assault -- 1. saldırı; 2. saldırıda bulunmak
    assemble -- 1. toplamak; 2. monte etmek, kurmak (assembly = meclis)
    assert -- (kanıta gerek duymaksızın) kuvvetle ileri sürmek, iddia etmek
    assess -- değerlendirmek (=değerini ölçmek biçmek)
    assets -- değerli varlıklar, bilançodaki pozitifler (tersi: liabilities)
    assign -- tayin veya tahsis etmek, veya ödev/görev olarak vermek
    assimilate -- özümlemek ("asimile" etmek)
    assume -- 1. varsaymak; 2. üzerine almak (hak ve sorumluluğunu)
    assure -- karşısındakine bir konuda teminat etmek (="emin olunuz ki" demek)
    astonishment -- hayret, şaşkınlık (fiil: astonish... sıfat: astonished)
    astound -- hayret ve şaşkınlığa düşürmek (sıfat: astounding, astounded)
    astray -- yoldan çıkmış, sapmış (to go astray)
    astute -- keskin zekalı
    asylum -- sığınılacak yer (lunatic asylum = tımarhane; to seek political asylum = siyasi sığınma istemek)
    atavism -- atalara çekme (sıfat: atavistic)
    atonement -- kefaret
    atrocious -- canavarca gaddar ve vahşice (atrocity, atrocities = kan dökme, kıyım, büyük mezalim)
    attain -- (amacına) ulaşmak, erişmek
    attainment -- amaca ulaşma/erişme, başarı, elde etme
    attentive -- dikkatli, dikkatini veren
    attitude -- tutum, tavır
    attribute -- 1. atfetmek, nedenini ona bağlamak; 2. özellik, nitelik, sıfat
    auction -- açık arttırma ile satış, müzayede
    audacious -- cüretli, çılgınca cesurane
    audit -- denetleme, murakabe, hesapları teftiş
    augment -- destek vererek arttırmak veya çoğaltmak
    auspice -- under the auspices of = ----'ın himayeleri altında (davetiye vb)
    auspicious -- uğurlu, uygun, hayırlı, talihi güler durumda
    austere -- 1. sert, hoşgörüsüz; 2. süssüz, sade (austerity measures = kemer sıkma önlemleri)
    authentic -- otantik (isim: authenticity)
    autonomous -- otonom
    auxiliary -- yardımcı, destek, ikinci dereceden
    available -- elde mevcut, piyasada var, istenirse alınabilir
    avalanche -- çığ
    avarice -- para hırsı, açgözlülük, tamah
    avenge -- öc almak
    avert -- kaçınmak ve atlatmak
    aviary -- kuşhane
    aviation -- havacılık
    avidity -- açgözlülük
    awe -- saygı ve hayranlıkla karışık korku, huşu ve korku
    awkward -- 1. beceriksiz, hantal; 2. sıkıntılı (durum vb)

    "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
    Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






    Yorum

    • HIAMOVI
      satélite de expertos
      • 22-12-2004
      • 14236

      #3
      Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

      -- B --
      bachelor -- bekar (erkek) (single = erkek veya kadın)
      backfire -- geri tepmek
      background -- 1. arka zemin, arka plan; 2. geçmişi, deneyimi (kişi, kurum, olay)
      backpay -- ödemesi gecikmiş ücret(ler)
      backyard -- arka avlu, arka bahçe
      backbencher -- siyasi partide ön planda olmayan milletvekili
      backward -- 1. geriye doğru, gerisin geri; 2. geri kalmış, ilkel
      bad-tempered -- huysuz, aksi, tersliği üstünde
      baffle -- şaşırtmak, aklını karıştırmak
      bait -- yem (yakalamak için aldatıcı/cezbedici tuzak yem)
      banal -- çok sıradan ve sıkıcı, hiçbir incelik taşımayan
      banish -- sürmek, kovmak, o yerden veya bölgeden yasaklamak (isim: banishment)
      barbed wire -- dikenli tel
      bard -- saz ozanı
      bargain -- 1. pazarlık etmek; 2. kelepir şey, pek ucuz şey. (It was a bargain.)
      barge -- mavna
      barracks -- kışla veya kışla tipi yapı
      barter -- 1. trampa, değiştokuş; 2. trampa etmek
      battalion -- tabur
      bayonet -- süngü
      beacon -- işaret amaçlı ışık kaynağı
      beast -- hayvan, canavar, kaba ve iğrenç adam
      beggar -- dilenci
      belittle -- küçümsemek, hakir görmek
      bellicose -- kavgacı, kavgasever
      belligerent -- kavgacı, saldırgan
      bellows -- körük
      beneficial -- yararlı, faydalı, iyi gelen
      bequeath -- miras olarak bırakmak
      bereavement -- büyük kayıp (bir ölüm dolayısıyla), matem
      beseech -- yalvarmak, istirham etmek
      besiege -- kuşatmak (bir kenti, kaleyi, vb)
      best man -- sağdıç
      bestial -- hayvani, hayvanca, aşağılık
      bestow -- ihsan etmek, vermek (dilenciye vermeyi kapsamaz)
      betray -- ihanet etmek, ele vermek (isim: betrayal)
      beverage -- meşrubat
      bewilder -- çok şaşırtmak, aklını karıştırmak (sıfat, bewildering, bewildered)
      bewitch -- 1. büyülemek; 2. hayran bırakarak cezbetmek
      bid -- fiat teklif etmek, pey sürmek
      bidding -- bir müzayedede teklif verme / arttırma işlemleri
      biennial -- iki yılda bir olan
      bigot -- dar / geri kafalı kimse
      bigamy -- iki eşle evlilik, kuma getirme (kadın veya erkek) (isim: bigamist)
      binocular -- dürbün
      bizarre -- garip, acaip
      blackmail -- 1. şantaj; 2. şantaj yapmak
      blame -- 1. kabahat, sorumlu olma; 2. suçlamak, kabahati ondan bilmek
      bland -- yumuşak huylu,
      blaspheme -- kutsal şeylere yönelik alay veya küfür (sıfat: blasphemous)
      blast -- şiddetli patlama
      blast furnace -- yüksek fırın
      blatant -- apaçık; görülmemesi / anlaşılmaması olanaksız; küstahça
      bleak -- çıplak (bitki zor yetişir), soğuk, kasvetli, umutsuz, rüzgarlara açık
      bleach -- ağartmak, beyazlatmak, rengini yok etmek
      bleed -- kanamak / kanatmak (bleeding = kanama veya kanatma)
      blemish -- kusur, leke
      blend -- 1. karışım, harman (=karışım); 2. (with) içine karışıp gözden kaybolmak; uyum sağlamak
      bless -- kutsamak. (blessings = tanrının / kaderin verdiği şanslılık ve mutluluklar)
      blight -- bitki hastalığı, bitkilerin mahfı
      blindfold -- 1. gözleri bağlanarak kapatılmış; 2. gözlerini bağlamak
      blink --1. aralıklarla yanıp sönmek (ışık için); 2. gözlerini kırpmak
      bliss -- saadet; huzur ve mutluluk
      blizzard -- tipi
      blockade -- 1. abluka; 2. ablukaya almak
      blood curdling -- tüyler ürpertici
      blood pressure -- kan basıncı, tansiyon
      bloodshed -- kan dökme, kan dökülmesi
      bloom -- çiçek açmak
      blossom -- 1. çiçek açmak; 2. bahar dalı
      blow -- darbe (=vuruş) (yönetim darbesi = coup, coup d'etat)
      bludgeon -- cop
      blueprint -- temel proje veya esaslar
      bluff -- 1. blöf; 2. blöf yapmak
      blunder -- pot kırmak, çam devirmek
      blunt -- 1. kör ağızlı (bıçak, vb.); 2. sözünü esirgemez
      blurring -- bulanıklaşma, bulanıklık (iyi görememe, hatların birbirine karışması)
      blurt (out) düşünmeden uluorta söyleyivermek / ağzından çıkıvermek

      "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
      Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






      Yorum

      • HIAMOVI
        satélite de expertos
        • 22-12-2004
        • 14236

        #4
        Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

        blush -- mahçubiyetle kızarmak
        board of directors -- yönetim kurulu
        boarding-house -- pansiyon
        boarding-school -- yatılı okul
        bohemian -- kalender meşrep, kaygısız ve biraz da derbeder hayat felsefesi olan
        boisterous -- gürültülü patırtılı ve taşkınca neş'eli
        bold -- cesur (= courageous)
        bolt -- 1 sürgü (kapı); 2. sürgülemek
        bolt -- hızla fırlamak, hızla fırlayıp gitmek veya kaçmak
        bombard -- bombardıman yapmak
        bombastic -- yüksekten savurarak (konuşma ve yazı tavrı)
        bona fide -- hakiki, sahte değil
        bonanza -- zengin maden damarı vb gibi yüksek kazanç kaynağı
        bond -- 1. bağ, yapışma; 2. senet, tahvil
        bondage -- kölelik, serflik
        bonfire -- şenlik ateşi
        booby trap -- bubi tuzağı
        book-keeping -- muhasebe
        book-maker -- at yarışlarında bahis düzenleyicisi
        boost -- hızla arttırmak
        booty -- ganimet
        booze -- 1. kafayı çekmek; 2. içki
        border -- 1. sınır; 2. devlet sınırı; 3. kenar, bordür
        bore -- 1. delmek, delik açmak; 2. sıkıcı olmak, can sıkmak
        boring -- sıkıcı (isim: boredom = can sıkıntısı
        born and bred -- doğma büyüme
        bosom -- sine, kucak (bosom friend = can dost)
        bottommost -- en alttaki, en aşağıdaki
        boulder -- büyük kaya parçası
        bounce -- sıçramak, zıplamak, birden üstüne atlamak
        bouncer -- bar fedaisi
        boundary -- sınır
        bountiful -- cömert, bol, verici
        box-office -- tiyatro vb gişesi
        boxing day -- Noel yortusunun ikinci günü ("Noel kutularının" verildiği gün)
        brag -- yüksekten atmak, böbürlenerek konuşmak (sıfat: braggart
        brake(s) -- 1. arabanın fireni; 2. firen yapmak
        breadth -- en, genişlik
        breakthrough -- 1.yarıp geçmek; 2. büyük buluş (büyük uğraş sonucu)
        breakwater -- dalgakıran
        breed -- yetiştirmek, beslemek, çoğaltmak (well-bred = iyi yetiştirilmiş, terbiyeli; tersi: ill-bred)
        breeze = hafif rüzgar, esinti
        brevity -- kısalık (süre olarak; "brief" ten geliyor)
        bribe -- rüşvet (bribery = rüşvet alma verme; briber = rüşvetçi)
        bridal -- gelin olmaya ilişkin (bridegroom = damat -- bir günlüktür, bir akrabalık terimi değildir)
        brigade -- tugay
        brigand -- haydut, eşkiya
        brilliant - parlak (isim: brilliance)
        brimful -- ağzına kadar dolu (brim: bir cismin ağzı, kenar)
        briskly -- canlı ve enerjik tarzda
        brittle -- kolay kırılır
        broad-minded -- geniş görüşlü, hoşgörülü
        brood -- kara kara, arpacı kumrusu gibi düşünmek
        brook -- dere, çay
        broom -- süpürge
        brothel -- genelev
        bruise -- yara bere, morartı, çürük
        brutality -- vahşet, acımasızlık (sıfat: brutal)
        budget -- bütçe
        buccaneer -- 1. korsan; 2. korsanlık etmek
        bucolic -- kır yaşamına ilişkin
        budding -- tomurcuk verme
        budget -- bütçe
        buffer -- tampon (araya konulan koruyucu)
        bulb -- lale soğanı, elektrik ampulü, veya benzeri şekilde olan herhangi bir şey
        bulky -- hacimli, kocaman
        bullet -- mermi
        bullion -- altın veya gümüş külçesi
        bully -- zorba, kabadayı
        bulwark -- siper, istihkam, karşı duracak tahkimat
        bundle, demet, deste, çıkın, bohça, tostoparlak sarılmış şey
        bump -- 1. çarpmak, toslamak; 2. toslama; şişlik; tümsek
        buoy -- şamandıra (buoyancy = su yüzeyinde kalabilirlik, yüzezebilirlik)
        burglar -- gizlice giren hırsız
        burial -- gömme, defnetme (to bury fiilinden)
        burlesque -- komik şekilde taklit etme veya abartarak alaya alma
        burly -- iriyarı ve kuvvetli, babayani
        bury -- 1. gömmek (=defnetmek; üstünü kapatmak)
        buttres -- payanda vurmak, desteklemek
        by-election (veya, bye-election) -- ara seçim
        by-law (veya, bye-law) -- yerel yönetim tarafından konulan kural ve yasaklar
        bygone -- geçmişte kalmış, mazi olmuş
        by-product -- yan ürün
        bystander -- kenarda durup olayı seyreden ve karışmayan kimse

        "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
        Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






        Yorum

        • HIAMOVI
          satélite de expertos
          • 22-12-2004
          • 14236

          #5
          Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

          -- C --
          calamity -- büyük felaket, afet (sıfat: calamitous -- Pekos Bill'in sevgilisi Jane Calamity / Afet Felaket Jane'den anımsayınız!)
          calculate -- hesaplamak (sıfat: calculating = kendi çıkarları için ince hesaplar yapan veya tedbirli, ihtiyatlı)
          calendar -- 1. takvim; 2. gerçekleştirilecek olayların listesi
          calibrate -- ince ayar yapmak, çapını belirlemek, derecelendirmek
          caliph -- halife
          calling -- meslek, iş, doğuştan yeteneğinden dolayı kaderinin kişiyi çağırdığı hayat yolu
          calligraphy -- güzel yazma sanatı, hattatlık
          callous -- katı ve kötü, yüreği katılaşmış, acımasız
          cancel -- iptal etmek (isim: cancellation)
          candid -- açık, gizlisi yok, içtenlikli
          candidate -- aday (isim: candidacy = adaylık)
          cannibal -- yamyam (isim: cannibalism)
          cannon -- askeri top (cannonade = çoklu top atışı)
          canvass -- siyasi veya ticari amaçla dolaşarak birebir görüşme yapmak
          capitulate -- teslim olmak / etmek (isim: capitulation... Böylece "kapitülasyonlar" ın da temel anlamını öğrenmiş oldunuz)
          captivate -- cezbetmek ve büyülemek (cazibesiyle büyülemek)
          captive -- esir alınmış kişi, tutsak (captor = esir alan; to capture fiilinden)
          carefree -- kaygısız, ***fince
          caress -- okşamak, müşfik davranmak
          carnivorous -- etobur (tersi: herbivorous = otobur... omnivorous = herşeyi yiyen; örnek: insan)
          cast iron -- dökme demir
          caste -- kast (kast sistemi olan toplumlarda)
          castrate -- hadım etmek
          casual -- teklifsiz, öylesine, resmi olmayan
          casualty, casualties -- zayiat [ölüler (the dead); yaralılar (the wounded) ve kayıplar (the missing)]
          catastrophe -- büyük felaket (sıfat: catastrophic)
          causality -- neden-sonuç ilişkisi ("cause" = neden, sözcüğünden)
          cautious -- temkinliı, tedbirli (isim: caution)
          cavity -- oyuk, boşluk, mağaracık
          cease -- sona ermek veya erdirmek (isim: cessation)
          celebrate -- kutlamak (celebrations) (fakat, celebrated = ünlü, tanınmış)
          celerity -- hız, sürat
          celestial -- semavi, göksel
          cellular -- hücresel
          cement -- çimento
          cemetery -- mezarlık
          censor -- 1. sansürlemek; 2. sansür memuru (censorship = sansür)
          censure -- kınamak
          census -- nüfus sayımı
          chagrin -- üzüntü, umudun yitilmesi
          challenge -- 1. meydan okumak; 2. aşılması gereken bir güçlük
          charity -- 1. hayır işi; 2. hayır kurumu (charitable = hayırsever)
          charm -- büyülemek, gönlünü çalmak
          chase -- kovalamak, peşinden gitmek
          chasm -- büyük yarık, uçurum
          chaste -- iffetli (chastity = iffet)
          civil -- 1. yurttaşlığa ilişkin (örnek: civil rights); 2. uygar, kibar
          civil engineering -- inşaat mühendisliği
          civil servant -- kamu görevlisi (civil service = devlet memurluğu)
          civil war -- iç savaş
          civilian -- sivil, askeri olmayan
          clandestine -- gizli
          clarify -- açıklığa kavuşturmak
          coach -- 1. antrenör; 2. antrenörlük yapmak; 3. atlı araba, wagon, otobüs
          coincidence -- rastlantı
          collaborate -- işbirliği yapmak, birlikte çalışmak
          collar -- yaka; tasma
          collide - çarpışmak, birbirine çarpmak (isim: collision)
          colossal -- devasa
          commemorate -- hatırasını anmak, anma töreni yapmak
          commend -- övmek
          commerce -- ticaret
          compensation -- tazminat, telafi
          compete -- 1. yarışmak; 2. rekabet etmek (isim: competition, competitor)
          competitive -- rekabetçi, ucuz
          competent -- "kompetan"
          compile -- derlemek (isim: compilation)

          "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
          Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






          Yorum

          • HIAMOVI
            satélite de expertos
            • 22-12-2004
            • 14236

            #6
            Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

            compromise -- 1. uzlaşmak, yarı yolda buluşmak; 2. zor duruma düşürmek
            compromised -- zor durumda veya zor durumda bırakılarak kendisinden istenilen elde edilmiş
            concession -- ödün, taviz
            conceptualize -- kavramsallaştırmak (concept = kavram, "konsept")
            conceive -- 1. kafasında oluşturmak, kavramlaştırmak; 2. gebe kalmak (conception: 1. kavramlaştırma; 2. gebe kalma)
            conciliate -- gönlünü almak, yatıştırmak (isim: concliation; sıfat: concliatory)
            condescent -- tenezzülde bulunmak, lütfen seviyesine inmek
            confidential -- gizli, sır (fiil: to confide in smb)
            confirm -- teyid etmek, doğrulamak
            confiscate -- el koymak, elinden almak
            conflict -- anlaşmazlık, çatışma (armed conflict = silahlı çatışma)
            confront -- karşı durmak, geçit vermemek
            congenial -- dostça, canayakın
            congenital -- doğuştan
            congratulate -- tebrik etmek
            congragate -- toplanmak
            conjecture -- tahmin, zan
            conscientious 1. vicdanlı; 2. sorumluluğunu bilen ve çalışkan
            consequence -- sonuçta ortaya çıkan durum, sonuç
            consecutive -- ardışık
            consent -- rıza göstermek, onayını vermek
            considerably -- oldukça, epeyce, önemlice miktarda
            consistent -- uyumlu, istikrarlı, çelişki oluşturmayan
            consolidate -- sağlamlaştırmak
            construct -- inşa etmek
            consult -- danışmak; kafakafaya verip birbirine danışmak
            constitute -- "oluşturmak" sözcüğü ile çeviriniz.
            constitution -- 1. bünye; 2. anayasa
            contaminate -- kirletmek; mikrop bulaştırmak
            contented -- halinden memnun, mutlu
            context -- bağlam
            contiguous -- bitişik
            contradict -- aksini söylemek ve savunmak; yanlış olduğunu söyleyerek meydan okumak
            contribute -- katkıda bulunmak
            convene -- toplantı düzenlemek / toplanmak
            convention -- 1. âdet, gelenek; 2. toplantı, meclis (conventional = geleneksel, alışılmış)
            convert -- dönüştürmek
            conversion -- 1. dönüşme / dönüştürme; 2. din değiştirme
            convince -- inandırmak, ikna etmek
            coronation -- taç giyme
            correspond -- 1. karşılığı konumda olmak, eşdeğeri olmak; 2. mektuplaşmak, haberleşmek
            corroborate -- doğrulamak
            counsel -- danışmanlık hizmeti vermek
            courteous -- nazik, kibar, saygılı
            covenant -- mukavele, ahit
            coward -- korkak
            cradle -- beşik
            craze -- çılgınlık derecesinde moda
            credentials -- itimatname, güven mektubu
            credible -- inanılır (tersi: incredible = inanılmaz, olanak dışı)
            creditable -- şerefli
            creditor -- alacaklı (tersi debtor = borçlu)
            crescent -- hilal
            critique -- eleştiri yazısı
            crooked -- eğri, çarpık, virajlı, hilekar
            crop(s) -- ürün(ler), mahsül
            cross-examination -- karşı sorgu
            crossroads -- dörtyol ağzı
            crux -- asıl önemli nokta (crucial = yaşamsal önemi olan)
            cue -- ipucu, işaret, sinyal
            culminate (in) -- ile sonuçlanmak
            cultivate -- yetiştirmek
            cumulative -- birikimli (to accumulate = birikmek / biriktirmek)
            cupidity -- (maddi şeyler için) açgözlülük
            curriculum -- müfredat programı
            curse -- küfretmek, bela okumak, lanet okumak
            cursory -- şöylesine, yüzeysel, âdet yerini bulsun diye
            curtail -- kısaltmak, kısmak, sınırlamak
            custom -- âdet, gelenek, görenek (customary = âdet olmuş) (Dikkat: customer = müşteri... customs = gümrük)
            cutlery -- çatal bıçak takımı

            "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
            Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






            Yorum

            • HIAMOVI
              satélite de expertos
              • 22-12-2004
              • 14236

              #7
              Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

              -- D --
              dairy... dairy farm -- süthane, süt çiftliği, mandıra
              damage -- hasar, zarar, ziyan
              damp -- rutubetli, ıslakça
              daring -- cesaret, cüret, meydan okuma (fiil: to dare)
              darkness -- 1. karanlık; 2. (renk) koyuluk
              dawn -- şafak
              daydream -- 1. hülyalara dalmak; 2. hülya
              deadline -- son vade tarihi, izin verilen son tarih veya saat
              death duty -- veraset ve intikal vergisi
              debase -- alçaltmak, adileştirmek, ayarını bozmak (isim: debasement)
              debate -- tartışma (genellikle bilimsel nitelikte)
              debit -- muhasebe defterinde pasif, borç, verecek, zimmet (debit card = banka kartı, ATM kartı)
              debris -- döküntü, çerçöp, yıkıntı artığı
              debt -- borç (debtor -- borçlu)
              decade -- on yıl
              decapitate -- kafasını kesmek
              deceased -- merhum, ölü (fiil: decease = vefat etmek)
              deceive -- hile yapmak, aldatmak (deceit = hile, aldatı; deceitful = hilebaz, hilekar)
              decency -- terbiyelilik, edeplilik, efendilik (decent = doğru dürüst, terbiyeliliğe yakışır şekilde; tersi indecent = yakışıksız, müstehçen)
              deception -- aldatı, hile (deceptive -- aldatıcı, yanıltıcı)
              decimate -- büyük bir kısmını öldürmek
              decipher -- şifreyi çözmek / okumak
              decisive -- kesin, kat'i
              decline -- 1. azalmak, gerilemek; 2. reddetmek
              decorous -- terbiyeye uygun, saygılı
              decrease -- azalmak veya azaltmak (tersi: increase)
              dedicate -- adamak; ithaf etmek (dedicate oneself = kendini bütünüyle o amaca vermek)
              deduce -- verilere dayanarak sonuç çıkarmak (deduction, deductive = tümdengelimci; tersi: induction, inductive = tümevarımcı)
              defeat -- 1. bozgun; 2. bozguna uğratmak
              defer -- sonraya bırakmak
              deficient -- yetersiz, defolu, bozuk
              definite -- kesin
              deflate -- havasını boşaltmak (tersi: inflate = şişirmek)
              defy -- meydan okumak, boyun eğmemek (isim: defiance; sıfat: defiant)
              dejected -- kederli, süngüsü düşmüş
              delegate -- delege
              deliberate -- 1. ayrıntılarıyla üzerinde durmak / titizlikle düşünmek (isim: deliberation); 2. bile bile, kasten (zarf: deliberately; tersi: unknowingly)
              delicate -- narin, hassas, dikkatle korunması gereken
              delicious -- pek leziz
              delight -- haz, mutluluk duyma
              delinquency -- yoldan çıkmışlık, yasalara ters düşen hareketler (juvenile delinquency = çocuk suçluluğu) (sıfat: delinquent)
              delirious -- aklı başından uçmuş, hezeyan içinde, sayıklıyor
              deliver -- 1. teslim etmek: 2. tevzi etmek, dağıtmak; 3. kurtarmak; 3. doğum yapmak (isim: delivery)
              delusion -- hayal görme, kendi yarattığı hayallere inanma, aldanma (fiil: delude = hayallere sürüklemek, aldatmak)
              deluge -- tufan, şiddetli yağmur ve sel
              demand -- talep (tersi: supply -- arz)
              demolish -- yıkmak (örneğin istimlak edilen binaları)
              denial - 1. inkar etmek, reddetmek; 2. vermemek (fiil: to deny)
              denounce -- herkesin içinde suçlamak ve kınamak
              depict -- tasvir etmek, göstermek, işaret etmek
              deplete -- tüketmek, boşaltmak (isim: depletion)
              deplore -- acımak, üzülmek, esef veya teessüf duymak (deplorable: 1. acınacak, esef duyulacak; 2. nahoş, teessüfe vbe kınamaya layık
              deploy -- yaymak, konuşlandırmak
              deport -- ülke dışına sürmek/çıkarmak, sınırdışı etmek
              depraved -- bozuk ahlaklı, ahkali değerlerini yitirmiş
              deprive (of) -- elinden almak, yoksun bırakmak
              deserve -- hak etmekm (deservedly = hak etmiş olarak)
              design -- yapı ve düzen planını oluşturmak, planını çizmek
              designate -- işaret etmek, adlandırmak

              "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
              Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






              Yorum

              • HIAMOVI
                satélite de expertos
                • 22-12-2004
                • 14236

                #8
                Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

                desolate -- ıssız, terkedilmiş, viran, perişan
                desperate -- 1. çaresiz durumda; 2.ümitsiz, gözü dönmüş
                despondent -- ümitsiz ve hüzün içinde
                destination -- gidilmesi amaçlanan yer, yolculuğun hedefi
                destitute -- çok yoksul, düşkün ve çaresiz durumda (destitution = büyük yoksulluk, çaresizlik)
                detention -- alıkoyma, tutuklama
                deteriorate -- kötüye gitmek, kötüleşmek (tersi: improve) (deterioration X improvement)
                determine -- niteliğini belirlemek, karar vermek (determined -- azimli, kararlı; determination = 1. niteliğini saptama; 2. kararlılık)
                detriment -- zarar (to the detriment of --- = ---'e zarar vererek, aleyhine olarak)
                detect -- izini bulmak ve ortaya çıkarmak
                detest -- nefret etmek, tiksinmek
                devastate -- mahfetmek, yerle bir etmek, harap etmek
                devise -- tasarlamak, icat etmek
                device: alet, düzenek, aygıt
                devote -- adamak, herşeyini ona vermek
                diagnose -- tanı koymak, teşhis etmek
                diffuse -- yaygın, dağınık
                dilemma -- ikilem, aşağı sakal yukarı bıyık durumu
                diligent -- gayretli ve çalışkan (isim: diligence)
                diluted -- sulandırılmış, sıvı katılmış
                dimension -- boyut
                diminish -- giderek azalmak veya azaltmak (diminutive = minicik, ufacık)
                discourteous -- kaba, nezaketsiz
                discreet -- saygılı, dikkatli ve nazik
                discrepancy -- uyumsuzluk, uymazlık, birbiriini tutmazlık, çelişki
                discretion -- 1. basiret, sağduyu: 2. tedbir, ihtiyat
                disgraced -- gözden düşmüş; itibarsız; yüz karası
                dishonest -- sahtekar
                disintegrate -- parçalamak, parçalanmak, çürüyüp unufak olmak
                dismiss -- huzurundan çıkarmak, git demek, kovmak, işten çıkarmak
                dispense (with) -- vazgeçebilmek, onsuz yapabilmek (kişiler için kullanılmaz)
                display -- 1. sergi, sergileme, gösterim; 2. sergilemek, gösterime sunmak, gösteriyor olmak
                disposition -- eğilim, mizaç
                disprove -- çürütmek (=tersini kanıtlamak)
                dispute -- anlaşmazlık (sürüp giden)
                disregard -- aldırmamak, kulak ardı etmek
                disrespect -- saygı göstermemek/duymamak
                dissect -- incelemek amacıyla kesip biçmek
                dissent -- aynı fikirde olmamak, fikir ayrılığından dolayı bir gruptan kopmak
                dissolve -- bir sıvı içinde eriyerek veya eriterek çözmek/çözülmek
                distinguish -- farkını görebilmek, ayırt edebilmek
                distinguished -- seçkin, ünlü
                distrust -- 1. güvensizlik, itimatsızlık; 2. güvenmemek
                divert -- başka yöne çevirmek; saptırmak (diversion = aklını başka şeylere yönlendirmek için meşgul olunacak birşey veya eğlence)
                diverse -- çeşitli (diversity = çeşitlilik)
                docile -- uysal
                donate -- bağışta bulunmak (donor, donation)
                dormant -- "uykuda" (harekete geçeceği günü bekliyor)
                dormitory -- yatakhane
                draft -- taslak
                drastic -- acil, kapsamlı ve sert (örnek: "drastic measures" = çok sert önlemler
                drift -- sürüklenmek
                drill -- 1. matkapla delmek; 2. talim veya egzersiz yapmak
                drought -- kuraklık
                dubious -- 1. şüphe duyan/eden; 2. şüphe veren/doğuran (= doubtful) (indubitably = undoubtedly = hiç şüphesiz)
                duplicate -- kopyasını yapmak, aynısını yapmak
                duplicity = ikiyüzlülük
                durable -- dayanıklı
                dwarf = cüce (fiil: to dwarf = yanında cüce bırakmak, çok çok üstün olmak)
                dwindle -- giderek azalmak
                dynasty -- hanedan, hükümdarlık sülalesi, hüküm sürme

                "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
                Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






                Yorum

                • HIAMOVI
                  satélite de expertos
                  • 22-12-2004
                  • 14236

                  #9
                  Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

                  -- E --
                  eager -- istekli, heves ve şevk dolu (isim: eagerness)
                  earmark -- belli bir amaç için planlama yaparak bir kenara ayırmak (büyükbaş hayvanların kulağına vb yapılan işaret kavramından)
                  earshot (within earshot) -- işitilecek mesafede
                  ear-splitting -- kulakları sağır edecek derecede şiddetli
                  earnest -- ciddi, içtenlikli (isim: earnesty, earnestness; zarf: earnestly)
                  earthenware -- toprak çanak çömlek
                  earthquake -- deprem
                  ebb -- suların çekilmesi (gelgit olayının cezir safhası); mecazi olarak şaşaası sönmek, kaderi kötüye gitmek, azalmak, vb.
                  eccentric -- egzantrik (isim: eccentricity)
                  ecclesiastical -- kiliseye ilişkin
                  eclipse -- 1. güneş veya ay tutulması; 2. gölgede bırakmak
                  ecstasy -- coşku, coşkunluk, vecd
                  edge (away) -- yavaş yavaş ve "kenar kenar" uzaklaşmak
                  edible -- yenebilir, besin olmağa elverişli (= eatable)
                  edict -- irade, ferman
                  edify -- ahlaki bakımdan eğitmek öğretmek (isim: edification; sıfat: edifying -- ahkaken öğretici, ders verici)
                  edit -- 1. yayına hazırlamak; 2. gazete yönetmek (isim: editor; editorial = başyazı)
                  edition -- 1. yayına hazırlama; 2. sayı, nüsha ("evening edition", gibi); 3. bası ("first edition, second edition" gibi)
                  educative -- terbiye edici
                  eel -- yılan balığı
                  eerie -- ürpertici, cinli perili gibi
                  effervescent -- kabarcıklarla köpüren (gazoz vb gibi)
                  efficient -- etkin ve yeterli, verimli, randımanlı, usta (isim: efficiency)
                  effigy -- bir kimsenin heykel şeklinde timsali, temsili insan modeli, heykel, manken vb
                  effrontery -- yüzsüzlük, küstahlık
                  ejaculate -- ansızın fışkırmak veya fışkırtmak (isim. ejaculation)
                  eject -- dışarı atacak şekilde fırlatmak (isim: ejection)
                  elaborate -- özenle, titizlikle ve inceden inceye ayrıntılarıyla yapılan veya yapılmış (fiil: elaborate = üzerinde ayrıntılarıyla durmak ve titizlikle oluşturmak; zarf: elaborately)
                  electorate -- seçmen kitlesi, seçmenler
                  electrocute -- 1. (elektik tarafından) çarpmak; 2. elektrikli sandalyede idam etmek
                  elegance -- zariflik (isim: elegant: zarif; görgülüye yakışır)
                  elevation -- 1. kaldırma, yükseltme; 2. yükselti, tepecik (fiil: to elevate)
                  eligible -- seçkin, adaylık için tercih edilir nitelikte
                  eliminate -- "elimine" etmek, elemek, dışlamak, bertaraf etmek
                  elocution -- güzel konuşmak sanatı (eloquent = güzel ve etkili konuşan, iyi hatip; isim: eloquence)
                  elongate -- gererek uzatmak
                  elope -- birlikte gizlice kaçmak (âşıklar)
                  elucidate = aydınlığa (= açıklığa) kavuşturmak
                  elusive -- kolay ele geçirelemeyen, parmakların arasından kayıp kaçan, zor anlaşılır (örnek. "an elusive reply" = kaçamaklı cevap)
                  emaciate -- bir deri bir kemik kalmak
                  emancipate -- azad etmek, köleliğine son vermek (isim örneği:women's emancipation = kadın özgürlüğü)
                  embark (on) -- 1. başlamak; 2. gemiye binmek
                  embarrass -- utanmak, mahçup düşürmek (isim: embarrassment)
                  embellish -- süslemelerle (oyma, kakma, boyama) güzelleştirmek
                  embittered -- dünyaya küsmüş, öfke ve hatta nefret duygusu dolu
                  emblem -- amblem
                  embroidery -- nakış
                  emerge - ortaya çıkmak, oluşmak, "zuhur" etmek (isim: emergence)
                  emergency -- acil durum
                  emetic -- herhangi bir kusturucu madde
                  emigrate -- yurt dışına göç etmek (emigrant, emigration... tersi: immigrate, immigrant, immigration)
                  eminence -- önemli mevkide, ileri gelen ve tanınır kişi olmak (sıfat: eminent)
                  emit -- çıkarıp yaymak, oluşturarak dışa doğru çevreye yaymak (ışın, sinyal, vb) (isim: emission)
                  emphatic -- vurgulu (isim: emphasis; fiil: emphasize)
                  empathize -- kendini başkasının yerine koyarak durumunu anlamak (isim: empathy; sıfat: emphatetic)
                  employ -- 1. işe almak; 2. kullanmak (employer = işveren)
                  employment -- istihdam; (unemployment = işsizlik)
                  enable -- muktedir kılmak
                  enact -- yasa çıkarmak
                  enchant -- cezbetmek, büyülemek (enchantress = cazibesiyle büyüleyerek kendine bağlayan kadın)
                  encounter -- karşılaşmak, rastgelmek
                  encourage -- teşvik etmek, cesaretlendirmek
                  encouraging -- teşvik edici, cesaret verici, umut verici
                  encumber -- yük olmak
                  endeavour -- 1. çaba, gayret; 2. çaba göstermek, gayret etmek
                  endorse -- onaylamak, onayını vermek
                  endure -- dayanmak, tahammül etmek (endurance = dayanma, sineye çekme)
                  enforce -- zorla yaptırtmak, uyulmasını zorunlu kılmak
                  engage -- angaje olmak veya etmek
                  engagement -- 1. "angajman"; 2. nişanlanma, nişanlılık
                  engrave -- hakk etmek, oyarak yapmak
                  enhance -- arttırmak, zenginleştirmek (değerini, gücünü, görüntüsünü)
                  enigma -- muamma, anlaşılmaz şey
                  enlarge -- büyütmek, genişlemek
                  enlighten -- aydınlatmak (the Enlightenment = Aydınlanma Çağı)
                  enlist -- askere almak, kendi kadrosuna/davasına katmak
                  enmity -- düşmanlık, diş bileme
                  enormous -- kocaman, çok büyük
                  enslave -- köle yapmak, köleleştirmek
                  ensure (make sure) -- olmasını sağlamak
                  entail -- ardından getirmek (= neden olmak)
                  entangle -- karmakarışık dolaşık hale getirmek
                  entente -- andlaşma, itilaf
                  enterprise -- girişim, teşebbüs (iktisat) (entrepreneur = müteşebbis, girişimci)
                  entertain -- 1. eğlendirmek; 2. konuk ağırlamak
                  enthrone -- tahta oturtmak, taç giydirmek (tersi: dethrone)
                  enthusiasm -- şevk, istek, heves, fevkalade sıcak bakma
                  entice -- cezbetmek, tatlılıkla ayartmak
                  entitle -- hakve yetki vermek (entitled to do sth = bir şeyi yapmaya yetkili
                  entreat -- yalvarmak, ısrarla rica etmek
                  entrench -- siper kazarak yerleşmek

                  "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
                  Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






                  Yorum

                  • HIAMOVI
                    satélite de expertos
                    • 22-12-2004
                    • 14236

                    #10
                    Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

                    enumerate -- numaralandırmak, birer birer saymak
                    enunciate -- açıklıkla dile getirmek
                    envelop -- tamamen içinde kalacak şekilde sarmak (çevresini kuşatmak değil); kapsamak, içine almak
                    envisage -- geleceğe ilişkin olarak zihninde canlandırmak, tasavvur etmek
                    envoy -- elçi; özellikle de, belli bir iş için kısa süreyle gönderilen elçi
                    envy -- kıskanma (gıpta etme) (cinsel, vb kıskanma için: jealousy)
                    epidemic -- salgın
                    epilogue -- bir eserin sonuna konulan "sonsöz" bölümü
                    epitaph -- mezar kitabesi
                    epitome -- tam ve en iyi örneği, özünün özü
                    epoch -- çağ, devir (tarihsel)
                    equalize -- eşit duruma getirmek (equality = eşitlik, eşit olma durumu, yasa önünde eşitlik)
                    equate -- eşit kılmak veya aynı şey olarak görmek (equation = eşitlik, denklem)
                    equip -- donatmak (isim: equipment = teçhizat, donanım)
                    equitable -- adilane, insaflı (isim: equity)
                    equivalent = eşdeğer, eşdeğerli (isim: equivalence)
                    equivocal -- her iki karşıt anlama da gelebilen, ikiyüzlü
                    era -- dönem, çağ (tarihsel)
                    eradicate -- kökünden yok etmek
                    erase -- silmek, yoketmek
                    erect -- 1. dikmek, inşa etmek; 2. dikilmiş, dikine duran, ayaklarının üstünde
                    ergo -- (latince) bu nedenle, o sebeple, dolayısıyla
                    erode -- aşınmak/çürümek, aşındırmak/çürütmek (isim: erosion)
                    err -- yanlışa düşmek, hataya düşmek (isim: error; sıfat: erroneous)
                    erudite -- çok bilgili ve verimli, âlim
                    erupt -- patlak vermek (örmek, yanardağ, sivilce, vb) (isim: eruption)
                    escapade -- kaçamak, gençlik çılgınlığı; kaçış, firar
                    esoteric -- gizli, gizemli, batınî
                    espionage -- casusluk
                    essence -- öz, asıl, temel varlık (sıfat:essential -- vazgeçilmez, esas, temel gerekli)
                    establish -- kurmak, tesis etmek
                    estate -- malikâne, emlak, taşınmaz mal, sahip olunan varlıklar ("vâriyet") (estate agent = emlakçı)
                    esteem = saygı göstermek (self-esteem = özsaygı, kendine verilen değer)
                    estimate -- tahmin etmek (verilere dayanarak kestirmek) (isim: estimation: tahmin, takdir, hesaplama)
                    estrange -- soğutmak, yabancılaşmasına neden olmak
                    estuary -- bir nehrin denize döküldüğü yer, haliç
                    eternal -- sonsuz, ebedî... eternity = sonsuzluk, ebediyet
                    ethical -- 1. ahlakbilime ilişkin; 2. ahlakî, ahlaklı
                    etiquette -- görgü kuralları (= âdabı muaşeret)
                    eugenics -- ırk ıslahına ilişkin
                    eulogize -- methiye düzmek, methü senada bulunmak (birazda yağcılıkla) (isim: eulogy = metih, kaside)
                    eunuch -- 1. hadım; 2. haremağası
                    euphony = ses ahengi, kulağa hoş gelme
                    evacuate -- tahliye etmek (isim: evacuation)
                    evade -- kaçınmak, yapmamak, görünmemek (isim: evasion)
                    evaporate -- buharlaşmak, buharlaştırmak (isim: evaporation)
                    eve -- arife
                    Eve -- Havva (Havva anamız)
                    eventful -- olaylarla dolu, hadiseli, maceralı
                    eventually -- sonunda, bitiminde
                    evergreen -- kışın yapraklarını dökmeyen
                    everlasting -- bitmeyen, sonsuza kadar sürecek/yaşayacak
                    evidence -- kanıtlar
                    evil -- şer, kötü, kötülük, şeytani kötülük
                    evocation -- hatırlatma, çağrıştırma, akla getirme
                    evolve -- evrilmek, evrimleşmek (isim: evolution)
                    exaggerate -- abartmak (isim: exaggeration)
                    exalt -- yükseltmek/yüceltmek, göklere çıkarmak
                    exasperate -- sabrını taşırmak (exasperation = sabrı taşmışlık)
                    excavate -- kazı yapmak (excavation = kazı)
                    excerpt -- bir kitap vb'den alıntı yapılan küçük bölüm
                    excessive -- aşırı; (fiil: exceed)
                    exchequer -- devlet hazinesi (the Chancellor of the Excheqyer = Maliye Bakanı)
                    exclude -- dışında bırakmak, ekarte etmek (isim: exclusion. tersi include, inclusion)
                    exclusive -- 1. özel; 2. seçkin ve/ya üyelikle girilen ("etrafını câmî, ağyârını mânî") (örnek: exclusive interview = yalnız bizin gazete veya dergiye verilmiş olan bir görüşme)
                    excrutiating -- inanılmaz derecede acı veren
                    execute -- 1. yapmak, yerine getirmek, ifa etmek; 2. idam etmek
                    execution -- 1. ifa, icra; 2. idam
                    executioner -- cellat
                    executive -- 1. yürütmeye ilişkin, icrai; 2. yönetici
                    exempt -- muaf; katkıda bulunma veya yerine getirme sorumluluğu olmayan
                    exile -- 1. sürgüne göndermek; 2. sürgün (kişi) 3. sürgün yeri
                    exhaustion -- aşırı yorgunluk, tükenmişlik (sıfat: exhausted, exhausting)
                    exhaustive -- son derece ayrıntılı, değinmedik/araştırmadık yer bırakmayan
                    exhibit -- sergilemek, göstermek (isim: exhibition -- sergileme, sergi)
                    exhilarate -- ***if ve neş'e vermek, ruhunu açmak
                    exotic -- pek rastlanmayan, garip, ilginç, "Uzak Doğu'dan"
                    expand -- genişlemek veya genişletmek (isim: expansion)
                    expedition -- yolculuk; sefer, küçük ölçekli askeri sefer
                    expel -- kovmak (örneğin okuldan, veya düşmanı) (isim: expulsion)
                    expire -- süresi dolmak, müddeti dolmak
                    explicit -- açık, izaha gerek göstermeyen (tersi: implicit: ima edilen veya ima yoluyla)
                    exploration -- dolaşma ve keşif, inceleme gezisi (fiil: to explore)
                    explorer -- kaşif, seyyah
                    express -- ifade etmek
                    exquisite -- enfes, pek latif, fevkalade ince ve zarif
                    extemporaneous -- irticalen, hazırlıksız
                    extensive -- geniş ölçekte, kapsamlı
                    exterminate -- tamamen imha etmek, kökünü kazımak
                    extinct -- soyu tükenmiş, yaşayan örneği kalmamış
                    extinguish -- söndürmek (ateşi, alevleri veya mecazi)
                    extract -- seçerek/özümleyerek ayırıp çıkarmak
                    extravagant -- müsrif, şatafatlı (isim: extravagance)
                    extremely -- fevkalade çok, aşırı derecede
                    evaluate -- değer biçmek
                    exultance -- çok büyük sevinç ve iftihar

                    "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
                    Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






                    Yorum

                    • HIAMOVI
                      satélite de expertos
                      • 22-12-2004
                      • 14236

                      #11
                      Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

                      -- F --
                      fable -- ders verici masal (genelde hayvan masalı); fabl
                      fabric -- kumaş
                      fabulous -- şahane, harikulade
                      façade -- önyüz, cephe (örneğin binanın ön cephesi); önyüzey görüntüsü, görünüştekiler, "zevahir"
                      fabricate -- 1. imal etmek; 2. uydurmak (yalan, vb) (sanayi imalatı, vb için "manufacture" uygundur.)
                      facilitate -- kolaylaştırmak (sıfat: facile = kolay, şüphe verecek ölçüde kolay)
                      facilities -- ihtiyaca cevap veren tesis, olanak veya vasıtalar (örnek: public facilities: ulaşımdan semt kütüphanesine kadar -- fakat "umumi tuvalet" için public conveniences")
                      facsimile -- tıpkıbasım
                      faction -- nifak, hizip
                      faculty -- 1. doğuştan meleke, duyu: 2. öğretim üyeleri
                      fad -- gelip geçici moda
                      faint -- 1. belli belirsiz, solgun, donuk; 2. bayılmak (fainted -- bayılmış, baygın)
                      fair -- 1. adil (=just, impartial); 2. sarışın; 3. fuar; 4. hoş, güzel (kadın, hava, iklim)
                      fait accompli -- emrivaki
                      faith -- iman, itikat, inanma ve güvenme (faithful = sadık)
                      fake -- taklit, sahte
                      fallible -- yanılabilir, yanılmaz değil, beşerdir şaşabilir (tersi: infallible: asla hataya kötülüğe düşmez)
                      fame -- şöhret (sıfat: famous. Dikkat: "infamous" kötü şöhretli demektir)
                      familial -- ailevi
                      familiar -- bildik, aşina (fiil: familiarize)
                      famine -- açlık, kıtlık
                      fanciful -- fantazi, abartılmış
                      far-fetched -- zoraki, uzak olasılıklı ve inanılması zor
                      far-reaching -- gelecekte önemli etki ve sonuçları olacak
                      far-sighted -- 1. uzak görüşlü (olumlu nüans); 2. hipermetrop
                      farce -- kaba komedi, âmiyane komedi, zevk yoksunu kişilerin beğenebileceği saçmalık ve güya komedi
                      fascinate -- hayran bırakmak (fascinating, fascination)
                      fashion -- biçimlendirmek (şekil vermek, oluşturmak)
                      fashion (vogue) -- moda
                      fast -- 1. hızlı; 2. oruç tutmak
                      fast asleep -- derin uykuda
                      fastidious -- titiz, müşkülpesent
                      fatal -- öldürücü (= lethal)
                      fate -- kader... fateful = akıbet bağlayan, geleceği şekillendirecek olan
                      fathom -- 1. kulaç; 2. içyüzünü çözüp anlayabilmek
                      fatigue -- aşırı yorgunluk, bitkinlik
                      fauna -- 1. hayvanlar âlemi; 2. bir bölgenin hayvan türleri
                      favouritism -- kıyak geçme, iltimasçılık
                      fearsome -- dehşet verici, korkunç... fearful = 1. korku içinde; 2. korkutucu, ürkütücü
                      feasible -- olabilir, yapılabilir, mümkün. (feasibility = "fizibilite")
                      feather -- kuş tüyü
                      feeble -- zayıf (güçsüz kuvvetsiz)
                      feign -- yalandan yapmak
                      fellow countryman -- vatandaş ("vatandaşım, vatandaşlarım")
                      ferocious -- kavgacı, vahşi
                      ferry -- git-gel yolcu ve/ya araba taşıyan deniz teknesi, feribot
                      fertile -- verimli, bereketli, döl veren (isim: fertility; fiil: fertilize)
                      fertilizer -- gübre
                      fervent -- ateşli, coşkun (isim: fervour)
                      fetch -- gidip getirmek, alıp getirmek
                      feud -- sürüp giden düşmanlık. (blood feud = kan davası)
                      feudal -- feodal, derebeyliğe ilişkin. (isim: feudalism)
                      fever -- ateş, humma
                      fiancé, fiancée -- nişanlı (birincisi erkek, ikincisi kadın)
                      fiction -- hayal ürünü, öykü, roman. (örnek: science fiction = kurgubilim yazın türü)
                      fictive, fictitious -- uydurma, gerçek olmayan (örnek: "fictitious exports" = hayali ihracat -- Tahmin edebileceğiniz gibi, Türkiye bağlamı dışında dünya literatüründe pek bilinmeyen bir kavram!)
                      field -- field artillery = sahra topçusu; field hospital = seyyar hastane; field - mashall = mareşal (savaş görmüş komutan)
                      fiendish -- şeytani (isim: fiend = zebani)
                      fierce -- şiddetli, azgın, saldırgan
                      figurative -- mecazi (figure of speech = mecaz)

                      "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
                      Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






                      Yorum

                      • HIAMOVI
                        satélite de expertos
                        • 22-12-2004
                        • 14236

                        #12
                        Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

                        filth -- pislik, iğrenç pislik
                        finite -- sonu var, sonsuz veya sınırsız değil, bitimli
                        fire-brigade = itfaiye... fire-station = itfaiye merkezi.. fireman = itfaiye eri... fire-escape = yangın merdiveni... fire-proof = ateşe dayanıklı.... fire-arm = ateşli silah... fireworks = havai fişek... firewood = çıra...
                        fiscal -- mali (monetary = parasal)
                        fisherman = balıkçı... fishmonger = balık satıcısı
                        fishy -- üçkağıt olduğu şüphesi uyandıran
                        flatter -- aşırı övmek, yağlamak, yaltaklanmak
                        flavour -- çeşni, lezzet
                        flawless -- kusursuz, defosuz
                        flee (from) -- kaçmak, firar etmek, tüymek, tabanları yağlamak
                        fleet -- donanma, filo
                        flesh -- "insan etten kemiktendir" dediğimizde kastettiğimiz "et"
                        flexible -- esnek, kolay bükülebilir (mecazi de olanaklı)
                        flimsy -- ince, dayanıksız
                        flint -- çakmaktaşı
                        float -- yüzmek (sıvının yüzeyinde kalmak, batmamak)
                        flock -- 1. küçükbaş hayvan sürüsü; 2. kilise cemaati (to flock together = küme halinde bir araya gelip toplanmak)
                        flood, flooding -- sel, su basması
                        floodlight -- projektörle aydınlatmak (floolid = projektörle aydınlatılmış)
                        flora -- 1. bitkiler alemi; 2. bir bölgeye özgü yerel bitkiler toplamı; 3. tıpta, vücudun bir bölgesinde yerleşik mikro-organizmalar
                        flour-mill -- un değirmeni
                        fluctuate -- inip çıkmak, dalgalanma göstermek, kararsız ve değişken olmak
                        foliage -- bitki örtüsü, yapraklar toplamı
                        folly -- hata, akılsızlık, aptallık (toplum hayatı veya ahlak açısından akılsızca yapılan bir hatalı davranış)
                        foolishness -- aptallık, budalalık
                        foot-and-mouth disease -- şap hastalığı
                        footprint -- ayak izi
                        forecast -- tahmin etmek
                        foreground -- önplan (tersi: background)
                        foremost -- en önde gelen
                        foreshadow -- belirtisi, öngöstergesi olmak
                        forensic medicine -- adli tıp
                        foresight -- öngörü, basiret
                        forestall -- erken davranıp önlemek
                        forlorn -- 1. umutsuz; 2. uzak, unutulmuş, terkedilmiş
                        formidable -- ürkütücü, heybetli, yenmesi veya üstesinden gelinmesi çok zor
                        forsake -- terketmek, yüzüstü bırakmak
                        fortify -- güclendirmek, desteklendirmek (fortifications = kale, tahkimat gibi şeyler)
                        fortnight -- onbeş gün, iki hafta (göreli bir zaman ölçüsü -- nede olsa iki hafta 14 gün ediyor!)
                        fortunate -- şanslı, talihli
                        fortune -- 1. şans, talih, kader; 2. servet (fortune-teller = falcı; fortune-hunter = evlenmek için zengin kadın arayan erkek)
                        fragile -- kırılgan
                        fragrance -- güzel koku, rayiha, güzel kokma (sıfat: fragrant)
                        franchize -- seçimlerde oy hakkı vermek
                        frank -- açık sözlü, içten, samimi
                        frantic -- telaş ve heyecan dolu, çılgın gibi bir telaş içinde
                        fraternal -- kardeşçe, kardeşlere veya kardeşliğe ilişkin
                        fraud -- hile, sahtekarlık
                        freak -- hilkat garibesi, ucube, pek rastlanmayacak türden
                        freight -- navlun, yük
                        frigate -- fırkateyn
                        frivolity -- belki eğlenceli ama boş ve değersiz şeylerle vaktini harcamak
                        frozen -- donmuş (fiil: to freeze = donmak veya dondurmak)
                        frustrate -- hayal kırıklığına uğratmak
                        fugitive -- kaçak, mülteci
                        fulsome -- mide bulandırıcı, iğrenç
                        fund -- tahsis edilen para, fon
                        fundamental -- esas, temel, başlıca
                        funeral -- cenaze töreni (sıfat: funereal = matem dolu, kasvetli, cenaze töreni gibi)
                        furious -- çok öfkeli, öfkeden çılgına dönmüş (isim: fury)
                        furnace -- ocak, fırın
                        furnish -- sağlamak, donatmak, döşemek
                        furtive -- sinsice ve gizlice, hırsız gibi
                        fuss -- gereksiz telaş ve titizlenme
                        futile -- boşuna, beyhude

                        "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
                        Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






                        Yorum

                        • HIAMOVI
                          satélite de expertos
                          • 22-12-2004
                          • 14236

                          #13
                          Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

                          -- G --
                          gadget -- (genellikle küçükçe ve becerikli) cihaz veya alet
                          gaiety -- 1. şen olma hali; 2. eğlenti ("gay" aslında "şen, neş'eli" demektir)
                          gainsay -- karşı çıkmak, karşı tezi savunmak
                          gait -- yürüyüş ve adım atış tarzı
                          gallant -- 1. yiğit ve yüce gönüllü; 2. hanımlara karşı şövalyece nazik
                          galore -- bol, çok ("We provide music and entertainment galore."
                          gambit -- ardından elde edilecek kazanım için geçici gerileme veya kayıp sunma
                          gamble -- kumar oynamak
                          gaol (jail, prison) -- hapishane
                          gargantuan -- devasa, dev gibi
                          garment -- giysi; genelde üste giyilen herhangi bir giysi türü veya parçası
                          garrison -- garnizon, kışlık
                          gastronome (gourmet) -- gurme, çeşnicibaşı
                          gauge -- ölçmek, ölçüm yapmak, hesaplamak
                          gay -- bknz. gaiety
                          gaze -- dikkatle ve uzunca bakmak (bir anlam çıkarmak veya öfke vb bir duygu aktarmak için)
                          gear -- 1. takım taklavat, levazımat; 2. vites (1st gear, reverse gear, vb)
                          gem -- değerli taş, mücevher (bknz. jewel)
                          genealogy -- 1. soy, secere; 2. şecere bilgisi (sıfat: genealogical)
                          G.P. (general practitioner) -- pratisyen hekim
                          generate -- üretmek, oluşturmak
                          generation -- 1. üretme, meydana getirme; 2. kuşak, nesil
                          generosity -- cömertlik (sıfat: generous)
                          genial, güleryüzlü, dost
                          genocide -- soykırım
                          gentle -- nazik, müşfik davranışlı, duyarlı ve acıtmadan
                          genuinely: hakikaten, gerçekten; (sıfat: genuine: gerçek, hakiki, sahte değil)
                          germ -- 1. tohum, ilk cevher; 2. mikrop
                          gestation -- gebelik süresi
                          ghastly -- korkunç, dehşet verici

                          "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
                          Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






                          Yorum

                          • HIAMOVI
                            satélite de expertos
                            • 22-12-2004
                            • 14236

                            #14
                            Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

                            gigantic -- çok büyük, devasa (giant = dev)
                            glacier -- buzdağı (sıfat: glacial)
                            glamour -- şöhret, güzellik vb'ın getirdiği gözkamaştırıcı çekicilik
                            glance -- kısa bir bakış atmak
                            global -- küresel
                            glossary -- lügatçe, sözcük dizgesi
                            goal -- 1. hedef; 2. futbolda kale (goalkeeper, goalie, kaleci)
                            godfather -- vaftiz babası
                            gold plated -- altın kaplama
                            gold rimmed -- altın çerçeveli
                            goodwill -- iyi niyet
                            gorgeous -- şahane, harika
                            gospel -- incil
                            gossip -- 1. dedikodu yapmak; 2. dedikodu; 3. dedikoducu
                            gourmet -- bknz. gastronome
                            government -- 1. yönetme, yönetim; 2. hükumet; (sıfat: governmental)
                            governor -- 1. vali; 2. yönetim kurulu üyesi
                            grace -- 1. zerafet; 2. inayet, lütuf, rahmet; 3. yemek öncesi şükran duası
                            graduate -- 1. mezun olmak; 2. derece derece işaret koymak; 3. mezun
                            graft -- aşı, aşılamak (enjeksiyon anlamında değil)
                            grain -- 1. tanecik, zerrecik, tahıl tanesi; 2. ağaç damarı
                            granary -- tahıl ambarı
                            grandiose -- pek bir azametli, çok büyük ölçeklerde
                            grateful -- minnettar
                            gratify -- memnun bırakmak, doyum sağlamak (isim. gratification)
                            gratis -- bedava
                            gratitude -- minnettarlık, şükran
                            grave -- 1. ciddi, ağır, vahim; 2. mezar
                            greed -- açgözlülük, hırs (sıfat: greedy; isim: greediness)
                            grieve -- elem ve keder çekmek (isim: grief -- elem, keder)
                            grudge -- hınç, diş bileme
                            gruesome -- ürkütücü, çirkin ve ürpertici, nahoş manzaralı
                            guard-rail -- korkuluk demiri
                            guardianship -- vesayet
                            gunpowder -- barut
                            gusto -- zevk, şevk dolu ***if

                            "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
                            Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






                            Yorum

                            • HIAMOVI
                              satélite de expertos
                              • 22-12-2004
                              • 14236

                              #15
                              Konu: KPDS'de en çok çıkan kelimeler

                              -- H --
                              habitat -- 1. bir canlı türünün doğal yaşam çevresi; 2. (genel anlamda) doğal yaşam çevresi
                              hail -- 1. dolu (atmosfer olayı); 2. coşkulu ve yüksek sesli selamlamak veya bu tür bir selam (Örnek: "Hail, Caesar!" -- Selam sana, Sezar!
                              hair-rising -- tüyler ürpertici
                              hairy -- kıllı, tüylü
                              halcyon days = sakin günler (halinden memnun, mutlu nüansı ile)
                              half-heartedly -- gönülsüzce, isteksizce
                              hallmark -- marka veya resmi ayar damgası, belirgin işaret, alameti farika
                              hallucinate -- olmayan şeyleri kafasında kurarak "görmek", hayalinde oluşturarak hayallere dalmak (isim: hallucination)
                              halt (stop) -- durmak, durdurmak
                              hamlet -- küçük köy
                              hammer out -- çekiç vb ile döverek yassıltmak (veya mecazi)
                              hamper -- işleyişini güçleştirmek, engellemek
                              handle -- üstesinden gelmek, işletebilmek, sorunları çözebilmek
                              hanker (after, for) -- gözünde tütmek, özlemini ahu vah ile çekmek
                              haphazardly -- gelişigüzel ve rastgele biçimde
                              harass -- sürekli saldırılarla rahatsız ve taciz etmek
                              harbinger -- haberci, muştucu
                              harbour -- 1. liman; 2. sinesinde barındırmak, liman olmak
                              harden -- katılaşmak, sertleşmek / katılaştırmak, sertleştirmek (örnek: "a hardened criminal" = "kaşarlanmış")
                              hardship -- güçlük, müşkülat
                              hardworking -- çok çalışkan
                              hark -- dinlemek, kulak vermek
                              harmful X harmless -- zararlı X zararsız (= zarar veren/vermeyen)
                              harness -- 1. koşum takımı vurmak, dizginlemek; 2. koşum takımı
                              harp on -- sürekli aynı noktayı deşmek, yarasına tuz basmak
                              harsh -- sert, haşin
                              harvest -- hasat, ürün
                              hasten -- acele etmek (hasty = aceleci, yeterince düşünmeden, üstünkörü)
                              hatch -- yumurtanın çatlayarak civciv çıkması
                              hatred -- nefret
                              haughty -- kibirli, kendini beğenmiş, tepeden bakan
                              haunt -- bir yere sık gitmek (örnek: "haunted house" = "perili ev" -- iyi saatte olsunların sık uğradığı ev)
                              haven -- sığınılacak yer, liman
                              hay -- saman yığını, hasat yığını ("hay fever" = "saman nezlesi")
                              hazard (danger) -- tehlike (sıfat: hazardous / dangerous / perilous)
                              haze -- hafif sis, pus
                              headlong -- başaşağı, paldır küldür
                              headstrong -- dik kafalı, dediğim dedikçi, vazgeçmez karakterli
                              heal -- 1. iyileştirmek; 2. iyileşmek, yaranın kapanması
                              healer -- halk doktoru (kırıkçı çıkıkçı cinsinden "sağaltıcı")
                              health -- sağlık (healthy, healthiness
                              heap -- küme, yığın
                              hearsay -- dedikodu, kulaktan kulağa yayılan şey
                              heartache -- gönül yarası
                              heart-breaking -- acıklı, üzücü
                              heartless -- acımasız
                              hearth -- ocak
                              heat-stroke -- sıcaklık (güneş) çarpması
                              heated argument -- hararetli tartışma
                              heathen -- dinsiz, putperest, kâfir
                              heavenly -- cennet gibi, mutluluk ve huzur veren (heaven = cennet; gök, sema)
                              heavy-hearted -- kederli, üzüntü dolu
                              hectic-- telaşlı ve karmakarışık (durum)
                              hedge -- çit
                              hedonism -- yaşamın amacının zevk ve sefa olduğu öğretisi (biraz başvermişlik hiççiliği/nihilizmi de içerdiği söylenebilir) (sıfat: hedonistic)
                              heed -- aldırmak, kulak vermek, dikkat etmek, sözünü dinlemek
                              heel -- topuk (to take to one's heels = "tabanları yağlamak"; head over heels = tepetaklak)
                              Hegira -- Hicret
                              heinous -- iğrenç, arkadan vuran
                              helm -- (teknede) dümen (örnek: "to be at the helm" = yönetimi, yetkiyi elinde tutuyor olmak)
                              helmet -- miğfer
                              hemisphere -- yarıküre
                              hence -- dolayısıyla, bu nedenle, bundan dolayı
                              herald -- 1. habercisi veya müjdecisi olmak; geleceğin belirtisi olmak 2. haberci, müjdeci (Fakat, "heraldry" = asalet arması)
                              herb -- ot (özellikle de "baharat" veya "sağlıklı otlar" sınıfına girenler)
                              herculean -- 1. Herkül gibi heybetli, güçlü kuvvetli; 2. büyük çaba gerektiren
                              herd -- 1. büyükbaş hayvan sürüsü; 2. (mecazi) sürü
                              heredity -- (biyolojik veya sosyal/ailesel) kalıtım
                              hereditary -- 1. kalıtsal; 2. aile mirası olarak alınan

                              "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
                              Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






                              Yorum

                              İşlem Yapılıyor
                              X