Phokaia Antik Kenti

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • Sniper®
    Senior Member
    • 22-06-2005
    • 12987

    Phokaia Antik Kenti

    PHOKAIA KAZILARININ TARİHÇESİ


    Foça’daki arkeolojik kazılar üç döneme ayrılır. İlk dönem kazıları Fransız Arkeolog Felix Sartiaux başkanlığında 1913-14, 1920 yıllarında aralıklarla sürdürüldü. Bu kazılarda, kentin çeşitli yerlerinde 15 adet sondaj kazısı yapılmış ve Phokaia antik kentinin farklı dönemlerine ait buluntular ortaya çıkarıldı. Sartiaux çalışmalarını üç grup altında toplamıştır. Birinci grup çalışmalarını, halk arasında Şeytan hamamı olarak adlandırılan Roma dönemine ait kaya mezarında gerçekleştirdi. İkinci grup çalışmalar yarımadanın kıstak bölümünde yapılmış ve buradaki kazılarda Ortaçağa ait surun kalıntıları ile çok sayıda mermer mimari parça gün ışığına çıkarıldı. Sartiaux, üçüncü grup çalışmalarını ise Phokaia Antik kenti tiyatrosunu bulmak amacıyla Değirmenli tepe olarak adlandırılan tepenin kuzeybatısında gerçekleştirdi.

    Phokaia Antik kentinde İkinci dönem kazıları, Ord.Prof.Dr. Ekrem Akurgal başkanlığında 1952 yılından 1970 yılına kadar aralıklarla yapıldı. Bu dönem kazıları yarımada üzerinde gerçekleştirilmiş ve Athena Tapınağına ait buluntular ortaya çıkarılmıştır.

    Uzun bir aradan sonra Foça’da arkeolojik kazılar, 1989 yılında yeniden gündeme geldi. Prof.Dr.Ömer Özyiğit başkanlığında 1989 yılında başlayıp halen devam eden üçüncü dönem kazıları sırasında önemli sonuçlar elde edildi. Bu son dönem kazıları sırasında, İ.Ö. 590-580 yıllarında, kentin Med saldırılarına karşı bir surla çevrilmiş olduğu ve bu zamanda kentin sınırlarının yarımadayı aşarak anakarada geniş bir alana yayıldığı ortaya çıktı.

    PHOKAIA (FOÇA) TARİHİ

    Phokaia 12 Ion kentinden biri olup, Ionia’nın en kuzeyinde yer alır. Phokaia’nın kuruluşu üzerine çok çeşitli görüşler vardır. Antik yazarlardan Herodot, Strabon ve Şam’lı Nikolaos’a göre, Orta Yunanistan’da Peloponnes Yarımadası’nda yaşayan Phokisliler, Anadolu’ya gelerek bölgeye egemen olan Kyme (Aliağa yakınında) kentinin verdiği izin ile Phokaia’yı kurdular.

    Phokaia’da daha önce yapılan kazılarda ele geçen en erken seramikler, İ.Ö. 11. yüzyıla kadar gider; ancak son yıllarda yapılan kazılarda bulunan İ.Ö. 2. bine ait seramik parçaları, kentin tarihini daha da gerilere götürmektedir.

    İ.Ö. 7. yüzyılda Phokaialılar, Miletoslular’la birlikte Karadeniz ve Akdeniz’e açılarak koloniler kurdular. Mısır’ın Akdeniz kıyısındaki Naukratis kenti ile önemli ticari ilişkilere girdiler. Böylelikle İ.Ö. 6. yüzyılın ilk yarısında yaptıkları ticaret ve kurdukları kolonilerle ekonomik refaha ulaştılar. Bu zamanda Athena Tapınağı ve onun eteğinde yer alan Kybele Açık Hava Tapınağı yapıldı. Kentin çevresi İ.Ö. 590-580 yıllarında, uzunluğu 5 km’yi aşan, Herodotos’un sözünü ettiği ünlü duvarla çevrildi. Phokaia antik dünyanın en büyük kentlerinden biri oldu.

    Phokaia kültürel alandaki önemini daha sonra da sürdürdü. Son yıllarda yapılan kazılarda ortaya çıkan Phokaia tiyatrosunun, Anadolu’nun bilinen en eski tiyatrosu olması şaşırtıcı değildir.

    Phokaialı denizciler, İon deniz ticaretinin yayılmasında önemli bir rol oynadılar. Mısır’daki Naukratis kenti ile ticaret yaptılar. Milet kenti ile güçlerini birleştirerek, Çanakkale Boğazı’nda Lampsakos (Lapseki), Karadeniz kıyısında Amisos (Samsun) kentlerini kurdular. İ.Ö. 620’lerde İspanya’da Andalusa’daki Tartessos’a kadar giderek, İ.Ö. 600 yıllarında Güney Fransa’da Massalia (Marsilya), İspanya’da Emporion (Ampurias), Korsika’da Alalia, Güney İtalya’da Elea (Velia), Midilli’de Methymna koloni kentlerini oluşturdular..

    İ.Ö. 7.yüzyılda İran’da Susa’dan başlayan ‘Kral Yolu’ Sardes’e kadar geliyor ve burada Phokaia ve Aliağa yakınındaki Kyme’den gelen bir yolla birleşiyordu. Ephesos’dan başlayan diğer bir yol da Smyrna’dan geçerek Phokaia’ya ulaşıyor olmalıydı. İ.Ö. 600’lerde Smyrna’nın Lydia Kralı Alyattes tarafından yıkılmasından sonra, Hermos (Gediz) Vadisi’nin ticari egemenliği Phokaia’nın eline geçti. Bu egemenlik Phokaia sikkelerinin zenginleşmesiyle de belirgindir.

    Phokaia İ.Ö. 6. yüzyılın ilk yarısında altın çağını yaşadı. Bu altın çağ,Persler’in İ.Ö. 546 yılında Sardes’i ele geçirmeleriyle sona erdi. Bir çok Batı Anadolu kenti gibi Phokaia’yı da Persler yıkıp tahrip ettiler. Phokaialılar’ın çoğu Akdeniz’deki kolonilerine göç ettiler.

    Phokaia İ.Ö.5. yüzyılda Delos Birliği’nin iki talent vergi veren bir üyesi olarak bilinir. İ.Ö.412’de baş kaldırarak birlikten ayrıldı.

    Hellenistik dönemde Büyük İskender’in Küçük Asya seferiyle, pek çok Batı Anadolu kentinde olduğu gibi, Phokaia’da da Pers istilası sona erdi. Kent daha sonra Büyük İskender’in komutanlarından Seleukoslar, Attaloslar ve Pergamon Krallığı tarafından yönetildi.

    Pergamon Krallığı’nın İ.Ö. 133 yılında vasiyet yoluyla Roma İmparatorluğu’na bağlanmasıyla Phokaia’da aynı yazgıyı paylaştı. Roma döneminde küçülen kent büyük bir seramik endüstri merkezi oldu.

    Phokaia Erken Hristiyanlık döneminde Bizans İmparatorluğu’nun bir piskoposluk merkeziydi.

    15. yüzyılda güçlenen Osmanlı Devleti, Kaptan-ı Derya Yunus Paşa yönetimindeki Osmanlı Donanması ile 1455 yılında Yeni Foça’yı ve Foça’yı Osmanlı topraklarına kattı. Fatih Sultan Mehmet de Foça’yı Manisa eyaletine dahil etti.

    ATHENA TAPINAÐI (İ.Ö. 6. yüzyılın başları)


    Antik Phokaia kentinin ve bugünkü modern yerleşimin en güzel noktasında bulunan ve İon dünyasının en eski tapınaklarından biri olan Athena Tapınağı, körfeze ve kente hakim kayalık düzlükte yer alıyordu; bu nedenle buradaki tapınak kentin en önemli tapınağı, Athena da baş tanrıçasıydı. Strabon’dan tapınağın içindeki Athena heykelinin oturur durumda ve tahtadan yapıldığını öğreniyoruz. Athena ele geçen yazıtlar ve sikkeler üzerinde de yer alır. Doğu – batı doğrultusundaki tapınak, kente doğru bakmaktaydı. Bu kayalık alanda aynı zamanda Anadolu’nun Ana Tanrıçası olan Kybele de saygı görüyordu. Nitekim Athena Tapınağı’nın bulunduğu kayalık düzlüğün kuzey yamacında, deniz kıyısında 1993 kazıları sırasında ortaya konulan Kybele Açık Hava Tapınağı bunu gösterir.

    İon düzeninde ve tüf taşından yapılmış ilk tapınak Roma döneminde mermerden yeniden yapıldı. Roma dönemi tapınağından günümüze fazla bir kalıntı ulaşmadı.

    1952-1970 yılları arasında aralıklı olarak Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal tarafından yapılan kazılar, 1998 yılından itibaren JTI Türkiye’nin desteğiyle yeniden ele alındı. Yeni kazılar sırasında tapınağın bir podium üzerine oturduğu anlaşıldı. Kuzey, güney ve batı yönlerinde rastlanılan podium duvarının, tüf taşından dikdörtgen biçiminde düzgün yüzeyli büyük bloklarla yapılmış olduğu görüldü. Bu duvarların stilinin Maltepe Tümülüsünün içerisinde bulunan kent duvarlarının stiline çok yakın olması, ayrıca Liman Kutsal Alanının üzerindeki kent duvarlarının aynı zamanda Athena Tapınağı’nın kuzey podium duvarı olarak kullanılmış olması, Athena Tapınağı’nın kent duvarlarıyla çağdaş olduğunu gösterir. Yapılan kazılarda tapınağa ait çok sayıda sütun tamburları, üst yapı elemanları ve pişmiş topraktan yapılmış mimari terracottalar bulundu.

    ARKAİK DÖNEM KENT DUVARI (HERODOT DUVARI) (İ.Ö. 590 – 580 yılları)



    Phokaia’nın en eski kent duvarı, Hellenistik döneme ait Maltepe Tümülüsünün içerisinde, 1992 yılı kazı çalışmaları sırasında çıkarıldı. Tarihin babası olarak isimlendirilen Halikarnassoslu Herodot’un dokuz kitaptan oluşan eserinde çok sık sözünü ettiği duvarın bu duvar olduğu anlaşıldı (Herodot I:163):

    “ Uzun deniz yolculuğuna çıkan ilk Yunanlılar Phokaialılardır, Adriyatik, Etruria, Iberia ve Tartessos’u ( güneybatı İspanya’da eski bir krallık ) açanlar bunlardır, yuvarlak teknelerle değil, elli kürekli gemilerle giderlerdi. Tartessos’ta bu ülkenin kralı pek sevdi bunları, Arganthonios adındaki bu kral, yüz yirmi yıllık ömrünün ****en yılını Tartessos’ta saltanat sürerek geçirmiştir. Phokaialılara çok iyilikleri dokunmuştur, önce bırakın Ionia’yı gelin burada yerleşin, beğenirsiniz, demiş, razı olmamışlar, onun üzerine, Medlerin gitgide güçlendiklerini öğrendiği için, kentlerini surlarla çevirsinler diye para vermiştir. Ve hesapsız para vermiştir, zira duvar çepeçevre hayli stad tutar ve baştan başa işlenmiş büyük taşlarla yapılmıştır. ”

    Bunun için bu kent duvarı “ Herodot Duvarı ” olarak da anılır. Dıştan bir payanda ile desteklenen kent duvarı, tüf taşından dikdörtgen biçimde düzgün bloklarla ince ve kalın taş sıralarından oluşturulmuş olup, özgün yüksekliğinin 15 m. kadar olduğu sanılıyor.

    Kazılar sırasında 4 m. genişliğinde ve 5 m. uzunluğunda plana sahip bir kent kapısı da çıkarıldı. İ.Ö. 546 yılında Perslerin kenti alışı sırasında, yanarak tahrip olan girişin tabanı üzerinde savaş sırasında kullanılmış bir mancınık güllesi ve ok uçları ele geçirildi. Ayrıca yine kapı tabanında yangını söndürmek amacıyla kullanılan Lesbos tipi bir amphora da bulundu.

    Yapılan araştırmalar sonucunda, uzunluğu 5 kilometreden daha fazla olan bu kent duvarının, Athena Tapınağı ve Liman Kutsal Alanının yer aldığı yarımada ile kentin doğusundaki Tiyatro Tepesi ve diğer tepeleri de çevirmiş olduğu saptandı.

    Kentin yaslandığı doğudaki tepeler üzerindeki kayalıklarda, kent duvarının blok taşlarının yerleştirildiği yatak izleri bugün de görülür.

    Bu denli uzun kent duvarları, bugünkü “Batı Uygarlığı”nın temellerini atan önemli İon Kentleri’nden biri olan Phokaia’nın İ.Ö. 6. yüzyılın ilk yarısında dünyanın en büyük kentlerinden olduğu gerçeğini ortaya koyar.

    MEGARON (İÖ 7. yüzyıl 2. yarısı)

    Antik kentin ve modern yerleşimin kuzey bölümünde, 1995-1996 yıllarında yapılan kazılarda 260 m2’lik küçük bir parselde bulundu. İ.Ö. 7. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen megaron, Foça’da ele geçmiş tam plan veren en eski yapıdır. Doğu-batı doğrultusunda uzanan yapı batıya bakmaktadır. Yaklaşık yüz yıl kullanılan yapı İ.Ö. 5. yüzyılın başlarında terkedilmiştir. Önünde iki sütunlu bir ön odası vardı. Ön oda ve arka büyük oda arasında ince bir ara bölüm yer alır. Buradan yapının ana yaşama mekanına geçilir. Yapının kuzeyinde taş döşeli bir bahçe yer alıyordu. Megaron büyük olasılıkla kiremitli bir beşik çatıyla örtülüydü. Bu nedenle iki dar tarafta birer alınlık olmalıydı.

    Bu alan İ.Ö. 5. yüzyılın başlarından yaklaşık İ.Ö. 425 tarihlerine kadar nekropolis olarak, sonraları önce kiremit, ardından seramik üreten bir atölyenin çöplüğü olarak kullanıldı. Megaron alanı son olarak yine nekropolis olarak kullanıldı. Bu alanda Hellenistik ve Erken Roma dönemlerinde tüf taşından yapılmış lahitlerle doğrudan gömüye rastlandı.

    LİMAN KUTSAL ALANI (İ.Ö. 580 yılları)


    Athena Tapınağı’nın bulunduğu yarımadanın kuzey ucunda 1993 yılında yapılan kazılarda, kayaya oyulmuş başka bir kutsal alan ortaya çıkarıldı. Tanrıça Kybele’ye ait olması muhtemel olan bu kutsal alan, antik limanın da girişinde yer alır. Kutsal alanın hemen üzerinde kentin kronolojisini gözler önüne seren Arkaik, Roma, Ceneviz ve Osmanlı dönemlerine ait sur duvarları bulunur. 2000 yılında yapılan Athena Tapınağı kazıları sırasında, podium dolgusu içinde ortaya çıkan Tanrıça Kybele’ye ait bir kutsal alan, yarımadayı oluşturan ana kayanın tamamında, Athena’dan önce Tanrıça Kybele’nin tapım gördüğünü gösterir. Ancak İ.Ö. 6. yüzyılın başında kutsal alanın bulunduğu yere Athena Tapınağı inşa edilince, tapınağın altındaki kayalık platform, tanrıça Kybele’nin yeni mekanı olur. Buradaki farklı boyutlardaki nişler içinde tanrıça Kybele’nin heykel ve kabartmaları bulunmaktaydı.

    ARKAİK DÖNEM SUNAKLARI VE GÜNEY NEKROPOLİS

    Arkaik döneme tarihlenen surların dışında ve antik kentin güneyinde Phokaia’nın ikinci bir limanı yer alıyordu. Bu liman bugün derelerin getirmiş olduğu alüvyonlarla tümden dolmuş durumdadır. Antik dönemdeki bu güney limanının kıyısında, 1998 yılında Sevgi Caddesinde yapılan kanalizasyon kazıları sırasında yan yan iki sunak yapısına rastlandı. Sunaklar antik kente ve Güney Limanı’na, yani kuzey yönüne doğru bakar. Burada antik kentin güneyinde, surların dışında, Güney Limanı’nın da karşı tarafı olan güney kıyılarında tanrılara adanan iki sunak söz konusudur.

    Her iki yapı da dikdörtgen biçiminde kesilmiş tüf taşlarıyla inşa edildi. Bu yapılarda görülen taş işçiliği, İ.Ö.590-580 yıllarına tarihlenen Phokaia kent sur duvarlarının işçiliği ile benzerdir. Aynı zamanda bu işçilik, Phokaia Athena Tapınağı’nın podium duvarında da görülür. Bu stil birliği, bu iki sunak ile Maltepe tümülüsü içinde bulunan Arkaik dönem surları ve Athena Tapınağı’nın çağdaş olduğunu gösterir. Arkaik dönemde bu tarzda sunakların varlığı, Ionia’da Miletos’da Kap Monodendri’de ve Samos’da bilinir.

    Sunakların yapımından sonra bu alan, nekropolis olarak kullanılmaya başlandı. Bu mezarlar, Arkaik dönemden Roma İmparatorluk dönemi içlerine dek tarihlenir. Fayans, pişmiş toprak ve camdan yapılmış Arkaik dönem mezar buluntuları, Mısır, Doğu Yunan ve Korinth kökenlidir.

    Phokaia’da yapılan kazılarda Maltepe Tümülüsü içerisinde bulunan Arkaik dönem surları, yarımada üzerindeki Athena Tapınağı ile Sevgi Caddesinde ele geçen sunaklar ile Kybele Açık Hava Tapınakları, İ.Ö.6.yüzyılın ilk yarısında Phokaia’nın büyüklüğünü ve görkemini göstermektedir.

    DEÐİRMENLİ TEPE KYBELE KUTSAL ALANI

    Phokaia’da Kybele kültü yaygındır. Foça’nın doğusunda, Tiyatro Tepesi’ndeki Kybele Kutsal Alanı çok eskiden beri bilinmektedir. Burada kayalara oyulmuş olan çok sayıda nişin birkaç tanesinin içinde Kybele’nin betimlemeleri bulunmaktadır. 40x30-35 cm. boyutlarındaki bu nişlerin bazılarında alınlık vardır. Bu kutsal alanın tarihinin Hellenistik dönem olması gerekir; çünkü bu dönem nişlerinin boyları küçüktür.

    KRAL YOLU VE PERS MEZAR ANITI : Ayrıntılı bilgi için bkz. Antik Dönemde Podyumlu Yapılar/Arkeoloji&Astronomi/Ödev Arşivi.

    Yollar
    Anadolu, iki kıta arasında bir köprü görevi gördüğü için eski çağlarda yolların sayısı oldukça yoğundu. Topografik yapıya uygun olarak oluşturuluyordu karayolları. Bu yollar aynı zamanda ticaret yollarıydı. Bu yolların yardımıyla her türlü kontrolu ellerinde tutuyordu Anadolu’ya egemen uluslar. Yukarıda sözünü ettiğimiz Pers’lerin yaptığı ünlü Kral Yolu’ndan başka yollar da vardı.

    Anadolu’yu doğu-batı yönünde aşan yollardan biri, Ephesos’tan başlıyordu. Maiandros (Büyük Menderes) vadisi boyunca uzanarak Ikonion (Konya)’a ulaşıyor, buradan da ikiye ayrılarak doğuya ve güneydoğuya doğru ilerliyordu. Doğu-batı doğrultusunda uzanan ikinci bir yol ise, Ege kıyılarından başlayarak Hermos (Gediz) vadisi boyunca ilerleyordu. Daha sonra Sardeis üzerinden İç Batı Anadolu’ya geçerek Gordion (Yassıhöyük)’dan Ankyra (Ankara)’ya varıyordu. Buradan da çeşitli yönlere dağılıyordu.

    Romalıların Anadolu’da egemenlikleri 500 yüzyıl kadar sürer. Egemenliklerinin bu denli uzun sürmesi, güçlü bir karayolu ağına sahip olmalarındandır. İ.Ö.133 yılında Kral III.Attalos’un Pergamon Krallığı’nı vasiyet yoluyla Romalılara bırakması üzerine Roma egemenliği başlar Anadolu’da. Böylelikle Anadolu Roma’nın Asya Eyaleti olur. Ephesos da başkent yapılır. Romalılar yol yapmaya başlarlar ilk iş olarak. Prokonsül Manius Aquillius İ.Ö.129-126 yıllarında Romalıların Anadolu’da ilk yol sistemini yaptırır. Bu yol, Asya Eyaleti Başkenti Ephesos’tan başlayarak kuzeye ve doğuya doğru ilerliyordu.

    Kuzey-güney yönündeki ilk yol, Troia, Adramytteion’dan gelerek Smyrna ve Ephesos üzerinden Güneybatı Anadolu’ya inen yoldu. Diğer yol ise, Propontis (Marmara Denizi) kıyısındaki Kyzikos’tan başlayarak Pergamon’a ulaşıyordu. Daha sonra da Thyateira (Akhisar)’dan Sardeis’e varıyordu. Bu yol özellikle Hellenistik dönem de oldukça öneme sahipti.

    ANTİK TİYATRO ( İ.Ö. 340 –330 yılları )

    Önceleri yeri bilinmeyen Phokaia antik tiyatrosu, 1991 yılının yaz mevsiminde yapılan kazılarda ilk kez ortaya çıkarıldı. Kazılar Cavea (oturma basamakları) ve kuzey analemma duvarında (çevre duvarı) yapıldı. Cavea kazılarında Foça’nın yerel taşı olan tüf taşından yapılmış dört sıra oturma basamağı ortaya çıkarıldı. Bu oturma sıralarının üzerine kazılmış Hellenistik döneme ait bir yazıt, tiyatronun Roma döneminden önce yapıldığını ortaya koyar. Cavea’nın bir bölümünün üzerinde ve orkestrada rastlanılan Roma dönemine ait mezarlar ile geç Roma dönemine ait seramik atölyelerinin çöplükleri, tiyatronun bu zamanlarda terk edilmiş olduğunu gösterir.

    Kuzey analemma duvarının bulunduğu alanda yapılan kazılar, tiyatronun yandan bir girişinin olduğunu ortaya koydu. Bu kazılar sırasında analemma duvarının, 4,5 m. yüksekliğindeki üst üste tüften 12 taş sırası ele geçti. Bu duvarın küçük boyutlu taşlardan yapılmış olması, tiyatronun erken dönemlerde inşa edilmiş olduğunu kanıtlar.

    Kazısı henüz tamamlanmamış olan antik tiyatronun oturma basamaklarının profili, analemma duvarının stili ve kazılar sırasında ele geçen sikke ve seramik parçaları, tiyatronun Büyük İskender döneminde, İ.Ö. 340–330 yıllarında inşa edilmiş olduğunu ortaya koyar.

    Phokaia tiyatrosu, Anadolu’nun bilinen en eski tiyatrosudur. Bu dönemin tiyatroları, Roma dönemindeki gibi büyük kapasiteye sahip değildi. Bu tiyatronun tarihinin oldukça eskilere gitmesi, Ionia’nın en önemli kentlerinden biri olan Phokaia’nın Arkaik dönemde doğu ve batı arasında bir köprü oluşturması, ekonomik ve kültürel yönden yüksek bir düzeyde bulunmasıyla açıklanabilir.

    ANTİK KENT MERKEZİ KAZILARI


    Foça modern yerleşimi içerisinde, kentin ortasında Foça Belediyesi’nin 1992 yılında yaptığı su kanalı kazısı sırasında çok sayıda eski eserin çıkması üzerine bu alanda çalışmalara başlandı. Yapılan kazılar sonucunda, bu alanın Arkaik dönemden Roma dönemi sonuna kadar sürekli yerleşim gördüğü anlaşıldı. Arkaik, Klasik, Hellenistik ve Roma dönemlerine ait yapı katmanları ortaya çıkarıldı. Roma dönemine tarihlenen renkli taşlardan oluşturulmuş üç adet mozaik, bu dönemde kentin önemini ortaya koyar. 1995–1996 yıllarında yapılan kazılarda İ.S. 2. yüzyıla tarihlenen “atrium”lu bir evin bir bölümü ortaya çıkarıldı. Atriumlu evin bir odasında renkli taşlar ile yapılmış mozaik döşeme iyi korunmuş durumda ele geçirildi. Bu mozaik üzerinde 12 adet kare biçimde panel içerisinde Dionysos ile ilgili masklar ve çeşitli kuşlar simetrik olarak yer alır.

    ROMA SERAMİK ÇÖPLÜÐÜ

    Modern Foça yerleşiminin kuzeyinde yer alan, 9.23m. yüksekliğindeki tepe Roma dönemine ait seramik atölyelerinin bozuk üretimlerinin, çanak çömlek parçalarının ve curuflarının bulunduğu bir seramik çöplüğü tepesidir. Alan İ.Ö. 4. yüzyıldan İ.S. 1. yüzyıl ortalarına kadar mezarlık olarak kullanıldı. Yapılan kazılarda genellikle tüf taşından lahitlere ve çatı kiremitlerinden yapılmış mezarlara rastlandı. Bu mezarlar Erken Hellenistik döneme tarihlenir. Söz konusu alan İ.S.1. yüzyılın ortalarından az sonra nekropolis olarak kullanılmaktan vazgeçildi, çevredeki seramik atölyelerinin fırınlarındaki bozuk üretimlerini, curuflarını ve kırılmış çanak çömleklerini attıkları bir yer oldu.

    SİREN KAYALIKLARI
    Orak adası Foça’nın kuzeybatı açıklarında yer alır. Bu adanın doğusunda Kybele kültü ile ilişkili açık hava tapınağı vardır. Arkaik dönemde oluşturulduğu sanılan bu açık hava tapınağı antik çağda daha geç zamanlarda taş ocağı olarak kullanılır. Adanın bu kıyılarında yer yer başka antik dönem taş ocaklarına da rastlanır.

    Orak adasının batısında doğa harikası “Siren Kayalıkları” bulunur. Volkanik püskürme sonucu oluşan bu kayalıklar zamanla dalga aşındırması, rüzgar ve yağmur gibi olayların etkisiyle bugünkü biçimini almıştır. Peribacalarını andıran bu kayalıklar içinde yer alan mağaralar, Ege denizinde görülen Akdeniz Foklarının en önemli barınaklarından biridir. Homeros’un Odysseia Destanı’nın on ikinci bölümünde geçen ve efsanelere konu olan bu ad, tüf taşı kayalıklar arasında dolaşan rüzgar sesinin Siren sesine benzemesi nedeniyle verilmiş olmalıdır.

    Sirenler (Seirenler), kadın başlı, kuş gövdeli mitolojik yaratıklardır. Benzerleri Harpyalar gibi ölüm perileridir. Ancak Sirenler Harpyalardan farklı olarak ölümün içine aşkı da katarlar. Güzel sesleri ve ezgileriyle aşk özlemlerini ortaya koyarlar.

    Homeros’un Odysseia Destanı’nda, Odysseus’un serüvenlerinin biri de Siren Kayalıkları ile ilgilidir. Destana göre kayalıklarda yaşayan Sirenler ezgileriyle oradan geçen herkesi büyülerler ve bu sesi duyanlar oradan ayrılamayarak yaşamlarının sonuna kadar orada kalırlar. Odysseus gemisiyle bu kayalıkların arasından geçerken Tanrıça Kirke’nin Sirenler hakkındaki öğütlerine uyar. Sirenlerin büyülü ezgilerine kapılmamaları için önce arkadaşlarının kulaklarını balmumuyla kapatır; sonra da kendini geminin direğine sıkıca bağlatır. Böylece Sirenlerin ezgilerini yalnızca kendisi duyacak fakat burada kalmak için vereceği emir tayfalarının kulaklarının tıkalı olması nedeniyle yerine getirilmeyecektir. Böylelikle Odysseus’un gemisi Sirenlerin ezgilerine kapılmadan bu kayalıklar içinden süzülerek geçer gider.

    Kayalıklarda, rüzgar sesleriyle birlikte fokların bağırışları sonucu oluşan uğultunun, bu kayalıkların uzun yıllar boyunca Siren Kayalıkları olarak isimlendirilmesine neden olduğu söylenir. Odysseia destanında geçen Siren Kayalıkları, dünyada başka yerlerde de aranır. Ancak Foça önlerindeki Orak adasında yer alan Siren Kayalıkları, Odysseus’un savaştan sonra ayrıldığı Troia ile ülkesi İthake arasında kalır.

    Kimbilir? Odysseia Destanı’nda sözü edilen kayalıklar, belki de bu kayalıklar idi.

    HOMEROS, ODYSSEIA ( Türkçesi A. Erhat- A.Kadir)

    ONİKİNCİ BÖLÜM

    Ulu Kirke dinledi beni, sonra şu sözleri söyledi bana: 36

    -Demek her şey böyle böyle oldu bitti,

    şimdi kulak ver sen benim diyeceklerime,

    hep hatırlatsın bir tanrı sana bu dediklerimi:

    Seirenlere varacaksın sen en önce,

    onlar büyüler yakınlarına gelen bütün insanları, 40

    kim yaklaşırsa bilmeden ve dinlerse onları, yandı,

    bir daha evinde onu ne karısı karşılar ne çocukları.

    Seirenler onu çayırda çınlayan ezgileriyle büyüler,

    çayırın çevresinde kemikler vardır, öbek öbek, 45

    bunlar kemikleridir etleri çürüyen insanların,

    büzük büzük durur kemiklerin üstünde deriler.

    Durma orada yürü, arkadaşlarının da tıka kulaklarını,

    tatlı balmumuyla tıka ki, onların sesini dinlemesinler,

    istersen dinle sen, ama bağlasınlar ayakta seni, 50

    hızlı geminin içinde iplerle bağlasınlar

    kollarından bacaklarından orta direğe,

    ondan sonra dinle Seirenleri doya doya.

    Ama dostlarına yalvarır da, dersen ki ne olur iplerimi çözün,

    bağlasınlar onlar senin bağlarını bir kat daha sıkı. 54







    O böyle dedi, der demez altın tahtlı şafak göründü, 141

    ve Kirke, ulu tanrıça, yollandı adasının içine doğru.

    Gemiye gittim ben de, uyardım arkadaşlarımı,

    haydi binin dedim gemiye, çözün palamarları. 145

    Onlar da hemen bindiler ve oturdular sıralara,

    başladılar kürekleriyle dövmeye kırçıl denizi.

    Yelken şişiren bir yel saldı bize,

    iyi bir yoldaş, lacivert geminin ardından,

    güzel belikli Kirke, yaman tanrıça, insan sesli, 150

    bütün avadanlıkları yerli yerine koyduk ve oturduk,

    rüzgarla dümenciler yönelttiler gemiyi.

    O sıra seslendim arkadaşlara yüreğim acı içinde:

    -Yalnız biriniz ya da ikiniz bilmiş, ne çıkar,

    ulu tanrıça Kirke’nin bana dediklerini,dostlar, 155

    bir bir anlatayım size, bilesiniz siz de her şeyi,

    bakalım ölecek miyiz, yoksa kurtulacak mıyız kara kaderden.

    Ne yapın yapın, tanrısal Seirenlerden sakının, dedi bana o,

    büyüleyen seslerinden sakının, dedi ve çiçekli çayırlarından,

    sen dinle dedi istersen, ama bağlasınlar ayakta seni, 160

    hızlı geminin içinde iplerle bağlasınlar

    kollarından bacaklarından, dedi, orta direğe,

    size yalvarır da, çözün iplerimi ne olur dersem,

    bağlayacaksınız beni o zaman bir kat daha sıkı.-

    Böyle dedim ve uyardım arkadaşlarımı. 165

    Bu arada gemimiz Seirenlerin adasına varmıştı bile,

    çünkü itici bir rüzgar esiyordu arkamızdan.

    Derken rüzgar düştü, deniz oldu çarşaf gibi,

    bir tanrı bütün dalgaları dindirmişti.

    Yoldaşlarım kalkıp geminin yelkenlerini topladılar 170

    ve koydular koca karınlı geminin ambarına,

    sonra da cilalı kürekleriyle döve döve köpürttüler denizi.

    O zaman ben tunç kılıcımla, iri bir mum peteğini

    parçaladım ufak ufak ve ezdim güçlü ellerimle,

    mum elimin altında yumuşayıverdi o saat, , 175

    ve Yücelerin oğlu Güneş’in ışınlarıyla yumuşayıverdi.

    Sırayla sürdüm mumu arkadaşlarımın kulaklarına,

    onlar da bağladılar kollarımdan bacaklarımdan beni

    sarıp orta direğe ayakta iplerle.

    Sonra oturup vurdular kürekleriyle kırçıl denize. 180

    Geldiğimiz zaman yakına, sesin duyulacağı kadar,

    bi sıvışsak göz açıp kapayıncaya kadar şurdan, dedik,

    ama gözlerinden kaçmadı yalından geçen hızlı gemi,

    çınlayan sesleriyle hemen başladılar ezgiye:

    -Gel buraya dillere destan Odysseus, Akhaların şanı şerefi, 185

    durdur gemini de duy bizim sesimizi.

    Hiçbir vakit bir kara gemi buradan geçemedi

    durup dinlemeden ağzımızdan çıkan tatlı ezgileri,

    dinlerler doya doya, daha çok şey öğrenir öyle giderler.

    Biliriz biz engin Troia’da olup biten her şeyi, 190

    Argoslularla Troyalılara tanrıların ne acılar çektirdiğini,

    biliriz biz ne olur ne biter bereketli toprak üstünde.-

    Güzelim sesleriyle onlar böyle diyorlardı işte

    ve dinlemek istiyordu onları benim gönlüm,

    kaşlarımla işmar verdim arkadaşlara, çözün dedim beni, 195

    onlarsa ha bire kürek çekiyorlardı, iki büklüm.

    Perimedes’la Eurylokhos hemen kalktılar ayağa

    ve bir kat daha sıkı bağladılar bağlarımı.

    Az sonra epey uzaklaşmıştık Seirenlerden,

    artık duymaz olmuştuk onların sesini ve ezgilerini, 200

    o zaman çıkardılar kulaklarından balmumlarını yoldaşlarım,

    ve sonra geldiler çözdüler benim bağlarımı. 202
İşlem Yapılıyor
X