Enuma Eliş

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • Sniper®
    Senior Member
    • 22-06-2005
    • 12987

    Enuma Eliş

    Giriş

    Enuma Eliş, “gökyüzünde iken” ya da “Bir zamanlar yukarıda” anlamına gelen yazınsal sanata dair bir başlangıç sözü olup Babil’in yaratılış destanıdır. Bu sözlerle –Enuma Eliş- anlatıya başlamak Samilere özgü, yazınsal bir gelenekti.
    Enuma Eliş, 1845’te İngiliz arkeologların Irak topraklarındaki Ninova’da başlattıkları kazılar sırasında buldukları yedi adet kil tablete çivi yazısıyla yazılmıştır. Bu tabletler, M.Ö. 668 ile 627 yılları arasında hüküm süren Kral Asurbanipal’in kütüphanesine aittir. Aşağı yukarı 1050 dize olarak hesaplanan bütününden 910 dize ele geçmiştir. Ninova’dan pek uzak olmayan Asur’daki Alman kazıları 1902’de başlamış ve bunun sonucunda Babillilerin ulusal tanrısı Marduk’un adının yerine Asurluların ulusal tanrısı Asur’un adının bulunması dışında tamamen aynı olan Enuma Eliş’in bir başka versiyonu bulunmuştur. Bu destanın böylelikle Babilliler için olduğu kadar, Asurlular için de önemli olduğu anlaşılmaktadır.
    Bu tabletlerin, tahminen M.Ö. 1000 yıllarına kadar dayanmasına rağmen, içerikleri ve biçimleri, üzerlerine kayıtlı olan hikayenin, M.Ö. 1900’ler (Birinci Babil Hanedanı zamanı, M.Ö. 1895-1595) kadar eski yıllarda var olabileceğini ortaya koyar. Babil’i M.Ö. 1728’den 1686 yılına dek yöneten Hammurabi’nin ünlü yasalar topluluğunun girişinde, hem Enuma Eliş hem de Marduk’tan söz edilir. Enuma Eliş, dil bakımından M. L. West’e göre Akadça’nın destan lehçesidir.
    Enuma Eliş, Babil’de her yıl sonbaharın başlangıcını simgeleyen on günlük yeni yıl festivalinin bir parçası olarak, ezbere okunmuştur. Bu, evrendeki düzenin yeniden kurulması, hayatın yenilenmesini ve gelecek yıl için tüm insanların kaderlerinin belirlenmesini vurgulayan ciddi bir olaydır.
    Marduk söylence tarafından onurlandırıldığında, aynı zamanda evreni yaratan ve kaostan bir düzen çıkaran Babil’in koruyucu tanrısı ve tanrıların yeryüzündeki evi olarak Marduk tapınağının kurulduğu Babil kenti de onurlandırılmış olmaktadır. Böylece söylence, bir dini görüşle dünyevi ve siyasal bir görüşü birleştirmektedir.
    Bu şekilde Enuma Eliş, bir yaratılış destanından daha fazlasını ifade eder. Babilliler Sümerlerin geleneksel yaratılış destanının bir benzerini kabul etmişler ve onu, yeni ulusal, dinsel ve siyasal amaçlarla kullanmak üzere yeniden şekillendirmişlerdir. Evrenin yaratılışının açıklaması, yıldırımlar tanrısı Marduk’un yüce iktidara ulaşması, insanın yaratılması ve Marduk’un yeryüzündeki kenti olan Babil’in methedilmesi hikayesine dönüşmüştür.

    ENUMA ELİŞ
    Başlangıçta sadece su ve onun üzerinde salınıp duran sis mevcuttu. Baba Apsu (Sümerce; Ab – Zu) ortaya çıktı ve tatlı suların efendisi oldu, Ana Tiamat ortaya çıktı, tuzlu suları yönetti ve her iki su birlikte aktılar. Tatlı ve acı suların birbirlerine karışmasından varlıklar meydana gelir. Bunlar erkek ve dişi birer çift olarak yaratılırlar; birinci çift Lakmu (Sümerce; Lagma) ile Lakamu (Sümerce; Lagama) ya da Lahmu ve Lahumu’dur. Apsu ve Tiamat’ın oğlu Mummu, suları kaplayan sislerin içindeydi. Ne yukarıdaki gökler ne de yeryüzü henüz ortaya çıkmamıştı. Suların üstünde henüz ne bataklık ne de otlak araziler vardı. Ve henüz kamışlardan örülmüş barınaklar yapılmamıştı.
    Daha sonra, Lakmu ile Lakamu’dan gökyüzü tanrısı Anşar ve yeryüzü tanrısı Kişar ürerler. Zamanı gelince, Anşar ve Kişar, göklerin tanrısı olan Anu’nun (Sümerce: An, gök anlamındadır) babası oldular. Buna karşılık Anu, Ea’nın babası oldu (Azra Erhat, Hesiodos Eseri ve Kaynakları adlı eserde Ea için (ya da Enki) suları simgeler der. Yeryüzü tanrısı ise Enlil’dir). Ea, onlardan daha akıllı, daha anlayışlı ve güçlü olduğundan, sihir kullanmada çok yetenekli olduğundan, hem babasını hem de büyükbabasını geçti. Yeryüzü tanrısı oldu, büyük tanrılar arasında rakibi yoktu.
    Genç tanrılar bir araya geldiler ve çok güzel zamanlar geçirdiler. O kadar başına buyruk idiler ki bu, Tiamat’ı rahatsız etti ve taşkınlıkları onu gücendirdi. Zaman geçtikçe ana tanrıça onların davranışlarından nefret etmeye başladı; fakat onlara nasıl davranması gerektiğini de bilemedi. Apsu’dan onlarla konuşmasını istedi; fakat genç tanrılar Apsu’yu dikkate almadılar.
    Apsu, Tiamat ve Mummu, sorunu tartışmak için bir araya geldiler. Apsu, genç tanrıların davranışlarından, gürültülerinden dolayı, huzur bulamadığını ve uyuyamadığını söyler ve eğer kendisinin ricalarını dinlemedikleri takdirde onları yok etmek zorunda kalacağını açıklar. Mummu’nun Apsu’nun düşüncesine katılmasına rağmen Tiamat Apsu’nun çözümünü çok zalimce bulur ve kendisinin de aynı sorundan yakındığını ama kendi çocuklarının davranışlarının kaba ve oyunlarının çok can sıkıcı olmasına rağmen onları yok etmemelerini ve anlayışlı olmalarını söyler. Ancak Mummu’nun onaylayıcı sözleri de Apsu’nun kötü fikirlerini kışkırtır.
    Genç tanrılar Apsu ve Mummu’nun kendileri hakkında planladığı tuzağı öğrendiklerinde büyük bir üzüntüye ve çaresizliğe kapılırlarsa da tanrıların en akıllısı ve en hünerlisi Ea, Apsu ve Mummu’nun planını bozmanın bir yolunu bulur ve önce, tanrıları güvenleri için, içine yerleştirdiği büyülü bir daire oluşturdu, sonra Apsu’yu derin bir uykuya daldıracak ve Mummu’yu güçsüz bırakacak bir büyü okudu.
    Daha sonra Ea, Apsu’yu önce zincirlerle bağlar, başındaki tacı ve ışık halkasını alır ve kendi başına yerleştirir; krallık simgelerini aldıktan sonra da onu öldürür. Mummu’yu da onun burnunun içinden geçirdiği bir iple, dilediği yere çekip götürebileceği şekilde bağlar.
    Apsu’yu ve Mummu’yu mağlup ettikten sonra Ea, Apsu’nun ve onun emrindeki tatlı suların üzerine yerleşti ve karısı Damkina ile huzur içinde yaşadı. Evi, kaderlerin evi; kutsal odası da talihin odası oldu.
    Ea ve Damkina tüm tanrıların en yeteneklisi ve akıllısı olan Marduk’un ana babası olurlar. Marduk’un ana ve babasının kutsal odasında doğduğu sanılmaktadır. Marduk bir yetişkin olarak doğmuştu ama tanrıçalar onu doğduğundan itibaren onu beslediler. Böylece Marduk çevresine korku saçan bir görüntü kazandı. Marduk en baştan beri doğal bir önder görüntüsündeydi. Ea, Marduk’u görünüş ve güç bakımından diğer tüm tanrılardan üstün olacak şekilde çifte tanrı yaptı. Marduk ışıklar saçan dört adet gözüyle her şeyi görüyor, ve yine dört adet geniş kulaklarıyla her şeyi duyuyordu. Marduk dudaklarını kıpırdattığında da ağzından ateşler saçılıyordu. Ea, oğluna göklerin güneşi diyordu. Marduk’un başında, görenleri dehşete sokacak on adet de tanrı halesi vardı.
    Bunlar olurken Anu, kuzey, güney, batı ve doğu rüzgarlarını yarattı ve bu şiddetli rüzgarlar Tiamat’ın sularını şiddetle karıştırdı. Bazı tanrılar ise bu rüzgarlardan ötürü acı çekmeye ve huzursuzluk duymaya başlamışlardı ve bunun sonucunda içlerinde bir kötülük duygusu ortaya çıktı. Bunun üzerine bu tanrılar Kingu’nun önderliğinde Tiamat ile konuşurlar; “önce Ea ve ona yardım eden tanrılar Apsu’yu öldürdüler, şimdi de Anu bizleri huzursuz eden bu korkunç rüzgarları yarattı, artık Apsu ve Mummu’nun intikamının alınması vakti geldi ve biz de seni bu yolda destekleyeceğiz” derler. Bunun üzerine Tiamat onların fikrini olumlu karşıladı ve yenilmez silahlar olarak canavar yılanları yarattı. Bunların gövdeleri kan yerine zehir doluydu, çok keskin ve uzun zehir dişleri vardı. Daha sonra Tiamat korkunç ve tanrı haleli ejderhaları yarattı.toplam on bir canavar yaratmıştı Tiamat: engerek yılanı, ejderha, sfenks, büyük aslan, çılgın köpek, akrep adam, üç güçlü fırtına canavarı, yusufçuk böceği ve kentaur.
    Bu korkunç canavarları yarattıktan sonra Tiamat, isyankar tanrıların ve canavarların başına Kingu’yu komutan yaptı. Kingu’ya büyü yaptı, ona topluluktaki tanrılara hükmetme gücü verdi ona “sen üstünlerin efendisi ve benim tek dostumsun” dedi. Sonra da Kingu’nun göğsüne kadar tabletini astı. Böylece Tiamat Apsu’nun intikamını almak için kendi çocuklarına karşı savaşmak için hazırlandı.
    Bu olaylardan haberi olan Ea, büyükbabası Anşar’a gider ve onun öğüdünü alır. Anşar Ea’dan Tiamat’ın ordusuyla savaşmasını, Kingu’yu da öldürmesini söyler. Ea, bunun üzerine büyükbabasının dileklerini yerine getirmek için hareket eder ama Tiamat’ı ve korkunç kuvvetlerini görünce cesaretini kaybederek geri çekilir ve Anşar’ın yanına döner, Tiamat’ın kuvvetlerinin kendisinden çok daha güçlü olduğunu Anşar’a anlatır.
    Bunun üzerine Anşar, Kingu’nun komutanlığındaki Tiamat’ın ordusunu yok edebilmek için Anu’yu yollar. Anu babasının emrine itaat eder ama Tiamat’ın ordusunu gözleriyle gördüğünde o da tıpkı Ea gibi korkuya kapılır ve utanç içinde geri döner. Babasına döndüğünde, “isteklerinizi yerini getirebilecek kadar güçlü değilim” der.
    Daha sonra Anşar, Anu ve Ea sessizlik içinde oturur ve düşünürler, bu korkunç orduyu nasıl yok edeceklerini bulmak için. Sonunda Anşar mutlu bir şekilde bağırır ve şöyle der: “Kahraman Marduk intikamımızı alacaktır. O, çok güçlüdür ve savaşta çok büyüktür.” Ea’ya oğlu Marduk’u çağırmasını söyler. Tanrıların (Ea ve Anu) savaştaki bu çekingenliği Yunan mitolojisinde, Gaia’nın Uranos’un mağlup edilmesi için sadece Kronos’u ikna edebilmesine benzer. Diğer tanrılar sessiz kalmıştır.
    Marduk Anşar’ın yanına geldiğinde güven dolu bir konuşma yapar, Tiamat’ın öncelikle bir kadın olduğunu ve bu savaşta onu rahatlıkla alt edebileceğini söyler. Anşar, Tiamat’ın bu sözlerinden mutluluk duyar ve ona fırtına arabasını verir. “Kingu ve Tiamat’ın canavar yılanları seni durduramayacaklardır. Yok et onları!” der.
    Marduk da Anşar’ın bu sözlerini duymaktan mutluluk duyar ve ona şöyle der: “Eğer intikamınızı alacak, Tiamat’ı yenecek ve tanrıların hayatını kurtaracaksam, tüm tanrıları meclise çağır ve üstün kaderimi ilan et! Kaderleri benim sözlerim tayin etsin. Yarattığım her şeyin daim olmasını sağla. Emirlerim ebedi kalsın ve sözlerim her zaman yaşasın!”
    Anşar, Tiamat’ın isteğini kabul etti ve diğer tüm tanrıları, danışmanını kullanarak olup bitenlerden haberdar etti. Meclis toplanacaktı; ziyafet verilecek ve sonunda Marduk’un kaderine karar verilecekti.
    Böylece Meclis toplandı ve tanrılar Marduk’u yücelttiler. Ona başkanlık yapacağı bir taht inşa ettiler ve onu tüm tanrıların üstündeki tanrı olarak kabul ettiler. Bundan sonra tanrılar Marduk’un önüne bir giysi getirdiler ve gücünü kanıtlaması için ondan bu giysiyi önce gözden kaybetmesini sonra tekrar ortaya çıkarmasını istediler. Marduk giysiye emreder: “Kaybol!” ve giysi kaybolur, sonra tekrar emreder: “Ortaya çık!” ve giysi tekrar ortaya çıkar. Tanrılar Marduk’un sözlerinin gücünü gördüklerinde “Marduk kraldır!” diye bağırırlar ve ona tahtını, asasını, tören kıyafetlerini ve son olarak da savaşta kullanması için kusursuz silahları verirler. Marduk’un büyü gücü, günümüz kutsal dinlerinde de bulunan bir özellik olup peygamberlerin kendilerini kanıtlamak için başvurdukları bir yoldur.
    Daha sonra Marduk, kendine bir yay ve ok yaparak onları omuzuna astı. Asası sağ elindeydi, sol elinde de zehri yok edebilen bir bitki vardı. Yanına, Tiamat’ı yakaladığında onu içine hapsedecek bir de ağ aldı Marduk. Yıldırımlar önündeydi. Gövdesini yakıcı ateşlerle doldurdu. Sonra da Tiamat’ın kaçamaması için, çevresine dört farklı yöndeki rüzgârları yerleştirdi.
    Bunları yaptıktan sonra Yüce Tanrı, kötü rüzgârı, hortumu, kasırgayı, dört katlı rüzgârı, yedi katlı rüzgârı, siklonu ve benzeri olmayan rüzgarı getirdi ve hepsini birden Tiamat’ın içini karıştırmak için gönderdi. Fırtına arabasını Tahrip Edici, Ezici, Uçucu ve Acımasız adlarındaki dört canavardan oluşan yabani hayvanlar çekiyordu. Arabasının sağ tarafında savaşta herkese korku salan Vurucu, sol tarafında ise en yiğit savaşçıları kaçıracak Dövüş bulunuyordu. Her iki canavarın, ucundan zehir damlayan keskin dişleri ve dilleri vardı.
    Sonunda Marduk korkunç görünümlü bir zırha bürünmüştü, kafasında da görenleri dehşete sokacak ışık haleleri vardı. Dudaklarına, kötü güçlere karşı büyülü bir koruma sağlayan bir macun sürdü. Bütün bunların sonunda, en güçlü silahı olan tahrip edici yağmur fırtınasını çağırdı. Artık Marduk, savaşa hazırdı.
    Marduk’un bu korkunç görüntüsünü gören Kingu, dehşete kapıldı ve aklı karıştı. Kingu’nun kuvvetleri de bu manzara karşısında ne yapacaklarını bilemediler. Sonra Marduk, yağmur fırtınasını, kızgınlıktan kuduran Tiamat’a karşı kaldırdı ve onu teke tek savaşmaya çağırdı. Bunun üzerine Tiamat, bütün sihirlerini kullanarak yüksek sesle bağırdı, ikisi teke tek bir savaşa girdiler. Marduk, Tiamat’ı etkisiz hale getirmek için hemen ağını atar. Tiamat’ın onu yakıp yok etmek için ağzını açtığında kötü rüzgarı yollar ki Tiamat’ın ağzı açık kalsın. Diğer rüzgarlar da Tanrıçanın gövdesine girerler ve onu iyice genişletip açarlar. Bunu fırsat bilen Marduk yayıyla Tiamat’ı vurur. Ok, Tiamat’ın gövdesini yırtar ve kalbini parçalayarak onu öldürür.
    Marduk, Tiamat’ın cesedini yere fırlatır ve üzerine çıkar. Bunu gören Tiamat’ın yanında yer alan tanrılar korku içinde kaçmaya çalışırlar ama Marduk’un güçleri onları bir çembere alır ve gitmelerine izin vermez. Marduk, onları esir alır ve hücrelere kapatır. Sonra Marduk, Tiamat’ın on bir canavarını da zincire vurup vücutlarını ezdi. Kingu’yu da tutsak etti. Kader Tabletini ondan aldı ve kendi göğsüne bağladı.
    Marduk tüm düşmanlarını mağlup ettikten sonra, tekrar Tiamat’a döndü, onun bacaklarına bastı ve asasıyla kafasını ezdi. Kan damarlarını parçaladıktan sonra, kuzey rüzgarı kanı gizli yerlere götürdü. Sonra Marduk, Tanrıçanın cesedini kabuklu bir hayvan gibi iki parçaya ayırdı. Tiamat’ın yarısıyla gökyüzünü, diğer yarısıyla yeryüzünü oluşturdu. Tiamat’ın tükürüğüyle bulutları meydana getirdi ve onları suyla doldurdu. Tiamat’ın başını yeryüzündeki dağları oluşturacak biçimde yerleştirdi. Dicle ve Fırat nehirlerinin Tiamat’ın gözlerinden akmasını sağladı. Rüzgârların, yağmurların ve soğuğun sorumluluğunu kendisi aldı.
    Bunları yaptıktan sonra Marduk, Anu’ya göklerin yönetimini, Ea’ya yeryüzünün yönetimini, Enlil’e ise yeryüzü ve gök arasındaki havanın yönetimini verdi. Yılı, aylara ve günlere böldü. Ayın, yani Sin’in, geceleri belirli günleri işaret edecek şekilde parlamasını sağladı. Sonra güneşi yaratarak gündüzleri de Şamaş’a verdi.
    Evrende düzeni sağladıktan sonra Marduk, yarattığı emanetleri Ea’ya, Kader Tabletini Anu’ya verdi ve Tiamat’a yardım eden tanrıları babalarına geri verdi. Tiamat’ın on bir canavarını ise, tanrılara karşı isyan etmenin boşuna olduğunu hatırlatacak heykeller haline getirdi.
    Marduk daha sonra bir tapınak yapmak ister. Kuracağı tapınağın adı ‘Büyük Tanrıların Evi’ anlamına gelen Babil’dir. Tapınağı becerikli işçiler inşa edecektir. Bunun üzerine tanrılar Marduk’a bu tapınakta kimin yetki sahibi olacağını, yeryüzünde kimin onun iktidarına sahip olacağını Marduk’a sorarlar ve Babil’i daimi evleri olacak şekilde inşa etmesini, onların günlük ihtiyaçlarını karşılayacak birilerinin var olmasını ve böylece eskisi gibi yaptıkları işlerine devam edebileceklerini söylerler. Marduk’tan her işte yetenekli olan Ea’nın Babil klanlarını hazırlamasını sağlamasını isterler ve bu şekilde kendilerinin de işçi olabileceklerini söylerler.
    Onların bu sözlerini duyan Marduk, tanrılara hizmet etmek için bir vahşi yaratıp adına insan koymaya karar verir. Kendisi de Ea’ya bu iş için kan toplayıp kemik yaratacaktır.
    Tanrı Ea ise, Marduk’tan meclisi çağırmasını ve Tiamat’ı isyan için kışkırtan tanrıyı onlara getirmesini ister. Bu tanrı ölmeliydi ki kanından insan yaratılabilsin.
    Meclis toplandığında Marduk, tanrılara aralarından isyan fikrini kimin çıkardığını söylemelerini ve onu kendisine teslim etmelerini buyurdu. Bu kişi olayın sorumluluğunu, utancını ve cezasını çekecek, geri kalanlar ise huzur içinde yaşayacaklardı. İsyankar tanrılar kendilerini ayaklanmaya teşvik edenin Kingu olduğunu açıkladılar. Sonra onu bağlayıp Marduk ve Ea’nın huzuruna çıkardılar. Ea, Kingu’yu hemen öldürüp kan damarlarını parçalara ayırdı ve onun kanıyla ilk insanı meydana getirdi. Bu insanlara görevlerinin tanrılara hizmet etmek olduğunu anlattı.
    Tanrılar sonunda huzurlu bir hayata kavuşabilmişlerse de öncelikle kendilerini kurtaran Marduk’u onurlandırmak ve ona teşekkür etmek için yeryüzündeki evleri olan Babil’i kurmak üzere iki yıl süresince çalıştılar. Tapınak sonunda tamamlandı ve tanrılar duvarların arasında toplanıp olayı kutladılar; daha sonra da Marduk’un kaderi için iyi dileklerde bulunup onu övdüler.

    Enuma Eliş ve Diğer İnançlar

    Enuma Eliş’te yaratılış tıpkı Theogonia’da olduğu gibi dört aşamalı bir oluşum süreciyle gerçekleşir. Ancak evren öncesi Khaos hiçbir içeriği olmayan bir boşluk değil, erkek ve dişi cinsinden doğa öğelerinin kaynaştığı bir birleşim olarak düşünülmüştür. Burada Yunan khaosuna kıyasla çok daha somut bir evren tasarımı vardır. İlksel aşamada erkek ve dişi olarak doğanın kaçınılmaz bir yasasını saptayan doğulu görüş soyut khaostan varlıkların nasıl doğduğunu açıklamak için ya doğadışı bir sürece (parthenogenesis) ya da beceriksizce devreye konan bir sevi ilkesine başvurmak zorunda kalan batılı görüşten çok daha geçerli ve üstündür. Doğa ile sıkı sıkıya ilişkili zaman kavramı da Babil destanında hemen karşımıza çıkar; oysa Yunanda zaman doğal bir süreç olarak değil, gece, gündüz, saatler, ölüm gibi simgesel varlıklar halinde gösterilir. Bunlar birer tanrı kılığına sokulduktan sonra insan üstündeki etkileri açısından bir takım niteliklerle donatılır (örn. Karanlık, korku vs.). bu yan eklentilere Enuma Eliş’te hiç yer verilmemiştir. Söz konusu varlıkların tanrı oldukları belirtilir; ama nasıl kişilerdir söylenmez. Bu yüzden Tiamat’ın suratına rüzgârlar salınınca ağzından, gövdesinden, karnından ve yüreğinden söz edilmesi okuyucuda beklenmedik bir şok etkisi yapar. Çizilen imge, o derece şaşırtıcı, çarpıcı ve görkemlidir ki gözlerimiz bir şiir gerçeği görür gibi olur. “Kurumuş balık gibi” ya da “Kabuklu bir hayvan gibi” ikiye bölünen, bir parçasından gök, bir parçasından da yeryüzü yaratılan evren tasarımı okurun bir daha unutamayacağı evren çapında bir imgedir. Bu Tiamat’tan doğma Kozmos yorumu karşısında Uranos ile Gaia ancak birer ad olarak kalır. Tabi, Uranos’un erkeliğinin kesilmesi ya da Gök-tanrının Yer-tanrı üstüne inip onu döllendirmesi birer simgedir ama bunlar doğa boyutuna erişememiş insan çapında, zayıf tasarımlardır.
    Enuma Eliş’teki savaş, Theogonia’nın nesiller arası savaşının kaynak eseridir. Nesiller arasındaki savaş Enuma Eliş’te Apsu ve Ea; Tiamat ve Marduk ve bunlara bağlı çeşitli canavar ve tanrılar arasında geçmektedir ve bunun bir diğer versiyonu, Theogonia’da Uranos-Kronos ve sonra Kronos-Zeus arasındaki savaşta, Hekatonkheirler, Kykloplar ve Titanlar gibi unsurların serpiştirilmeleriyle anlatılmaktadır; ancak Titanomakhia savaşında Zeus dışındaki diğer tanrıların katılımcılığını Enuma Eliş ve Hitit mithoslarında olduğu gibi hiç hissedemeyiz biz.
    Bir diğer konu ise İnsan ve onun yaratılışı ile ilgilidir. Theogonia’da Tanrıların aslında baş tanrı Zeus’un insanlarla ilgili büyük problemleri olmuştur. Tıpkı Enuma Eliş’te olduğu gibi Yunan mitologyasında da insan tanrı için çalışır ve tanrı için kurbanlar sunar; ancak Prometheus mithosunda, bunun tam anlamıyla başarılamadığı (kurbanın en iyi kısmı insana kalmıştı) ve ateşi de Tanrının büyük yaptırımlarına rağmen insanların elde edebilmesi bize göstermektedir ki Yunan mitolojisinde kulluk içi boş bir kelime gibidir adeta. Enuma eliş’te ise kul olarak yaratılan insanlar, tanrılara baş kaldırmamışlar ve kulluklarına devam etmişlerdir.
    Enuma Eliş’te insanın yaratılışındaki bir diğer önemli konu ise, insanların Kingu’nun kanından türetilmesidir. Bu olay esasında günümüz Hristiyanlığına kadar etkide bulunmuştur. Tanrı Kingu’nun kanının insanı meydana getirmesi, tıpkı Hristiyan inancına göre, insanların kurtulması için Tanrı’nın oğlu olan İsa’nın kanının dökülmesinin gerektiği gibidir. O insanlık için yaşamını büyük bir boyun eğme ile feda etmiştir ve ölümüne yakın da havarilerine şarabı gösterir ve “İçin! Bu benim kanım” sonra ekmeği gösterir ve “Yiyin! Bu benim etim” der. İsa sadece öğretisi ile değil bedeni ile de insanlığa yardım eder. Babil destanındaki insanın yaratılışı ile ilgili mantıklı bir benzerliktir bu ve insanın nasıl yaratıldığını Kur’an’da da benzer şekilde görmekteyiz: Hacc suresi, 5.ayet: “Ey insanlar! Şunu bilin ki, biz sizi topraktan, nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra hilkati belirsiz bir lokma et parçasından yarattık. Dikkat edilecek bir nokta ise buradaki kanın herhangi bir kan değil pıhtılaşmış kan olmasıdır ve önemli bir soru: Hangi şeyin pıhtılaşmış sonu, ayrı bir varlık yaratılmasında kullanılmıştır? İsa’nın öğütleri de dahil olmak üzere bunlar Kingu’dan beri gelen inançların evrimleşmiş halleri midirler?
    Anlaşılıyor ki ilkçağ inançları birbirlerinden oldukça etkilenmiştir. Bu etkinin en büyük payını coğrafi ve tarihi unsurlardan ötürü Yunan toplumu almıştır. Enuma eliş ve diğer efsaneler ise bu etkiyi oluşturan başlıca unsurlardandır. Bu etki, zamanın kara deliğine karşı da adeta bir set çekerek günümüz kutsal dinlerinin içinde hissedilmiştir. Bu tarz ilişkiler günümüz bilim adamları tarafından ortaya konmaktadır ve tek tanrılı dinlerin kökenleri aydınlatılmaktadır. Duruma bir diğer açıdan bakacak olursak, hem din adamlarının düşünceleri hem de birçok felsefi görüş, bizim henüz kanıtladığımız bütün bu benzer olgulara, karşı çıkmamaktadır. Nedenini ise yine inancın kendisi açıklıyor: “İnsan için, Tanrının bilgeliğinin yarattıklarına yansıması şu ya da bu çağdan itibaren değil, tâ başlangıçtan bu yana vardı. Bu yüzden asıl garip olan çağların benzerlikleri değil farklılıklarıdır.”


    Kaynaklar
    Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni, Kaynak Yayınları, 2004.


    Azra Erhat ve Sabahattin Eyuboğlu, Hesiodos Eseri ve
    Kaynakları,TTK Yayınları, 1977.


    Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 12. Basım-2003.

    Samuel Henry Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, İmge Kitabevi
    Yayınları, 2002.


    Donna Rosenberg, Dünya Mitolojisi (büyük destan ve
    söylenceler antolojisi),İmge Kitabevi Yayınları, 2003.

    M.L. West, Hesiod Theogony, Oxford, Clarendon Press, 1966.
İşlem Yapılıyor
X