Eğitimin Ekonomik Büyümeye Katkısı

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • Sniper®
    Senior Member
    • 22-06-2005
    • 12987

    Eğitimin Ekonomik Büyümeye Katkısı

    Türkiye’de eğitim sektörü, kamu kuruluşları içinde en çok iş gören istihdam eden sektör olmasının yanı sıra, öğrenci ve ailelerinin sayısı açısından çok büyük bir kitleyi ilgilendirmektedir. Eğitim ile ekonomi arasında somut ilişkiler kurulmasa da eğitim düzeyi yüksek olanlar ile gelir düzeyi yüksek olanlar arasında kurulmaktadır. Daha iyi eğitim almış bireyler hem çalışma yaşamını cazipleştirir hem de iş piyasasını kalifiyeli elmen kazandırmış olur. Japonya,21’inci yüzyılda kendi insanını dünyanın bütün ülkelerinde iş yapacak şekilde yetiştirmeyi hedeflemektedir. Zaten geleceğin dünyasında söz sahibi olmanın başka çaresi yoktur. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için eğitimdeki beklentileri de farklılaştırmaktadır.

    Kalkınma planlarında yer alan insan gücü planlamasında benimsenen yaklaşımlar, eğitim ile ekonomi arasında kurulmak istenen ilişkileri ortaya koymaktadır. VIII. Beş yıllık kalkınma planı eğitimin ekonomi büyüme sürecine katkısını açık bir şekilde ifade etmektedir. İstikrar içinde büyümenin sağlanması, sanayileşmenin başarılması, piyasa ekonomisinin geliştirilmesi, sağlık ve eğitim hizmetlerinin geliştirilmesi ve refah düzeyinin geliştirilmesini amaçlamaktadır.

    Eğitim kavramı
    Çağlar boyunca eğitim süreci, toplumsal yapı açıdan şekillendirilerek, bireyin topluma kazandırılmasını hedef alan, genel anlamda onda meydana gelmesi istenen değişikliklerin hal, hareket ve tavırlarına da yansımasını isteyen bir yönelimle biçimlenmiştir. Eğitim çok yönlü işlevsel bir süreç olarak toplumun beklentilerini de karşılama sorumluluğunu üstlenmiştir.
    Birçok düşünür eğitimi bireysel açıdan ele almıştır. Durkheim’e göre eğitim fizik ve toplumsal çevrenin insan üzerinde meydana getirdiği etkidir. Kant’a göre insanın mükemmelleştirilmesidir. J.S.Mill’e göre bireyin kendisi ve başkaları için mutluluk aracıdır. H.Spencer ve Herbart’a göre de daha iyi yaşam olanakları sağlayan etkinliklerin tümüdür
    Eğitim bir bilim dalıdır. Eğitim alanını inceleyen bilime eğitim bilim denir. Eğitim bir anlamda kişinin kazandırdıklarını anlatır, bazen de öğrenim karşılığında kullanılmaktadır. Eğitilecek kitleyi içerecek biçimde kullanılabildiği gibi eğitimin aracını gösterecek biçimde de kullanılabilir
    Çok değişik anlamlara gelen eğitim sözcüğü bir o kadar da değişik tanımlarına rastlanmaktadır. Eğitim, yeni kuşakların toplum yaşayışında yerlerini almak için hazırlanırken, gereken bilgi, beceri ve anlayışlar elde etmelerine ve kişiliklerine geliştirmelerine yardım etme etkinliğidir. Bir tanıma göre, eğitim bir bireyin davranışında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir. Eğitim bunların bir zaman akımı içinde yer aldığı süreçte oluşur. Bu bağlamda belirtebiliriz ki, davranış, yaşantı, amaç ve süreç terimleri, eğitimin niteliğini belirleyen kavramlardır. Bu bakımdan bu kavramları açıklamak yararlı olacaktır.
    Davranış: eğitim eğitilenini davranışını değiştirilmesini amaçlar. Davranış, insanın gözlenebilen, ölçülebilen, bilindik etkinlikleri kapsar.
    Yaşantı: insan davranışlarını yaşantısı yoluyla kazanır. Yani davranışların kazanılması istenmeyen eski davranışların, istenilen davranışlara çevrilmesi insanın yaşantısına dayanır. Eğitimin olabilmesi insanın yaşantısına bağlıdır.
    Amaç: Eğitimin çağdaş görevi, eğitilenlerin sorunlarını çözülmesine yardım etmektir. İnsanlar, sorunlarına çözüm yolu bulmak, daha iyi koşul içinde yaşamak, bir meslekte başarı göstermek için eğitim gereklidir
    Süreç: Değişim içinde olan bir nesnenin, olayın, düşüncenin beli bir düzen içinde bir amaca doğru gelişmesini anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Eğitmek eylemi sürekli değiştirmek eylemidir. Değişim ise bir süreç eylemidir

    Ekonomik büyüme kavramı
    Büyümenin çok yönlü bir süreç olduğu bilinen bir gerçektir. Genel büyümenin çeşitli boyutlarını tek bir rakamla yansıtmak mümkün olmamakla beraber reel mili hâsılanın en iyi göstergesidir denilebilir. Ekonomik Büyümeyi, ülke ekonomisinin temel değişkenlerinden kişi başına daha yüksek bir reel hâsıla sağlayacak şekilde gövde ve hacim genişlemeleri olarak tanımlayabiliriz
    Milletlerin ve toplumların bir kısmının neden zengin, bir kısmının neden fakir sorusu sorulduğundan itibaren ekonomik büyümeye ilişkin görüşler ortaya atılmaya başlanmıştır. İktisat biliminin kurucularından Adam Smith ulusların zenginliği isimli esersinde eğitim ile ekonominin temellerini atan ifadeler yer almaktadır. Smith’e göre bireylerin aldıkları eğitim harcamayı gerektirir. Yapılan bu harcamalar ve neticesinde elde edilen birikimde sermaye birikimden başka bir şey değildir ve bu birikimden sadece o birey değil yaşadığı toplumda faydalanır
    Büyüme kavramı sistemik ekonomik analizinin başlangıcından beri sistematik ekonomik analizinden beri entelektüel anlamda önemli bir ilgi odağıdır. Ekonomik büyümeyi, üretim faktörleri sermaye ve işgücünün artışı ile ‘teknolojik gelişme’ ya da ‘üretkenlik artışı ‘şeklinde tanımlanan bir ” artık terime” dayandıran Neo-Klasik büyüme modeli büyüme sürecinin anlaşılmasında oldukça yararlı olmuştur
    Bu konuda yapılan ilk çalışmalara bakacak olursak:
    J.W.Kendrick 1956 yılında yaptığı ilk çalışmaya 1889–1957 yıları arası ABD’deki yüzde 3,5 oranındaki üretim artışın hangi üretim faktöründen kaynaklanmış olacağını açıklamaya çalışmıştır. Bu çalışma neticesinde aynı dönem itibariyle sermaye, işgücü ve toprak gibi klasik üretim fonksiyonlarının üretim artışının yüzde 1,9’luk bölümünü açıklayabildiği geriye kalan yüzde 1,6’lık bölümün ise klasik üretim fonksiyonları ile açıklanmayan insan gücünün niteliklerindeki iyileşme sebebi ile olabileceğini göstermiştir.
    Bu sorunun detaylı olarak incelenmeye başlanması ise 1950’li yılara rastlar. Bu dönemde Robert Solow tarafından yayımlanan iki makale fiziki sermaye akışı ve teknolojik ilerlemenin sürdürülebilir bir ekonomi için oynadığı hayati rolün incelenmesine yardımcı olmuştur. Solow 1915–1955 arsı dönemde ABD ekonomik büyümenin klasik üretim fonksiyonları ile açıklanmayan çok büyük üretim faktörüne bağlı olduğunu bulmuştur.
    1980’lerde Chicago üniversitesinde Paul Romer ve Robert Lucas tarafından yürütülen çalışmalarda fikirlerin geliştiğini ve beşeri sermaye akışının ekonomik büyümeye olan katkısını ortaya koyarak bu konudaki araştırmalara yeni bir boyut getirmiştir.
    1956 yılında Robert Solow tarafından yayımlanan “ekonomik büyüme teorisine bir katkı”isimli makale bugünün ekonomik büyüme kavramının temellerinin atması bakımında oldukça önemlidir. Solow büyüme modelinin değişik ülkelere uygulanması ile çıkan sonuçlar ekonomik büyüme motorunun daha çok yatırım ve işgücü artış hızı olduğu, ancak uzun dönemli sürdürülebilir bir büyüme için teknolojik gelişmenin çok önemli bir etken olduğunu göstermiştir.
    İşte ekonomilerin büyümesinin alt bileşenleri, beklide ekonominin motoru olan teknolojik gelişmenin nelere dayandığı sorusuna aranan cevaplar içsel büyüme teorilerinin geliştirilmesine katkıda bulunmuştur
    İçsel büyüme modelleri ekonomik büyümeyi piyasa mekanizması içinde faaliyet gösteren ekonomik güçlerin içsel olarak belirlendiğini varsayarken büyümenin itici gücünü tanımlar ve bunun birikimini sağlayan etkenler ile büyüme sürecinin etkileşimini açıklar. Modeller büyümenin itici gücü olarak tanımladıkları faktörler itibariyle üç ana grup da incelenebilir:

    *Nüfus artışı ve beşeri sermaye birikimini birer karar değişkeni olarak ele alanlar,
    *İçerilmemiş teknolojik değişmeyi dışsal ve özerk buluşlar yerine piyasa güçlerinin yönlendirdiği girişimci karalarına bağlayanlar,
    *Büyüme sürecinde kamunun rolünü bağımsız bir değişken olarak ele alanlar

    David Romer”in 1990’da “endogenous technological change”isimli eserinde geliştirdiği modelde bunlardan birisidir. Bu modelde teknolojik gelişme araştırma –geliştirme harcamaları ile ilişkilendirilmektedir. Ancak beşeri sermaye değişkenin dikkate alındığı, içsel büyüme teorilerinin beklide en çok tanınanı Robert E. Lucas tarafından 1988 de geliştirilen modeldir.(1995 Nobel ekonomik ödül sahibi)
    Lucas büyüme modelinin temel öngörüsü beşeri sermayesi güçlü olan ülkelerin zayıf olan ülkelerden daha fazla ekonomik büyüme göstereceğidir. Bu modelde sermaye ve iş gücü ayrı ayrı azalan marjinal verime sahipken beşeri sermayenin azalan verime konu olmadığı varsayılmaktadır. Beşeri sermayenin en önemli unsuru olan eğitimin aşağıda belirtilen işlevleri dolayısıyla ölçeğe göre artan getirinin temel kaynaklarından olan dışsalık olgusunun ortaya koyduğu düşünülmektedir:

    *Eğitimli insanlar çeşitli eğitim kademelerinde aldıkları bilimsel teknik bilgiyi çalışmakta oldukları üretim birimine aktarmaktadırlar,
    *Eğitimli insanlar değişen çalışma koşularına özelikle yeni teknolojileri benimseyip bunları uygulama ve geliştirmeye daha yatkındırlar
    *Eğitimli insanlar arası etkileşim daha güçlüdür.

    Lucas büyüme modelinde beşeri sermaye tek tek kişilerin üretim sürecine katkılarının artırmakla sınırlı kalmayıp dışsallık yaratmak yoluyla tüm çalışmalarının verimini artırmaktadır. Böyle bir modelin öngörüsü ise eğitimin(beşeri sermayenin)işgücünün üretime katılmasının daha da etkin hale gelmesidir. Diğer bir ifadeyle, eğitim etkili işi gücü düzeyini artırmakta ve üretim fonksiyonunda işgücünün üretim esnekliğini büyütmektedir
    Yukarıdaki büyüme modellerde bahsedildiği gibi teknolojik ilerlemenin, eğitim gibi beşeri sermaye faktörün, ekonominin büyümesinde ve gelişmesinde kaynak olarak büyük bir role sahiptir. Günümüzde de yapılan pek çalışma eğitimdeki gelişmenin ekonomik büyümeye pozitif etkisine dair olumlu pek çok sonuç vermiştir.

    Eğitim ve Ekonomi İlişkisi
    Eğitim ülkelerin ekonomik sosyal, kültürel ve politik alanda yaşanan hızlı gelişme ve değişmelerden azami faydayı sağlamak ve bunlarda meydana gelebilecek olumsuzlukları asgariye indirebilmek için kullanabilecekleri en önemli araçlardan biridir. Bunun farkında olan toplumlar, bazen aşırıya kaçarak her sorunun temelinde eğitim eksikliği veya yanlışlığı arar hale gelmişlerdir. Bu durum eğitime olan inancı giderek güçlendirirken eğitimden beklentileri de yükseltmektedir
    1970’lerden sonra bilgi ve iletişim teknolojilerindeki hızlı değişim ve gelişme ile hâkim olmaya başlayan küreselleşme süreci sadece ekonomik alanda belirleyici olmakla kalmayıp sosyal ve kültürel alanlarda da öne çıkmaya başlamıştır. Öne çıkan bu küreselleşme süreci ekonomik ve sosyal hayata ilişkin birçok yeni gelişmelere neden olmuştur. Bu gelişme bilgi toplumu oluşum sürecini başlatmıştır. Bilgi toplumunun ekonomik büyümeyi hızlandırıcı sosyal alt yapı hizmetlerinin sunumunu iyileştirici kültürel etkileşimi artırıcı etkiler olacağı açıktır. Ancak bilgi toplumuna geçişin en önemli şartlarından birisi de bilgiye yapılacak olan yatırımdır.”Bu sebeple gelişmekte olan ülkelerin gelişmesine en büyük katkıyı insan kaynaklarına yapılan yatırım ve alt yapının iyileştirilmesi olacaktır”.
    1980’lerden sonra iş dünyasını şekillendiren iki kavram ortaya çıkmıştır. Biri sürekli değişim diğeri ise artan bilgidir. Günümüzde şirketler, faaliyetlerini ve kültürlerini sürekli olan bu değişime uyumlu hale getirmek için organizasyonunu bilgi sermayesi artırma yoluna gitmektedir.
    Bilgi, ekonomik kalkınma ve sosyal gelişmeye bilim ve teknolojinin etkisinin artırılmasıdır. Bilgili nesillerin yetiştirilmesi, eğitimin yaygınlaştırılması ve eğitim seviyesinin yükseltilmesiyle sağlanacaktır. Gelişmenin esas unsurunu oluşturan yetişmiş insan gücü eğitimle sağlanmaktadır. Bir ülkenin geleceğini eğitilmiş insan gücü belirlemektedir. Türkiye’de eğitime verilen Türk insanını bilgi toplumuna ulaştıracak seviyede olmamıştır.
    Meslek edinmek için üniversiteye gidilen ve mezun olduktan sonra sadece üniversitede öğrenilenlerin işte uygulandığı eski ekonomi dönemi artık çok geride kalmıştır. Yeni ekonomide öğrenme faaliyeti, üniversite sıraları ile sınırlı olmaktan çıkmıştır, yapılan işin önemli bir parçası olmuştur ve hayat boyu devam eden süreç haline gelmiştir. Günümüzde en iyi okullardan mezun olanları dahi şirketler eğitmek zorunda kalıyorlar. Bunun en önemli nedenlerinden birisi üniversitelerde sunulan eğitim içeriğinin fazlasıyla teorik ve uygulamadan uzak olmasıdır.
    Yeni yüzyıl, sürekli eğitim, verimlilik ve kalite çağı bunu özelikle vurgulamak gerekli, eğitim adeta altın bir zincir gibi, getirdiği verimlilik, kalite istihdam süreçleri bir yandan Türkiye’nin Gelişmesine, rekabet gücü yoluyla zenginleşmesine yardımcı olurken, diğer yandan istihdamı genişleterek, çağımızın zenginliklerine doğru uzanan yoları açmaktadır. Bu yenidünyalar beraberinde özgürlükleri, korkusuz toplumu, insanca çalışma ve yaşama koşularını getirmektedir. Gerçekten bilgi çağına yönelmiş küresel ekonomide büyüme ve istihdam sorunlarına getirilecek temel çözümler, stratejik olarak sürekli eğitim faktöründen geçmektedir
    Ayrıca önemle vurgulamak gerekir ki, bilim teknoloji sanayi yeteneğine dayalı bir ekonomi alt yapısı, gezegenimiz üzerinde onurlu bir yer edinmenin ve kendimize olan saygının ön koşularından olan demokrasi kültürü ve benzeri üst yapı kurumlarını toplumumuzda geliştirip yerleştirmenin sağlam zemini oluşturacaktır.
    Vatandaşlarına kaliteli eğitim, sağlık ve sosyal alanlarda hizmet sunabilen ülkeler yeni alanlarda istihdam ve üretim yaratabilmiş, sürdürülebilir ekonomik büyüme kaydetmiştir.
    Yüzyıllar boyunca insanların büyük çoğunluğu ekonomik açıdan “üretim aracı” olarak görülmüştür. Sanayileşme sürecinde adeta bu anlayışın pekiştiği söylenebilir. Nitekim 20’inci yüzyılın ilk yarısında ekonomistler adeta ham veya yarı mamul mal siparişi verir gibi, eğitimcilerden ihtiyaç gösterdikleri işgücünün yetiştirilmesini istemişlerdir
    Bu çerçevede, 1960’ların ilk yılarında başlayarak iktisat literatürü ‘iktisadi düşüncede insana yatırım devrimine’ şahitlik etmiştir. Bugün ABD’de beşeri sermaye kaynaklarının toplamı 24,4 trilyon dolar. Bunun yanı sıra eğitim yatırımlarının geri dönüş oranları da ( yüzde 12).
    Birçok eğitim iktisatçısına göre ekonomik büyümenin temel noktası eğitimdir.
    Uzak doğu ülkelerinin insan kaynaklarının geliştirilmesi için eğitim harcamalarında yaptıkları artışla kaydettikleri ekonomik gelişme bu konuda sıkça kullanılan örnektir. Gelişmiş ülkeler için yapılmış diğer çalışmalar örnek Kim ve arkadaşlarının yapmış olduğu iktisadi gelişmenin yüzde ellisinden fazlasının verimliliği artıran, yeni ürünlere ve üretim metotlarına yol açan teknolojik gelişmelerden kaynaklandığını ortaya koymuştur.

    Eğitimin sosyal ve ekonomik faydaları
    Eğitim, eğitim alanların yaşam kalitesi yanı sıra aynı zamanda çevresinin ve toplumunda yaşam kalitesini artırmaktadır. Dolayısıyla gençlerimizin yeterli ve iyi bir eğitim alması toplumsal refah artışı sağlamanın en etkili yolarından birisidir.

    ♦iyi eğitim alanlar öncelikle kendilerine fayda sağlarlar, çünkü verimlilikleri ve etkinlikleri artar. Genellikle iyi eğitim alanların çalıştıkları iş kollarında çalışma ortamı da caziptir. Dolayısıyla çalıştıkları ortamın kalitesi yaşam kalitesini etkiler
    Günümüzde çalışma yaşamı, kuşkusuz eğitimli olmak ve başarılı olmak üzerinde kurulmuştur. Bunun için insanları başarıya yakalamak, bir bakıma bir üst sınıfa (kariyer ve ücret bakımından)yükselmek için eğitime büyük gereksinim duymuşlar ve kaynakların büyük bir kısmını eğitim üzerine harcamaya başlamışlardır. Nitekim günümüzde devlet üniversitelerin sayısı 53 ve vakıf üniversitelerinin sayısı da 23’ü bulmuştur.
    Türkiye’nin en büyük 400 özel sektör firması yaptığı araştırma sonuçları bu olguyu teyit etmektedir. Nitekimiz, ülkemizde firma yöneticilerin %97’sine yakın bölümü, lisans, yüksek lisans, doktora almış, yöneticilerden oluşmakta %3’de ön lisans eğitimi aldıkları görülmüştür. Söz konusu araştırmada, ayrıca, kariyer geliştirme ile yani, örgüt yöneticilerinin kendilerini geliştirmeleri, daha iyi eğitim görmeleri, daha çok eğitim ve seminerlere katılmaları ile örgütlerin başarıları arasında olumlu ilişki bulunduğu saptanılmıştır
    Yeni yüzyıl, sürekli eğitim, verimlilik ve kalite çağı bunu özelikle vurgulamak gerekirli. Eğitim adeta altın bir zincir gibi getirdiği verimlilik kalite ve istihdam süreçleri ile bir yandan Türkiye’nin gelişmesine, rekabet gücü yoluyla zenginleşmesine yardımcı olurken diğer yandan da istihdamı genişleterek çağımızın zenginliklerine uzanan yolarını açmaktadır. Bu yenidünyalar beraberinde özgürlükleri, korkusuz toplumu, insanca çalışma koşularını getirmektedir. Gerçekten bilgi çağına yönelmiş bir küresel ekonomide, büyüme ve istihdam sorunlarına getirilecek çözümler, stratejik olarak sürekli eğitim faktöründe geçmektedir
    Ülkemizin gelişmişlik seviyesi, mezunların kültürel yapısı sorun çözme yetkisi ve topluma hizmet sunma kapasitesi toplam olarak eğitim sistemimizin kalitesinin bir göstergesidir. Neresinden tutarsanız tutun, bugün ki eğitim sistemimizin baştan sona her yönü ile plansız programsız, ne aradığını bilmeyen bir yapıda. Bunun doğal sonucu olarak sistemin çıktısı olan mezunları da aynı şekilde plan ve program yapmamakta toplumda öncü rol almamakta ve kendi başlarına üretime katkı sunmamaktadırlar. Her yıl bir yüz binleri bulan mezunlarının aldıkları ezberci eğitimin de bir yansıması olarak sağlıklı düşünme ve üretme yeteneklerini sergileyemedikleri görülmektedir. Bu nedenlerdir ki toplum nezdinde meslek bilgisi ve sosyal profilleri çok düşük olmaktadır. Çukurova üniversitesi öğretim üyelerini yapmışı oldukları araştırmada, gençlerin üniversitede olaylara bakış, sorun çözme eğilimlerin değişmediği neredeyse üniversiteye geldikleri bakış açısı ile mezun olmaktadır.
    İnsan gücünün en iyi şekilde yetirtilmesi ve eğitilmesi ilköğretimden üniversiteye kadar bütün örgün ve yaygın eğitim imkânlarının kullanıldığı bir süreç sonucu gerçekleşmektedir. Türk eğitim sistemi, ilköğretim seviyesinde iyi insan iyi vatandaş yetiştirmeyi hedeflerken ilköğretim üzerinde verilecek ortaöğretim ve yüksek öğretim ise iyi vatandaş olma vasıfların destekleyen ve kişiyi hayata hazırlamayı onun hayatını idam ettirmesine ve toplum içinde üretken ve saygın bir birey olarak yaşamasını sağlayacak bir meslek kazandırmayı amaçlamıştır.
    Dünya ekonomisi ile bütünleşme çabası içinde olan Türkiye’nin gelişmiş ülkeler arasında hak ettiği yeri alması için gelişen teknolojiyi takip etmesi, bunu mal ve hizmet üretimine yansıtması teknoloji üreten ve satan bir ülke konumuna yükselmesi gerekmektedir. Bunun için nitelikli iş gücüne sahip olması gerekmektedir0
    Eğitime yapılan yatırımların eğitim harcamaların en önemli amaçlarından birisi uluslararası piyasalarda rekabet edebilecek niteliklere sahip işgücünün yetiştirilmesidir. Bu yatırımlar ve harcamalar vasıtasıyla oluşan işgücü bir ülkenin beşeri sermaye stokunun ölçümü için kullanılabilecek en gerçekçi göstergelerin başında gelmektedir. Eğitim ve ekonomik büyüme ilişkisini incelemek için yapılan model çalışmalarında işgücünün veya istihdamın eğitim seviyesi en önemli göstergeleridir. 1999 yılı itibariyle OECD ülkelerinde 25–64 yaş arası işgücünün ortalama yüzde 31’i ilköğretim ve daha düşük seviyede eğitime sahip iken bu oran ülkemiz için yüzde 73’tir. OECD ülkelerinde 25–64 yaş arası işgücünün ortalama yüzde 42si ortaöğretim seviyesine sahip iken bu oran ülkemiz için yüzde 16’dır. Yüksek öğretim seviyesinde eğitim almış işgücü OECD ülkelerinin yüzde 24’ü iken, Türkiye için ise yükseköğretim seviyesinde eğitim almış işgücü 25–64 arası toplam işgücünün sadece yüzde 11’dir
    1999 yılı ”Hane halkı İşgücü Anketi” sonuçlarına baktığımızda Türkiye nüfusunun eğitim açısından oldukça düşük seviyede olduğunu görüyoruz. Rakamlarla örnek vermek gerekirse Türkiye”de 12 ve daha yukarı yaştaki sivil nüfusun sadece % 85,7’si okuma yazma bilmektedir. Oku-yazar olanların oranı kadınlarda %55’i ilkokul mezunu,%13’ü ise lise ve dengi meslek okul mezunudur. Bu rakamlar bize gösteriyor ki Türkiye ülke olarak eğitime daha fazla önem vermelidir. Çünkü eğitim ile çalışanlarımıza vasıf ve kalite kazandırabiliriz; çalışanların mevcut niteliklerini geliştirebiliriz; çalışanların motivasyonunu artırarak verimliliği ve kaliteyi yükseltebiliriz
    Bilginin ve bilgili insanın ekonominin en önemli girdisi haline geldiği günümüzde, nüfusun eğitim düzeyini hiç olmazsa OECD ülkeleri ortalamasına yaklaştıramayan bir Türkiye’nin genç ve dinamik nüfusunu kalkınmasının itici gücü haline getirmesi mümkün bulunmamaktadır.
    Eğitimdeki ihmaliyle Türkiye kalkınmasının önüne kendi eleriyle set çekmiştir. Kaynak yetersizliği sebebiyle eğitime gereken yatırımın yapılmadığı görüşü, geçmişe duygusal yatırımı olanların, başka bir ifadeyle bu sonuçların meydana gelmesinde sorumluluğu bulunanların, savunmaları olmanın dışında bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü eğitime gerekli yatırım yapma, kaynak değil tercih sorunudur. Türkiye’de devlet yıllardır insan yerine başka sektörlere yatırım yapmayı tercih etmiştir. Bugün ise diğer sektörlere yapılan yatırımları verimli işletebilecek vasıflı iş gücüne sahip olmadığı için, çok büyük ekonomik kayıplarla karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır

    İyi eğitim görenlerin kendi sağlıklarına daha özen göstermelerinden ötürü stresten daha az etkilendikleri ve sorunlara daha kolay çözümler ürettikleri gözlenmektedir

    Bireyleri daha iyi eğitime toplumların temel sağlık göstergelerinin de daha iyi olduğu gerçektir. Eğitim ile sağlık arasında dikkat çeken diğer hususta aile fertlerinin de eğitimin kendi sağlıkları ile ilgili olduğu kadar özelikle çocukların sağlığı ile olumlu gelişmelere sebebiyet vermesidir. Bunların yanı sıra eğitimin sağlıkla ilgili olarak ikincil olarak da nitelendirebileceğimiz etkilerinden de söz etmek gerekmektedir. Bunlar ise eğitim sebebiyle kazanılan olumlu alışkanlıklara bağlıdır.
    Sigara içen bireyler üzerinde yapılan araştırma ilave bir yıllık eğitimin günlük sigara tüketimini erkeklerde 1,6, kadınlarda ise 1,1 azalttığını ortaya koymuştur. Yine benzer bir şekilde ilave eğitimin haftalık egzersizleri ortalama 17 dakika artırdığına ilişkin sonuçlar vermiştir.
    Eğitimin birey ve kamu sağlığına olumlu bir başka etkisi de, artan kişi başına gelir sebebiyle sağlık harcamaları aynı kalsa bile, bu oranın artık daha büyük bir rakam ifade ediliyor olmasıdır. Ayrıca birey ve halk sağlığındaki olumlu gelişmeler işgücünün verimliliğine de olumlu katkılar yapabilir.

    OECD tarafından üç farklı ülke için üç farklı senaryo uygulanarak yapılan çalışma neticesinde de Eğitim ile Birey ve kamu sağlığı arasında şu ilişkiyi gözlemek mümkündür

    Araştırma eğitim harcamalarında yapılacak olan yüzde 2’lik bir artışın, doğuşta hayatta kalma ümidini Fransa da 1.25 yıl, İngiltere de 1,5 ABD’de ise 1 yıl daha arttırdığını göstermektedir.

    Eğitim seviyesi artıkça toplumda yeniliklerin ve teknoloji benimsenme hızı da artar. Dolayısıyla, eğitim seviyesi, gelişme ve katma değer için gerekli olan AR-GE yatırımlarının da artmasına yardımcı olur.
    Eğitimin daha nitelikli sunulabilmesi için teknolojinin eğitim süreçlerinde kullanımı kaçınılmazdır. Bu kullanımı sağlayabilmek için ise teknolojiyi üretebilen, bunu çeşitli süreçlere uyarlayabilen bir sisteme gereksinim vardır. Söz konusu sistemin yaratımı ise büyük ölçüde Araştırma Geliştirme faaliyetlerine ayrılan ekonomik kaynak ile ilintilidir. Oysa bu açıdan Türkiye’nin içinde bulunduğu tablo hiçte olumlu göstergelere sahip değildir.

    Araştırma geliştirme harcaması sınıflanmasında yüzde 1”in altında bulunan ülkeler genellikle bilgi ve teknoloji üretmeyen, bilgi toplumu olamamış ülkeler olarak değerlendirmektedir. DİE”nin yapmış olduğu araştırmaya göre Türkiye’de araştırma-geliştirme harcamalarına devlet katkısı yüzde 80,sanayinin katkısı ise yüzde 20 civarındada bulunmaktadır. Sanayileşmiş ülkelerde özel sektörün araştırma geliştirme faaliyetlerine yaptığı harcamalar Türkiye’nin tersine olarak yüzde elinin çok üzerinde seyretmektedir.
    Dünya teknolojisini edinebilmek, öğrenip özümsemek, ekonominin ilgili etkinlik alanlarına yayarak kullanılır hale gelebilmek, bu teknolojiyi bir üst düzeyde yeniden üretebilme becerisini kazanabilmek ve bu beceriyi teknolojinin kaynağı olan bilimi üretebilme yeteneğini kazanma yönünde derinleştirebilmek için, bu süreci bütün olarak, düzenli ve sistemli bir temel üzerine oturtabilmeyi mümkün kılacaktır. Bir eğitim-öğretim sisteminin geliştirilmesine ve bununla tümleşik olarak, özel sektör ve kamu sektörünün AR-GE kurumlarıyla üniversiteleri içine alacak ve ulusal AR-GE ağının kurulmasına birincil önceliğin verilmesi, eğitim-öğretim reformunun ana eksenini oluşturacaktır.


    Eğitimin ekonomik büyümeye sağladığı etki günümüzde tartışılamayacak konumdadır. Fakat günümüzde Eğitim-Ekonomi bağlantısı halen yeterli düzeyde değildir. Eğitime yeterli yatırım yapılamamaktadır. Öyle ki çağımızda eğitime yapılan yatırım ülkenin geleceği açısından en değerli yatırım haline gelmiştir. Eğitimin bu özeliğini kavrayan ülkeler diğerlerine göre büyük gelişmeler kaydetmiştir. Artık; eğitime yatırım yapmadan uluslararası piyasalarda rekabet üstünlüğü sağlayıp toplumun refah seviyesini artırmak bir yana, eğitime yatırım yapan ülkelerle bile eşit hale gelmesi kolay olmayacaktır.
    Günümüzde gelişmişlik ölçümü fiziki büyüklük gibi ölçü miktarlarından ziyade bilgiye dayalı değerlerle yapılmaya başlanmıştır. Sanayinin kurulmasında, yenileştirilmesinde, işletilmesinde yer alan yeni teknolojilerin stratejik önlemleri nedeniyle önem kazanmaya başlamıştır. Bundan dolayı bu teknolojileri edinip, üretilebilir durma gelmek ülke ekonomisinde olduğu kadar ülkenin bütünlüğü ve güvenliği açısından da son derece önem kazanmıştır.
    Eğitim toplumunun amacı; ekonomik kalkınma ve sosyal gelişmeye bilim ve teknolojinin etkisinin artırılmasıdır.
    Ülkemiz insanlarının refah düzeyini artırmak ve yaşam kalitesini yükseltmek eğitime gereken önemin verilmesiyle sağlanabilir. Bu da ancak yetişmiş beyinlerle sağlanabilir. En önemli yatırım eğitilmiş insana yapılan yatırımdır. Ekonomik büyümeyi ve refah seviyemizi ancak teknoloji üreterek artırabiliriz. Bunu da bilime, teknolojiye, AR-GE’ye ve yetişmiş beyin gücüne gereken önem verilerek başarabiliriz.
İşlem Yapılıyor
X