Türkiye'de Enflasyon, Para Arzı, Faiz Oranı ve Döviz Kuru Arasındaki İlişkinin

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • Sniper®
    Senior Member
    • 22-06-2005
    • 12987

    Türkiye'de Enflasyon, Para Arzı, Faiz Oranı ve Döviz Kuru Arasındaki İlişkinin

    I- Giriş
    Enflasyon fiyatlardaki genel bir artışı ifade eder ve genellikle belirli bir zaman diliminde tüketici veya üretici fiyat endeksleri gibi bazı fiyat endeksler indeki yüzde artış olarak ölçülür. Genelde dört enflasyon türü vardır: ılımlı, yüksek, kronik ve hiper enflasyon. Yıllık tek rakamlı %4 gibi enflasyonlar ılımlı, yıllık %14 gibi iki rakamlı enflasyonlar yüksek olarak ifade edilir. Kronik enflasyon aylık çift rakamlı ancak %50'yi geçmeyen, hiper enflasyon ise aylık enflasyonun %50'yi geçtiği durum olarak değerlendirilir.
    Türkiye'de son yirmi yıl boyunca enflasyon hem yüksek hem de süreklidir. Yüksek ve sürekli enflasyon toplum ve ekonomi üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Uzun dönemli kararlar alınabilmesini engellemekte ve ülkenin sosyal yapısını ve rekabet gücünü olumsuz etkilemektedir. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nın 1998 Yılı Programı'na göre, orta vadede sürdürülebilir bir büyümenin gerçekleştirilmesi, toplumun refah seviyesinin yükseltilmesi, gelir dağılımının iyileştirilmesi, üretken istihdamın artırılması ve sanayileşmeye ivme kazandırılması ancak enflasyonla mücadelenin temel hedef olarak benimsenmesine ve bunda başarılı olunmasına bağlı bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye'deki enflasyonun nedenleri ve çözüm yolları da sürekli olarak gündemde katmaya devam etmektedir. 1998 yılında Merkez Bankası'nın (MB) ana hedefi enflasyonu %70'lerin altına çekmek şeklindedir. Bunun için tüm para politikası araçlarını bu amaç doğrultusunda kullanmayı hedeflemiştir. Para arzı, kısa vadeli faiz oranlan ve döviz kuru politikası enflasyon hedefi ile uyumlu olacaktır. MB, ulusal aktiflere bağlı olarak para basma politikasında getirdiği sınırlamaya devam edecek, döviz kurlarındaki artış beklenen faiz oranı ile uyumlu olacaktır.
    Teorik olarak enflasyonun, para arzı, faiz oranları ve döviz kurlarının içinde bulunduğu trend ile paralellik göstermesi beklenmektedir. Diğer bir deyişle, emisyon hacmindeki artış, faiz oranları ve döviz kurlarındaki yükselme, fiyatlar genel seviyesindeki yükselmenin temel faktörleri arasında gösterilmektedir. Bu nedenle döviz kurları ve faiz oranları düşük tutularak enflasyonla maliyet yönünden, para arzındaki azalma ile de enflasyonla talep yönünden mücadele edilme yönünde antienflasyonist politika önerileri getirilmektedir. Ancak fiyatlar genel seviyesindeki yükselme, döviz kurlarındaki yükselmenin ya da artan nominal bütçe açıkları yolu ile para arzındaki ve faiz oranlarındaki artışın da bir sebebi olarak gösterilebilinir. Bu çalışmada, MB'nin enflasyonla mücadelede kullanacağı bu araçların enflasyo" üzerinde ne oranda etkili olduğunu amprik tarzda belirlemektir. Diğer yandan analizimize, enflasyon konusunda yapılan araştırmalarda kullanılan değişkenlerden GSMH, ücretler, tarımsal fiyatları endeksi, kısa vadeli avanslar ve bütçe açıklan da dahil edilmiştir. Analiz sonuçlarımız. Türkiye'de enflasyonu etkileyen faktörlerin başında bütçe açığının geldiğini göstermektedir.
    Çalışmamızın II. Bölümü'nde enflasyonun nedenleri hakkında ileri sürülen bazı teorik görüşler yer almaktadır. IH. Bölüm'de, enflasyon, faiz ve döviz kuru ilişkisi ile ilgili teorik bir özet yer almaktadır. IV. Bölüm, 1980 sonrası Türkiye'de izlenen para politikası hakkında genel bir btlgi verirken, V. Bölüm'de çalışmamızda kullanılan method ve veriler tanıtılmıştır. VI. Bölüm'de analiz sonuçları, sonuç kısmında ise genel bir değerlendirme yer almaktadır.

    II- Enflasyonun Nedenleri Hakkında Farklı Görüşler
    Enflasyon başlıca sonuçlarından biri, parasal gelirin satınalma gücünü azaltarak yaşam standardını düşürmeğidir. Böylece bireyler parayı bir kıymet saklama aracı olarak tutmak istemezler ve değeri daha istikrarlı olan paralarla değiştirmeye çalışırlar (dolarizasyon). Yaşam standardındaki sürekli düşme büyüme oranını düşürücü yönde etki yapar. Enflasyon üretim yapısı ve kaynakların dağılımını bozar. Fiyatlardaki belirsizlik, endekslenmenin artmasına, kaynakların üretken alanlardan spekülatif alanlara kaymasına neden olur. Bu şartlar altında stagflasyon, yani yüksek enflasyon ve düşük üretim durumu oluşabilir. Ayrıca enflasyon, gelir dağılımının sabit gelirliler aleyhine bozulmasına, dolayısıyla da ciddi sosyal huzursuzluklara neden olur. Tüm bu olumsuzluklar enflasyonla mücadeleyi gerekli kılar.
    Diğer yandan hükümetler enflasyonu faydalı bulabilirler. Enflasyon bir vergi çeşididir ve hükümet açığını finanse etmek için en kolay yoldur. MB, açığını finanse etmek için hükümete kredi verdiğinde para arzını artırmış olacak ve bu da enflasyona yol açacaktır. Bu vergi, gerçekte bireylerin elde tuttukları para üzerine konulmakta ve para balanslarının reel değeri sürekli olarak azaltılmaktadır. İlave para bireylerin nominal halasların reel değerini korumak amacıyla bireyler tarafından tutulmasıyla hükümet, gelir sağlamış olmaktadır. İlave olarak, eğer sürpriz bir enflasyon varsa, yani beklenen enflasyon gerçek enflasyonun altında kalmışsa, bu vergi bu sefer hükümete borç verenler tarafından yüklenilmiş demektir. Bu durumda nominal faiz oranları, ulusal para cinsinden hükümet borcunun reel değerindeki azalmayı karşılamaz. Enflasyon için diğer bir neden, hükümetlerin talep genişlemesi yoluyla istihdam ve üretimi artırmak istemesidir. Kısa dönemde belki başarılı olunulabilinir. Ancak böyle bir politika enjlasyonist bekleyişleri artırarak gelecek dönemde veri bir üretim artışının daha yüksek bir enflasyonla bağlantılı olmasına neden olacaktır.
    Enflasyonu açıklamaya çalışan değişik yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu yaklaşımlara göre enflasyonu etkileyen temel faktörler, talep artışları, maliyet artışları ve enflasyon beklentileridir. Talep artışlarını bütçe açıkları ve para arzı etkilerken, maliyet artışlarını, ücretler, döviz kuru ve girdi fiyatları gibi faktörler etkilemektedir. Aşağıda bu konuda ortaya atılan farklı yaklaşımlara kısaca değinilmiştir.
    Paracılar enflasyonun ancak parasal genişleme sonucu ortaya çıkabileceğine inanmaktadırlar. Para miktarı ile fiyatlar genel seviyesi arasındaki ilişkiyi açıklayan teorilerden en eskisi paranın miktar teorisi olarak bilinmektedir. Miktar teorisinin Fisher tipi açıklamasında MV=PT denkleminden faydanılmaktadır. Burada M para miktarını, V paranın işlem dolaşım hızını, P fiyatları, T ise para ile yapılan tüm işlemleri gösterir. MV toplam harcamaları, PT ise toplam geliri göstermektedir. Böylece belirli bir dönemde toplam harcamalar toplam gelire eşittir. Miktar teorisine göre V ve T parada miktarındaki değişmelerden etkilenmezler. Para miktarındaki değişmeler sadece P'yi etkiler. Yani P = f(M) dir.
    Enflasyonla mücadelede IMF Ortodoks istikrar politikalarını önermektedir. Ortodoks istikrar politikaları sıkı para ve maliye politikalarım içermektedir. Enflasyonu düşürmek için uygulanan şok programlarla toplam talep azaltılmaya çalışılmakta bunun içinde parasal genişleme yavaşlatılmaktadır. Döviz kuru politikasında ise kayan parite (crawling peg) sistemi tercih edilmektedir.
    Diğer yandan, Sargent ve Wallece (1994) sıkı para ve enflasyonun, enflasyonist mali politikaların varlığında dahi geçerli olacağını belirtmişlerdir. Veri bir bütçe açığının para banımı ve tahvil satımı ile kapatılmaya çalışıldığı bir durumu aşağıdaki eşitlik ile gösterebiliriz.
    Bt + Mt – Dt = Bt-1(1+ r) + Mt-1
    Burada B hükümet tahvil stokunu, M para arzını, D bütçe açığım ve r faiz oranını göstermekledir. Yukarıdaki eşitlik para ve maliye politikalarının bağımlılığına işaret etmektedir ve enflasyonla mücadelenin para ve maliye politikalarının koordinasyonuna dayalı olduğunu göstermektedir. Sargent ve Wallace, para ve maliye politikalarının birbirlerine olan önceliğine göre enflasyonu incelemişlerdir. Para politikasının mali politikayı belirlediği durumda parasal otoriteler, bağımsız olarak para politikasını belirlerler. Böyle yapmakla senyoraj yoluyla elde edilecek gelir belirlenmiş olur. Mali otoriteler, bütçe açığını senyoraj geliri arlı salabileceği tahvil miktarı ile orantılı olarak belirler. Bu şartlarda parasal otoriteler enflasyonu sürekli olarak kontrol edebilirler. Diğer yandan mali politika para politikasını belirlerse, mali otoriteler bağımsız olarak bütçe açığını belirlerler. Bu açık yukarıdaki eşitlik çerçevesinde para basımı ve tahvil satışı yoluyla finanse edilecektir. Eğer bu açık tek başına tahvil satışı ile finanse edilemezse, parasal otoritelerin para yaratması gerekir ve bu da enflasyona neden olur. Eğer hükümetin bütçe açığı para basımı ile finanse edilirse, gelecekteki faiz ödemeleri şimdiki ödemeden fazla olmayacaktır. Mevcut ulusal borcun faiz ödemesi kadar para yaratacaktır. Hükümetin cari bütçe açığını borçla finanse etmesi durumunda:
    Yukarıdaki eşitliğimize MB'deki yabancı rezervleri de ilave edersek
    Bt + Mt - eRt – Dt = Bt-1(l + r) + Mt-1 – eRt-1
    R dış rezerv stokunu e ise döviz kurunu vermektedir. Bu eşitlik hükümetin bütçe açığının üç yoldan finanse edilebileceğini gösterir. 1) tahvil basımı yoluyla 2) para arzını artırma ve 3) dış borçlanma ile. Eğer hükümetin iç piyasadan borçlanamadığını varsayarsak, yukarıdaki eşitlik şu şekli alır:
    Dt = (Mt – Mt-1) - e(Rt-Rt-1)
    Satmalına gücü paritesi varsayımı ile
    Pt = eP*
    P* yabancı fiyat seviyesini göstermektedir. M = kPY para talep denklemi ile birlikte eşitliğimizi yeniden yazarsak
    Dt = (kePt*Yt - keP*t-1Yt-1) - e(Rt -Rt-1)
    Sabit kur ve sabit fiyatlarla
    Dt = (Yt – Yt-1) - e(Rt -Rt-1)  = sabit.
    Tam istihdam seviyesinde Yt =Yt-1, hükümet yabancı rezervler yoluyla enflasyonist olmayan tarzda açığı finanse edebilir, ancak rezervler bittiğinde ödemeler dengesi krizi ortaya çıkar ve sabit kurlar sürdürülemez. İkinci olarak enflasyonu azaltmak için izlenen sıkı para politikası üretimi azaltır ve başlangıçtaki açığı artırır. Bu bir kere daha enflasyonla mücadelede para ve maliye politikalarının koordinasyonunun önemini gösterir. Hükümet açığının asla kontrol altına alınamadığı durum, kısmen enflasyonist olmayan par a politikasına rağmen niçin enflasyonun sürekli olduğunu açıklar.
    Paracıların aksine Yapısalcı yaklaşım, enflasyona farklı yaklaşmakta ve enflasyonun orijinin, mal ve işgücü sektörlerinden kaynaklandığını belirtmektedir. Para arzına bu süreçte pasif bir tamamlayıcı rol verilir. Yapısalcılara göre ekonomideki endeksleme eğilimi, mali açık olmasa dahi enflasyona yol açacaktır. Toplam talep yönetimi yoluyla enflasyonu kontrol altına almayı amaçlayan ortodoks istikrar politikasını etkinsiz bulan Yapısalcılar, heterodoks istikrar politikasını savunmaktadırlar. Yani enflasyonla mücadelede, fiyatlar, ücretler, faiz oranları ve döviz kurlarının dondurulması yolunu daha uygun görmektedirler.
    III- Enflasyon, Faiz Oram ve Döviz Kuru İlişkisi
    Diğer herşey sabit iken, bir ülkenin beklenen enflasyon oranındaki bir artış, sonuçta faiz oranlarını da eşit oranda artırır. Dolayısıyla reel faiz oranı sabit kalır. Enflasyon ve faiz oranları arasındaki bu uzun dönemli ilişki, Fisher Etkisi olarak adlandırılır. Fisher Etkisi, uzun dönemde pür parasal gelişmelerin ekonominin nısbi fiyatları üzerinde bir etkisi olmadığı konusunda diğer bir örnektir . Enflasyon ile faiz oranları arasındaki ilişki de Fisher Denklemi diye bilinen aşağıdaki formülle ifade edilir.
    i = r + Pe
    Burada i nominal faiz oranım, r reel faiz oranını ve Pe de beklenen enflasyon oranını gösterir. Dolayısıyla Pe deki bir yükselme, i nominal faiz oranını da yükseltecektir.
    Herhangi iki para üzerinden beklenen getiri aynı para cinsinden ölçüldüğünde birbirine eşitse bu durum, Faiz Paritesi Koşulu olarak adlandırılır. Faiz Paritesi Koşulu, faiz oranları farkının tam olarak vadeli döviz piyasa prim ya da ıskonto oranına eşitliğini ifade eder. Beklenen getir iler aşağıdaki eşitlik sağlandığında birbirine eşit olacaktır.
    i-i* = (F-E)/E
    i* yabancı faiz oranını, F vadeli döviz kurunu ve E anında teslim kurunu göstermektedir. Reel faiz oranlarının uluslararası alanda aynı olduğunu varsaydığımızda, nominal faiz oranları arasındaki fark, beklenen enflasyon oranları arasındaki farka eşittir.
    i.i* = (P.Pe*)
    Eğer bireyler nisbi satınalma gücünün geçerli olacağını beklerlerse, iki ulusal para tarafından önerilen faiz oranları farkı iki ülkede belirli bir zaman diliminde beklenen enflasyon oranları farkına eşit olacaktır.
    Faiz Paritesi Koşulu, faiz oranları farkının aynı zamanda vadeli prim oranına eşit. olmasını ifade eder:
    i .i* = (Pe.Pe*) = (F-E)/E
    Bu son eşitlik, faiz oranları, enflasyon ve döviz kurları arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Buna göre enflasyon oranı yüksek olan ülkede faiz oranları da yüksek olmalı ve vadeli kur bu fark ölçüsünde prim yapmalıdır. Mesela, hükümet açık bütçe politikası izliyorsa enflasyonun daha da artacağı beklendiğini varsayalım. Beklenen enflasyondaki artış ulusal para üzerindeki faiz oranlarını yükseltecektir. Diğer yandan döviz kurları da faiz paritesini sürdürecek şekilde değişecektir.
    Bazı ülkelerde, yüksek enflasyon oranlarına karşılık MB'nin piyasaya müdahaleleriyle döviz kurlarının yeterince yükselmesine (ulusal paranın değer kaybına) izin verilmeyebilir. Buna ulusal paranın aşırı değerlenmesi denir. Böyle bir durumda yukarıdaki formüle göre dövizin vadeli primi, enflasyon oranları ve dolayısıyla faiz oranları farkından daha küçük olur. Bu da kısa süreli fonların ül***e girmesine neden olur. Ülke eğer döviz darboğazı içinde ise dış denge sorunu geçici olarak rahatlatılabilinir. Paranın aşırt değerli tutulma politikası ithal ikamesi amacını desteklemek ve enflasyonla savaşmak için de uygulanıyor olabilir. Devalüasyon ulusal para cinsinden ithal fiyatını artır. Üstelik talebi ticari olmayan mallara kaydırararak bu malların fiyatlarında da artışa neden olur. Daha sonra nominal ücretler fiyat artışları karşısında muhtemelen yükselecektir ve bu bağlamda enflasyona yol açacaktır. Diğer yandan paranın aşırı değerli tutulma politikası beklentiler mekanizmasıyla daha yüksek enflasyona neden olur. Ulusal para aşırı değerlendiğinde ulusal paradan kaçış başlayacaktır. Bu senyorajda azalışa neden olacak ve hükümeti para arzını artırmaya zorlayacaktır7. Ayrıca paranın aşırı değerlenmesi, ihracatı caydırıcı ve ithalatı özendirici etkilere neden olacak, sonuçta döviz rezervlerini azaltarak cari işlemler dengesi problemini-ortaya çıkaracaktır. Döviz rezervlerindeki azalma sonucu, eğer dış borçlanma da mümkün değilse, döviz kuru yükselecek veya dalgalanmaya bırakılacaktır. Böylece enflasyon artacaktır.
    Enflasyon oranlarının faiz oranlarını etkilemesi yanında, faiz oranları da enflasyonu etkileyebilir. Yüksek faiz oranlan yatırım ve tüketim harcamaları yoluyla toplam talebi daraltarak fiyat artışlarını yavaşlatabilir. Ancak diğer yandan artan faiz oranları firmaların finansman maliyetini artırarak maliyet enflasyonuna yol açabilir.

    IV. Türkiye'de 1980 Sonra İzlenen Para Politikası
    Türkiye, 1980'li yılların başlarından itibaren ekonomik politikalarında radikal değişmeler gerçekleştirmiştir. 24 Ocak 1980 tarihinde IMF tipli Ortodoks istikrar politikasını yürürlüğe koymuştur. İthal ikameci politikadan ihracata dayalı sanayileşme politikasına geçmiş, fınansal liberasyon ve TL.nin konverlibilitesini aşamalı olarak gerçekleştirmeyi amaçlayan önlemler almıştır: l Temmuz 1980 tarihinden itibaren mevduat faizleri serbest bırakılmıştır. Bir yandan konjonktürü izleyen bir kur politikasıyla birlikte uygulanacak olan pozitif reel faiz politikasının para talebini yükseltmesiyle diğer yandan da sıkı para politikası kanalıyla fiyat istikrarının sağlanması düşünülmüştür. Bu politikanın başarısı 1981 ve 1982 yıllarındaki fiyatlardaki azalışla görülmüştür. Ancak 1983 yılında reel olarak artan bütçe açığının finansmanı için MB kaynaklarına başvurulması ve bazı bankaların likiditelerini kuvvetlendirmek amacıyla rezerv paranın genişletilmesi, enflasyonu olumsuz yönde etkilemiştir.
    1986 yılı para politikası yönünden bir geçiş dönemidir. 1986 öncesi, MB'nin para politikası, kamu ve özel kesimin portföy yapısını ve harcamalarını doğrudan kontrol etmek yönünde şekillenmişti. Daha önemlisi, kamu sektörü borçlanma gereği esas itibariyle MB kaynaklarından karşılanmaktaydı ve para politikasını bütçe politikasına bağımlı kılmaklaydı. 1986 yılından itibaren, MB para politikasını önemli ölçüde değiştirdi. Doğrudan para politikası araçlarından dolaylı araçlara kayılmış ve MB politikasını enflasyonu azaltmayı amaçlayan para politikası çerçevesinde organize etmek olmuştur. Yeni politika ile, faiz politikasının etkinliğini artırmak amacıyla ticari bankaların Türk parası cinsinden rezervlerinin kontrol edilmesi ve böylece geniş para arzı üzerinde dolaylı kontrol sağlanması amaçlanmıştır. 1985 de bütçe açıklarının MB kaynaklarından finasmanını önlemek için, devlet tahvili ve hazine bonosu satışı sistemine geçilmiştir. Nisan 1986 da Bankalararası Para Piyasası Interbank uygulamaya konulmuştur.
    1986'da iç amaçlar için ilk kez bir parasal program oluşturulmuştur. Bu parasal programda, geniş para arzının (M2) ve bu artış büyüme oranı, reel faiz ve reel kur gibi değişkenlerle ilişkilendirilmiştir. MB'nin hem net iç hem de net dış aktiflerin büyümesinin kontrolüyle M2'deki arzulanan büyümeye ulaşma amaçlanmıştır.
    1989'da parasal kontrol problemlerinin önemli bir nedeni olan Hazine'nin kısa vadeli avans kullanımına sınır getirilmiş, MB'nin bankalara açtığı krediler denetim altında tutulabilmiş ve bu önlemler sonucunda iç kredi genişlemesi dur durul ab il iniştir. Para politikası stratejisi, parasal büyüklükler yerine bilanço büyüklüğünü denetim allına almayı hedeflemiştir. MB bilançosundaki büyüme, ulusal para arzındaki genişlemeden ziyade net dış varlık artışından kaynaklanmıştır. 1989'da en önemli gelişme sermaye hesabının tamamen liberalizasyonudur.
    Türkiye ekonomisi I98ü'li yıllarda yaşadığı kronik enflasyon, 1990'lı yılların ilk yarısında da devam etmiştir. 198Q'H yılların ortalarında, yıllık ortalama %30'lara kadar düşen enflasyon hızı 1987 yılından sonra yeniden artış eğilimine girmiş ve 1988-1993 döneminde ortalama %65'ler düzeyinde seyretmiştir. Fiyat artışlarının başlıca üç nedeni önemli görülmektedir: İç talep, maliyet yapısı ve beklentiler. Kamu açıklarının süreklilik arzettiği bir ekonomide, açığın finansmanı ve açığın yarattığı reel tüketim harcamalarındaki artış, fiyat hareketlerinde belirleyici olmakladır. Kamu açıklarının parasal genişleme yoluyla finanse edilmesi iç talep ve sonuçla fiyat artışına neden olmaktadır. Parasal genişleme diğer yandan beklentileri olumsuz etkileyerek döviz talebinin artmasına, bu da Türk lirasının değer kaybına neden olmaktadır. Böylece maliyet yoluyla fiyatları yukarıya doğru çekmekledir. Kamu açığının iç borçlanma yoluyla finansmanı ise yurt içi faiz oranlarını yükseltici etki yapmakladır. Faiz oranlarındaki yükselme borç yükünün de giderek artmasına neden olmuştur. Bu durum mali politikalara olan güveni azaltmış ve uzun dönem enflasyon beklentilerini artırmıştır.
    1993'de kamu kesiminin artan açığı ve Hazine'nin iç borçlanma ihalelerini iptal etmesi sonucu MB kaynaklarına başvurulmasına ve bu da likiditenin artmasına neden olmuştur. MB fiyatlar üzerindeki etkisinden kaçınmak için döviz satmak durumunda kalmıştır. Diğer yandan faiz oranlarının piyasa şartlarına göre değişmemesi döviz kuru üzerinde baskı yaratmıştır. Sermaye hareketlerinin liberalizasyonu ve bankaların kısa pozisyonu nedeniyle MB rezervleri hızla erimiştir. Bu gelişmeler 1994 de büyük bir devalüasyon ve IMF ile yapılan stand-by anlaşmasıyla sonuçlanmıştır. İstikrar önlemleriyle iç talebin kısılması, döviz kurlarının ve faiz oranlarının yükseltilmesi amaçlanmıştır. 1995 yılında para politikasının hedefi, 1994 yılında %150 düzeyine yükselen enflasyonun düşürülmesi olmuştur.
    1996-1997 para politikasının amacı, fınansal piyasaların istikrarına yöneliktir. Bu dönemde döviz kurları beklenen enflasyon oranına paralel değişmiştir ve para piyasalarındaki faiz oranlarındaki dalgalanmalar azalmıştır. 1998 de MB'nin ana amacı enflasyonu %70'lerin allına çekmektir. MB'nin elindeki tüm parasal politika araçlarının bu amaç için kullanılması hedeflenmiştir. Temelde MB para yaratmada iç aktiflerdeki artışı sınırlandırmaya devam edecek, kısa dönemli faiz oranları enflasyonla mücadelede kulandan bir başka araç olacaktır. Döviz kurları beklenen enflasyonla bağlantılı olarak artacaktır.
    Şu anki para politikasının ana özellikleri beş başlık allında özetlenebilir.
    - MB iç aktiflerin büyümesini sınırlandırmayı amaçlamıştır.
    - MB enflasyona yol açmadan, talep edildikçe rezerv parayı artırmak islemektedir. Net yabancı aktiflerdeki bir artış sonucu oluşan fazla likidite açık piyasa işlemleriyle piyasadan çekilir.
    - MB döviz kurlarında istikrara özel bir önem vermekledir.
    - Hazine'nin iç finansal piyasalardan sürekli borçlanması, MB ve Hazine arasında koordinasyonu gerektirir.
    - Ulusal faiz oranları büyük ölçüde Hazine'nin iç borçlanma stratejisiyle belirlenir. MB bu süreçte sadece gözlemcidir.

    V. Kullanılan Yöntem ve Veri Seti
    Bu çalışmada Türkiye'de enflasyonu etkileyen potansiyel değişkenleri analiz etmek için 1987:1-1998 aralığı için üç aylık veriler kullanılmıştır. Enflasyon (ENF), Tüketici Fiyat Endeksi'nin (1987=100) logaritmik farkların yüz ile çarpılmasıyla bulunmuştur. Enflasyonu etkilediğini düşündüğümüz değişkenler ise şunlardır: MB'nin Hazine'ye verdiği kısa vadeli avanslar (LAVANS), bütçe açıkları (LBÜTCE), üç aylık mevduat faiz oranları (LFAİZ), sabit fiyatlarla (1987) GSMH (LGSMH), dar para arzı (LM1), geniş para arzı (LM2), cari fiyatlarla maaş-ücret (LÜCRET), tarım sektörü genel fiyat endeksi (1987=100) (I.TAREND), ve bir birim ulusal para karşılığı ABD dolan satış kuru (LUSAS). Enflasyon oranı dışındaki tüm değişkenler logaritmik şekildedir. Ayrıca gerektiğinde, birinci farklarının alındığını belirtmek üzere, tüm değişkenlerin önüne D harfi eklenmiştir.
    İki değişken arasında zamana bağlı gecikmeli ilişki varken, nedenselliğin yönünün (sebep sonuç ilişkisinin) istatistiki olarak tesbiti sözkonusudur. Bu tesbit için geliştirilen testlerden en önemlisi Granger nedensellik testidir. Çalışmamızda, enflasyon ile yukarıda sayılan değişkenler arasındaki ilişkileri belirlemek için Granger nedensellik testi kullanılmıştır.
    Testte önce şu denklemler tahmin edilir.
    ENFt = (1)
    ENFt = (1ı)
    Xt = (2)
    Xt = (2ı)
    Burada,  sabiti, , ,  ve  gecikme katsayılarını (lag), m ve n gecikme dönemlerini, ut1 ve ut2 modelin hata terimlerini göstermektedir. X enflasyonu etkilediğini düşündüğümüz değişkenlerden birisini temsil etmektedir. J nolıt denklem denklemde X'in gecikmelerinin ENF üzerinde bir etkisinin ve 2 nolu denklemde ise ENF'nin gecikmelerinin X üzerinde bir etkisinin olup olmadığı araştırılmaktadır. 1' ve 2' denklemleri ise X değişkenlerinin birinci farklarının alınarak aynı denklemlerin tahmin edildiğini göstermektedir.
    Yukarıdaki l ve 2 nolu denklemler tahmin edildikten sonra, gerekli sıfır ve alternatif hipotezler kurularak nedensellik belirlenir, l nolu denkleme göre, eğer X değişkeninin loğları eşanlı olarak sıfıra eşit değilse "X değişkeni ENF değişkeninin Granger nedenidir" denir.
    Enflasyon ile yukarıda belirtilen değişkenler arasındaki ilişkileri belirlemek için önce birim kök analizi yapılacaktır. Yani serilerin durağan olup olmadıkları belirlenecektir. Birim kök analizi için Dic***-Fuller testleri kullanılacak, bunun için aşağıdaki regresyon denklemlerinden faydalanılacaktır.
    Yt = 1 + Yt-1 + ut (3)
    Yt = 1 + 2t + Yt-1 + i (4)
    Her bir eşitlikte sıfır hipotezi  = 0, yani birim kökün varlığını belirtmektedir (Y durağan bir seri değildir). 4 nolu denklem hata terimleri arasındaki olabilecek korelasyonu önlemek için yeterli sayıda gecikme terimi ilave edilmesi gerekliliğini göstermektedir. Eğer değişkenin hesaplanan t (diğer adıyla tau = ) istatistiği, Dic*** Fuller yada MacKinnon kritik T değerlerden küçükse sıfır hipotezi kabul edilir. Daha sonra ise nedensellik analizi ile değişkenler ile enflasyon arasındaki nedenselliğin yönü belirlenecektir.

    VI- Amprik Sonuçlar
    Tablo 1'de değişkenlerin loğ seviyelerinde yapılan durağanlık testi sonuçları verilmiştir. 3 nolu denkleme göre enflasyon ve GSMH dışında diğer 8 değişkenin %5 anlam seviyesinde durağan olmadıkları, yani hesaplanan tau değerlerinin kritik değerden küçük olduğu görülmektedir. 4 nolu denkleme göre ise enflasyon, ve faiz değişkeni dışında diğer 8 değişken %5 anlam seviyesinde durağan değildir. Tablo 2'de enflasyon dışında aynı değişkenlere ait birinci fark seviyesinde yapılan durağanlık test sonuçları verilmiştir. GSMH ve faiz değişkenleri 3 ve 4 nolu denkleme göre farklı sonuçlar verdiği için durağan olmadıklarına karar verilmiştir. Sonuca göre bütün değişkenler 1(1), yani birinci fark seviyesinde durağan oldukları gözlenmektedir.
    Enflasyon dışındaki bulun değişkenlerin enflasyonun tahmininde açıklayıcı bir değişken olup olmadıklarını görmek için Granger nedensellik testleri uygulanacaktır. Ancak bu test için gecikme sayılarının belirlenmesi gerekmektedir. Gecikme sayısı testi, enflasyon ve 1(1) olan diğer değişkenler için l' nolu denkleme göre yapılmıştır, l' nolu denklem, 12, 10, 8, 6, 4 ve 2 gecikme sayılarında test edilmiştir. En son 12 gecikme sayısının alınmasının nedeni ise, genellikle literatürde üç aylık veri kullanıldığında, denklemdeki değişkenlerin dinamiklerini belirlemek için 3 yılını yeterli olabileceği görüşünün lıakim olmasıdır14. Bu nedenle 12 gecikme sayısından geriye doğru Akaike Bilgi Kriteri (Akaike's Information Criterion-AJC) ve Schwartz Bayesian Kriteri (Schwarz Bayesian Criteria-SBC) gecikme sayısı testleri yapılmaktadır. Test sonuçları Tablo 3'de görülmektedir. Bu tablodaki verilere göre bütün değişkenler için en uygun gecikme sayısı çoğunlukla 4 olarak belirlenmekledir. Ancak bazı değişkenler için A1C ve SBC farklı sonuçlar verdiği için gecikme sayısı 2, 4 ve 6 olarakta belirlenebilmektedir. Bu nedenle Tablo 4, l' nolu denkleme ait, 2, 4, ve 6 gecikmeli Granger test sonuçlarını vermektedir. Bu sonuçlara göre, DLBÜTÇE (2, 4 ve 6 lag), DLGSMH (2, 4 ve 6 lag), DLM1(2 lag) ve DLTAREND (2 lag) değişkenleri enflasyon üzerinde Granger nedensellik ilişkisine sahiptirler.
    Bu sonuçlardan sonra, enflasyonun tek tek diğer değişkenler üzerinde bir Granger nedensellik etkisine sahip olup olmadığının sonuçları 2' nolu denkleme göre Tablo 5'de verilmiştir. Bu sonuca göre, enflasyondan DLBÜTÇE (2 ve 6 lag), DLFAİZ (2 lag), DLGSMH (2 lag) ve DLM2 (2, 4 ve 6 lag) değişkenlerine doğru Granger nedensellik ilişkisinin olduğu görülmektedir. Enflasyon oranındaki artışın faiz oranını etkilemesi, Fisher tipi etkinin oluştuğunu göstermektedir. Ancak enflasyondan kur değişkenine doğru nedensellik ilişkisi bulunmamaktadır. Bu anlamda Faiz Paritesi Koşulu gerçekleşmemektedir.
    Yukarıdaki sonuçları kısaca toparlarsak, enflasyon, bütçe açığı ve para arzı ve GSMH arasında karşılıklı etkileşim vardır. Yani enflasyon bütçe açığını, bütçe açığı da enflasyonu etkilemektedir. Bütçe açığının enflasyonu .etkilemesi, talep yönlü baskı ile oluşabilir. Enflasyonun bütçe açığını etkilemesi ise, devletin sürekli borçlanma gereği sonucu faizlerin yükselmesi ve dolayısıyla bütçe içindeki faiz yükünün artması sonucu olabilir. Enflasyon nedeniyle ulusal paradan kaçış sonucu ortaya çıkan senyorajda azalış, hükümetin para arzını artırmasına sebep olur. Para arzının enflasyonu etkilemesi ise talep yoluyla ortaya çıkabilir. Enflasyon ise tek taraflı olarak, faiz oranını, genel tarımsal fiyat endeksi, ve geniş para arzını etkilemektedir.
    Çalışmamızda kullandığımız değişkenlerden birinde meydana gelen bir şoka karşı enflasyonun bugün ve gelecekte nasıl tepki gösterdiğini görmek (veya tersi) için Etki Tepki fonksiyonlarını da analiz ettik. Bu analiz için önce 2 ayrı VAR sistemi için AlC ve SBC göre lag uzunlukları belirlenmiştir. VARI sistemindeki değişkenler, ENF, DLFAİZ, DLM2, DLUSAS ve DLBÜTÇE'dir. Bu sisteme göre en uygun lag sayısının 6 olduğu AlC ve SBC göre belirlenmektedir. Yine ENF, DLGSMH2, DLÜCRET, DLTAREND ve DLAVANS değişkenlerinin yer aldığı VAR2 sisteminde yine en uygun lag sayısı AlC ve SBC göre 6 olarak bulunmuştur.
    Tablo 6 ve Tablo 7, VARI ve VAR2 sisteminde ele alınan değişkenlerle enflasyon arasında çok değişkenli Granger nedenselliği araştırılmıştır. Tablo 6, VARI için yapılan Granger nedensellik sonuçlarını vermektedir. 1. farkı alınmış loğ seviyesinde, bütçe açığı enflasyonu etkilerken, enflasyonda bütçe açığını etkilemekledir. Tablo 7 ise, VAR2 için yapılan Granger nedensellik sonuçlarına göre bu sistemde hiç bir değişken birbirini etkilemediğini göstermektedir.
    VAR1 için yapılan ınpulse response analizinin sonuçlarını da aşağıdaki gibi özetleyebiliriz.
    Grafik A'da, bütçe açığının birinci farkının alınmasıyla yapılan analizde, bütçe açığındaki bir birim standart sapmaya (şok) karşı enflasyonun başlangıçtaki tepkisizliğine rağmen geniş dalgalanmalarla dönem boyunca devam ettiği görülmektedir. Yine birinci farklarla enflasyonda meydana gelen bir birim şokun bütçe üzerindeki etkisini A' Grafiği vermektedir. Enflasyondaki şoka karşı başlangıçta bütçe açığının tepkisizliği beş dönem sonra sürekli dalgalanmalarla devam etmektedir.
    Grafik B'de görüldüğü gibi, faiz oranlarında meydana gelen bir şoka karşı, enflasyonun tepkisi iki dönem sonra en yüksek noktasına ulaşmakta, ancak daha sonraki dönemlerde dalgalanmalar azalarak yok olmaktadır. Grafik R' de ise enflasyonda meydana gelen bir şoka karşı faiz oranları önce pozitif ancak iki dönem sonra en düşük seviyeye düşmekte, sonraki dönemlerde ise etkinin giderek azaldığı görülmektedir.
    C ve D grafiklerinde ise para arzı ve kurda meydana gelen şoka karşı enflasyonun tepkisini, C' ve D' grafiklerinde ise enflasyonda meydana gelen bir şoka karşı para arzı ve kurun tepkisini vermektedir. Bu grafiklerde başlangıçta oluşan önemli etkinin zaman içinde azaldığını göstermektedir.
    Kısaca Etki Tepki analizlerinden görüldüğü gibi, enflasyon ve bütçe açığında meydana gelen bir birim şoka karşı aynı değişkenlerin tepkisi zaman içinde dalgalanmalarla devam etmektedir. Ancak enflasyonda meydana gelen bir birim şoka karşı, faiz, para arzı ve kur değişkenlerin tepkisi ile yine bu değişkenlerde meydana gelen bir birim şoka karşı enflasyonun tepkisi zaman içinde azalarak etkisini kaybetmektedir.

    VII-Sonuç
    Türkiye'de son yirmi yıl boyunca enflasyon hem yüksek hem de süreklidir. Bir başka deyişle enflasyon Türk ekonomisinin ana problemi olmaya devam etmektedir. Bu nedenle enflasyonist beklentiler çok güçlüdür. 1998 yılında MB'nin ana hedefi enflasyonu %70'lerin altına çekmek şeklindedir. Bunun için tüm para politikası araçlarını bu amaç doğrultusunda kullanmayı hedeflemiştir. Para arzı, kısa vadeli faiz oranları ve döviz kuru politikası enflasyon hedefi ile uyumlu olacaktır. Bu çalışmada, MB'nin enflasyonla mücadelede kullanacağı bu araçların enflasyon üzerinde ne oranda etkili olduğunu amprik tarzda araştırılmıştır. Analiz sonuçlarımız, enflasyondan, faiz oranına ve para arzına doğru nedenselliğin olduğunu, ancak döviz kuruna doğru bir nedenselliğin ise olmadığını göstermiştir. Bir başka deyişle analizimizde Fisher etkisi görülürken, enflasyonla kurlar arasında beklenen ilişki gerçekleşmemektedir. Bu durum, Türkiye'de, ithal ikamesi politikasını desteklemek ve enflasyonla savaşmak için paranın aşırı değerli tutulma eğiliminin olduğunu göstermektedir. Diğer yandan, faiz oranından enflasyona doğru bir nedensellik bulunmazken, para arzından enflasyona doğru bir nedensellik tespit edilmiştir. Enflasyonla ilgili olduğunu düşündüğümüz ve para arzı, faiz ve kur değişkenlerine ilave olarak analizimize dahil ettiğimiz, GSMH, ücretler, tarımsal mallar fiyat endeksi, kısa vadeli avanslar ve bütçe açıkları ile enflasyon arasındaki nedensellik ilişkisi de araştırılmıştır. Analiz sonuçlarımıza göre, enflasyondan bütçe açığı ve GSMH'ya doğru bir nedensellik tespit edilmiştir. Ayrıca, bütçe açığı, GSMH ve tarımsal mallar fiyat endeksinden de enflasyona doğru bir nedensellik tespit edilmiştir. Türkiye'de enflasyon ile bütçe açığı arasındaki ilişkiye bakarak, MB'nin enflasyonla mücadelede sıkı para politikası izlese dahi enflasyon seviyesini ılımlı bir seviyeye indirmesinin sadece MB'nin tek başına gerçekleştireceği bir süreç olmadığını, geniş kapsamlı bir çabayı gerektirdiğini söyleyebiliriz. Etki Tepki analizi sonuçları, enflasyon ile bütçe açıklarının birbirleri üzerinde etkilerinin uzun dönemde devam ederek sürdüğünü göstermektedir. Sargent ve Wallece'nin belirttiği gibi enflasyonist maliye politikalarının varlığında, sıkı para politikası uygulansa dahi enflasyon hızını kesmeyecektir. Hazine ve MB arasındaki /inansal ilişkinin revizyonu ve MB'nin bilançosu üzerindeki kontrolünün artması fiyat istikrarı hedefine yardım edecektir. Bir başka deyişle bağımsız bir MB, kredibilitesi yüksek bir kurum haline gelecek, parasal ve fınansal istikrarı temin edip, koruyacaktır. Kısaca Türkiye'deki enflasyonun azaltılmasında, hem para ve hem de maliye politikaları birlikte çalışmalıdır.
İşlem Yapılıyor
X