Tıp Dünyasından Güncel Haberler 2012 yılı..

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • HIAMOVI
    satélite de expertos
    • 22-12-2004
    • 14236

    Tıp Dünyasından Güncel Haberler 2012 yılı..

    eski konumun yerine buradan devam edeceğim....


    Fazla internet beyne zarar

    İnternette uzun süre vakit geçirmek beyin sağlığı açısından tehlikeler barındırıyor.


    İSTANBUL - İnternette saatlerce vakit geçirdikten sonra ağır bir yükün altından kalkmış gibi mi hissediyorsunuz? Günümüz nesli neredeyse günde 8 saatini internette gezinerek geçiriyor ve bunun sonucu yorgun bir beyin oluyor.
    İnternette geçirilen zaman sadece bir kullanıcı deneyimini barındırmıyor. Örneğin internette alışveriş deneyimi de tekil bir şekilde gerçekleşmiyor. Kullanıcılar çoğu zaman internetteyken önlerinde dört ayrı sekme açık halde email’ler arasında dolaşırken, tweet atarken ya da word’de yazı yazarken bir yandan da alışveriş yapıyor.


    ÇOK İŞİ BİR ARADA YAPMAK YARATICI DÜŞÜNCEYİ ÖLDÜRÜYOR
    ForensicPsychology.net tarafından yapılan bir araştırmaya göre bu şekilde yapılan çoklu işler stres seviyesini artırıyor ve yaratıcı düşünmeyi azaltıyor.

    Online ortamda aynı anda birçok iş yapmak beynimizi ve zihnî durumumuzu olumlu olarak etkilemiyor. Ağır internet kullanıcılar depresyona girmeye 2.5 kat daha meyilli… Üstüne üstlük internet bağımlılığının, beyindeki beyaz maddeyi yani hafıza ve duyulara ait yeteneklerin işlemesini sağlayan transmiterleri azaltması da beyin için hayli olumsuz bir durum.

    "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
    Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






  • HIAMOVI
    satélite de expertos
    • 22-12-2004
    • 14236

    #2
    Konu: Tıp Dünyasından Güncel Haberler 2012 ( genetik,kök hücre vs )

    İnsanlar 'seri üretimle' doğacak

    Bilim insanları, insan kök hücresinden geliştirilen yumurtaların, 2012 sonlarında sperm hücreleriyle döllenerek, kök hücreye dayanan ilk embriyoların üretilebileceğini belirtti.


    Tüp bebek tedavisinde çığır açabilecek gelişmenin yaşanması halinde, bebek sahibi olmak isteyen çiftler yumurtalarını bağışlamak zorunda kalmayacak. Öte yandan, kök hücrelerden elde edilecek yumurtaların embriyolara nakledilmesiyle insanların çoğalması sınırsız bir döngü haline gelebilir.
    Tıp dünyasında Şubat yayımlanan bir araştırmada, üremeye dayanan kök hücrelerini, cinsiyet değiştirme ameliyatı geçirdikleri için bağışlayan Japon kadınlar konu edilmişti. ABD’nin Massachusetts Genel Hastanesi’ndeki araştırmacılar, laboratuarda yaptıkları deneylerde, yumurtalığa ait bu kök hücreleri, olgunlaşmamış yumurta hücrelerine dönüştürmeyi başarmıştı.


    Araştırmacılar daha sonra farelere nakledilen bu yumurtalardan, olgun yumurtalık yapısı elde etmeyi başardı. Cinsiyet değiştiren kadınlardan alınan kök hücreleri olgun yumurtalara çeviren ABD’li araştırmacılar, şimdi İskoçya’nın Edinburgh Üniversitesi’ndeki meslektaşlarıyla çalışarak, bu yumurtalara sperm enjekte etmek istiyor.

    KISIRLIK ORTADAN KALKABİLİR
    Sperm enjekte edilmesinin ardından, biilim insanları, yasal sürecin izin verdiği iki haftalık müddet boyunca yumurtanın embriyoya dönüşüp dönüşmediğini kontrol edecek. Alınan sonuca göre embriyolar ya dondurulacak ya da “ölmelerine izin verilecek.” Eğer kök hücrelerden insan yumurtaları elde edilebilirse (oosit), bir gün bu yumurtalar kısırlığın ortadan kaldırılması adına en büyük gelişmelerden birine işaret edebilir.


    Kök hücrelerinden elde edilen oositler, menapoz geçiren kadınların yeniden doğurganlık kazanmasını veya kısır kadınların hamile kalmasını sağlayacak. Detayları Independent gazetesinde yer alan yöntem, bazıları tarafından “gençlik iksiri” olarak bile adlandırılıyor. Bunun sebebi, şüphesiz kadınların yaşlarına bakmaksızın kök hücrelerinden yapılma oositler sayesinde her zaman doğurgan kalabilecek olmaları.
    KORKUTUCU SENARYOLAR
    Kök hücrelerine dayanan embriyo üretiminin son aşamasına gelebilmesi için, biyologlar İngiltere’nin İnsan Döllenmesi ve Embriyoloji İdaresi’den izin almak zorunda. Eğer izin çıkarsa, bilim insanları 2012’in sonlarına doğru ilk kök hücre bazlı embriyonun elde edilebileceğini belirtiyor.
    Kök hücreler, her türlü hücreye göre farklılaşabildikleri için yürütülen araştırmanın başarılı olması adına büyük umut vaat ediyor. Ancak, bu araştırmanın kök hücleri sonu gelmeyen bir hücresel materyal kaynağına çevirme olasılığı da bulunuyor.


    Kök hücrelere dayanan araştırma, her kadının çocuk sahibi olmasını sağlayabilir. Ancak bu araştırmanın akıllara getirdiği korkutucu senaryolar da mevcut: Kök hücrelerden elde edilen yumurtalar, daha fazla kök hücre içerecek embriyolara dönüşecek. Böylece, hasat edilmiş, kendi kendine yeten kök hücre fabrikaları şeklinde insanlar ortaya çıkacak. İngiliz yetkililerin vereceği karar, insanlığın geleceği adına oldukça önemli bir karar olabilir.

    "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
    Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






    Yorum

    • HIAMOVI
      satélite de expertos
      • 22-12-2004
      • 14236

      #3
      Konu: Tıp Dünyasından Güncel Haberler 2012 ( genetik,kök hücre vs )






      Otizm hastalığının genleri ilk kez tespit edildi

      Bağımsız çalışan bir grup bilim insanı, tıp dünyasında ilk kez, çocuklarda otizm hastalığına neden olan birçok genetik mutasyonu tespit ettiklerini açıkladı.




      Nature dergisinde yayımlanan araştırmalar, geçmişteki sayısız bulguya da göz önüne alarak, beyin gelişiminde yüzlerce, hatta binlerce genetik farklılığın olumsuz rol oynayabileceğini gösterdi. ABD’nin Yale, Harvard ve Washington Üniversiteleri tarafından gerçekleştirilen üç ayrı araştırmada ayrıca, çocuklarda otizm görülme riskinin anne-babanın yaşı ilerledikçe arttığını ve özellikle 35 yaş üstü babalar için bu riskin daha yüksek olduğu belirtildi.


      Bilim insanları yeni araştırmanın, otizm hastalığının biyolojik temelini anlamak adına doğru bir strateji kurmakta kendilerine yardımcı olacağını, geçmişte böyle bir imkanları bulunmadığını ifade etti. Ayrıca, hastalığın kalıtımsal riskleri ve çevre faktörleriyle olan bağlantısı üzerinde on yıllardır süren tartışmaların ardından, otizmin güçlü bir genetik temeli olduğu anlaşıldı.


      Araştırmacılar, söz konusu genetik mutasyonlara çok nadir rastlandığı ve araştırmalarda yer alan çocukların çok azında bulunduğunu belirtti. Çok nadir genetik mutasyonların deşifre edilmesiyle, tüm otizm vakalarının yüzde 15-20’sinin anlaşılabileceği, beyin gelişiminde yaşanan sorunların anlaşılmasında yeni mekanizmalar elde edilebileceği ifade edildi. ÜÇ ARAŞTIRMA, AYNI SONUÇ
      Otizm araştırmalarına dönüm noktası olabilecek üç araştırmada da, de novo mutasyonlar olarak bilinen ve nadir görülen genetik bozukluklara odaklanıldı.
      Kendilerinde hastalığın belirtisi olmamasına rağmen, çocukları otizm hastası olan çiftlerin kanlarındaki genetik materyal analiz edildi. Böylece, anne ve babadan gelmiş olabilecek genetik özelliklerin incelenmesi yerine, otizm hastalığına neden olabilecek ilk mutasyonların tespit edilmesi amaçlandı.
      Soldan sağa, Dr. Evan Eichler ve ekibine yer alan Jay A. Shendure ile Brian O’Roak.

      De novo mutasyonları kalıtsal olmasa da, gebeliğin başlarında veya gebelik süresince doğal olarak ortaya çıkabiliyor. Birçok insanda bulunan de novo mutasyonlarının çoğu, beden ve zihin sağlığına tehdit oluşturmuyor.
      Çalışmalardan ilkinde, Yale Üniversitesi’nde genetik mühendisi ve çocuk psikiyatri olan Dr. Matthew State, otizm ön teşhisi konulan ve otzim hastalığının belirtisini göstermeyen anne-baba ve çocukların oluşturduğu 200 kişide de novo mutasyonlarını saptamaya çalıştı. Araştırmada, birbirleriyle akrabalığı olmayan, otizm hastası iki çocuğun aynı genlerinde de novo mutasyonları tespit etti. Otizm ön teşhisi olmayan kişilerde ise benzerlik saptanmadı.
      Sate, “Bu sonuç, üzerinde 21 bin nokta bulunan bir dart tahtasında aynı noktayı iki defa vurmaya benziyor... Mutasyonun tespit edildiği genin otizm hastalığına neden olma ihtimali yüzde 99.9999” dedi.
      State ve ekibi, otizm hastası olan bir üçüncü çocuğun farklı bir geninde de de novo mutasyonu tespit etti. Ancak bu genin hastalığa sebep olma ihtimalinin daha düşük olduğu ifade edildi.
      İKİNCİ ARAŞTIRMA İLKİNİ DOÐRULADI
      Washington Üniversitesi’nden Dr. Evan Eichler’in başını çektiği araştırmacılar, Yale Üniversitesi’ndeki araştırmanın benzerini 209 aile üzerinde yaptı. Aynı sonucu veren bu araştırmada, otizm hastası olan bir çocukta, aynı gende genetik bozukluk tespit edildi.
      İki araştırmadaki benzerlik bununla sınırlı kalmadı. Araştırmacılar, akraba olmayan iki otizm hastası çocukta, aynı gende de novo mutasyonu olduğunu tespit etti. Otizm teşhisi olmayan insanlar üzerinde yapılan incelemelerde ise benzer bir duruma karşılaşılmadı.
      ÜÇÜNCÜ DORÐULAMA
      Dr. Mark Daly.

      Üçüncü ve benzer bir araştırma, Harvard Üniversitesi’nden Mark Daly ve ekibi tarafından gerçekleştirildi. İlk iki araştırmadaki üç geni bulmaya çalışan Daly, bu genleri taşıyan daha çok vaka buldu. Daly, “Her insanda genel olarak en az bir de novo mutasyonu bulunuyor. Ancak bu araştırmada, otizm hastası olan çocukların bu mutasyonları daha yüksek bir oranda bulundurduklarını ve mutasyonun etkilerinin çok daha güçlü olduğunu gördük” dedi.
      YAŞ ARTIKÇA RİSK ARTIYOR
      Her üç araştırma, otizm riskinin anne-baba yaşınının ilerlemesiyle arttığını gösterdi. Dr. Eichler, 51 de novo mutasyonu üzerinde yaptığı analizde ise erkeklerdeki DNA’nın kadınlara kıyasla genetik bozukluğa neden olma ihtimalinin dört kat daha fazla olduğunu tespit etti. Otizm hastası bir çocuğa sahip olma riskinin, 25 yaşındaki erkeklere kıyasla 35 yaşındaki erkeklerde artması, yaş faktörünün etkisi iyice gözler önüne serdi.
      Bilim insanları yaş farklıyla ortaya çıkan etkiyi, “yaşlı erkeklerin spermlerinin beyin gelişimini etkileyebilecek genetik bozukluklara neden olabileceği ihtimaline” dayandırdı.
      TEDAVİ ÜRETİLMESİ UZUN SÜRECEK
      Elde edilen bulgular, geliştirilecek yeni tedavi yönteminin oldukça uzun zaman alacağına işaret ediyor. Ancak hem Eichler, hem de Daly, yüksek risk içeren genlerin, paylaşılan biyolojik süreçlerde etkileşim göstermesinin, tedavi bulunma sürecini azaltabileceğini belirttti.
      Eichler, “Henüz, buzdağının ucunu görüyoruz... Ama herkes nereden başlamamız gerektiği konusunda emin” ifadesini kullandı. Dr. State ise “Bence çok önemli bir yerdeyiz, çünkü yıllardan beri bu alanda çalışıyorum ve hastalığa neden olan bir geni bile bulamamıştık” dedi.
      UZMANLAR TEMKİNLİ
      San Diego Üniversitesi’sinde molekület tıp alanında akademisyen olan Jonathan Sebat, “Bu araştırmaların bir atılım olduğuna inanmıyorum, çünkü benzer sonuçlar elde edilmesini bekliyorduk... Yine de bir dönüm noktası olabilir. Gelecek bir iki yıl içinde, 20-30 veya daha fazla genetik mutasyon keşfedebileceğimizi söyleyebilirim” dedi.


      Diğer uzmanlar ise konuya daha şüpheli yaklaşarak, çok nadir görülen mutasyonların genetiğinin deşifre edilerek, bu mutasyonların belli genler üzerindeki etkisi hakkında kesin açıklamalar yapılmayacağını savundu.


      Johns Hopkins Üniversitesi Genetik Tıp Enstitüsü’nden Dr. Aravinda Chakravarti, “Bu çok iyi bir başlangıç ancak nadir görülen mutasyonların nedenini, hatta genel popülasyondaki seviyesini bilmiyoruz... Daha çok çalışılması gerek” ifadesini kullandı.

      "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
      Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






      Yorum

      • HIAMOVI
        satélite de expertos
        • 22-12-2004
        • 14236

        #4
        Konu: Tıp Dünyasından Güncel Haberler 2012 yılı..

        Fazla E vitamini kemiklere zarar

        Japon uzmanlar E vitamininin kemiklere zarar verebileceğini gösteren bir araştırma yayımladı.



        Keio Üniversitesi'nden uzmanların Nature Medicine adlı tıp dergisinde yayımladıkları araştırma, büyük dozlarda E vitamini verilen farelerde kemik yoğunluğunun daha düşük olduğunu ortaya koyuyor.


        Vitamin E, yağlarda, ıspanak, brokoli gibi yeşil renkli sebzelerde, fındık ve bademde bol bulunuyor.

        Kemik eriten hücreler
        D vitamini ile kemik sağlığı arasındaki ilişki çok iyi biliniyor, fakat E vitamininin kemikler üzerindeki etkisi konusunda çok daha az araştırma var.
        Tokyo'daki Keio Üniversitesi'ndeki uzmanlar yeterli E vitamini almayan farelere bakmış, ardından da bunlara E vitamini hapları verildikten sonra gözlemlemişler.
        E vitamininin kemik yoğunluğu üzerinde olumlu bir etkisi olabileceği sonucuna varan bazı daha eski araştırmalar var, ama Japon uzmanların vardığı sonuç bunun tam tersi: E vitamini verilmeyen farelerde kemik yoğunluğu verilenlerden daha fazla çıkmış.
        Yetişkin bir vücutta kemik ölçüsü ve yoğunluğu sabit kalmıyor. Yeni kemik yapan osteoblast hücreleri ile kemik eriten osteoklast hücreleri arasındaki denge tarafından belirleniyor.
        Araştırmacılar E vitamininin kemik eriten osteoklast hücdelerinin oluşumunu teşvik edebileceğini düşünüyorlar. Bu durumda vücut ürettiğinden çok kemik hücresi kaybediyor.
        2010 yılında fareler üzerinde yapılan benzer bir deney tam tersi sonuçlar vermiş, hatta E vitamininin yaşlılarda kemik güçlendirme tedavisinde kullanılabileceğini önermişti.
        Araştırmalar yetersiz
        Fakat Aberdeen Üniversitesi'nde beslenmenin kemik sağlığı üzerindeki etkileri üzerinde çalışmalar yapan Dr. Helen Macdonald, henüz bu alandaki çalışmaların çok sınırlı olduğunu söylüyor.
        Dr. Macdonald'ın kendisinin yürüttüğü bir başka çalışma da da E vitamininin kemikler üzerinde olumsuz etki yaptığı sonucunu vermiş.
        Dr. Helen Macdonald bu nedenle insanların içinde zaten az miktarda E vitamini olan besinlerden kaçınmak için beslenme alışkanlıklarını değiştirmesine gerek olmadığını vurguluyor ama normal bir diyetin içerdiğinden daha yüksek dozda E vitamini içeren hapların faydalı olmadığı hatta kemikler için zararlı dahi olabileceği konusundaki bulguların arttığına dikkat çekiyor.

        Ama uzmanlar asıl normal diyet dışında alınan E vitamini haplarının sorun yaratabileceğine dikkat çekiyor.

        "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
        Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






        Yorum

        • HIAMOVI
          satélite de expertos
          • 22-12-2004
          • 14236

          #5
          Konu: Tıp Dünyasından Güncel Haberler 2012 ( genetik,kök hücre vs )

          Alkol bağımlılığına 'LSD tedavisi'

          Norveçli bir grup bilim adamının araştırmasına göre halüsinasyonlara neden olan LSD'nin bir dozu alkol bağımlılarının tedavisine yardımcı olabilir.

          BBC Türkçe




          İSTANBUL - Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden akademisyenler, daha önce yapılmış, LSD'nin alkolikler üzerinde denendiği altı çalışma olduğunu belirledi. Araştırmacıların Psikofarmakoloji Dergisi'nde yayınlanan raporu, 1960'larda yapılan çalışmalardan elde edilen verilerin yeniden incelenmesiyle hazırlandı.
          Bu çalışmalarda 500'den fazla denek üzerinde farklı testler uygulanmış. Deneklerin tamamına, alkol bağımlılığında uygulanan standart tedaviler verilirken aralarından bazılarına bir doz da LSD verilmiş. Deneylerin sonuçları, LSD verilen deneklerden yüzde 59'unun alkol kullanmayı bıraktığını gösteriyor. Bu oran standart tedavi uygulanan hastalarda yüzde 38 seviyesinde.
          Araştırmacılar, alkol bağımlılığının tedavisinde LSD kullanımının çok önemli sonuçlar ortaya koyduğunu ve bu yöndeki araştırmaların ilerletilmemesinin şaşırtıcı olduğunu belirtiyorlar.

          YASALAR GEVŞETİLMELİ'
          Uyuşturucu maddeler konusunda geçmişte İngiltere hükümetine danışmanlık yapan Profesör David Nutt, LSD kullanılan tedavi yönteminin, muhtemelen uygulanan diğer tedavi yöntemleri kadar başarılı olduğunu belirtti ve daha fazla araştırma yapılmasına olanak sağlamak için, çalışmalarda yasadışı uyuşturucu maddelerin kullanımını sınırlayan yasaların gevşetilmesi gerektiğini söyledi.
          LSD NEDİR?
          Tatsız ve kokusuz bir madde olan LSD çavdar ve diğer tahıllarda yetişen bir tür mantar olan, ergottan elde edilen liserjik asitten üretiliyor. LSD'nin halüsinojen olarak sınıflandırılmasının nedeni, kişinin gerçek algılarında bozulma yaratarak, gerçek gibi gözüken ama gerçekte olmayan imajları görmesine, sesleri duymasına ve dokunsal duyumlar algılamasına yola açması.
          Beyaz, tatsız, kokusuz olan LSD toz halinde veya sıvı formunun çeşitli uyuşturucu maddelere emdirilmiş haliyle de bulunabilir ve ağızdan yutarak veya dilin altına konulup emilerek kullanılır. LSD'ye tolerans hızla gelişir ve üç dört gün sürekli kullanımı takiben tolerans üst düzeye varır, bağımlılık başlar.
          Joh Lennon'ın The Beatles'ın ünlü şarkısı 'Lucy in the Sky with Diamonds'ın baş harfleriyle LSD'ye gönderme yaptığı iddia edilir ancak Lennon bu teoriyi hep yalanlamıştı. Ancak Paul McCartney 2004 yılında verdiği bir röportajında şarkının açıkça LSD'yi ve etkisini anlattığını dile getirmişti.

          LSD'nin etkisi bir saat içinde başlar, 2-4 saat içinde en üst düzeye varır, 8-12 saat içinde sonlanır. Fiziksel olarak titreme, yüksek tansiyon, beden ısısında artma, terleme ve görme bulanıklığına yol açar. Yüksek dozlarda kullanıcıda hissizlik, kaslarda güçsüzlük ve titreme görülür. Kullanıcının motor becerileri ve koordinasyonu bozulur. LSD kullanımı, yüksek tansiyon ya da beden ısısının artışından kaynaklanan ölümlere neden olabilir. Yüksek dozda kullanım nedeniyle ölüm rapor edilmemiştir. Ancak LSD etkisi altındayken ya da onu takiben intihar vakaları kayıtlara geçmiştir.
          Kullanıcının mantıklı düşünme becerisi ortadan kalktığı için tehlikeli davranışlar, şiddet ve kaza sonucu ölümler, cinayet ve kendini yaralama vakaları da bildirilmiştir

          "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
          Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






          Yorum

          • HIAMOVI
            satélite de expertos
            • 22-12-2004
            • 14236

            #6
            Konu: Tıp Dünyasından Güncel Haberler 2012 ( genetik,kök hücre vs )

            Cep telefonu fareleri hiperaktif yaptı

            Fareler üzerinde yapılan araştırma, anne karnında cep telefonunun yaydığı dalgalara maruz kalan hayvanların beyinlerinde ve davranışlarında bozukluk olduğunu gösterdi.

            AA



            Scientific Reports dergisinen yayımladığı araştırma için hamile fareler, cep telefonlarının yaydığı elektromanyetik dalgalara maruz bırakıldı. Doğan yavrularda hiperaktivite, korkusuzluk ve hafıza problemleri olduğu tespit edildi.
            Bilim adamları, cep telefonunun yarattığı etkinin, çocuklardaki dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna (DEHB) benzediğini bildirdi.
            Anne karnında cep telefonunun yaydığı dalgalara maruz kalan farelerin beyinlerinde de farklılık görüldü. Bu hayvanların beyninde glutamat maddesinin taşınmasında sorun tespit edildi. Bilim adamları, sorundan en çok etkilenen bölgenin, DEHB'de de önemli rol oynayan, prefrontal korteks olduğunu ifade etti.

            Bilim adamları araştırmalarında, farelerin kafeslerinin üzerine cep telefonu yerleştirdi. Cep telefonlarının bir bölümü açık bırakılırken, kontrol grubunun kafeslerindekiler kapatıldı. Açık olan cep telefonlarının SAR değeri, kilo başına 1,6 vat olarak ayarlandı. Avrupa Birliği ülkelerinde SAR değeri için izin verilen üst sınır 2 W/kg.
            Doğan fareler aralıklarla ayrıntılı testlerden geçirildi ve cep telefonu dalgalarına maruz kalan ile kalmayan fareler arasında nörofizyolojik olanlar dahil, belirgin farklılıklar tespit edildi.


            Araştırmayı yürüten Yale Üniversitesi bilim adamlarından Tamir Aldad, aynı etkinin bugüne kadar yetişkin hayvanlarda yapılan deneylerde görülmemesinin, anne karnında gelişmekte olan canlıların beyinlerinin dış etkenlere karşı çok daha hassas olmasından kaynaklandığını belirtti.


            Farelerden alınan sonucun doğrudan insanlara aktarılamayacağını söyleyen Aldad, ancak insan yavrusunda da anne karnında beynin dış etkilere karşı çok hassas olduğu dönemlerin bulunduğunun bilindiğini hatırlattı. Aldad, aynı riskin insanlar için de bulunup bulunmadığının araştırılması gerektiğini vurguladı.

            "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
            Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






            Yorum

            • HIAMOVI
              satélite de expertos
              • 22-12-2004
              • 14236

              #7
              Konu: Tıp Dünyasından Güncel Haberler 2012 ( genetik,kök hücre vs )

              'Karbondioksit kilo aldırıyor'

              Danimarkalı bir bilim insanı, atmosfere salınan karbondioksit miktarıyla, kilo almanın doğru orantılı olduğunu öne sürdü.


              Lars-Georg Hersoug, beyinde enerji harcanması ve gıda alımıyla bağlantılı olan oreksin hormonunun, karbondioksit tarafından etkilendiğini öne sürdü. Hatta bu etki o kadar fazla ki, yüksek miktardaki karbondioksit, metabolizmamızı değiştirerek kilo almamıza neden oluyor.
              Hersoug, teorisini önemli bulgulara dayandırıyor. Bunlardan ilki, ABD’nin Doğu yakasında atmosferdeki karbondioksitin en yüksek olduğu 1986-2010 yıllarında, obezite oranının da en yüksek seviyeye çıkması. Bir ikincisi, kesin tespitler yapılmasa da, çevresel faktörlerin hayvanlarda kilo alımına etkide bulunması. Üçüncü bulgu ise karbondioksitin kandaki asit oranını artırması ve bu durumun oreksin hormonunda değişikliğe yol açması.


              Yine de Hersoug’un teorisinin doğruluğuna şüpheyle yaklaşanlar mevcut. Scince Nordic dergisine konuşan Danimarka Obezite Araştırma Merkezi başkanı Thorkild Sorensen, “Kilo alımında genel olarak kabul edilenlerin dışında da etkileyici faktörler olabilir. Hersoug’un ortaya attığı ilginç ve yeni iddia, hayvanların ve insanların soludukları hava nedeniyle kilo almaları... Ancak şunu biliyoruz ki, obezite yer ve zamanla ilgili olmayan bir hastalık. Danimarka küçük bir ülke ve hepimiz aynı havayı solumamıza rağmen sadece nüfusun bir kısmı fazla kilo sorunu yaşıyor” dedi.

              Bilim insanları, atmosferdeki karbondioksit oranının kilo alınmasında biraz etkisi olabileceğini belirtiyor. Ancak sağlık açısında endişe verici olan durum, kilo almanın kolaylığı değil, vermenin zorluğu olarak ortaya çıkıyor. Bu yüzden uzmanlar her zaman yaptıkları tavsiyede bulunuyor: Az yiyin ve bol egzersiz yapın.

              "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
              Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






              Yorum

              • HIAMOVI
                satélite de expertos
                • 22-12-2004
                • 14236

                #8
                Konu: Tıp Dünyasından Güncel Haberler 2012 ( genetik,kök hücre vs )

                Kanser tedavisinde çığır açabilir

                Tıp dünyası, kanserle mücadelede proton ışınları tedavisiyle önemli bir ilerleme sağlayabilir. Parçacık hızlandırıcıların aşırı maliyetini kısacak teknoloji sayesinde, yeni nesil hızlandırıcıların 2015 yılında hazır olabileceği belirtildi.



                Kanser tedavisinde kullanılan ışın tedavisi, sağlıksız dokuya enerji aktarmaya dayanıyor. Bilim dünyası, sağlıklı dokuların zarar görmesini en aza indirmek için enerjiyi proton demetleriyle insan vücuduna aktarmayı planlıyor. Ancak proton demetlerinin gereken enerjiye yükseltilebilmeleri için özel tasarlanmış parçacık hızlandırıcılarına gerek duyuluyor.


                Uzmanlar, 1990’lı yıllardan bu yana geliştirilmeye çalışılan yöntemi uygulayabilmek için, bir yolcu uçağını içine alabilecek bir hangar büyüklüğünde tesis inşa edilmesi gerektiğini ifade etti. Böyle bir tesisin maliyeti ise yaklaşık 100 milyon dolar.


                Dünyada, 10 tanesi ABD’de olmak üzere, özel tedavi merkezlerinde kurulan 37 proton tedavi ünitesi bulunuyor. Bu tesislerde her yıl sadece 10 bin kanser hastası tedavi ediliyor. Bu da dünya genelindeki kanser hastalarının sadece yüzde 5’ine denk geliyor.

                YENİ NESİL PARÇACIK HIZLANDIRICI
                ABD’nin California eyaletindeki Compact Particle Acceleration (CPAC) şirketi, 30 milyon dolara mal olacak 10 metre boyundaki bir parçacık hızlandırıcısı üzerinde çalışıyor. Birçok hızlandırıcı, yüklü parçacıkları iten elektromanyetik alanı oluşturmak için büyük mıknatıslar kullanıyor. Mıknatıslardan donanımı korumak için aralarına üç metre kalınlığında beton kaplama konuluyor.
                CPAC’ın yeni nesil parçacık hızlandırıcısına ait prototip ise elektromanyetik alanları elektrik hatlarıyla oluşturuyor. Böylece, beton koruma ve ek donanımlara ihtiyaç kalmıyor. CPAC, yeni nesil hızlandırıcının 2015 yılında piyasaya sürülebileceğini belirtti.
                CPAC’ın geliştirmek istediği proton hızlandırıcısında beş ana donanım yer alacak:
                1 – Proton ışını: Elektro mıknatıslar, iyon kaynağında oluşan hidrojen plazmasındaki yüklü protonları itiyor. Yüklü parçacıkları yönlendiren bir diğer mıknatıs, parçacıkları proton demetleri haline getiriyor. Enjektöre giren proton demeti, buradaki mikro dalga alanında hızlanıyor ve saatte sekiz milyon kilometre hıza ulaşıyor.
                2 – Lazer: Parçacıkların hızlandığı esnada, lazer bir ışın ateşliyor. Işın, çeşitli uzunluklardaki fiber optik kablolara dağılıyor.
                3 – Hızlandırma bölmesi: Bir proton demeti hızlandırma bölmesine girdiğinde, lazer ışını bölmenin elektrik kablolarının ilk kısmına çarpıyor. Böylece, elektronlar serbest kalıyor. Ortaya çıkan elektromanyetik alan, protonları itiyor. Elektomanyetik dalgadaki elektrik hatlarını harekete geçiren lazer ışını, ptoron demetini de aynı esnada hızlandırıyor. Proton demeti, ışık hızının neredeyse yarısına, saatte 540 milyon kilometreye ulaşıyor.
                4 – Saat: tüm süreç saat tarafından kontrol ediyor. Saat, mıknatısları çalıştırıp devre dışı bırakıyor ve lazerin ateşleneceği anı belirliyor.
                5 – Robotik koltuk: Bir hastayı hareket ettirmek, 10 metre boyundaki parçacık hızlandırıcısını hareket ettirmekten daha kolay. Robotik koltuk, kayışla bağlanmış hastayı çevirerek, proton demetinin farklı açılardan tümörü vurmasını sağlıyor.

                "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
                Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






                Yorum

                • HIAMOVI
                  satélite de expertos
                  • 22-12-2004
                  • 14236

                  #9
                  Konu: Tıp Dünyasından Güncel Haberler 2012 ( genetik,kök hücre vs )

                  Mucize antikor insanlarda denenecek

                  Bilim insanları, fareler üzerinde denenen bir ilacın karaciğer, beyin, yumurtalık, kolon, idrar kesesi ve prostat kanseri tümörlerini ciddi ölçüde küçültebildiğini hatta yok edebildiğini belirtti.





                  Fareler üzerinde denenen ilaç, tümörlü hücrelerin bağışıklık sistemi tarafından tespit edilmesini engelleyen korumalarını ortadan kaldırarak, bağışıklık sistemini kanser hücrelerini yok etmesi için harekete geçmeye zorluyor.


                  Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde biyolog olan Irving Weismann, 10 yıl önce lösemi hücreleri üzerinde yaptığı araştırmada, kanserli hücrelerin CD47 olarak bilinen bir proteini sağlıklı hücrelere kıyasla çok daha fazla ürettiğini tespit etti.

                  Weismann ve meslektaşları, CD47 proteinin bir işaretleyici olarak sağlıklı hücrelerin de üzerinde bulunduğunu ve bağışıklık sisteminin işaretlediği hücreleri fark etmemesini sağladığını fark etti.

                  BLOKE EDİCİ ANTİKOR
                  Kanser hücreleri, CD47 proteini sayesinde gizlenerek bağışıklık sisteminin saldırısından korunuyorlardı. Weissman, CD47 proteinini bloke eden bir antikor kullanarak, farelerin bağışıklık sistemini kanser hücrelerine karşı uyarmayı başardı ve lenf ile lösemi kanseri olan farelerin bazılarını tedavi etti. Weismman ve meslektaşları, yaptıkları deneylerde CD47 bloke edici antikorun birçok kanser çeşidinde etkili olabileceğini tespit etti.
                  Science dergisine konuşan Weissman, “Deneylerimiz, CD47’nin etkisinin sadece lösemi ve lenf kanseri için sınırlı olmadığını gösterdi... İnsanlarda görülen her tümörde etki gösteriyor” dedi. Dahası, Weissman’ın laboratuarında yapılan deneyler, kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelere kıyasla daha yüksek seviyede CD47 taşıdığını gösterdi.

                  DENEY BAŞARILI
                  Araştırmacılar, CD47’yi bloke etmenin işe yarayıp yaramadığını kontrol etmek için bir deney yaptı. Tümör hücreleri, bir çeşit bağışıklık hücresi olan makrofaj ve anti-CD47 molekülleriyle petri kabına kondu.
                  Weismann’ın geliştirdiği antikor olmadığında, makrofajlar kanser hücrelerini görmezden geldi. Ancak CD47 petri kabına eklendiğinde ve anti CD47 molekülleri tarafından bloke edildiğinde, makrofajlar kanser hücrelerine saldırdı ve hepsini yok etti. Bu deney, tüm tümör çeşitleri üzerinde aynı etkiyi gösterdi.
                  FARELER ÜZERİNDE DENENDİ
                  Yapılan ilk deneyde elde edilen başarının ardından, Weismann ve meslektaşları insandan alınan tümörü, kolay gözlemleyebilmek için bir farenin ayağına nakletti. Fareler anti-CD47 ile tedavi edildiklerinde, tümör küçüldü ve vücudun geri kalanına sıçramadı.
                  Bir virüsle mücadele eden monoklonal antikor.

                  İnsan idrar kesesi tümörü nakledilen 10 fare tedavi görmediğinde, kanser hücreleri lenf bezlerine sıçradı. Öte yandan, anti-CD47 ile tedavi edilen diğer 10 farenin sadece bir tanesinin lenf bezinde kanser tehdidi oluştu. Tedavi edilen farelerde tümör boyutu her zaman küçülürken, kolon kanseri olan farelerde tümörün boyutu üçte birinden daha da küçük bir hale geldi. Meme kanseri tümörü bulunan beş fare ise CD47 antikoru sayesinde kanser hücrelerini tamamen yok ederken, tedavinin sona ermesinin ardından gelen dört ay boyunca kanser belirtisi göstermedi.
                  Weismann, CD47 antikoru ile vücuda yayılan tümörleri bile çok küçük boyutlara indirgeyebildiklerini, hatta yok edebildiklerini belirtti.
                  UZMANLAR TEMKİNLİ
                  Araştırma ekibi, Proceedings of the National Academy of Sciences dergisine verdiği bilgide, CD47 antikoru ile yapılan tedavide makrofajların CD47 taşıyan kan hücrelerine de saldırdığını belirtti. Ancak fareler, tedavide kaybettikleri kan hücrelerini kısa süre içinde yenilemeyi başardı.
                  Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) kanser araştırmacısı olan Tyler Jacks, Weismann ve meslektaşlarının geliştirdiği tedavinin gelecek vaat ettiğini ancak daha birçok testten geçirilmesi gerektiğini ifade etti. Tyler, “Gerçek bir tümörün mikro ortamı, nakledilen bir tümöre kıyasla çok daha karmaşık... Gerçek bir tümörün dış etkilere karşı koymak için daha güçlü bir bağışıklığa sahip olabilir” dedi.
                  Science dergisine konuşan Jacks, CD47 antikorunun mevcut tedavilerle ne kadar iyi uyum göstereceği konusunda da birçok test yapılması gerektiğine dikkat çekti. Jacks, kemoterapide sağlıklı hücrelerin çok fazla CD47 üretebileceğini, bu yüzden kemoterapinin ardından CD47 antikoru tedavisinin fayda getirmeyebileceğini belirtti.
                  Weismann ve ekibi, CD47 antikoru deneylerini insanlar üzerinde başlatmak için California Yenileyici Tıp Enstitüsü’nden 20 milyon dolarlık bağış aldı. Weismann, “Elimizde yeterince veri var... Bu yüzden testlere insanlar üzerinde başlamak konusunda kendimize güveniyoruz” dedi.

                  "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
                  Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






                  Yorum

                  • HIAMOVI
                    satélite de expertos
                    • 22-12-2004
                    • 14236

                    #10
                    Konu: Tıp Dünyasından Güncel Haberler 2012 ( genetik,kök hücre vs )

                    Karın yağı az olan daha zeki

                    Güney Koreli uzmanların yaptığı bir araştırma, 60 ila 70 yaş arasındaki şişman insanların, zayıflardan daha az zeki olduğunu ortaya koydu. Araştırmada, karın yağlarının zekayı etkilediği belirtiliyor.

                    DW Türkçe



                    Güney Koreli uzmanların araştırması, “Age and Ageing” (yaş ve yaşlanma) adlı bilim dergisinde yayımlandı. Uzmanlar yaptıkları araştırma sonucunda, yaşlı insanların, karın yağlarının artması ile ters orantılı olarak zeka seviyelerinin düştüğünü tespit ettiklerini açıkladı.
                    Seul Ulusal Üniversitesi Psikiyatri Bölümü'nden Dae Hyun Yonn, yaptıkları araştırmanın toplum sağlığı üzerinde önemli etkileri olacağını belirti.
                    Araştırma, Güney Kore'de 60 yaş ve üzerindeki 250 kişi üzerinde yapıldı. Sonuçlar, ağırlık-boy indeksi esas alınarak, karın bölgesinden alınan tomografilere göre çıkartıldı.

                    70 YAŞ ÜSTÜNDE GEÇERLİ DEÐİL
                    Uzmanlar, karındaki yağlar ile zeka arasında bir bağlantı tespit edildiğini ancak kesin bir neden-sonuç zincirinden henüz bahsedilemeyeceğini belirtti. Uzmanlar, her ne kadar daha önce de benzer araştırmalardan benzer sonuçlar çıktığına dikkat çekse de yine de yüzde yüz bir çıkarım için daha büyük bir denek grubu üzerinde araştırma yapılması gerektiğini vurguladı.
                    Uzmanlar, yaptıkları araştırmanın ağırlık-boy endeksinin özellikle 60 ila 70 yaşları arasında kötü etkilere sahip olduğunu ortaya koydu. 70 yaşın üzerindeki deneklerde yapılan testlerde, yaş ve yağın zeka üzerindeki etkisinin ise geçtiği belirtildi.

                    "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
                    Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






                    Yorum

                    • HIAMOVI
                      satélite de expertos
                      • 22-12-2004
                      • 14236

                      #11
                      Konu: Tıp Dünyasından Güncel Haberler 2012 ( genetik,kök hücre vs )

                      Dişlere nano-algılayıcı

                      Nabızdan kan şekerine kadar birçok ölçüm yapılmasını sağlayan elektronik dövmelerin ardından, dişlerinizi ne kadar sık ve iyi fırçaladığınızı tespit edecek yeni bir teknoloji sunuldu.



                      Princeton ve Tufts Üniversiteleri araştırmacıları tarafından dişlere yerleştirilmek için geliştirilen algılayıcı, tükürükteki bakterileri tespit edecek. Nanoteknolojinin sıkça yararlandığı iyi bir iletken olan grafenden yapılan algılayıcı, araştırmacıların öne sürdüğüne göre, tükrükteki hücreleri tek tek analiz etme kapasitesine sahip olacak.
                      Michael McAlpine’nin başını çektiği araştırma ekibi, ağız temizliğinde atılım sağlayabilecek teknolojileri üretmek için, ilk olarak grafen nano-algılacıları ipeğin alt katmanlarına yerleştirdi. Ardından, nano-algılayıcıya güç sağlamak için elektrot ve bobin eklediler. Sonuçta, diş ve diğer biyolojik materyallere aktarılabilecek bir algılayıcı elde edilmiş oldu.


                      Bakterilerin tespit edilebilmesi için, grafene bakterilere yapışan, mikrop öldürücü peptidler eklendi. Böylece, bataryasız ve kablosuz, bakterileri yerinde tespit edebilen bir nano-algılayıcının son girdisi de tamamlanmış oldu. İpek üzerine işlenmesi sayesinde ise nano-algılayıcı diş dışında yumuşak dokular üzerinde de kullanılabilecek. Bilim insanları, bu özelliğin test edilmesi için tüyleri yolunmuş bir tavuk kullanıldı.

                      YENİ BİR BİYOMEDİKAL CİHAZ MI?
                      McAlpine, geliştirdikleri nano-algılayıcının, antibiyotiklere direnci olan bakterilerin çoğalabildiği hastane ve tesislerde kullanılabileceğini belirtti. Araştırma ekibi, nano-algılayıcıyı bir IV torbasına (sıvı ile yapılan tedavilerde kullanılan, serum konan torbalar) taktı ve torbanın içini bakteri bulunduran solüsyonla doldurdu. Nano-algılayıcı, hastane ortamında yaşayabilen bakterileri tespit etmeyi başardı.
                      Nature Communications dergisinde yayımlanan araştırmada öne çıkan en büyük sorun, nano-algılayıcının diş fırçalama esnasında kolayca yerinden çıkabilecek olması. Bu sorun henüz giderilmeyi beklese de, her yerde kullanılabilen tıbbi algılayıcılar alanındaki ilerlemeler devam ediyor.

                      "Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur.
                      Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur"...Hz.Mevlana






                      Yorum

                      İşlem Yapılıyor
                      X