Dağlıca yeter artıık!

Kapat
Önemli Konu
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • Bluesman
    Super Moderator
    • 25-03-2004
    • 20416

    Dağlıca yeter artıık!


    Kandil'i çözmeden düzelmez kardeşlerim hala Dağlıca'da yaşananlar devlet ayıbıdır.

    Ekli Dosyalar
    Son düzenleme Bluesman; 20-06-2012, 19:03.
  • Bluesman
    Super Moderator
    • 25-03-2004
    • 20416

    #2
    Konu: Dağlıca yeter artıık!

    Şehitlerimize Allah`tan rahmet ve ailelerine sabır diliyoruz.

    Kuvâyi Milliye - İkinci Bap
    Yıl Yine 1919
    Ve İstanbul`un Hâli
    Ve Erzurum Ve Sivas Kongreleri
    Ve Kambur Kerim`in Hikâyesi
    Biz ki İstanbul şehriyiz,
    Seferberliği görmüşüz :
    Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin,


    vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi
    bir de İttihatçılar,
    bir de uzun konçlu Alman çizmesi
    914'ten 18'e kadar
    yedi bitirdi bizi.
    Mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker
    erimiş altın pahasında gazyağı
    ve namuslu, çalışkan, fakir İstanbullular
    sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında.
    Yedikleri mısır koçanıydı ve arpa
    ve süpürge tohumu
    ve çöp gibi kaldı çocukların boynu.
    Ve lâkin Tarabya'da, Pötişan'da ve Ada'da Kulüp'te
    aktı Ren şarapları su gibi
    ve şekerin sahibi
    kapladı Miloviç'in yorganına 1000 liralıkları.
    Miloviç de beyaz at gibi bir karı.
    Bir de sakalı Halife'nin,
    bir de Vilhelm'in bıyıkları.

    Biz ki İstanbul şehriyiz,
    güzelizdir,
    dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir.
    Öfkeli, büyük bir şair :
    «Ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir»
    demiş
    bize
    ve bir başkası,
    yekpare Acem mülkünü fedâ etti bir sengimize.

    Biz ki İstanbul şehriyiz,
    işte, arzederiz halimizi
    Türk halkının yüce katına.
    Mevsim yazdır,
    919'dur.
    Ve teşrinlerinde geçen yılın
    dört düvele teslim ettiler bizi,
    gözü kanlı dört düvele
    anadan doğma çırılçıplak.
    Ve kurumuştu
    ve kan içindeydi memelerimiz.

    Biz ki İstanbul şehriyiz,
    Fransız, İngiliz, İtalyan, Amerikan
    bir de Yunan,
    bir de zavallı Afrika zencileri
    yer bitirir bizi bir yandan,
    bir yandan da kendi köpek döllerimiz :
    Vahdettin Sultan,
    ve damadı Ferit
    ve İngiliz muhipleri
    ve Mandacılar.

    Biz ki İstanbul şehriyiz,
    yüce Türk halkı,
    malûmun olsun çektiğimiz acılar...

    919 Temmuzunun 23'üncü günü
    pek mütevazı bir mektep salonunda
    in'ikad etti Erzurum Kongresi.

    Erzurum'un kışı zorludur balam,
    tandırında tezek yakar Erzurum,
    buz tutar yiğitlerinin bıyığı
    ve geceleyin karlı ovada
    kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı.

    Erzurum'da kavaklar, balam,
    Erzurum'da kavaklar tane tane,
    kavaklarda tane tane yapraklar.
    Ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez
    Erzurum'da yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar.

    Erzurum'un düzdür, topraktır damı.
    Erzurum güzelleri giyer, balam,
    incecik ak yünden ehramı.
    Yürek boynun büker, balam,
    Erzurumlu türkülere.
    Halim selimdir Erzurum'un adamı
    ve lâkin dönmesin gözü bir kere!...

    Erzurum'da on dört gün sürdü Kongre :
    orda, mazlum milletlerden bahsedildi
    bütün mazlum milletlerden
    ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların.

    Orda, bir Şûrayı Millî'den bahsedildi,
    İradei Milliyeye müstenit bir Şûrayı Millî'den.
    Buna rağmen,
    «Âsi gelmiyelim» diyenler vardı,
    «makamı hilâfet ve saltanata.»
    Hattâ casuslar vardı içerde.

    Buna rağmen,
    «Bütün aksâmı vatan birküldür» denildi.
    «Kabul olunmaz,» denildi,
    «Manda ve Himaye...»

    Buna rağmen,
    İstanbul'da birçok hanımlar, beyler, paşalar,
    Türk halkından kesmişlerdi umudu.
    Yağdırıldı telgraflar Erzurum'a :
    «Amerikan mandası altına girelim,» diye.
    «İstiklâl, diyorlardı, şâyanı arzu ve tercihtir, amma
    bugün bu, diyorlardı, mümkün değil,
    birkaç vilâyet, diyorlardı, kalacak elde,
    şu halde, diyorlardı, şu halde,
    Memâliki Osmaniye'nin cümlesine şâmil
    Amerikan mandaterliğini talep etmeği
    memleketimiz için en nâfi
    bir şekli hal kabul ediyoruz.»

    Fakat bu şekli halli kabul etmedi Erzurumlu.
    Erzurum'un kışı zorludur balam,
    buz tutar yiğitlerin bıyığı.
    Erzurum'da kaskatı, dimdik ölür adam,
    kabullenmez yılgınlığı...

    İstanbul'da hanımlar, beyler, paşalar,
    tül perdeler, kravatlar, apoletler, şişeler,
    çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri
    ve biçare telgraf telleri
    devretmek için Amerika'ya Anadolu'yu
    şöyle diyorlardı Erzurum'dakilere :
    «Bizi bir başımıza bıraksalar,
    tarafgirlik, cehalet
    ve çok konuşmaktan başka müspet
    bir hayat kuramayız.
    İşte bu yüzden Amerika çok işimize geliyor.
    Filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti Amerika.
    Ne olacak,
    Biz de on beş, yirmi sene zahmet çekeriz,
    sonra Yeni Dünya'nın sayesinde
    İstiklâli kafasında ve cebinde taşıyan
    bir Türkiye vücuda geliverir.
    Amerika, içine girdiği memleket ve millet hayrına
    nasıl bir idare kurduğunu
    Avrupa'ya göstermek ister.
    Hem artık işi uzatmağa gelmez.
    Çok tehlikeli anlar yaşıyoruz.
    Sergüzeşt ve cidâl devri geçmiştir :
    Türkiye'yi, geniş kafalı birkaç kişi belki kurtarabilir.»

    4 Eylül 919'da toplandı Sıvas Kongresi,
    ve 8 Eylülde
    Kongrede bu sefer
    yine ortaya çıktı Amerikan mandası.
    Ak koyunla kara koyunun
    geçitte belli olduğu günlerdi o günler.
    Ve İstanbul'dan gelen bazı zevat,
    sapsarı yılgınlıklarıyla beraber
    ve ihanetleriyle birlikte
    bir de Amerikan gazeteci getirmiştiler.
    Ve Erzurumlulardan ve Sıvaslılardan ve Türk milletinden çok
    işbu Mister Bravn'a güveniyorlardı.
    Bu zevata :
    «İstiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler!»
    denildi.
    Fakat ayak diredi efendiler :
    «Mandanın, istiklâli ihlâl etmiyeceği muhakkak iken,»
    dediler,
    «Herhalde bir müzâherete muhtacız diyorum ben,»
    dediler,
    «Hem zaten,»
    dediler,
    «birbirine mani şeyler değildir
    istiklâl ile manda.
    Ve esasen,»
    dediler,
    «müstakil kalamayız böyle bir zamanda.
    Memleket harap,
    toprak çorak,
    borcumuz 500 milyon,
    vâridat ise 15 milyon ancak.
    Ve Allah muhafaza buyursun
    İzmir kalsa Yunanistan'da
    ve harbetsek,
    düşmanımız vapurla asker getirir.
    Biz Erzurum'dan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz?
    Mandayı kabul etmeliyiz, hemen,»
    dediler.
    «Onlar dretnot yapıyor,
    biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz.
    Hem, İstanbul'daki Amerikan dostlarımız :
    Mandamız korkunç değildir,
    diyorlar,
    Cemiyeti Akvam nizamnamesine dahildir,
    diyorlar.»

    Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul'dan gelen zevat.
    Sıvas, mandayı kabul etmedi fakat,
    «Hey gidi deli gönlüm,»
    dedi,
    «Akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm,
    ya İSTİKLAL, ya ölüm!»
    dedi.

    Nazim Hikmet
    Son düzenleme Bluesman; 20-06-2012, 19:04.

    Yorum

    • rselturk
      Member
      • 30-09-2007
      • 1171

      #3
      Konu: Dağlıca yeter artıık!

      Teşekkürler Dost,ellerie sağlık bu güzel paylaşım için!.Bitmek bilmez kıtlıklardan,sonu gelmez hastalıklardan ve de insan kırımından;felç olmuş bir yönetimden içerde ve dışarda,ihanetin kol gezdiği bir ortamda tam bağımsızlığa odaklı ulusalcı güçlerin ve onların dingin,kararlı eylemlerinin bir panaroması bu şiir.Bir kez daha okumak heyecanlandırdı doğrusu.Keşke yöneticilerden de okuduğunu anlayan biri çıksa!...

      Yorum

      İşlem Yapılıyor
      X