Ahmet Sevgi
llove Şiirimizde Çanakkele Savaşı llove
18.03.2006 - 04:10 .
Atatürk “Gençliğe Hitâbe”sine şu ifadelerle girer: “Bugün ulaştığımız netice, asırlardan beri çekilen millî musîbetlerin doğurduğu uyanışın sonucu ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.”
Süleyman Nazif de, 8 Şubat 1919’da işgal kuvvetleri komutanlarından Fransız generali Franchet d’Espere’nin muzafferâne bir edâ ile, birtakım azınlıkların sevinç gösterileri arasında İstanbul’a girmesi üzerine, 9 Şubat 1919 tarihli “Hadisat” gazetesinde çıkan “Kara Bir Gün” adlı meşhur makalesinde bu elim vak‘ayı hatırlattıktan sonra meâlen: “Aradan asırlar geçse ve bugünkü üzüntülerimiz sevince dönüşse bile yine bu menfur olayın kalbimizde açtığı yaranın acısını hissedecek ve bu teessürü çocuklarımıza ve torunlarımıza nesilden nesile ağlayacak bir miras olarak terk edeceğiz” diyordu.
Ne yazık ki bugün gelinen noktada ne Atatürk’ün ihtarına aldıran var, ne de Süleyman Nazif’in uyarısına… Artık “İstiklâl Marşı”mızda geçen “Kahraman ırkıma bir gül” ifadesi bile eleştirilir hale geldi.
Böyle bir ortamda Çanakkale Zaferi, İstiklâl Marşı’nın kabûlü, TBMM’nin açılışı gibi millî günlerimizi hatırlamamız büyük önem arz etmektedir.
Edebiyat ve gayet tabii şiir, cemiyetin aynasıdır. Toplumda cereyan eden hadiseler menfi yahut müspet yönleriyle muhakkak edebî metinlere akseder. Çanakkale Zaferi gibi bizim için dönüm noktası olan bir olayın şiirimize yansımaması düşünülemez. Dolayısıyla, padişahtan münevver şairlerimize, halk şairlerimizden Mehmetçiğe kadar farklı tabakalardan insanlarımız Çanakkale Harbi karşısında duygularını şiire dökme ihtiyacı duymuşlardır. Bunlardan doyumluk olmasa da tadımlık birkaç örnek sunmak istiyorum…
Çanakkale Savaşı´yla ilgili sunacağımız ilk şiir devrin padişahı Sultan Mehmet Reşat’a âit. Bilindiği üzere Sultan Reşat Çanakkale Harbi´ne çok önem vermiştir. Bu konuda Velet Çelebi şunları kaydeder:
“Harb-i umûmînin en sonlarında İstanbul’un da vaziyeti tehlikeleşmişti. Boğazlar düşerse İstanbul’u a‘dâ alacaktı. O hengâmede Dolmabahçe Sarayı’nın önüne zırhlılarımızdan biri yanaştırılır. Sultan Reşad, sadr-ı a´zamı çağırır. ´İrade-i seniyyeniz olursa icabında kadın efendilere, efendilere gizli haber gönderilecek; hemen bütün hânedan Bursa’ya ma´iyyet-i hümayununuzda teşrif edilecek´ deyince Sultan Reşad der ki:
1. Münasibdir; kadın efendilere, şehzadegâna haber veriniz, hazır bulunsunlar; icabında hemen zırhlıya râkiben Bursa’ya gitsinler.
2. Efendimiz ne yapacaksınız?
3. Ben ordumun bi’l-fiil ve bi’n-nefs başkumandanıyım; asker evlatlarımdan ayrılamam ki! Onlar ne olacaksa ben de öyle olacağım." (Bkz. Dr. Yakup Şafak, “Velet Çelebi’den Fıkralar, Nükteler, Hatıralar”, YÜZAKI, Sayı: 13, İst. 2006, s. 62-63.
Mehmetçikle aynı kaderi paylaşmak istediğini söyleyen Sultan Reşat, Çanakkale Savaşı’nın zaferle neticelenmesi üzerine:
“Müslümanların iki güçlü düşmanı (Fransa ve İngiltere) karadan ve denizden Çanakkale’ye saldırmışlardı. Lakin ordumuza Allah’ın yardımı yetişti ve her bir askerimiz demirden kale oldu. Mehmetçiğin azmi karşısında düşman güçsüzlüğünü anladı ve İslâm’ın kalbi olan topraklarımızı işgal etmeye gelmişken şeref ve haysiyetini ayaklar altına alarak kaçıp gitti. Ey Reşat! Şükür secdesine kapanarak İslâm topraklarını daima sığınılacak emin yerler eylemesi için Allah’a duâ et” şeklinde düz yazıya çevirebileceğimiz şu şiiri kaleme almıştır:
Savlet etmişti Çanakkal‘aya bahr u berden
Ehl-i İslâmın iki hasm-ı kavîsi birden
Lâkin imdâd-ı İlâhî yetişip ordumuza
Oldu her bir neferi kal‘a-i pûlâd-beden
Asker evlâdlarımın pîş-geh-i azminde
Aczini eyledi idrâk nihâyet düşmen
Kadr u haysiyyeti pâ-mâl olarak etti firâr
Kalb-i İslâma nüfûz eylemeye gelmiş iken
Kapanıp secde-i şükrâna Reşâd eyle duâ
Mülk-i İslâmı Hudâ eyleye dâim me’men.
Atatürk’ün, 30 Ağustos zaferinden önce, Birinci Meslis´te, “VATAN HİSLERİ” şiirinden:
Ölmez bu vatan, farz-ı muhâl, ölse de hattâ
Çekmez kürenin sırtı o tâbût-ı cesîmi.
mısralarını okuyarak tebcil ettiği (Bkz. TDE Ansk. C. 5, s.443) vatan ve millî kahramanlık şiirleriyle tanıdığımız Mithat Cemâl’in “ÇANAKKALE” şiiri şöyle başlar:
Basma, sâhilleri hep insan eti
İkiyüzbin ölünün iskeleti
Basma, ta Ankara’dan tut da Van’ın
Yıkılan nâ-mütenâhî yuvanın
Canlı enkâzı olan evlâdı
Bu sevâhilde geçen yıl kanadı
Kan dolar, basma, ayak izlerine;
Çürüyen göğsünü toprak yerine
Koyarak, ezme ölen kardeşinin
Bir avuç yer ne kadar çok kişinin
Koludur, sînesidir, gövdesidir.
Mithat Cemâl’in; kanla, cesetle, iskeletle dolu Çanakkale sahillerine sıradan bir toprak gözüyle bakarak oralarda gelişi güzel dolaşmanın gerçekte şehitlerimizin kolu, başı, gövdesi üzerinde gezinmek anlamına geldiğini belirten yukarıdaki beyitleri karşısında, bugün adı geçen mahallerde sergilediğimiz kayıtsızlıkları düşünüp de ürpermemek mümkün mü.
Bu arada, bir askerin ağzından şehitlik macerasının anlatıldığı Hüseyin Rahmi’nin 48 beyitlik şiirinden de bazı parçalar arz etmeden geçemeyeceğim:
ALİ’NİN ŞEHADETİ
(Veda Ederken)
Ben harbe gideceğim
Helâl et anneciğim
Kanın vardır kanımda
Canın vardır canımda
…
(Harp Meydanında)
Gürlüyor topla tüfenk
Başladı kanlı âhenk
Allah Allâh bu ne?
Mahşerden bir numûne
Ateş, ölüm, ceset, kan
Tekbir getir Hakkı an.
…
(Şehâdet Ânında)
Fakat kardeş bu ne hâl
Kanı durdurmak muhâl
Yüreğimden iniyor
Ilık ılık geliyor
Soluyor nûru günün
Sonu mu bu düğünün?
…
Aman aman anne
O feryâd u figân ne
Mezarımı arama
Cennetteyim ağlama
Şühedâ hep yanımda
Hûriler dîvânımda.
Aslında Türk insanı Çanakkale Savaşı´na dâir birbirinden güzel yüzlerce şiir yazmıştır. Bunların sadece adlarını zikretmek bile sayfalar alır. Ancak, kanaatimce istiklâlimizi olduğu gibi (İstiklâl Marşı), Çanakkale Zaferi’ni de şiirle âbideleştiren yine Mehmet Âkif olmuştur:
…
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar taşlar…
O rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, Yâ Rab ne güneşler batıyor!
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i
Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitab…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu taşındır” diyerek Kâbe’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ nâmıyla,
Kanayan lahdine çeksem bütün ecrâmıyla;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Kısacası; Avrupa Birliği ve küreselleşme rüzgârının kasıp kavurmakta olduğu millî ve dînî değerlerimize sahip çıkmalıyız. Bugünkü huzur ve refahımızın bedelini unutanlar yani ecdadımızın kanı ve canı pahasına bu topraklarda yaşadığımızı bilmeyenler veya bilmezlikten gelenler millî ve dînî kimliğimizi çağdaşlığın önünde bir engelmiş gibi göstererek bizi biz yapan bu özelliklerimizi unutturmaya çalışıyorlar. Oysa, vatan millî ve dînî değerlerden ibarettir ve bunların olmadığı yer vatan değil, emperyalist güçlerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürdüğü bir toprak parçasıdır…
Çanakkale Zaferi’nin 91. yıldönümünde aziz şehitlerimizi rahmetle anıyoruz…
llove Şiirimizde Çanakkele Savaşı llove
18.03.2006 - 04:10 .
Atatürk “Gençliğe Hitâbe”sine şu ifadelerle girer: “Bugün ulaştığımız netice, asırlardan beri çekilen millî musîbetlerin doğurduğu uyanışın sonucu ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.”
Süleyman Nazif de, 8 Şubat 1919’da işgal kuvvetleri komutanlarından Fransız generali Franchet d’Espere’nin muzafferâne bir edâ ile, birtakım azınlıkların sevinç gösterileri arasında İstanbul’a girmesi üzerine, 9 Şubat 1919 tarihli “Hadisat” gazetesinde çıkan “Kara Bir Gün” adlı meşhur makalesinde bu elim vak‘ayı hatırlattıktan sonra meâlen: “Aradan asırlar geçse ve bugünkü üzüntülerimiz sevince dönüşse bile yine bu menfur olayın kalbimizde açtığı yaranın acısını hissedecek ve bu teessürü çocuklarımıza ve torunlarımıza nesilden nesile ağlayacak bir miras olarak terk edeceğiz” diyordu.
Ne yazık ki bugün gelinen noktada ne Atatürk’ün ihtarına aldıran var, ne de Süleyman Nazif’in uyarısına… Artık “İstiklâl Marşı”mızda geçen “Kahraman ırkıma bir gül” ifadesi bile eleştirilir hale geldi.
Böyle bir ortamda Çanakkale Zaferi, İstiklâl Marşı’nın kabûlü, TBMM’nin açılışı gibi millî günlerimizi hatırlamamız büyük önem arz etmektedir.
Edebiyat ve gayet tabii şiir, cemiyetin aynasıdır. Toplumda cereyan eden hadiseler menfi yahut müspet yönleriyle muhakkak edebî metinlere akseder. Çanakkale Zaferi gibi bizim için dönüm noktası olan bir olayın şiirimize yansımaması düşünülemez. Dolayısıyla, padişahtan münevver şairlerimize, halk şairlerimizden Mehmetçiğe kadar farklı tabakalardan insanlarımız Çanakkale Harbi karşısında duygularını şiire dökme ihtiyacı duymuşlardır. Bunlardan doyumluk olmasa da tadımlık birkaç örnek sunmak istiyorum…
Çanakkale Savaşı´yla ilgili sunacağımız ilk şiir devrin padişahı Sultan Mehmet Reşat’a âit. Bilindiği üzere Sultan Reşat Çanakkale Harbi´ne çok önem vermiştir. Bu konuda Velet Çelebi şunları kaydeder:
“Harb-i umûmînin en sonlarında İstanbul’un da vaziyeti tehlikeleşmişti. Boğazlar düşerse İstanbul’u a‘dâ alacaktı. O hengâmede Dolmabahçe Sarayı’nın önüne zırhlılarımızdan biri yanaştırılır. Sultan Reşad, sadr-ı a´zamı çağırır. ´İrade-i seniyyeniz olursa icabında kadın efendilere, efendilere gizli haber gönderilecek; hemen bütün hânedan Bursa’ya ma´iyyet-i hümayununuzda teşrif edilecek´ deyince Sultan Reşad der ki:
1. Münasibdir; kadın efendilere, şehzadegâna haber veriniz, hazır bulunsunlar; icabında hemen zırhlıya râkiben Bursa’ya gitsinler.
2. Efendimiz ne yapacaksınız?
3. Ben ordumun bi’l-fiil ve bi’n-nefs başkumandanıyım; asker evlatlarımdan ayrılamam ki! Onlar ne olacaksa ben de öyle olacağım." (Bkz. Dr. Yakup Şafak, “Velet Çelebi’den Fıkralar, Nükteler, Hatıralar”, YÜZAKI, Sayı: 13, İst. 2006, s. 62-63.
Mehmetçikle aynı kaderi paylaşmak istediğini söyleyen Sultan Reşat, Çanakkale Savaşı’nın zaferle neticelenmesi üzerine:
“Müslümanların iki güçlü düşmanı (Fransa ve İngiltere) karadan ve denizden Çanakkale’ye saldırmışlardı. Lakin ordumuza Allah’ın yardımı yetişti ve her bir askerimiz demirden kale oldu. Mehmetçiğin azmi karşısında düşman güçsüzlüğünü anladı ve İslâm’ın kalbi olan topraklarımızı işgal etmeye gelmişken şeref ve haysiyetini ayaklar altına alarak kaçıp gitti. Ey Reşat! Şükür secdesine kapanarak İslâm topraklarını daima sığınılacak emin yerler eylemesi için Allah’a duâ et” şeklinde düz yazıya çevirebileceğimiz şu şiiri kaleme almıştır:
Savlet etmişti Çanakkal‘aya bahr u berden
Ehl-i İslâmın iki hasm-ı kavîsi birden
Lâkin imdâd-ı İlâhî yetişip ordumuza
Oldu her bir neferi kal‘a-i pûlâd-beden
Asker evlâdlarımın pîş-geh-i azminde
Aczini eyledi idrâk nihâyet düşmen
Kadr u haysiyyeti pâ-mâl olarak etti firâr
Kalb-i İslâma nüfûz eylemeye gelmiş iken
Kapanıp secde-i şükrâna Reşâd eyle duâ
Mülk-i İslâmı Hudâ eyleye dâim me’men.
Atatürk’ün, 30 Ağustos zaferinden önce, Birinci Meslis´te, “VATAN HİSLERİ” şiirinden:
Ölmez bu vatan, farz-ı muhâl, ölse de hattâ
Çekmez kürenin sırtı o tâbût-ı cesîmi.
mısralarını okuyarak tebcil ettiği (Bkz. TDE Ansk. C. 5, s.443) vatan ve millî kahramanlık şiirleriyle tanıdığımız Mithat Cemâl’in “ÇANAKKALE” şiiri şöyle başlar:
Basma, sâhilleri hep insan eti
İkiyüzbin ölünün iskeleti
Basma, ta Ankara’dan tut da Van’ın
Yıkılan nâ-mütenâhî yuvanın
Canlı enkâzı olan evlâdı
Bu sevâhilde geçen yıl kanadı
Kan dolar, basma, ayak izlerine;
Çürüyen göğsünü toprak yerine
Koyarak, ezme ölen kardeşinin
Bir avuç yer ne kadar çok kişinin
Koludur, sînesidir, gövdesidir.
Mithat Cemâl’in; kanla, cesetle, iskeletle dolu Çanakkale sahillerine sıradan bir toprak gözüyle bakarak oralarda gelişi güzel dolaşmanın gerçekte şehitlerimizin kolu, başı, gövdesi üzerinde gezinmek anlamına geldiğini belirten yukarıdaki beyitleri karşısında, bugün adı geçen mahallerde sergilediğimiz kayıtsızlıkları düşünüp de ürpermemek mümkün mü.
Bu arada, bir askerin ağzından şehitlik macerasının anlatıldığı Hüseyin Rahmi’nin 48 beyitlik şiirinden de bazı parçalar arz etmeden geçemeyeceğim:
ALİ’NİN ŞEHADETİ
(Veda Ederken)
Ben harbe gideceğim
Helâl et anneciğim
Kanın vardır kanımda
Canın vardır canımda
…
(Harp Meydanında)
Gürlüyor topla tüfenk
Başladı kanlı âhenk
Allah Allâh bu ne?
Mahşerden bir numûne
Ateş, ölüm, ceset, kan
Tekbir getir Hakkı an.
…
(Şehâdet Ânında)
Fakat kardeş bu ne hâl
Kanı durdurmak muhâl
Yüreğimden iniyor
Ilık ılık geliyor
Soluyor nûru günün
Sonu mu bu düğünün?
…
Aman aman anne
O feryâd u figân ne
Mezarımı arama
Cennetteyim ağlama
Şühedâ hep yanımda
Hûriler dîvânımda.
Aslında Türk insanı Çanakkale Savaşı´na dâir birbirinden güzel yüzlerce şiir yazmıştır. Bunların sadece adlarını zikretmek bile sayfalar alır. Ancak, kanaatimce istiklâlimizi olduğu gibi (İstiklâl Marşı), Çanakkale Zaferi’ni de şiirle âbideleştiren yine Mehmet Âkif olmuştur:
…
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar taşlar…
O rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, Yâ Rab ne güneşler batıyor!
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i
Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitab…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu taşındır” diyerek Kâbe’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ nâmıyla,
Kanayan lahdine çeksem bütün ecrâmıyla;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Kısacası; Avrupa Birliği ve küreselleşme rüzgârının kasıp kavurmakta olduğu millî ve dînî değerlerimize sahip çıkmalıyız. Bugünkü huzur ve refahımızın bedelini unutanlar yani ecdadımızın kanı ve canı pahasına bu topraklarda yaşadığımızı bilmeyenler veya bilmezlikten gelenler millî ve dînî kimliğimizi çağdaşlığın önünde bir engelmiş gibi göstererek bizi biz yapan bu özelliklerimizi unutturmaya çalışıyorlar. Oysa, vatan millî ve dînî değerlerden ibarettir ve bunların olmadığı yer vatan değil, emperyalist güçlerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürdüğü bir toprak parçasıdır…
Çanakkale Zaferi’nin 91. yıldönümünde aziz şehitlerimizi rahmetle anıyoruz…