YUNUS EMRE VE GERÇEK HAYATI

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • izmirsat
    Member
    • 30-09-2006
    • 1543

    YUNUS EMRE VE GERÇEK HAYATI

    YUNUS EMRE
    Gönüller Sultanı, sevgi ve hoşgörü aşığı Yunus Emre, XIII. y.y’da yaşamış bir Türkmen dervişidir. Anadolu’da birliğin bozulduğu, Moğol ordularının yakıp yıktığı, insanların umutsuzluğa kapıldığı bir dönemde, şiirleriyle bir sevgi seli oluşturmuş, insanlara manevi huzuru, sevgi ve hoşgörü gibi evrensel değerleri anlatmıştır.
    XIII. ve XIV. y.y.’lar Anadolu’nun büyük siyasal çalkantılar geçirdiği dönemlerdir. Bu dönemde Ahmet YESEVİ ile başlayan Türk Tasavvuf Harekatı, aynı dönemde ve aynı bölgede yaşayan Mevlana ve Yunus Emre ile doruk noktasına ulaşmıştır.
    YAŞAM FELSEFESİ
    Yunus Emre, insanları doğru yola çağıran bir derviş, gerçeğin ardı sıra dolaşan bir mistiktir. Bu gerçek varlığın birliği ve herşeyin Tanrı’dan oluşudur. Kainatta var olan herşey bu görüntü yokken de vardı.
    “Ete kemiğe büründüm
    Yunus diye göründüm”
    dizelerinde anlatmak istediği, bu Tanrısal gerçekliktir.
    Tanrı’ya kulluk etmenin asıl amacı, kendini O’na beğendirmek olup, bu da gönülleri kırmamakla, onları onarmakla mümkün olabilir. İnsana gösterilen saygı ve sevgi, bir bakıma Tanrı’ya gösterilmiş demektir.
    “Nazar eyle itiri,
    Bazar eyle götürü,
    Yaradılanı hoş gör,
    Yaradandan ötürü”
    dizeleri, bu konudaki düşüncelerini ne de güzel ifade etmektedir.
    Gönül kırmamalı, hiçbir canlıyı incitmemeli, gönül almalı, büyükl taslamamalı, geçimli olmalı, bilgili olmalı, O’nun üzerinde durduğu başlıca konulardır. herkes ayıbını ve kötülüğünü görebilmeli ve bunları düzeltmek için çaba göstermelidir.
    “Bir kez gönül yıktın ise,
    Bu kıldığın namaz değil,
    Yetmiş iki millet dahi
    Elin yüzün yumaz değil”
    Yunus, dervişlik felsefesini benimsemiştir. Dervişlik, belli kuralları olmayan bir töre okulu, bir insanlık disiplinidir. Derviş olabilmek için duygulardan, kötü düşüncelerden arınmak, ölüm korkusunu yenip, Tanrı ve insanlık yolunda çaba göstermek gerekir. Elde tesbih, dilde dua, herşeyden elini ayağını çekmiş insanlara yakıştırılan bu dervişlik, sonraları ortaya çıkan bir sapmadır. Nitekim Yunus, bu softalara şiddetle karşı çıkmış ve şiirlerinde bunları sürekli yermiştir.
    “Dervişlik dedikleri,
    Hırka ile taç değil
    Gönlünü derviş eden
    Hırkaya muhtaç değil
    --------------------------
    Çeşmelerden bardağın
    Doldurmadan kor isen,
    Bin yıl dahi beklesen
    Kendi dolası değil”
    diyerek bağnazlığı ve tevekkülcülüğü, gerçek din düşüncesiyle bağdaştırmamıştır.
    Anadolu’nun karışıklık dönemlerinde Horasan’da birçok bilim adamı Anadolu’ya gelmiş ve bu karışık döneme, bir güneş gibi doğmuşlardır. Bunlardan biri de önce Karaman’da yaşayan daha sonra Konya’ya göç edip Mevleviliği kuran Mevlana’dır. Yunus, çağdaşı olan Mevlana’yı şiirlerinde sık sık anmıştır:
    Mevlana Hüdavendigar bize nazar kıldı
    Anun görklü nazarı gönlümüz aynasıdur.
    Yunus Emre, sanıldığı gibi okuma-yazması olmayan cahil bir kişi değildir. Eldeki belgelerin incelenmesi sonucunda, şeyh soyundan olduğu, kendisinin de bu bilgili, mal mülk sahibi aile içinde yetiştiği gibi, Karamanoğulları sarayında hatırı sayılır bir kişi olduğu, Toroslarda yaşayan Türkmenlerin, O’nu “Şeyh” olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Karaman Tarihi’ni yazan Şikari de, O’ndan şeyh olarak söz etmektedir.
    GÖRÜŞLERİ ve SANATI
    Yunus Emre, çeşitli görüşlerini, felsefenin belli kavramalrına ve kurallarına uymasa da, yapıtlarında ortaya koymuştur. Bilim, bilgi, gerçek, Tanrı, ölüm, aşk gibi konularda ki düşüncelerini bir potada eritmiştir. Ermişler aşamasına ulaşmak ve yetkin insan olmak için çalışmış, sonunda da en yüksek aşamaya ulaşmıştır.
    Yunus’a göre bilim bir amaç değil, araçtır. Çünkü bilimi kendilerine amaç edinenler, kendilerini dünyanın merkezi sanırlar ve bu bilgileriyle üstünlük taslarlar. Oysa Yunus’a göre, mutlak varlıktan başka varlık yoktur ve bütün var olanlar Tanrı’nın (Mutlak Varlığın) çeşitli görüntülerinden başka bir şey değildir. Kendisine tanıdığı varlık ise sadece bir kurgudur. Gerçek varlığa ulaşma, bu kurgudan kurtulmadır, yoklukta yok olmadır.
    Yunus’un öğütlediği töre, mistik ve gerçek yaşamın zorunlu kıldığı çilecilik ve aşktır. İnsan, ateş, hava, su ve toprak olmak üzere dört ögeden oluşur. Bu dört öge, can ile birleşerek birlik ve yücelik kaynağı olur.
    Yunus, tevekkülcü anlayışa karşı çıkar. O’nda yaşamın coşkusu ve sevinci görülür. O’na göre insan, sürekli bir değişim içindedir ve buna yeniden doğma denilmektedir. Ölmek de bir bakıma yeniden doğmaktır. Ölmek ve böylece sonsuzda yaşamak “mukadder” olduğuna göre, yaşadığı sürece faydalı işler yapmak; yapıtlar bırakmak gerekir. Ömür, yeryüzünde yaşamak, bu amacın gerçekleştirilmesi için bir araçtır.
    Yunus Emre, ulusumuzun değerlerini, görüşlerini yansıtan büyük bir sanatçıdır. O’nun deyişlerinde, geçmişteki kültürümüzün izleri görülür. Bunun yanında, biçim, dil, söyleyiş ve ölçü bakımından da ulusal sanatçımızdır. Dizelerinde yalınlık, arılık, açıklık ve içtenlik vardır. Hiç bir yapmacık öge bulunmaz O’nun şiirlerinde. İçini bütünüyle bize açar, anlaşılmaz birçok felsefe kavramını, çok açık ve yalın bir dille, en anlaşılır bir dille bize anlatıverir.
    Yunus’ta halk zevkine yakınlık ve derin bir lirizm görülür. Bu nedenle, halkın içinde yüzyıllar boyunca yaşayagelmiştir. Bir bakıma, tekke şiirinin, dinsel kökenli şiirin de kurucusu sayılabilir. Şiirlerine koyduğu büyük öz nedeniyle, bütün tarikatlarca benimsenmiş, insanlığı saran duygu ve düşünceleriyle, her anlayıştaki insanın en yakın dostu, duygu arkadaşı olmuştur. Tarikatlarla ilgisi olmayanlar da, Yunus’u bu özünden, içeriğinden dolayı sevmişlerdir.
    Yunus’un şiirleri incelendiğinde, mesajın, duru bir Türkçe olduğu görülür. Ama bazı şiirlerinde İran, Hint ve Yunan mitolojilerinden gelen terimler, din yoluyla giren bir çok yabancı sözcüler de rastlanır. Bu da, Yunus’un yüksek kültür ve bilgi birikiminin bir göstergesidir. Yabancı sözcüklerle, ya da bazı terimlerle süslenen söyleyişlerinde de doğaldır ve halka yakındır. Yabancı dil ögelerini, yerli yerinde kullanmış olduğundan, yadırganmamıştır.
    Söyleyiş bakımından, halkın diline çok yakındır. Halk deyimlerinden yararlanırken; halkın benzetmelerini kullanırken, hiç bir yadırgama görülmez şiirlerinde.
    Yunus genellikle hece ölçüsünü kullanmıştır. Zaman zaman da aruz ölçüsünü kullandığı görülür.Abdulbaki Gülpınarlı, O’nun şiirlerinin 66 tanesinin aruzla yazılmış olduğunu belirtmektedir.
    Şiirlerinde uyağa fazla önem vermemiştir. Söz gelişi, “baldan”, “sözden”, “dilden” sözcüklerini uyak olarak kullanırken, O’nun için “den” veya “dan” ekleri ve O’nun yarattığı ses, Yunus için yeterlidir. Bu nedenle uyak anlayışı, özgür bir temele dayanmaktadır.
    Şiirlerinde biçim bakımından ya dörtlüklerden oluşan, ya da mesnevi düzenine uyan bir biçim görülür. Dörtlüklerden oluşan şiirleri daha çok koşma türündedir.
    Yunus’un temalarında “gurbet” ayrı bir yer tutar, o yıllarda kültürlü din uluları, ulusu aydınlatmak için kentten kente, ülkeden ülkeye dolaşırlardı. Bu nedenle sıla özlemi ve gurbet acısı, her ulunun yüreğinde var olmuştur.
    Acep şu yerde var m’ola şöyle garip bencileyin
    Bağrı başlı, gözü yaşlı şöyle garip bencileyin.
    Yunus Emre sözün gücünü, kudretini çok iyi kavramıştır. İyilik ve kötülüğün sözden geldiğini, ifadesini doğru bulmayan sözün, nelere yolaçabileceğini görmüştür. O’na göre söz, insanları dost da, düşman da eden bir araçtır. İnsanları kırmamak için, iyi ve tatlı sözler söylenmesinden yanadır.
    Mevlana gibi Yunus da insana önem verir. Din, tarikat, görünüşte farklı olan yollardır. Hepsinin amacı iyi insan olmak ve insanlık hedefine ulaşmaktır. Yunus aslında, her insanın bir hedefi olduğu inancındadır. Doğduğunda da bazı yüce değerler taşır insan... yaşamı boyunca toplum onu baskı altında tutar ve kendi istediği yöne götürür. Bu baskıdan kurtulup özgür olmak, ancak “tarikat” ile olur.
    Yunus bilgilidir, usta bir sanatçıdır. Sözün değerini bilir, şiirin nasıl söyleneceğini nağme gibi işler. Bir derviş olarak, insanlık anlayışının en yüce noktasına erişmiştir. Bununla birlikte, dünyadan kopmaz. Dünya, güzellikleri, dağları ve ovaları, bitki ve hayvanlarıyla O’nu hep çekmiştir. Yunus’un şiir ve ilahilerini içine alan iki eser, bizlere ulaşabilmiştir. Bunlar Yunus Divanı ve Risalet-ün Nushiyye adlı eserlerdir.
    Yunus bütün şiirlerini “meleklerde bilmez ola” dediği, insan üstü, şairler üstü bir perdeden söylemiştir, deha perdesinden seslenmiştir. Her şeyi ancak Yunus’un söyleyebileceği kudretle söylemiştir. O’nun için ister Tarikat’tan, Şeriatten veya Hakikatten dem vursun; ister Tanrı’yı, doğayı, güzelliği veya insanlığı anlatsın; O, şiirlerin hepsinde Yunus’tur. Türk sofilerinden hiç kimse, O’nun söyleyiş makamına çıkamamıştır.

    YUNUS EMRE VE GERÇEK HAYATI
    1.YUNUS EMRE’NİN YAŞADIÐI DEVİRDE ORTA ASYA VE ANADOLUDAKİ GENEL DURUM:

    Anadolu Selçuklu devletinin zamanla zayıflaması, özellikle Kösedağ savaşında Moğollar’ a yenilmesi Anadolu’daki Moğol felaketinin başlangıcı olmuştur. 1260 yılından sonra zayıflayan otorite kuramayan Anadolu Selçuklu Devleti’nin yerine Moğol egemenliği hüküm sürmeye başlamış, ancak Moğollar da her tarafta askeri üstünlük sağlayamamış, gönderilen Moğol güçleri merkezlerini tanımayarak isyan etmiş ve bağımsızlıklarını ilan etme gibi girişimlerde bulunmuşlardır. Bunun nedeni olarak o devir her iki yerde; gerek Anadolu gerekse Orta Asya’da karışıklar ve belirsizlikler hakim durumdaydı. Çünkü Yunus Emre’nin yaşadığı zaman olan (12.asrın sonları ve 13 asrın başları) Anadolu’da; Selçukluların dağılması ve beyliklerin otaya çıkmasıyla ortada tam bir kargaşalık vardı. Kısmen Anadolu’ya Moğollar hakimdi. Bu durum Karamanoğulları’ nın bağımsızlık ilan etmesine sebep olmuştur. Ve Karamanoğulları Beyliği 1256 yılında bir Kolonizatör Türkmen dervişi olan Nure Sofi’ nin oğlu olan Kerimüddin KARAMAN önderliğinde kurulmuştur. Diğer taraftan Orta Asya’da da yine Moğollar her tarafı yıkıp döküyorlardı. Özellikle bu devirlerde Anadolu’da bir iç isyanın çıkmamasında ve Moğolların onca istilalarına ve baskınlarına rağmen ayakta durmalarında başta Yunus Emre olmak üzere Anadolu’da bulunan birçok Türk dervişinin Alp-Erenlerinin ve Türkiye mutasavvıfların tesiri büyüktür. Bu bakımdan tekke ve dergahta bulunan dervişler ve onların erlerine büyük görevler düşüyordu. Çünkü Anadolu'da devlet otoritesi iyice zayıflamış ve Moğollar gibi dış güçlere karşı her zaman hazırlıklı ve moralli olmak gerekiyordu. Bunu da Yunus Emre gibi dervişler ve Erenler sağlıyordu. Orta Asya’da durum bundan farklı değildi. Hoca Ahmet Yesevi bir taraftan Orta Asya’ da durumu düzeltmeye çalışırken diğer taraftan yetiştirdiği yüzlerce Türkiye Mutasavvıflarını Anadolu'ya gönderiyor ve Anadolu'nun Müslümanlaşmasını sağlıyordu. 12. asırda başlayan bu İslamlaştırma hareketi gerek Selçuklu gerekse Osmanlı devletinin Anadolu’da yerleşmesi bakımından büyük kolaylık sağlamış bir çok yöre kılıçsız ve kalkansız birden İslam’ı kabul etmişlerdir. Bu konuda en büyük görevi tartışılmaz bir şekilde bir çok ilim adamımızın da belirttiği gibi kolonizatör Türkiye dervişleri üstlenmişlerdir. Anadolu’nun Müslümanlaşmasında daha Türkler Malazgirt savaşından önce Anadolu’ya ayak basmamışken ve Anadolu bir Rum diyarı iken Orta Asya’da bulunan Hoca Ahmet Yesevinin telkinleriyle burulara gelen ve burada aileleriyle yerleşen geldikleri yöreleri Müslümanlaştıran Alp-Erenler yani Türk dervişleridir.


    2. YUNUS EMRE’NİN HAYATI VE YAŞADIÐI YER :


    Anadolu Moğol istilasıyla ezilmiş, çökmüş bir vücut halinde idi. Kılıçla kargının son şakırtılarının şimşeklendiği bedbaht bir iklimde kuvvet son sözünün söylemiş gibi görünüyordu. Böyle bir beldede bir güneşin doğması bekleniyordu. Bu beldenin üç asırlık gerçek sahipleri bekleniyordu. Ve beklene gün gelmiş, Yeşildere vadisinin kenarında bulunan Aşıklar Öreni’nde yepyeni bir ses yepyeni bir soluk dünya’ya teşrif etmek üzere idi. Hoca Ahmet Yesevi’nin irşatları ve Anadolu'ya Alp erenler göndermesi ve buranın Müslümanlaştırılması faaliyetlerinin bir sonucu olarak Horasan’dan buraya göç eden Türkemen Dervişi olan İsmail Hacı’ya Allah bir torun daha nasip ediyordu. Yıl: H38/M:1240. Ve nefesiyle, sözüyle tüm çağları aşacak olan bir çocuk dünyaya geliyordu. Bu ıssız vadide. Bu çocuk farklı mı idi ne? Anadolu’nun üstünü kaplayan o kapkaranlık bulutlar birden dağılmış ortaya yepyeni pırıl pırıl, berrak berrak bir gökyüzü çıkıvermişti.
    “Ben yürürem yane yane. Aşk boyadı beni kane
    Ne akılem ne divane, gel gör beni aşk neyledi.”
    diyordu bu çocuk. “sevelim sevilelim bu dünyaya kalmaz” diyordu... Önemli olan sevmektir diyordu. Bu çocuk. Adını da yıllardır bir balığın karnında kalan ve sonra ortaya peygamber olarak çıkan Yunus Peygamber’den alıyordu. Adı Yunus idi. Yunus Emre... soyadı ise Sevgi, Dostluk ve Gönül idi..

    Yunus Emre’nin dedesi İsmail Hacı Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiş ve Karaman oğullarından halen Karaman’a 29 km. uzaklıkta bulunan eski yerde geniş bir arazi satın aldığını Başbakanlık arşivlerindeki Yavuz Sultan Selim İl yazıcı defterinden öğreniyoruz. Bulunan belgedeki isimler az değişikle halen günümüzde kullanmaktadır. Karaman oğulları beyliğini seçmelerinde onlarla olan akrabalık bağlarının bulunmasından kaynaklanmaktadır. İsmail Hacı topluluğu Horasan’dan gelip Larende’ nin 29 km doğusunda, şu anda Yeşildere Kasabası sınırları içerisinde bulunan vadiye yerleştikten sonra burada bir zaviye kurdu. (1) Yunus Emre İsmail Hacının torunudur ve Karaman’da H38/M:1240 yılında dünyaya gelmiştir. Doğum ve vefat tarihlerin tam olarak bilinmemekle birlikte bu tarihler tahmini olarak yazdığı kitap olan Risüaletünnushıyye’ den çıkarılmaktadır (2) Buradan şu sonuç ortaya çıkıyor. Yunus Emre’nin dedeleri bu bölgeye göç etmişler ve bu bölgede sürekli kalmak için geniş arazi satın almışlardır. Bu kadar geniş arazileri olan bir zatın Hacı Bektaşi kapısına gidip buğday istemesi biraz düşündürücüdür. Ki daha sonraları Yunus Emre bizzat kendisinin Karamanoğlu Mehmet Bey’den eski adı Yerce olan bir köyden arazi satın almıştır. Bu aldıkları arazilerde zaviyeler kurmuş olan Yunus Emre aynı zamanda buradan elde ettiği gelirlerle her gün yüzlerce muhtaca yardım etmiştir. Daha sonraları gerek kendi köyü olan Karye-i Yunus Emre’de gerekse Karaman’da kiriş haneleri ve vakıflar zaviyeler kurmaya devam etmiştir. Bu arada ortaya atılan ve kaynağı sadece birtakım menkıbelere dayanan ve ilmi hiçbir belgeye dayanmayan bir iddia vardı ki o da Yunus Emre’nin Hacı Bektaşi-ı Veliye buğday istemesi için gitmiş olma iddiasıdır. Bu iddia tamamen bin hurafedir ve asırlardır Anadolu’da yaygın olan efsanevari söylentilerden başkası değildir. Çünkü bu iddianın asılsız olduğunu tarih otoritelerinin hepsi kabul ediyor. Kaldı ki Yunus Emre zaten dönümlerce araziye sahip olan bir vadide yerleşmiş ve yanında işçileri ve dervişleri olan varlıklı bir şeyhtir. Yunus Emre Bektaşi değildir, şiirlerinde Bektaşilik ve Hacı Bektaşi-i Veliden de bahsetmemiştir. Demek oluyor ki her ne kadar Yunus Emre çeşitli İslam diyarlarını gezmiş ise bile bu onun oralarda bulunduğu veya mezarını oralarda olduğunun bir delili olamaz. Zaten Anadolu’da onlarca şeyhlik veya müridlik yapan Yunus Emre veya Yunus adında zatlar vardır. Şu anda tarihçilerin kesin gözüyle baktığı iki yer vardı. Bunlardan bincisi Eskişehir’de bulunan Sarıköy'de ki mezar diğeri ise Karaman’da bulunan Yunus Emre camisinin yanında buluna türbedir. Karaman’daki mezara türbe diyorum, çünkü diğer mezarın değil Yunus Emre büyük zatlarla hiç alakası yoktur. Cumhuriyetten sonra Sarıköy’de bir mezar açılmış ve içinden bir sürü cesetler çıkmış ve içlerinden en büyük kafa tasını alarak bu Yunus Emre’nindir denilerek onun için bir abide yaptırılmıştır. Bunun hiç ilmi dayanağı yoktur. Elde bulunan belgeler ise Yunus Emir Bey’ine ve Emrullah Yunus Sami tekkesine ait belgelerdir (3) Bu arada Konya Valiliğinden Yunus Emre’nin Karaman’da olduğuna dair pek çok rapor gelmesine rağmen bu durum kamuoyundan gizlenmiştir. Bütün bu olanlardan sonra anlaşılıyor ki YUNUS EMRE KARAMAN’LIDIR VE MEZARI KARAMAN’DA BULUNMAKTADIR. Zira Osmanlı devleti zamanında bile Yunus Emre’nin mezarının Karaman’da olduğuna dair belgeler ve deliller mevcut ve o zamanlar aksini söyleyen bir kimse yoktu. Çünkü herkes Yunus Emre’nin Karaman’da olduğunu biliyordu. Bu yüzdendir ki Osmanlı Devleti kayıtları Yunus Emre’nin hep Karaman’da olduğunu tasdik ederler. Sözde Sarıköy’de ki Yunus Emre mezarlığı sonradan yapılmış ve içine görgü şahitlerinin bile inanmadığı birtakım hileler karıştırılmıştır. Yunus Emre‘nine mezarı diye açılan mezarda bir sürü cesetleri görenler orada tutulan tutanağı bile imzalamamışlardır. Bu birtakım kimselerin sırf Yunus Emre’yi Eskişehirli yapmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Şurası da bir gerçek ki Sarıköy’deki yatan zatın ismi bile Yunus Emre değildir. Yunus Emir Beydir. Öte taraftan yine tarih araştırmacıları Yunus Emre’nin tahsilini Konya’da yaptığını ve kendisinden 35-40 yaş büyük olan Mevlana’dan ders aldığını belirtiyorlar. Bu durum ister istemez Yunus Emre’nin Karaman’da bulunduğunu kuvvetlendiriyor. Zaten Yunus Emre bu durumu şiirlerinde: “Mevlana hüdavendigar bize nazar kılalı, anın görklü nazarı gönlümüz aynasıdır....Mevlana meclisinde saz ile işret oldu, Arif maniye daldı, çok biledir ferişteh” diye belirtir. Ama bir kere Hacı Bektaşi Veliden bahsetmez. Osmanlı Devletinin aşağı yukarı her tarafını gezen ünlü Türk Seyyahı Evliya Çelebi 1648 yılında Karaman’a gelmiş camileri ve türbeleri gezmiştir.İşte Evliya Çelebi burada Yunus Emre’den de bahsetmiş ve şöyle demiştir:”Kirişçi Baba Camiinde, Yunus Emre hazretlerinin mezarı bulunmaktadır. vs.
    Bu arada diğer bir belge var ki hayli ilgi çekicidir. Halen Başbakanlık arşivi 18304 numarada kayıtlı bulunan bu belge; özetle Yunus Emre’nin türbesinin aydınlatılması için ödenek ayrılması hakkında 1235 tarihinde yazılmıştır. Nihayetinde biz tarihçi olmadığımız için sonuç olarak derlediğimiz ve kaynağını da gösterebileceğimiz bilgileri aşağıda sunuyoruz:


    a) Yunus Emre’nin ataları Horasan’dan gelmişler ve başlarında dedesi İsmail Hacı vardır.
    b) Yunus Emre’nin Karamanlı olduğunu gösteren belgelerin hemen hepsi resmi ve sağlam belgelerdir. Bu belgeler Osmanlı Devleti zamanında sıkı bir şekilde korunmuş ve mühür ile mühürlenmiştir.
    c) Yunus Emre’nin Karamanlı olduğuna dair ilk bilgiler diğerlerinin aksine Osmanlı Devleti belgelerinden gelmektedir. Ama Yunus Emre’nin başka yerlerde bulunduğuna dair hiçbir resmi ve sağlam kaynak yoktur. Bilakis Yunus Emre’nin Karamanlı olduğuna dair sağlam kaynaklar halen mevcuttur. Ve bizzat kendi ismi geçmektedir. Osmanlı Devletinde Yunus Emre’nin mezarını yeri olarak hep Karaman gösterilmiş ve bu türbenin giderleri için ödenek bile sağlanmıştır.
    d) Başta Mevlana olmak üzere Yunus Emre ile defalarca görüşmüşler ve onun bir Türk olduğunu ona Türkmen Kocası demişler ve Karamanoğulları sarayında sözü geçen bir zattır.
    e) Yunus Emre çevredeki bütün Türkmenlerin özellikle de Şehzadelerin de şeyhidir.
    f) Aynı zamanda varlıklı bir şeyh olan Yunus Emre vakıflar ve zaviyeler kurarak bölgenin sosyal yönden kalkınmasın sağlamış ve diğer kolonizatör Türk dervişleri gibi Moğolların saldırıları karşısında milleti örgütlemişler ve onlara manevi destek olarak morallerini yüksek tutmuşlardır.
    g) Belgelerde geçen yer ve köy isimleri halen mevcuttur. Ve hepsi Karaman’ın birer köyü veya kasabasıdır.
    h) Bütün bunlardan tek bir sonuç çıkıyor: YUNUS EMRE KARAMAN’LIDIR VE MEZARI KARAMAN’DA BULUNMAKTADIR..
İşlem Yapılıyor
X