7 SORUDA ERMENİ MESELESİ

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • armonill
    Banned
    • 21-06-2005
    • 1909

    7 SORUDA ERMENİ MESELESİ

    Bugün Ermeni meselesi olarak tanımlanan konu, temelinde bağımsız bir sorun olmaktan çok bir siyasi süreci andıran bir iddialar ve ilişkiler yumağıdır. Türkiye Cumhuriyeti´nin egemenliğini hedef alan suçlamaların içinde belki de en uzun vadelisi olan Ermeni konusu, tarihin her safhasında bir sorun değildi.

    Hatta denebilir ki, Ermeni meselesinin “sorun“ haline gelmesi ancak en az 1000 yıllık ortak bir beraberliğin sonunda gelen tuhaftır ki yaklaşık 70 yıllık bir zaman dilimini kaplar.

    Ve Birinci Dünya Savaşı ile başlayan kesin kopuş 20. yüzyılın başından günümüze kadar derinleşerek süregelmekte, tarihte yaşanan felaketler zinciri ve bu döneme ait canlı (tutulan) bir bellek, iki toplumun birbirine yaklaşabilmesini imkansız kılmaktadır.

    Sorunun aşılabilmesinde sürekli engel olarak görülen - daha doğrusu görülmek istenen - Türk tarafı ise bugün geçmişte eksik bıraktıklarını hızla tamamlarken, Ermeni tarafı 21. yüzyıla gelindiğinde halen 90 sene öncesine ait oluşturduğu sanal bellek aleminde yaşamakta. Çok az istisnalar sayılmazsa Ermenilerin ezici bir çoğunluğunun tarihi bir konuya duygusal ve intikamcı yaklaşımları, sorunun ortak bir uzlaşma çerçevesinde nihai bir çözüme kavuşturulabilmesine en büyük engel olarak ortada durmakta.

    Siyasi niteliği çok belirgin olan Ermeni meselesi de Güneydoğu meselesinde olduğu gibi kasıtlı olarak belli bakış açılarından ele alınarak değerlendirilmekte, gerçek bir çözüm ise zaten istenmemekte.

    Türkiye´de parlamenter çogunlugu elinde bulunduran siyasi kadronun ilk bakista göz kamastiran yaptirimlarinin bir siyasi makyajdan ibaret ve ülkenin AB yolculugunun sonunun hayirli olmaktan baska her sey oldugu bir dönemde, Ermeni meselesi de yeni bir siyasi ivme kazanmayi basarmis gibi görünüyor. Yunanistan, Ermenistan ve sonu benzer eklerle biten kurulmus-kurulmamis bir dizi devletin stratejik kiskacinda olan bir Türkiye savas seslerinin yükseldigi Ortadogu´da yeni yapilanma ve bütünlesme mekanizmalarinin çoktan harekete geçtigi bir dönemde, üzerine aldigi Avrupa yolculugu macerasi ile mesgul. Konumuz el vermedigi için sadece kisaca degindigimiz konu, Ermeni sorununun zamanlama ve biçim itibariyle dikkate alınmak zorunda ve en azından ilişkiler bakımından aydınlanmak durumunda.

    • Ermeni meselesi nedir?

    Sözde Ermeni Soykırım iddiası, uzun yıllardan beri yurt dığında pek çok ortamda, çesitli düzey ve biçimlerde Türkiye Cumhuriyeti aleyhine yürütülmekte olan yoğun kampanyaların önemli odaklarından birisi. Bu iddia, Osmanlı döneminde bu imparatorluğu parçalayarak çıkarlarına ulaşmayı amaçlayan ülkelerce ileri sürülmüş, bugün ise, adları değişmekle birlikte aynı çıkar çevrelerinin, Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek istemeleri ve bölgede güçlü bir Türkiye arzu etmemelerinden dolayı, çeşitli yönleriyle sıcak tutulan yapay bir iddiadır. Yahudi Soykırımının ağır suçluluğunu taşıyan Alman-Fransız çevreleri ile Macarlar gibi kavimler, özgün suçlarını yayıp paylaşacak tarihi ortaklar ararken, bunu Türklerin sırtından yapmaktalar. Soykırım suçunun ne anlama geldiğini ve hukuki ve siyasi boyutlarını çok iyi bilen Avrupa´daki çevreler, bu insanlık suçunun sorumluluğunu Türklerin üzerine yıkmak istemektedirler. 1850´li yılardan itibaren ülkede ardarda gelen isyan ve bağımsızlık hareketleri Ermenilerin de bu yönde ümitlenmelerine neden olmuş, ilk defa bu tarihlerde açıkça bağımsız devlet kurma çabaları kendini göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı´nda Osmanlı Devleti´nin savaştığı Rusya ile işbirliği yaparak taraf olan Ermeniler, gönüllü birlikler ve Ermeni alayları kurarak hem Rus ordusunda Osmanlı´ya karşı savaşmışlar, hem de Fransız ordusuna katılıp Fransız üniformasıyla Anadolu´nun işgalini hazırlamışlardır. Bu duruma karşı bir güvenlik tedbiri olarak dönemin hükümeti özellikle hassas bölgelerde olay çıkaran Ermeni halkını başka yere nakletme kararı almış, bu karar dünya kamuoyuna Ermeni ve Batılı basın tarafından bir soykırım olarak tanıtılmıştır.

    • 1915´te ne oldu?

    Birinci Dünya Savaşı´nın başladığı tarih olan 1915 yılı, Ermeni iddiaları bakımından da önemlidir. Osmanlı Devleti´nin savaşa girmesiyle birlikte Anadolu´nun çeşitli yerlerinde uzun bir gizli çalışma ve prova aşamasından sonra harekete geçen bazı Ermeniler, silahlı olarak taraf oldukları savaşta yer almışlar, Osmanlı Hükümeti´nin almış olduğu bir yer değiştirme kararıyla da tehcir edilmişlerdir. Daha sonra genişletilen zorunlu göç kapsamına Ermeni nüfusunun bir kısmı da dahil edilmiş, bu insanlar orduların harekat ve savaş sahalarının dışına göçürülmüşlerdir. Bu tehcir esnasında da yaklaşık 500 bin Ermeni vatandaşını savaş alanı dışına çıkaran hükümet bu insanları geçici olarak yine toprağı ve egemenlik alanı içinde bulunan Suriye ve Irak bölgesine nakletmiş, savaşın bitimiyle de eski yerlerine tekrar dönmelerini sağlamıştır. Zaman ve şartlar itibariyle sorunsuz gerçekleştirilmesi imkansız olan bu geniş çaplı eylem yine de nisbeten son derece başarılı bir şekilde uygulanmış, bu insanların savaşan ordular arasında telef olması böylece önlenmiştir. Ne yazık ki bu tarih aynı zamanda uzun yıllar bir arada yaşamış iki toplumun belki de hiç bir daha barış(a)mamak üzere birbirinden koptuğu, iki milletin arasına düşmanlığın girdiği tarihtir.

    • Osmanlı Devleti Ermenilere soykırım yaptı mı?

    Ermenilerin bu döneme ait ortaya attıkları iddiaların başında, Osmanlı´nın zorunlu göçe tabi tuttuğu insanları imha etmek için tehcir ettiği ve böylece Ermenileri yok etmeyi planladığı iddiası gelir. Çokuluslu kimlik ve devlet yapısına sahip olan Osmanlı Devleti´ni böyle bir adıma itecek hiç bir siyasi ve tarihi sebep olmamasının yanısıra, nazırları, mebusları, vezirleri, askerleri, doktorları, mimarları ve tüccarları Ermeni olan bir devletin neden böyle bir yola başvurabileceğini ayrıca sorgulamak lazım. Tamamen güvenlik tedbiri olarak bakılmış olan zorunlu göç kesinlikle bu insanların imhasını sağlamak için başvurulmuş bir yol olmayıp, tam aksine, bu insanların güven altına alınmalarını ve yüzbinlerce insanın hayatını kurtarmayı sağlamıştır. Eldeki veriler ışığında son derece kolay bir şekilde ispatlanabilir bu iddianın hiç bir meşru dayanağı bulunmamakta, bugüne dek bu iddiayı doğrulayan hiç bir belge ve kaynak ortaya konulamamıştır. Osmanlı´nın devlet geleneğine son derece ters olan bu görüş (soykırım), bu iddiayı ortaya atanların ne kadar cahil ve kasıtlı olduklarını gösterir. İstatistikler ve rakamlar döneme ait son derece detaylı bilgiler verirken, elde yabancı konsolos ve misyoner raporları gibi belgeler de böyle bir durumun söz konus olamıyacağını ortaya koyuyor. Soykırımın ana şartı olan “bir etnik grubu kimliğinden ötürü yok etmek“ gibi bir düşüncesi Osmanlı´da hakim olmuş olsaydı, bu işe ilk önce Osmanlı meclisinden başlamak gerekirdi ve daha sonra ülkenin önemli bankacı ve teknokrat kesiminin hedef alınması gerekirdi. Ayrıca soykırım yapmak gibi bir düşüncesi olan bir devlet bu insanların yol güvenliğini, rahat seyahatlarını ve varış yerlerindeki hayatlarını idame ettirebilmeleri için binbir imkanını seferber etmezdi.

    • Soykırım tam olarak nedir?

    Zamanımızda kullanılan soykırım kavramının kökeni Yunanca'daki genos (ırk, aşiret, klan...) ve Latince'deki caedere (kırım, öldürme, yok etme...) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmekte olup, neredeyse tüm dillere aynı şekilde girmiştir. Kavram olarak soykırım veya jenosid, bugün hukukçuların, siyasetçilerin, sosyologların veya profesyonel soykırım araştırmacılarının konuyla ilgili başvurdukları, yaygın olarak kullandıkları ve Polonyalı bir hukukçu olan Raphael Lemkin tarafından formüle edilen bir kavramdır. Yahudi asıllı Raphael Lemkin, 1941-42'de uluslararası arenada ilk defa soykırım kavramının tarifini yapmış, gündeme gelmesi ve kullanılmasına önayak olmuş ve Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesinin hazırlanması evrelerine birinci dereceden katkıda bulunmuştur.

    1948 senesinde BM Genel Kurulu'nda oylanan ve üye ülkelerin tamamının katılımıyla kabul edilen Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi Ve Cezalandırılması Sözleşmesi, maddeler halinde, soykırımın hangi kriterlerden oluştuğunu ve bir suçun ne zaman soykırım olarak nitelendirilebileceğini kaydetmiştir. Soykırım teriminin semantik anlamını kazandığı zaman, şüphesiz ancak ve sadece Nazi zulmünün tüm boyutlarının anlaşılması ve Nazi savaş suçlularının yargılandığı Nürnberg Mahkemeleri'nin sonrasına rastlar. Nitekim, o tarihe kadar Nazi Almanyası'nın nasıl işlediği ve Nazi hükümet organlarının Yahudiler başta olmak üzere, ülkedeki etnik, dini ve kültürel azınlıklara karşı ne denli bir piskopatça yokedici siyaset takip ettiği bilinmiyordu. Milyonlarca vatandaşını ırk, renk, inanç, görüş hatta bedensel özelliklere göre ayırarak, aşamalı olarak gaz odalarına dolduran siyasi zihniyetin eylemlerini tarif için gerek duyulan bu sözleşme, aynı zamanda bu insanlık dramının sonsuza kadar tekrar hiç bir defa yaşanmaması için konulmuş evrensel ilk tavırdır. Nazi Almanya"sının ırkçı bir yaklaşımla dünya hakimiyetini sağlamak için başlattığı Dünya Savaşı ve ardında bıraktığı 70 milyon ölü, insanlığı yine Nazi yöneticilerinin insanlık dışı politikaları ve maruz bıraktığı milyonlarca insanı gözönünde bulundurularak, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi imzalanmıştır.

    Neden soykırım değil?

    Bilindiği gibi soykırım kavramı ilk defa Birleşmiş Milletler tarafından ortaya konulmuş ve Yahudi Soykırımı örnek alınarak tarif bulmuştur. Osmanlı'nın Ermeni vatandaşlarının bir bölümüne yönelik uygulamış olduğu zorunlu göç kararının soykırım kapsamında ele alınıp alınamayacağı, Nazi Almanyası ile bir karşılaştırma yapıldığında daha iyi anlaşılacaktır. Osmanlı Devleti, Nazilerin aksine, topraklarında yaşayan Ermenilerin sadece belli bir coğrafyadakilerini nakletmiş, nakil, Osmanlı Devletine karşı silaha sarılan Ermeni gruplarını ve onlara lojistik destek verenleri kapsamıştır. Bu nakledilenler yine Osmanlı sınırları içinde yer alan bir yere göç ettirilmiş, göçe tabi tutulanlara, Nazilerin evlere baskın yaparak yaka-paça toplama kamplarına sevk uygulamalarının aksine, göç hazırlığı yapmaları için bir hafta ile 15 gün arasında süre verilmiştir. Göçe tabi tutulanlar, Nazilerin toplama kamplarının aksine, gittikleri yerlerde, devlet tarafından evler yapılması, hayatlarını devam ettirebilmeleri için yerleştirildikleri yerlerin ziraate elverişli olması ve göçmenlerin geldikleri viliyetlerin belirlenerek, nüfus kayıtlarının çıkarılması karar altına alınmıştır. Göçen Ermenilerin tüm ihtiyaçları (yiyecek, sağlık, bilet temini v.s.) devlet tarafından "Muhacirîn tahsisatı"ndan karşılanmış, bir şehir ve kasabada yaşayan Ermenilerin tümü sürgüne gönderilmemiş, hastalar, yetimler, katolik ve protestan mezhebi mensuplarıyla, zanaat sahipleri ve orduda görev yapanlar tehcir kapsamı dışında tutulmuştur. Nazi kamplarının aksine, hasta göçmenler için kamplarda hastahaneler kurulmuş, göçmenlerin sağlık sorunları ile ilgili olarak çeşitli ülkelerin sağlık ekiplerine kamplarda görev yapmaları için izin verilmiştir. Kimsesiz çocuklar ve yetimler, yetimhanelere ve bazı zengin ailelerin yanına yerleştirilmiş, 1919 yılında geri dönüş izni verilince bu çocuklar yakın akrabalarına teslim edilmiştir. Aşiretlere ve sivil halkın saldırısına karşı kafileleri korumak üzere jandarma kuvvetleri görevlendirilmiş, suiistimalde bulunan görevli ve halktan kimseler mahkeme edilerek anında ve sert biçimde cezalandırılmıştır. Savaş, kuraklık, çekirge istilası ve seferberlikten dolayı iş yapabilecek hemen bütün erkeklerin silah altına alınması gibi nedenlerle, tarladaki mahsulün kaldırılamamasının bir sonucu olarak ortaya çıkan yiyecek sıkıntısından dolayı, başta ABD olmak üzere çeşitli devletlerin insani yardım kuruluşlarının yardım talepleri kabul edilmiş, bunlar tarafından Suriye'deki Ermenilere yardım ulaştırılmıştır.

    Neden Almanya?

    İkinci Dünya Savaşı ve öncesinde yaşananların Alman toplumu üzerindeki etkileri o denli derin ve içtendir ki, Holocaust'un sebep olduğu derin mazuriyet piskozu Almanlardaki aşırı hassasiyeti de beraberinde getirmiş ve insanların - aradan nesiller geçmesine rağmen - kendilerini sürekli suçlu olarak hissetmelerine yol açmıştır. Bu kolektif suç algılayışı ise Almanların yakın tarihleriyle süregelen hasarlı ve problemli ilişkisini birinci dereceden etkilemiş, adeta Almanların tarihinin 1949"ta başladığı kanısını beraberinde getirmiştir. Almanya'nın ve Alman kamuoyunun Ermeni konusuna yaklaşımı büyük ölçüde kendi tarihinden miras olaylarla doğrudan ilişkilidir. Bu açıdan konuya "Völkermord" perspektifinden yaklaşan Almanların tarafsız bir pozisyon almaları neredeyse daha en başından imkansız kılınmakta, soykırım gibi ağır bir suçun vebalini üzerlerinde taşıyan Alman toplumunun jenosit teriminin telafüz edildiği bir ortamdaki ruh halini anlamak kolaylaşmaktadır. Bu duygusal yaklaşımlarıyla objektifliğini kaybeden Almanlar bunun ötesinde bu suçun yükünü paylaşmak istemektedirler. Bu düşüncenin bir sonucu olarak ta ortaya ''yüzyılın ilk soykırımı" türünden bahis konusu olamıyacak son derece tuhaf ve dayanaksız iddialar ortaya atabiliyorlar. Kendilerini komik duruma düşürme pahasına "ilk gaz odalarını Türkler yaptı" diyen profesörlere rastlandığı göz önüne alınacak olursa, içinde yaşadığımız toplumun hem ne kadar bilgisiz olduğunu, hem de Holocaust'un mevcut nesil üzerinde dahi ne denli baskın bir mesuliyet duygusu yaratabildiğini görüyoruz. İnsan psikolojisi açısından doğal ve anlaşılabilir olan bu tutum, bu davranışın Türk milleti tarafından kabul edilebileceği anlamına da gelmez. Yahudi Soykırımının göreceleştirilmesi konusunda bugün Alman aydınları arasında adeta bir iş bölümü yapılmakta olduğunu görüyoruz. Nitekim genelde kendilerini oryentalist olarak tanıtan sağ görüşlü revizyonistler Yahudi Soykırımını "Gulag katliamlarıyla" karşılaştırıp, Bolşeviklerin Nazilere kötü örnek teşkil ettiğini ortaya atarken, sol-liberal görüşten Alman enteller ise Yahudi kıyımına Ermeni Soykırımının öncü olduğunu iddia etmekteler. Görsel ve yazılı medyada rastlamakta olduğumuz "Ermenilerin Auschwitz'', "Türklerin Auschwitz Yalanı" gibi ifadelerle iki olay arasında benzerlikler vurgulanmaya çalışılmaktadır. "Balkanlar'da etnik temizliğin" ilk kez Türkler tarafından başlatıldığını öne süren oryent uzmanı (i) Prof. Rainer Münz"e göre, Türkler Adolf Hitler"' de ayartmışlardır. Ermeni sorununun herhangi bir biçimde Yahudi Soykırımı ile ilişkilendirilmesi için, Ermenilerin ırki nedenlerden öldürüldü-günün de belgelenmesini gerektirmektedir. Belge fabrikasyonunda tecrübe sahibi olan Almanlar da bunu başarıyla yerine getirmekte ve - kendilerini gülünç konuma getirme pahasına - ortaya bir takım sözde kaynaklardan sözde belgeler atmaktalar. Bu belgeler de ekseri Alman Ermeni Cemiyeti ve Alman Doğu Misyonu yöneticisi doktoralı protestan papazı Johannes Lepsius, Urfa'daki bir misyoner hastanesinin Alman yöneticisi Jakob Künzler, bir Alman yardım kuruluşu başöğretmeni Ernst Sommer, Urfa'da bir Alman yetimhanesi müdürü Bruno Eckart, zamanın bölge için görevli Milletler Cemiyeti temsilcisi Norveçli Fridtjof Nansen ve Alman yazar ve sıhhiye subayı Armin T. Wegner'e aittir. Bu misyoner ve etki ajanlarının duyum ve hayalleri doğrultusunda ürettikleri "günlükler" ve "anı defterleri", Ermeni konusunda bugün bütün Alman yayınlarının yegane kaynağı konumunda olup, gerçekte bu yönde yapılan yayınlar istisnasız bu bir kaç şahıs ve eserlerin tekrarlanmasıdır.

    Soykırım'ın tanınması neden bu kadar önemli?

    Diğer tarafta ise Ermenilerin ısrarla kendi trajedilerini, Yahudilerin 1933-1945 yıllarında başına gelenlerle aynı kefeye koymaya çalıştıklarını görüyoruz ve 1915 olaylarının illa "soykırım" olarak tarifini bulmasını hedeflediklerini tespit ediyoruz. Ermenilerin 1915-1916 olaylarını örneğin bir katliam, vahşet ve toplu öldürme değil de neden ısrarla hukuki bağlamda "soykırım" (genocide) olarak kabul görmesini amaçladıklarının arkasında ise yatan somut nedenler var. Ermeni sorununun dinamikleşen biçimde büyümesindeki psikolojik etmenleri incelerken, soykırım için o toplumun geneline hakim olan psikolojik atmosferin varlığını dikkate almak zorundayız. Dünya Yahudiliğinin mağduriyetten beslenen, büyüyen, güçlenen bir yapısının olması dikkat çekici olmakla beraber Holocaust, Yahudilere karşı pozitif yönde ayrımcılık (yani ayrıcalık) yapılmasına neden olmaktadır. Bu durumdan istifade ederek güçlenen Yahudilik ise, bugün ayni kader kurbanı ortaklığını kimlik ölçüsü yapmıştır. Holocaust ile Yahudi kimliği arasında ortaya çıkan ilişki, Ermeni kimliğinin inşasında da kullanılmak istenmekte ve aynı ölçüde kabul ettirebilme ümidiyle dünya gündemine taşınmaktadır. Ermeni diasporası tarafından empoze edilmek istenen "Hitler soykırım yapmayı Türklerden öğrendi" tezi aslında Hristiyan-Batılı bilinçte günahlarından arınma arzusu ile ortaya çıkmış, "biz aslında böyle şeyleri yapmayız ama bunu Türklerden öğrendik" mantığında işleyen bir mekanizmayla arınma isteği olarak ele alınmalıdır. BM tarafından Soykırım Yasası'nın kabülünden sonra 195011 yıllardan itibaren Ermeniler, 1915 tehcirinin de bir soykırım olduğuna dair iddialarını yüksek sesle dile getirmeye başlamışlardır. Yine aynı tarihlerde ABD, Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerdeki - çoğunluğu 1918-1920 yıllarında kendi istekleriyle Osmanlı Devleti 'ni terkeden neslin ilk ve ikinci kuşağına mensup - diaspora Ermenileri, Ermeni kimliğinin önemli öğeleri olan dil, yaşam tarzı ve cemaat alışkanlıklarının yok olmaya başladığını farketmişlerdir. Ermeni kimliğinin erimesinden dolayı varoluş tehdidi yaşamaya başlayan Ermeni Kilisesi, başta Hınçak ve Taşnak Partileri ve yardım kuruluşları aracılığıyla, Ermeni toplumunun yaşadığı ülke ile kaynaşmasını önlemeyecek, ama Ermeni kimliğini canlı tutacak yegane formül olarak soykırım iddialarını ortaya atmıştır. Soykırım hayali imgesinin doğmasını sağlayan gerçek, bu diaspora Ermenilerinin hiçbirinin, siyasi istikrar, doğal kaynak ve sosyal yaşam yönleriyle zayıf olan Ermenistan Devletini, geri dönülecek bir anavatan olarak algılamaması olmuştur. Bu hayali imge, hem duygusal olarak bir kimlik inşası sağlamakta yardımcı olmuş, hem de bu kimliği nesilden nesile aktaran ve pekiştiren güçlü bir hayali anavatan işlevi görmesini sağlamıştır. Bundan dolayıdır ki, Ermeni kimliğinin en önemli parçasını oluşturan ve kendini tanımlayabilmesini mümkün kılabilen ana unsur olan "mağduriyet psikolijisinin" sarsıntıya uğradığı vakit, başta Ermenistan Devleti olmak üzere, millet olarak kendilerini bir kimlik bunalımı ile karşı karşıya bulacakları kesin ve kaçınılmazdır.
    kaynak
  • gönülver
    Member
    • 21-02-2004
    • 2747

    #2
    Konu: 7 SORUDA ERMENİ MESELESİ

    enver paşanın amcazadesi halil paşanın anılarında okumuştum

    halil paşaya soruşturma aşamasında soruluyor siz 50.000 ermeni katletmişsiniz diye
    cevabı inginç
    valla çetere tutmadım daha az veya daha fazla olabilir ama ben ermenileri katletmedim onlarla savaştım diyor

    anlamıyorum bu konuda bukadar eli kolu bağlıyız 1922 de BMM bu konada harika çalışmalar yapmış ve kitaplaştırılmış katliamı türklermi yoksa ermenilermi yaptığı açıkça belli onlarda bu savlar ve temeller üzerinde niye yoğunlaşmaz ki devlet büyükleri

    Yorum

    • tostçu
      Junior Member
      • 23-01-2007
      • 50

      #3
      Konu: 7 SORUDA ERMENİ MESELESİ

      asıl katliamı ermeniler yaptı..

      Yorum

      İşlem Yapılıyor
      X