Çocuk Sağlığı

Kapat
Önemli Konu
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • orbay
    Senior Member
    • 11-02-2005
    • 5871

    #16
    Konu: Çocuk Sağlığı

    Çocukta Kuşkulu Cinsel Görünüm

    Hazırlayan:Prof. Dr. Şükrü Hatun, Kocaeli Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Endokrinoloji ve Diyabet Bilim Dalı

    Bir bebek doğduğunda ilk merak edilen "kız mı erkek mi" olduğudur. Doğumu yaptıran sağlık personeli genital bölgesine bakarak bebeğin cinsiyetini kolayca anlayabilir. Dış genital yapıların yeterli ölçüde farklılaşmadığı durumlarda ise bebeğin cinsiyetinden şüpheye düşülür. Bu durumun tıp dilindeki adı "ambiguous genitale" dir. Ambiguous, "birden fazla anlama gelebilen, ne olduğu belirsiz" demektir. Bu nedenle " ambiguous genitale" terimi bazı hekimlerce "şüpheli genitalya" olarak türkçeleştirilmektedir. Şüpheli cinsiyetli bebekler 1/30.000 sıklıkta görülür.

    * Anne Karnında Cinsel Farklılaşma
    * Kuşkulu Cinsel Görünüm


    Anne Karnında Cinsel Farklılaşma
    Dişi üreme hücresi (ovum) ile erkek üreme hücresinin ( sperm) birleşmesi yaşamın başlangıcıdır. Bu birleşme sırasında her iki hücreden 23 somatik (vücut) kromozomu ve birer cinsiyet kromozumu birleşerek bebeğin genetik yapısını oluşturur. Spermden gelen cinsiyet kromozomu X ise bebek kız, Y ise erkek genotipine sahip olur. Bebek Y kromozomuna (daha doğrusu testis belirleyen gene) sahipse 6-7 haftalar arasında erkek yumurtalıkları (testisler) gelişir. Bundan sonra testislerden salgılanan çeşitli hormonların etkisiyle iç ve dış genital yapı taslakları(ki her iki yöne gelişme potansiyeli taşırlar) erkek yönüne gelişecektir. Dişi yumurtalıklarının (overler) oluşumundan başlayarak kadın iç ve dış genital yapılarının oluşumu ise kendiliğinden (pasif bir süreç sonunda) olmaktadır. Bir başka deyişle cinsel farklılaşmaya temel olan dokular herhangi bir genetik veya hormonal etki ile karşılaşmazlarsa kız yönünde gelişmektedirler. Dolayısıyla cinsel farklılaşmanın doğal yönü kadın yönündedir. İç ve dış genital yapıların farklılaşması 8. haftanın sonunda tamamlanmaktadır.

    Kuşkulu Cinsel Görünüm Nasıl Meydana Gelir?
    Kız ve erkek bebeklerin iç ve dış cinsel yapıları arasında aynı dokudan köken almaktan kaynaklanan tam bir karşılıklılık vardır. Erkekdeki glans penis, kızlarda klitorisin; penis gövdesi, küçük dudakların; skrotum, (testislerin içinde bulunduğu kese) büyük dudakların karşılığıdır.Dış genital yapılar gelişirken erkeklik hormonları kabarıklıkları belirginleştirmek, açıklıkları kapatmak şeklinde özetlenebilecek bir işlev görürler. Şüpheli cinsel görünüm ile doğan bebeklerde en sık neden Adrenogenital Sendrom adı verilen bir hastalıktır. Bu hastalıkta kız kromozom yapısına ve kız gonadlarına (overler) sahip kız bebekler gebeliğin 7-8 haftaları arasında böbrek üstü bezinden salgılanan erkeklik hormonuna maruz kalmaktadırlar. Bu durumda ( bu arada iç genital yapılar daha önce kız yönünde gelişmesini tamamlamıştır) dış genital yapılar erkek yönüne gelişmekte ve kızla erkek arasında belirsiz bir dış genital yapı oluşmaktadır. Daha seyrek olarak erkek genetik yapısına ve testislere sahip bebeklerde hormon yapımındaki eksiklikliğe bağlı dış genital yapıların erkek yönünde gelişmesini tamamlayamaması da şüpheli cinsel görünüme neden olmaktadır.

    Şüpheli cinsel görünümlü bebeklerin çok az bir kısmı hem erkek hem de dişi gonadı taşımaktadır. Bu bebekler "Gerçek Hermafrodit" (çift cinsiyetli) olarak tanımlanmaktadır. Mitolojideki "hermafrodit" kavramına kaynaklık eden bu vakalardır.

    Kuşkulu Cinsel Görünümlü Bebekler İçin Ne Yapılabilir?
    Şüpheli cinsel görünümü olan bebekler acil tanı ve tedavi girişimi gerektirirler. Acil yaklaşım ihtiyacı hem çocuğun cinsiyetinin bir an önce belirlenmesi gerekliliğinden hem de bu bebeklerde acil tedavi gerektiren bazı hastalıkların olabileceğinden kaynaklanmaktadır. İlk bakışta cinsiyeti konusunda karar verilemeyen bütün bebeklerin ileri inceleme için Çocuk Endokrinolojisi bulunan merkezlere gönderilmesi gereklidir. Bu merkezlerde bir taraftan şüpheli cinsel görünüme neden olan hastalıklar saptanırken diğer taraftan cinsel kimlik tayini için gerekli veriler toplanmaktadır. Şüpheli cinsel görünümü olan bebeklerin büyük bir kısmı kız yumurtalıklarına ve kız iç genital yapılarına sahip bebeklerdir. Bu bebekler kız olarak kabul edilmekte ve dış genital yapılardaki sorunlar çeşitli cerrahi müdahaleler ile giderilmektedir. Şüpheli cinsel görünümü olan bebeklerde en hassas konu cinsiyet tayinidir. Bu karar bazen içinde çocuk endokrinolojisi uzmanı, çocuk cerrahisi uzmanı, genetik uzmanı, çocuk psikiyatrisi uzmanı ve Tıbbi Etik Uzmanının bulunduğu komiteler tarafından verilmektedir. Bu konuyla ilgili en önemli ilke cinsiyet tayininin mümkün olan en kısa sürede yapılmasıdır.

    Yorum

    • orbay
      Senior Member
      • 11-02-2005
      • 5871

      #17
      Konu: Çocuk Sağlığı

      Çocukluk Çağında Hipertansiyon

      Dr. Fatih Özaltın, Prof. Dr. Ayşin Bakkaloğlu
      Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Nefroloji Ünitesi, Ankara


      Çocuklukta yüksek kan basıncının saptanması, ileri yaşlarda artmış birincil hipertansiyon riski olan, erken takip ve tedaviden faydalanabilecek bu çocukları tanımlamada değerlidir. Hipertansiyona bağlı organ hasarları çocuklukta başlayabilir.

      Çocuklarda normal kan basıncı aralığı bilinmemektedir. Çocuklarda kan basıncı standartları yaşa paralel olarak artmaktadır. Her yıl yaşla birlikte sistolik (büyük) kan basıncında 1.5mmHg, diastolik (küçük) kan basıncında 0.7mmHg artış olmaktadır. Yapılan çalışmalarda kan basıncının gece, gündüze oranla %20 daha düşük olduğu ve günlük sistolik ve diastolik kan basıncı değişikliklerinin minimal olduğu gösterilmiştir. Büyüyen çocukta kan basıncı boy ile ilişkilidir.

      Hipertansiyon başlıca kalp, santral sinir sistemi, böbrek ve göz komplikasyonları (olumsuz sonuçları) açısından önemli bir risk faktörüdür.

      Çocuklarda hipertansiyonun büyük bir kısmı altta yatan bir nedene (böbrek, kalp hastalıkları, hormonal nedenler ve diğerleri) ikincildir. Hipertansif çocuk ve adölesanların %28’i ikincil hipertansif hastalardır (altta yatan böbrek hastalığı gibi). Oysa hipertansif yetişkinlerde bu oran %7’dir.

      Toplumda hipertansiyon için sfigmomanometreler en uygun tarama araçlarıdır. Kan basıncı ölçümündeki hatalar; aletten, ölçümü yapan kişiden ya da hastadan kaynaklanabilir. Aletten kaynaklanan hatalara örnek olarak manometrenin bozuk olması , basınç kaçakları, dinleme aletine ait bozukluklar ve hastanın koluna uygun olmayan dar ya da geniş manşonlar verilebilir. Kan basıncını ölçen kişi, duyu bozukluğu, dikkatsizlik ve bilinçaltı eğilim (örneğin sıfırla biten rakamlar için “ başka bir rakam tercihi” veya normal basınçların yüksekmiş gibi kaydedilmesi gibi) nedenleriyle hatalara neden olabilir. Hasta postür ve biyolojik faktörler nedeniyle hatalı ölçümlerin nedeni olabilir. Postür (örneğin yatma, ayakta durma, oturma) kalbe göre kolun pozisyonu 10mmHg kadar yüksek değişliklere neden olabilir. Anksiyete, yemekler, sigara, alkol, ısı değişiklikleri, egzersiz ve ağrı gibi biyolojik faktörler de ölçümleri etkileyebilir. Kan basıncı ölçümündeki bu sınırlamalar nedeniyle, hipertansiyon tanısının ancak bir ya da birkaç hafta boyunca üç farklı ölçümde okunan yüksek kan basıncının varlığı ile konulması gerektiği önerilmektedir. Sfigmomanometri 3 yaş altındaki çocuklara uygulandığında ilave faktörler doğruluğu etkiler. Birincisi, kol çevresinde fazla değişiklikler vardır bu nedenle manşon seçilirken bu nokta dikkate alınmalıdır (seçilen manşon ön kolun 1/3'ünden küçük, 2/3'ünden büyük olmamalıdır). İkincisi, muayene sıklıkla hastanın anksiyete ve huzursuzluğu nedeniyle zordur. Üçüncüsü, seslerin kaybolmasını çocuklarda duymak sıklıkla zordur ve sıklıkla seslerin şiddetinin azaldığı değer bunun yerine kaydedilir. Son olarak çocuklukta hipertansiyonun tanımı kesin değildir, çünkü çocukluk çağındaki normal değerlerde karışıklıklar vardır.

      Kendi kendine ölçülen (ev) kan basıncı ve ayaktan kan basıncı izlemi özel durumlar için (araştırma gibi) yararlı bilgiler sağlayabilir fakat bunlar taramada rutin kullanıma uygun değildir.

      Normal kontrollerde kan basıncı ölçümü sağlıklı çocuk ve adölesanlar için yılda en az bir kez yapılmalıdır. Risk faktörleri varlığında (yenidoğan döneminde göbek arter kateterizasyonu, diabet, şişmanlık, çocuk veya ailede hiperlipidemi (kanda yağların fazla olması)varlığı, ebeveynlerde hipertansiyon olması, birinci veya ikinci derece yakınlarında erken kalp krizi veya felç hikayesi, periodik yüksek kan basıncı) daha sık kan basıncı ölçümleri yapılmalıdır. Bu öneri ikincil hipertansiyonun tedavi edilebilir nedenlerinin erken saptanmasının getireceği yararlar nedeniyledir. Sfigmomanometri çocuklar için önerilen teknikle uygulanmalıdır. Tüm çocuk ve yetişkinlerde hipertansiyondan birincil korunma için sağlıklı bir diyet, tuzdan fakir beslenme, fiziksel aktivitenin arttırılması, şişmanlığın önlenmesi ve tedavisi önerilmektedir.

      Yorum

      • orbay
        Senior Member
        • 11-02-2005
        • 5871

        #18
        Konu: Çocuk Sağlığı

        Epilepsi Nedir?

        Hazırlayan: Dr. Güzide Turanlı
        Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediyatrik Nöroloji Uzmanı


        Çocuğunuzda bir ya da birkaç kez bayılma, morarma, sıçrama, çırpınma, anlamsız bakma, dalma veya size olağandışı gelen benzeri bir rahatsızlık durumu olabilir ve bir süre sonra tamamen düzelebilir. Danışman olarak önce aile büyüklerine başvurulduğunda, sevilen toruna “hasta” damgasının vurulmaması için ve bu geçici rahatsızlıktan çocukta gözle görülür hiçbir iz de kalmadığından doktora gidilmesi gereksiz görülebilir. Bu bir hatadır ve erken tanıyı geciktirir. Çocuğunuzun doktoruna mutlaka zaman geçirmeden başvurmalı ve gerekli tetkikleri mutlaka başlatmalısınız. Bu yazıda çocuğunuzun özel durumunun teşhisi ve tedavisi yoktur. Burada doktorunuza giderken daha bilgili olmanızı sağlayacak genel bilgilere, yaşadığınız olayla ilgili hissettiklerinize, aklınıza takılan ve doktorunuza sormayı unuttuğunuz bazı konulara yer verilecektir.

        Konu hakkında doğru bilginiz ne kadar fazla olursa çocuğunuza yardım etme imkanınız da o kadar artacaktır. Çocuğunuzun iyiliği için profesyonel yardım ve tıbbi tedavi tabi ki gerekmektedir. Ama siz, tedavideki en önemli kişilersiniz. Çünkü çocuğunuzun ileride kendine güvenen ve bağımsız bir erişkin olması için gereken sevgi ve anlayışı ona sadece sizler verebilirsiniz.

        Epilepsi Nedir?
        Epilepsiye yol açabilen nedenler
        Epilepsi çocuğunuza sizden mi geçmiştir?
        Epilepsi nöbetleri nasıldır?
        Hastalığın teşhisi
        Nöbet anında yapılması ve yapılmaması gerekenlere ilişkin bazı basit kurallar
        Epilepsi tedavi edilmeli mi?
        Epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri var mıdır?
        Epilepsi tamamen geçer mi?
        Epilepsi çocuğun hayatını etkiler mi?
        Dikkat edilmesi gereken hususlar var mı?
        Spor yapabilir mi?
        Araba kullanabilir mi?
        Anne-babalara özel not


        Epilepsi Nedir?
        Doktorunuz çocuğunuzda mevcut nöbet ya da nöbetlerin “epilepsi” nöbeti olduğunu söylerse ilk sorunuz epilepsinin ne anlama geldiği olacaktır. Bu sözcük halk arasında “sara” adıyla tanınır. Epilepsinin ne olduğunu anlayabilmek için beyni bir bilgisayar gibi düşünmekte yarar vardır. Beyin hücreleri de bilgisayar parçaları gibi birbirleri ile bağlantılıdır ve haberleşmek için küçük elektriksel uyaranlar kullanırlar. Bazen beyinde normal olmayan bir elektriksel aktivite oluşur ve bu olay çocuğun nöbet geçirmesine neden olur.

        Bu olay belirli aralarla tekrarlanırsa o kişi de epilepsi var demektir. O halde nöbet, beynin kuvvetli ve hızlı bir elektrik akımı ile kaplanması sonucu oluşan kısa ve geçici bir durumdur, ruh ya da akıl hastalığı değildir ve bazı nadir durumlar dışında zeka geriliğine yol açmaz.

        Epilepsiye yol açabilen nedenler
        Çoğunlukla epilepsinin bir açıklamasının bulunamaz. Çocuklarda epilepsiye en sık yol açan nedenlerişöyle özetleyebiliriz.

        Doğuştan gelen hastalıklar: Kromozom hastalıkları, yapım maddeleri ile ilgili değişiklikler içeren metabolik hastalıklar, bazı enzim eksiklikleri gibi doğuştan gelen nedenler.
        Gebelikte bebeğin beyin gelişimini etkileyen mikrobik hastalıklar, annenin ilaç ve alkol alımı.
        Doğum sırasında meydana gelebilecek beyin zedelenmesi, kanaması ve beynin oksijensiz kalması.
        Doğum sonrası menenjit, beyin iltihabı.
        Kazalara bağlı beyin zedelenmesi.
        Beyin tümörleri.
        Uzun süren ateşli havaleler.

        Bazen nöbetler, olaydan yıllar sonra ortaya çıkabilir. Bir çok vakada da nöbetlerin nedenlerini en modern araştırma yöntemleri ile dahi bulabilmek mümkün olmayabilir.

        Epilepsi çocuğunuza sizden mi geçmiştir?
        Bir çocuğunuz daha olursa onda da epilepsi gelişme ihtimali var mıdır? Her iki soruya da verilebilecek cevap büyük oranda hayır olacaktır. Ancak hem anne hem de babanın ailesinde epilepsi olduğuna dair bulgu, ya da tek bir tarafta epilepsi hikayesi ile birlikte anne-baba akrabalığı varsa ve özel bazı epilepsi türlerine sahiplerse kalıtımın rolü olduğu söylenebilir. Bu konuda her hastanın kendi içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden bu konuda daha fazla bilgi almak için doktorunuzla görüşmeniz tavsiye edilir.

        Epilepsi nöbetleri nasıldır?
        Elektriksel bozukluk eğer beynin sadece bir kısmını etkilerse “parsiyel nöbet” dediğimiz nöbet tipi oluşur. Parsiyel nöbetlerin en sık görülen türü şuur kaybı ile birlikte olan “kompleks parsiyel” nöbetlerdir. Kişi sersemlemiş ve şaşkın bir haldedir, gözlerinin önünde benekler görebilir, kulakları çınlayabilir, mide bulantısı olabilir, elbiselerini çekiştirebilir, ellerini kollarını anlamsızca oynatır ve yaptıklarının farkında değildir. Genellikle nöbet geçtikten sonra da olanları hatırlamaz.

        Başka bir parsiyel nöbette belli bir kas grubunu (örn: bir kolu veya yüz yarısını) kontrol eden beyin bölgesinin etkilenmesi ile olur. Nöbet esnasında sadece o kas grubu etkilenir ve kontrol edilemeyen hareketler yapmaya başlar, bu olaydan başka hiçbir kas grubu etkilenmez ve şuur kaybolmaz (basit parsiyel, fokal motor nöbetler).

        Bütün beyin etkilendiğinde ise sonuç jeneralize nöbettir. Jeneralize nöbetin bir çeşidi jeneralize tonik-klonik nöbettir (grand-mal). Grand-mal nöbet geçiren bir kimse aniden şuurunu kaybeder ve yere düşer, kasları kasılır sonrada bütün vücudu sarsılmaya başlar, ağzından köpük gelebilir, dilini ısırabilir, idrar ve kakasını kaçırabilir, dudaklarında, yüzünde, ellerinde morarma olabilir. 1-5 dakika sonra çırpınma hareketi durur, arkadan bazen uyuklama veya yorgunluk dönemi başlar, bundan sonra kalkıp daha önce yaptığı işine devam eder.

        Başka bir jeneralize nöbet tipi dalma (absans, petit-mal) nöbeti olarak bilinenidir. Bu nöbet o kadar kısadır ki, hissedilmeden geçebilir. Absans nöbeti geçirenler hayal kuruyormuşcasına çevrelerine birkaç saniye anlamsız gözlerle baktıktan sonra yaptıkları işlerine devam ederler. El kol hareketi yoktur, kişi kısa bir zaman için şuurunu yitirmiştir. Tedavisiz kalırsa bir gün içinde defalarca tekrarlayabilir. Bu tip nöbetler çok kısa süreli olduğundan aile tarafından pek önemsenmeyebilir veya farkedilmeyebilir.

        Nöbetlerin peşpeşe gelmeleri haline “status epileptikus” denir. Hayati tehlikesi olan bu durumda hastanın acilen hastaneye kaldırılması gerekir.

        Her epilepsi nöbetinde şuur kaybı olmayabilir. Bazı nöbetler de sadece uykuda görülebilir. Burada anlatılanlar en sık görülen nöbet tipleridir. Epilepsinin başka tipleri de vardır.

        Hastalığın teşhisi
        En ideali hastanın nöbetini doktorun görmesidir. Ancak çoğunlukla bu mümkün olamaz, bu nedenle doktorunuz önce nöbeti gören kişiler ve anne-babadan nöbetin başlangıcı, sıklığı ve özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi alır. Ayrıca gebelik, doğum, çocuğun gelişimi ve diğer aile bireylerinde nöbet olup olmadığı konusunda bilgi isteyecektir. Ayrıntılı bir nörolojik muayeneden sonra bazı laboratuvar tetkiklerine ihtiyaç doğabilir. Bunların başında elektroensefalografi (EEG) gelir. Bunun yanısıra beyin tomografisi (CT), manyetik rezonans (MRI), uzun süreli EEG-video monitorizasyon ve çeşitli biyokimyasal ve metabolik tetkikler (kanda, idrarda ve beyin-omurilik sıvısında) gerekli olabilir. Bu tetkiklerin hiçbirisinin hasta açısından önemli bir tehlikesi yoktur. Aksine bu nöbetlerin nedenini bulmak, epileptik olmayan diğer bazı nöbetlerden ayırdedebilmek için gereklidir.

        Doktorunuz epilepsi teşhisini kesin bazı deliller olmadan koymaz. Uzun süreli en az 4-5 yıllık, belki de ömür boyu sürecek ciddi ve zahmetli bir tedaviyi gerektirdiğinden teşhisi koyarken çok dikkatli davranmalıdır. Bu aşamada doktor aile işbirliğinin çok büyük önemi vardır.

        Nöbet anında yapılması ve yapılmaması gerekenlere ilişkin bazı basit kurallar
        Büyük bayılma şeklinde nöbet geçirmekte olan çocuğunuza yapılacak şey onu olabilecek zararlardan korumak ile sınırlıdır.
        Sakin olun, çocuğun yanından ayrılmayın, yardım gerekiyorsa bir başkasını bu işle görevlendirin.
        Çocuğu yere yatırın, etrafındaki sivri maddeleri ortadan kaldırın.
        Çocuğu yan döndürüp tükrüğünün dışarı akması ve daha rahat nefes alıp vermesi için başını hafif yana arkaya eğin.
        Elbiselerini gevşetin, şayet takıyorsa gözlüklerini çıkartın, hastanın dilini ısırmasını engellemek amacıyla elle veya bir cisimle çeneyi açmaya çalışmayın, ağzına hiçbir şey koymayın. Ancak ağızdaki yiyecek maddelerinin çıkartılması yararlı olur.
        Üzerine su dökmeyin, zorla nefes aldırmaya çalışmayın, çocuğu sallayarak ya da yüzüne vurarak, bazı maddeler koklatarak uyandırmaya çalışmayın.
        Nöbet esnasında ilaç vermeye çalışmayın, doktorunuzun önerileri dışında kendi kendinize nöbetin geçmesine yönelik hiçbir şey yapmayın.
        Unutmayın ki nöbet sonrasında çocuk yorgun, ne yaptığını bilmez haldedir, bu aşamada elinizden geldiğince sakin bir şekilde teskin ederek bu durumun düzelmesini bekleyin, güven verici olun.
        Nöbetler hakkında verebileceğiniz tüm bilgiler hem çocuğunuza, hem de doktorunuza yardımcı olacağından dikkatli bir gözlem daha sonra doktorunuzun sorularını cevaplamada çok işe yarayacaktır.
        Akıllıca gözlemek akılsızca müdahele etmekten daha yararlı olacaktır.
        Nöbet 10 dakikadan uzun sürerse ya da kısa bir süre sonra tekrarlarsa doktorunuza haber verip tavsiyelerine uyun ya da en yakın sağlık merkezine başvurun.
        Unutulmamalıdır ki tehlikeli görünümüne rağmen epilepsi nöbeti öldürücü değildir.

        Epilepsi tedavi edilmeli mi?
        Epilepsi, mutlaka doktora başvurulmasını ve doktorun gerekli gördüğü sürece kontrol altında kalınmasını gerektiren bir hastalıktır. Bu epilepsinin ömür boyu devam edeceği şeklinde algılanmamalıdır. Epilepsinin bazı türleri hasta belli yaşlara geldiğinde kendiliğinden tamamen düzelebilirler ve bunlarda ilaç tedavisine gerek duyulmabilir, ancak bu kararı doktor vermelidir. Ülkemizde maalesef epilepsi hastalığı doktor olmayan kişiler tarafından tedavi edilmeye çalışılmaktadır.
        Nöbetlerin tekrarlaması ve status epileptikus hali, beyinde oksijensiz kalmaya bağlı bazı etkilere yol açabilir ve her nöbet bir sonra kinin ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir. Tedavisiz kalan küçük nöbet türlerinin bir süre sonra büyük nöbetlere dönüşmesi olasıdır ve nöbet geçirme anında hastanın maruz kalabileceği tehlikeler vardır. Bunlar, merdivenden düşme, kişi sokakta ise trafik kazası, suda boğulma, vb.dir. Yukarıda sayılan tüm bu nedenlerle epilepsi mutlaka müdahale edilmesi gereken bir durumdur.
        Epilepsinin en önemli tedavi şekli ilaç tedavisidir. Epilepside kullanılan ilaçlar beyin hücrelerinin aşırı uyarılma durumunu baskılayarak nöbetlerin oluşunu engeller. Epilepsi ilaçları hergün, önerilen dozda ve saatlerde çok düzgün bir şekilde kullanılmalıdır. Anne-babaların sık yaptıkları yanlışlıklar; *örneğin sabah dozu unutulduğunda akşam her iki dozun birlikte verilmesi veya *dozların çok dakik verilebilmesi amacıyla çocuğun uyku düzeninin bozulması gibidir. Bu uygulamalar hastaya yarar sağlamaz. İlacın veriliş saatlerinde yapılacak 30-60 dakikalık oynamaların zararı yoktur.
        Doktorunuz çocuğun yaşını, kilosunu, nöbet tipini göz önüne alarak ilaçları seçmiştir. İlaçları düzenli ve doktorunuzun tarif ettiği gibi kullanmanız çok önemlidir. Kullanılan bu ilaçların hastalığı tamamiyle geçirmediğini, ancak nöbet gelmemesini sağladığını ya da sayısını azalttığını bilmelisiniz. Bu nedenle aylardır nöbet olmuyor diye ilaç miktarını azaltmamalı ya da çocuğunuza vermekten vazgeçmemelisiniz. İlacın ne zaman kesileceğini ya da değiştirileceğini ancak doktorunuz bilir. Bazen kullanılan tek bir ilaç nöbeti kontrol altına alamayabilir. O zaman doktorunuz ikinci, bazen de üçüncü ilaç ilave edecektir. Çocuğunuzun geçirdiği nöbetlerle ve aldığı ilaçlarla ilgili kayıt tutarak doktorunuza yardımcı olabilirsiniz.

        Epilepsi tedavisinin düzgün bir biçimde sürdürülmesi halinde de nöbetler devam edebilir. Tıbbın dev adımlarla ilerlediği dünyamızda hiçbir hekim epilepsili bir çocuğun anne-babasına tedavi ile nöbetlerin %100 kaybolacağını garanti edemez. Nitekim dünya istatistiklerine bakılacak olursa uygun tedavi şartlarında hastaların %60’ında nöbetlerin tümüyle ortadan kalktığı, %20’sinde tüm tedavi seçeneklerine rağmen nöbetlerin devam ettiği görülmektedir. Anne babanın hiç aklından çıkarmamaları gereken bir nokta, epilepsi çağdaş tıbbi tedavi yöntemleriyle yeterince kontrol altına alınamıyorsa orta çağın büyücülük yöntemleriyle hiç durdurulamaz.

        Halen ilaçla tedaviye cevap vermeyen belli epilepsi türlerinde ülkemizde cerrahi tedavi olanakları geliştirilmektedir.

        Epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri var mıdır?
        Evet, hastalıkların tedavisinde kullanılan tüm ilaçların olduğu gibi epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçların da (özellikle uygun kullanılmadıkları zaman) hastada bazı yan etkileri olabilir. Unutulmamalıdır ki doktorunuz çocuğunuzun tedavi şemasını düzenlerken uygun gördüğü ilaçların yan etkilerini en az düzeye indirecek şekilde belirler.

        Bazı epilepsi ilaçları tedavinin başlangıcında uyku hali, sersemlik, dengesizlik, ciltte döküntüler gibi yan etkilere neden olabilir. Doktorunuz bu tür yan etkilerin görülmememesi için ilaçları küçük dozlarda kullanmaya başlayarak zaman içinde doz artırmayı tercih edecektir. Bazen de tedavinin ilerleyen yıllarında iştah artışı, şişmanlama, saç dökülmesi, diş etlerinde kabarma, aşırı hareketlilik, kıllanma vb. gibi yan etkiler görülebilir. Doktorunuz, kullanılan ilacın çocuğunuzda yarattığı yan etkileri ve onun epileptik nöbetler üzerindeki etkisini yakından ve bilinçli olarak izleyen kişi olduğundan uygun aralıklarla muayene ve gerekli laboratuvar tetkikleri ile çocuğunuzu koruyacak önlemleri alacaktır. Bu durum "komşu çocuğuna iyi gelen ilacın" sizin çocuğunuz için kullanılmaması gerekliliğini anlatan en önemli sebeplerden biridir.

        Epilepsi tamamen geçer mi?
        Bu soruya kesin bir cevap vermek imkansızdır. Çoğu vakada bu durum ergenlik çağına gelindiğinde geçebilir. Diğer vakalarda ise nöbetler maalesef hayat boyu sürer. Her bir birey için gelecekteki durumu şimdiden tahmin etmek mümkün değildir. Eğer çocuğunuzda nöbetler arka arkaya 2-4 yıl görülmezse, doktorunuz yapacağı genel bir durum değerlendirilmesinden sonra vereceği kararla ilacı 6-8 ay gibi uzun bir sürede kesebilir. Böylece olayın tekrarlanıp tekrarlanmayacağı beklenebilir. Nöbetler tekrarlamayabilir, ancak tekrarladıkları takdirde yeniden ilaç tedavisine geçilecektir.

        Epilepsi çocuğun hayatını etkiler mi?
        Epilepsi kesinlikle utanılacak bir hastalık olmadığından çocuğunuzla çok sık görüşen ya da birlikte vakit geçiren insanların durumu bilmelerinde hiç bir sakınca yoktur. Önemli olan çocuğunuzun epileptik olması dışında hiçbir farkın bulunmadığının bilinmesidir. Çocuğunuzun sorumluluğunu sizlerle birlikte paylaşan öğretmeni, okul hemşiresi, servis sürücüsü, antrenörü vb. gibi büyüklerin ve çok yakın bazı arkadaşlarının da epilepsi konusunda hiç olmazsa genel bir bilgiye sahip olmaları gerekir. Ne olup bittiğini bilmeyen kişiler böyle bir nöbeti seyretmekle korkabilir ve çocuğunuza yardım edemeyebilirler.

        Öncelikle vurgulanması gereken nokta epilepsinin ruh ve akıl hastalığı ile hiçbir ilgisi olmadığıdır. Epilepsili çocukların çoğu normal zekaya sahiptir. Bazıları okulda ortalamanın üzerine bile çıkarlar. Epilepsinin ağır beyin hasarı ile birlikte olduğu bazı durumlarda (%20) zihinsel gelişme bozulabilir.
        Epilepsinin çocuğunuzun hayatını bazı konularda etkileyeceğini kabul etmelisiniz. Pilot olamaz, yükseklerde çalışamaz ama üniversite dahil olmak üzere istediği okula gidebilir. Doktor, avukat, iş adamı, profesyonel sporcu, balerin, fizikçi olmaması için hiçbir neden yoktur. Epileptik insanlar evlenebilir, çocuk sahibi olabilir ve normal bir hayat yaşayabilir. Gerçekten çocuğunuzun yapamayacağı çok az şey vardır.

        Dünyanın tarihi gidişini değiştiren nice ünlü insan epileptikti. Örneğin Julius Sezar, Büyük İskender, Napoleon Bonaparte gibi generallerin bu tür kişilerden olduğuna inanırmıydınız? Bu kişiler o dönemde günümüzün tıbbi bilgilerine sahip olunmamasına rağmen pek çok iş başarmışlardır. Ayrıca Dostoyevski, Gustave Flaubert ve Dante gibi büyük yazarlar, adına ödüller verilen Alfred Nobel, Tchaikovsky, Van Gogh, Buddha ve St. Paul de epileptikti.

        Dikkat edilmesi gereken hususlar var mı?
        Epilepsili çocuğunuzun da herkes gibi dengeli beslenmeye gereksinimi vardır. Hastalığından dolayı fazladan vitamin ve mineraller almasına gerek yoktur. Kolalı ve alkollü içecekler, çikolata, boyalı şekerlemeler, çay, kahve aşırı miktarda alınmamalıdır. Işığa duyarlı epilepsi türlerinde çocukların çok yakın mesafeden karanlık odada televizyon seyretmesi, bilgisayar oyunları ile uzun süreli oynaması engellenmelidir. Diğer epilepsi türlerinde böyle bir kısıtlamaya gerek yoktur. Ayrıca aşırı uykusuzluk, ateşli hastalıklar, güneş altında uzun süre kalmak, uzun süren açlık ve kafaya gelebilecek darbeler gibi bazı durumlar nöbetin ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir. Bunlardan kaçınılmalıdır.

        Spor yapabilir mi?
        Çocuğunuzun pozitif tarafının belirgin olmasına gayret ediniz. Her insanın bir kuvvetli tarafı vardır. Çocuğunuzun o tarafını geliştirirseniz kendine güveni artar. Sporda, müzikte, resim çizmede ve benzer konularda yeteneği varsa, özendirilmelidir. Hastalığı bahane ederek, çocuğunuzun yapabileceği sporları ve işleri ihmal etmesine müsade etmeyiniz. Düzenli fizik faaliyet herkes için yararlıdır. Gerçekten de epilepsili hastalar spor faaliyetlerine katıldıkları zaman kendilerini daha iyi hissettiklerini ve daha az sayıda nöbet geçirdiklerini söylemektedir. Spor faaliyetlerine katılmakla sağlanan faydanın, yine aynı nedenle ortaya çıkabilecek tehlikelerden kat kat üstün olduğu açıktır.

        Tehlike herkesin hayatında şu veya bu zamanda mevcuttur. Bu tehlike epilepsi hastasında zaman zaman sıradan bir hastanınkinden daha fazla olabilir ama, hastanın normal hayattaki faaliyetlere katılmasıyla sağlanacak fayda bu tehlikenin göze alınmasına yol açacak kadar fazladır. Özellikle çocuklarda olmak üzere hastanın diğer insanlarla karşılıklı ilişkiler kurması ve onların yaptıklarını yapması, onun diğerlerine ihtiyacı olmayan, üretken bir büyük olması yolunda atılacak çok önemli bir adımdır. Nöbetleri kontrol altındaki çocuklar gerekli, mantıklı önlemler alındığı takdirde spor yapabilirler. Aletli jimnastik, ağır fiziksel efora yol açan aktiviteler ve sık kafa darbelerine açık olan sporlar epilepsisi olan çocuklarda tercih edilmemelidir. Bisiklete trafiğin yoğun olmadığı alanlarda, mutlaka kask takarak binmelidir. Yüzme ve sörf türü sporlar ancak çocuğun durumunu bilen bir erişkinin gözetiminde yapılmalıdır. Tenis ve futbol, tramplen atlamadan daha güvenli sporlardır.


        Araba kullanabilir mi?
        Epilepsililerin trafik kazası yapma ihtimali az da olsa diğer normal sürücülerden fazladır. Ancak bu risk diabet gibi kronik hastalığı olanlardan daha fazla değildir. Amerika’da yapılan bir çalışmaya göre epilepsili sürücülerin sebep olduğu trafik kazalarının %27 sinin nöbetlerden ileri geldiği, geri kalan kazaların ise alkol ve uyuşturucu kullanımına bağlı olduğu belirlenmiştir. Çocuğunuzun nöbetleri en az 2 yıldır (bu süre ülkelere göre değişmektedir) kontrol altında ise doktorunuzdan alacağınız izin ile (18 yaşını bitirmişse ve ehliyeti varsa) araba kullanmasında sakınca yoktur.

        Anne-babalara özel not
        Çocuğunuzun durumunu değerlendirmede gerçekçi olmaya gayret ediniz. Çocuğunuza karşı anlayışlı olunuz. Çocuğun kendisini epileptik değil de epilepsisi olan (diabeti, hipertansiyonu, tüberkülozu olan vb.) bir kişi olarak görmesini sağlayınız.

        Genellikle pek çok epilepsili çocuğu davranış ve kişilik açısından diğer çocuklardan ayırt etmek mümkün değildir. Epilepsi nöbetleri genellikle dış faktörlerden etkilenmezler ve ansızın ortaya çıkarlar. Çocuğun üzülmesi, isteğinin yerine getirilmemesi, iştahsızlık, çok terleme veya terli halde su içme gibi durumlar nöbetlerin oluşmasında rol oynamazlar. Bu nedenle anne-babanın kendilerini suçlamalarına ve aşırı koruyucu ve kollayıcı davranmalarına gerek yoktur. Bu tutum çocuktaki girişimciliği önler ve aşırı korunan bir çocuk toplum içinde anne-babası gibi koruyucular bulamayacağı için geçimsiz bir erişkin olmaya adaydır. Aşırı koruma epileptik çocuk için olduğu kadar, kardeşleri tarafından kıskanılmasına yol açacağından aile içi sorunlar da yaratacaktır. Epileptik çocuğunuza ilginiz, diğer çocuklarınıza olan ilginizden az veya çok olmamalıdır. Ona özel muamele yapmayın. Sevginizi, disiplin anlayışınızı, dikkat ve ihtimamınızı eşit bölüştürün. Birine bir sorumluluk verdiğiniz zaman, diğerlerine de ona benzer bir sorumluluk verin. Şüphesiz bu sorumluluklar yaşlarına ve yeteneklerine uygun olmalıdır. Epilepsisi olan çocuğunuza gereğinden fazla ilgi göstermeye gerek yoktur. Ailenin tüm fertleri bu durumu olgunlukla ve tebessümle karşılamalıdır. Çünkü koşulacak mesafe uzundur.

        Çocuğunuz için her şeyin mükemmel olmasını isteyen sizler için epilepsi tanısı önceleri bu rüyanızı yıkan kabus gibidir. Çoğu anne-baba gibi siz de kendi kendinize “Neden benim çocuğumun epilepsisi var?” diye soruyor, bazen kızgınlık, bazen korku, bazen de suçluluk duyuyorsunuzdur. Bunları hissetmeniz gayet doğaldır. Hislerinizi yenmeye çalışmanız çocuğunuza yardım etmenizi kolaylaştıracak ve ailenin beraberce olgunlaşmasını ve yakınlaşmasını sağlayacaktır. Anne baba hislerini kendi aralarında açıkca konuşmalı ve gerekirse doktorundan yardım istemelidir.

        Çocuğunuza karşı karşıya kaldığı sorunu anlatırken yaşını dikkate alın. Çocuğunuz nöbetlere yol açan bir hastalığı olduğunu bilmelidir. Olayın nedenlerini anlayabileceği kadar anlatın. Üç-dört yaşlarındaki çocuklar bile beynin vücudumuzun merkezi olduğunu ve değişik organlarımıza yapılmasını istediği şeyler hakkında emirler gönderdiğini anlayabilirler. Ancak bazen beynin gönderdiği acayip emre vücudumuz uymak istemese bile itaat etmek zorundadır. İşte kasılmaların nedeni budur. Ancak çocuğunuzun yaşı ne olursa olsun sorunun hem bugün hem de yarın geçmeyeceğini öğrendiği zaman hissedeceği olumsuz duygulara karşı onu rahatlatmak zorundasınız. Size "Neden ben?" diye soracaktır. Sizin olayı kabullenmedeki beceriniz, gerek kendi gerekse çocuğunuzun hislerini kontrol edebilmeniz, çocuğunuzun söz konusu duruma karşı reaksiyonunu çok etkiler. Bu aşamada kendisi gibi krizleri olan bir çocukla buluşturmanın kendisine güvenini artırması açısından büyük yararı olacaktır. Bir kez daha vurgulayalım: kızmak, suçluluk hissetmek veya gelecekten korkmak gayet doğaldır. Her sorununuzu doktorunuzla görüşünüz.

        Epilepsi bir derttir, ancak dünyanın sonu demek değildir. Siz çocuğunuzdaki epilepsiyi yok saymaz, bundan ürkmez, bu durumu mutluluğunuzu alt üst eden bir felaket olarak görmezseniz çocuğunuzun ruhsal ve fiziksel sağlığı açısından gerekli temel koşulları oluşturabilirsiniz. Ancak bu koşullarda doktorunuz bilgi ve becerisini başarılı olarak uygulayabilir. Tıbbi durumunuzu konuşacağınız tek kişi doktorunuz olmalıdır. Her şeyi tek başınıza çözmeye çalışmak sizin için zor olacaktır. Böyle davranmak zorunda değilsiniz. Çevrenizde dostlarınız var. Ayrıca unutmayınız ki her çocuk gelecekte, toplum içinde kendi yerini alacaktır. Ona sorunu ile barışık yaşamayı öğretebilirseniz, topluma mutlu ve başarılı bir insan kazandırmış olursunuz.

        Yorum

        • orbay
          Senior Member
          • 11-02-2005
          • 5871

          #19
          Konu: Çocuk Sağlığı

          Hepatit B Enfeksiyonu ve Korunma

          Hazırlayan:Yrd. Doç. Dr. Münevver Türkmen
          Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD,Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi, Aydın


          Dünyada ve ülkemizde Hepatit B virus enfeksiyonunun durumu nedir ?

          Dünyada ve ülkemizde Hepatit B virus enfeksiyonu önemli bir sağlık sorunudur. Gelişmekte olan ülkelerde özellikle Doğu Asya ve Batı Afrika’da hastalık bulguları olmadan taşıyıcı oranı oldukça yüksektir. Ülkemizde taşıyıcılık oranının yüksek olduğu ülkelerden biridir. Bölgesel farklılıklar vardır.

          Hepatit B enfeksiyonu nasıl bulaşır ?

          Hepatit B enfeksiyonu kişiden kişiye kan, kan ürünleri ve vücut sıvıları (****üel temas) ile bulaşabileceği gibi doğumda anneden bebeğine bulaşabilmektedir. Hastalığın ve taşıyıcılığın yaygın olduğu ülkelerde en önemli geçiş yolu doğum sırasında anneden bebeğe geçiştir.

          Gelişmiş batı ülkelerinde en önemli bulaşma yolu ise damar içine ilaç kullanımı ve cinsel temastır.

          Hepatit B enfeksiyonu riski yüksek olan gruplar kimlerdir ?

          Öncelikle sağlıkla uğraşan doktor, diş hekimi, hemşireler, sağlık personeli risk altındadırlar.

          Hemodiyaliz hastaları risk altındadırlar

          Damar içine ilaç kullananlar, eş cinseller önlem almazlarsa risk altındadırlar.

          Hastalığın kısa dönemli sonuçları sonuçları nelerdir ?

          Hepatit B virusu akut ve kronik hepatite neden olur. Enfeksiyon gelişen yenidoğanların %90’nında, çocukların %50’sinde hastalık kronikleşme eğilimindedir. Erişkinlerin %5-10’ununda hepatit B virus enfeksiyonu kronikleşir.

          Akut hepatit hafif seyredebileceği gibi karaciğer yetmezliği sonucu ölümle sonuçlanabilir. Enfeksiyonu akut geçiren bazı hastalarda iştahsızlık, bulantı, kusma, ateş, karın ağrısı ve sarılık gibi şikayetler görülür.

          Ağır seyreden, karaciğer yetmezliği gelişen hastalarda karaciğer nakli hayatı kurtarabilir. Yine hastalığı akut geçiren erişkinlerin %5-10’unda kronikleşme izlenebilir.

          Hastalığın uzun dönemli sonuçları nelerdir ?

          Hepatit B virusunu alan kişilerin hepsi hastalığın klinik ve laboratuvar bulgularını göstermezler. Bazıları virusu vücutlarında sadece taşırlar. Bu hastaların bir kısmında karaciğer biyopsisi yapıldığında hepatit bulgularını saptamak mümkündür.

          Kronik hepatitli kişilerin bazılarında da klinik bulgu yoktur veya karaciğer biyopsisinde çok az hastalık bulgusu vardır. Bu hastaların bir kısmında zamanla siroz ve karaciğer karsinomu gibi ciddi ve ölüme neden olan hastalıklar gelişir.

          Hepatit B virus enfeksiyonu tanısı nasıl konulur ?

          Hepatit B enfeksiyonu tanısı bazı serolojik testlerle yapılır. Virusun alınmasından haftalar sonra serumda yapılan özel testler pozitifleşir. Bu testlerin pozitifleşmesine paralel karaciğer enzimleri kanda yükselir.

          Hepatit B virus enfeksiyonundan korunmak mümkün mü ?

          Hepatit B virus enfeksiyonu aşı ile korunabilen bir hastalıktır. Tüm zamanında doğan bebekler hepatit B virus enfeksiyonuna karşı aşılanmalıdır. İlk doz doğumda yapılır. İkinci doz 1-4 ay, 3.doz 6-18 ay arası yapılabilir. Şu anda önerilen aşı şeması 0, 1, 6 ay şeklindedir.

          Anneden bebeğe enfeksiyon nasıl geçer ?

          Her gebe kadının hepatit B virus enfeksiyonu açısından kontrol edilmesi, doğacak bebeğin belki de ömür boyu taşıyacağı bir hastalığa karşı tedbir alınmasını sağlayacaktır. Hastalığın plasenta aracılığla bebeğe bulaşması son derece nadir bir durumdur. Geçiş doğum anında annenin sekresyonları ve kanının bebeğe bulaşmasıyla olmaktadır.

          Bebeği enfeksiyondan korumak için neler yapılmalıdır ?

          Hepatit B taşıyıcısı veya kronik enfeksiyonu olan anneden doğan bebekler, doğumdan sonra hemen iyice yıkanmalıdır. Eğer kan örneği alınması gerekliyse bebek yıkandıktan sonra alınmalı ve K vitamini yapılmalıdır. Doğumu takip eden ilk 12 saat içinde hepatit B hiperimmunglobulin (HBIG) 0.5 ml bebeğin uyluk kası içine yapılmalıdır. Yapılmasında gecikme olursa ilk 48 saat içinde mutlaka uygulanmalıdır.

          Hepatit B taşıyıcısı veya kronik enfeksiyonu olan anneden doğan bebeklere HBIG ile birlikte aşı yapılmasıyla koruyuculuk %90-95 düzeyine ulaşır. Önerilen aşı takvimi; 0, 1, 6. aylardır.

          Prematüre bebekler de aşılanmalı mı ?

          Taşıyıcı olmayan anneden doğan 2000 gramın altındaki bebeklerin aşısı bebek 2000 grama ulaşıncaya kadar beklenebilir.

          Şayet anne Hepatit B taşıyıcısı ise bebek prematüre bile olsa ilk 12 saat içinde HBIG ve aşı yapılmalı. Bebek bir aylık olunca 0, 1, 6 ay takvimi uygulanmalıdır.

          Yorum

          • orbay
            Senior Member
            • 11-02-2005
            • 5871

            #20
            Konu: Çocuk Sağlığı

            Çocuklarda Gece Altını Islatma (Gece İşemesi)

            Konuk : Prof. Dr. Şükrü Hatun
            Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi
            Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi


            Gece altını ıslatma, gece uyku sırasında farkında olmadan idrar yapma olarak tanımlanabilir. Normalde çocukların çoğu hem tuvalet eğitiminin etkisi hem de mesane kapasitesinin gelişmesi sonucu 2-4 yaş arasında idrarlarını hem gece hem de gündüz tutmayı becerirler. Gece altını ıslatma çoğu zaman mesane gelişimindeki gecikmenin bir sonucudur, bu nedenle de yaşla sıklığı azalır. Üç yaşındaki çocukların %40’ı altını ıslattığı halde bu oran 5 yaşında %20’ye, 6 yaşında %10’a düşmektedir. Erkek çocuklar kızlara göre daha sık altını ıslatma sorunu yaşamaktadır. Aileler 5-6 yaş civarında bu sorunla ilgilenmeye ve genellikle de 7-8 yaşında hekimlerden yardım istemeye başlarlar. Ülkemizde 7-11 yaşındaki erkek çocukların %16’sında, kızların ise %11’inde altını ıslatma sorunu olduğu bildirilmektedir.

            Nedenleri

            Gece altını ıslatmanın iki tipi vardır. Eğer çocuk hekime getirilinceye kadar devamlı altını ıslatıyorsa PRİMER (birincil) tip, en az 6 ay kuru kaldıktan sonra altını ıslatmaya yeniden başlamışsa SEKONDER (ikincil) tip altını ıslatmadan söz edilmektedir. Altını ıslatan çocukların büyük çoğunluğu birincil altını ıslatma gurubunda toplanmaktadır. Bazen altını ıslatmaya sık ve acil idrar yapma ihtiyacı duyma gibi bulgular eşlik edebilir. Gece altını ıslatma, nedenlerine göre fizyolojik ver organik olmak üzere iki guruba ayrılarak incelenmektedir.

            Fizyolojik Nedenler

            Gece altını ıslatan çocukların büyük bir gurubu (%90-95’i) fizyolojik altını ıslatma gurubunda toplanmaktadır. Bu çocukların gece uykuda mesane doluluğunu hissetmelerinin yetersiz, mesane kapasitelerinin küçük ve uyku derinliklerinin fazla olduğu bildirilmektedir. Esas önemlisi altını ıslatmanın büyük oranda genetik yatkınlığa dayanmasıdır. Anne ve babadan birisinde altını ıslatma öyküsü varsa çocukta %45, ikisinde birden varsa %77 oranında altını ıslatma sorunu yaşanmaktadır. Aile öyküsü olan vakalar iyileşme zamanı bakımından ailelerine benzer bir seyir göstermektedirler.

            Organik Nedenler

            Altını ıslatan çocukların %2-3’ünden şeker hastalığı, böbrek hastalıkları, mesane hastalıkları gibi sorunlar saptanmaktadır. Vakaların %5-10’unda ise altını ıslatmaya sık ve acil idrar yapma ihtiyacı gibi yakınmalar eşlik etmektedir. Bunlar “polisemptomatik altını ıslatma” olarak tanımlanmaktadır. Bu çocuklarda idrar yolu enfeksiyonu, idrarda bakteri olması, kabızlık ve bazen besin allerjisi saptanmaktadır. Ayrıca son yıllarda halk arasında “geniz eti” olarak bilinen adenoid vegatasyonlu çocuklarda yüksek oranda altını ıslatma görüldüğü ve ameliyat sonrası yakınmalarının geçtiği üzerinde durulmaktadır.

            Genel olarak psikolojik olaylar daha önce bahsedilen primer altını ıslatma sorununa yol açmazlar. Bu nedenle de altını ıslatan çocukların büyük çoğunluğunda bir ruhsal sorun aramaya gerek yoktur. Ayrıca kötü çocukların altını ıslattığı gibi ön yargıların geçersiz olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bir ruhsal sorundan sonra altını ıslatma yaşanıyorsa bu genellikle fizyolojik altını ıslatmanın tekrar ortaya çıkmasıdır. Davranışsal gerilemesi olan çocuklarda gece altını ıslatma yanında okul başarısızlığı, korku gibi ek bulgular vardır ve bunların mutlaka çocuk psikiyatristleri tarafından görülmesi gereklidir.

            Çocuğa Yaklaşım

            Hemen en önemle belirtmeliyiz ki altını ıslatmanın kendisinden çok, bu çocuklara ailelerin ve toplumun yanlış tutumları zarar vermektedir. Bunların içinde en tehlikelisi “Altına yapan kızını sobaya oturttu” gibi haber başlıklarına konu olan cinsel bölgelere yönelik cezalandırma girişimleridir. Bu tür tutumlar, çocuklar üzerinde etkisi ömür boyu sürecek izler bırakmaktadır. Altını ıslatan çocukların fizyolojik bir gelişme gecikmesi yaşadığı (bir tür diş çıkarmanın, konuşmanın gecikmesi gibi) ve ailenin temel görevinin çocuğun benlik saygısı zedelenmeden bu sorunu atlatmasını sağlamak olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle altını ıslatan çocukların en geç 6 yaşında konuyla ilgilenen bir çocuk hekimi tarafından değerlendirilmesi ve gerekli incelemeler yapıldıktan sonra bir tedavi planı yapılması gereklidir.

            Altını ıslatma yakınması ile hekime getirilen çocuklar daha önce bahsedilen organik faktörlerin varlığı bakımından incelenmelidir. Bir başka deyişle altını ıslatma sorunun fizyolojik olup olmadığı belirlenmelidir. Bunun için gündüz altına kaçırma, zor idrar yapma, kabızlık, zor ve acil idrar yapma, çok idrar yapma, kafa travması geçirme, idrarla birlikte kaka kaçırma, horlama ve gece ağızdan nefes alma gibi yakınmaların olup olmadığı soruşturulmalıdır. Elde edilen bilgiler ve genel muayene sonuçlarına göre idrar incelemesinden, mesane filmlerine uzanan bir dizi tetkik yapılmalıdır. Altını ıslatan çocukların %97’sinde fiziksel bir neden yoktur. Bu nedenle ayrıntılı bir öykü çoğu zaman fizyolojik altını ıslatmanın olup olmadığı konusunda bilgi verir. Bu noktada altını ıslatan çocukta “küçük mesane” veya uykudan uyanamama sorunu mu olduğunun aydınlatılması önemlidir.

            Tedavi Yaklaşımı

            Altını ıslatma idrar yolu enfeksiyonu gibi bir nedene bağlıysa öncelikle bu tür sorunlar çözülmelidir. Fizyolojik altını ıslatma sorunu olan çocukların tedavisinde ise şu ilkelere uyulmalıdır:
            # Gece kalkıp tuvalete gitme bir hedef olarak kesinleştirilmelidir.
            # Tuvalete ulaşmak kolaylaştırılmalıdır.
            # Çocuğun kuru kalma sorumluluğunu üstüne almasına yardım edilmelidir.
            # Yatmadan önceki 2 saat boyunca fazla sıvı alımından kaçınılmalı ve kafein içeren içecekler kesinlikle verilmemelidir.
            # Yatağa girmeden tuvalete gidilmelidir.
            # Gece kuru kalması için bez bağlanmamalıdır. Bu tür yöntemler temizlik için yararlı olmakla birlikte çocukların gece kalkma motivasyonlarını olumsuz etkilemektedir.
            # Sabah temizliğine çocuğun katılımı sağlanmalıdır.
            # Çocukların benlik saygıları desteklenmelidir.
            # Ailelere nasıl davranacaklarını anlatan kılavuzlar hazırlanmalıdır.
            # Çocukların hangi günler kuru kaldıkları bir kart üzerine işlenmelidir.
            # Çocuklar en az ayda bir kez kontrol edilmelidir.

            Tedavi Yöntemleri

            Altını ıslatan çocuklara genel olarak 7-8 yaşına geldiğinde tedavi için girişimlerde bulunulması önerilmektedir. Bu girişimlerin başında çocuğun kendisinin veya ailesinin gece uyanmasına dönük programlar gelmektedir. Önce çocukların kendiliğinden uyanması denenir, bu mümkün olmuyo rsa ailenin çocuğu gece uyandırıp tuvalete gitmesini sağlayan program uygulanır. Daha önce başarılı olduğu gösterilmiş 6 günlük bir programın ayrıntıları ise şu şekildedir.

            * İlk gece çocuk gece 1’e kadar her saat başı uyandırılır. Çocukla konuşularak ve yürütülerek uyandığından emin olunur. Altı kuruysa övücü sözler söylenir ve “tuvalete girme ihtiyacın var mı yoksa bir sonraki saati mi bekleyeceksin” sorusu sorulur. Çocuk tuvalete gitmek isterse tek başına tuvalete yürümesi istenir. Eğer çocuk altını ıslatmışsa pijama ve iç çamaşırlarını kendisinin değiştirmesi teşvik edilir. Gece 1’de uyandırıldığında kuru olsa bile idrarını yapmaya çalışması söylenir.

            * Daha sonraki beş gece çocuk bir kez uyandırılır. İlk gece uyuduktan 3 saat sonra, ikinci gece 2.5 saat sonra ve böyle süre azaltılarak beşinci gece uyuduktan 1 saat sonra uyandırılır. Son gece bundan sonra kendisinin uyanması söylenir.

            * Bu programdan sonra altını ıslatma tekrarlarsa (3 gün üst üste altını ıslatırsa) yeniden 6 gecelik uyandırma programı tekrarlanır.

            Bazı çalışmalarda bu program ile %92 oranında çocukların kuru kalması sağlanmış, bunların %20’sinde ise yeniden altını ıslatma sorunu tekrarlanmıştır.

            Alarm Kullanımı ve İlaç Tedavisi

            Daha önce anlatılan ve daha çok davranış değişikliği üzerinde duran tedavilerden bir sonuç alınamadığında “enüretik alarm” kullanımı veya ilaç tedavisi denenmelidir. Her iki tedavi yöntemi için de çocukların 8 yaşını bitirmesi beklenmelidir. Alarm cihazları çocuk idrar kaçırmaya başlar başlamaz hareket geçen ve böylece çocuğun uyanıp, mesanesini kontrol etmesi konusunda yardımcı olan araçlardır. Son yıllarda “enüretik alarm” teknolojisinde önemli ilerlemeler olmuş ve hem küçük hem de kullanımı kolay alarm cihazları üretilmiştir. Alarm tedavisine 2-3 ay devam edilmesi gerekmekte ve bu tedavi ile çocuklarda %70-84 oranında iyileşme sağlanmaktadır. Alarm tedavisi sonunda tekrarlama riski %10 dolayındadır.

            Altını ıslatma tedavisinde uzun yıllardır çeşitli ilaçlar kullanılmıştır. Bunların arasında imipramin (Tofranil), oxybutynin (uropan) isimli ilaçlar ilk kullanılanlardır. Son yıllarda vücutta sıvı tutulmasını sağlayan Minirin isimli ilaç da tedavide kullanılmaya başlanmıştır. İlaç tedavisi ile %10-60 arasında iyileşme sağlanmakta, fakat tedavi kesildikten sonra %90’a varan oranda tekrar riski bulunmaktadır. Bu nedenle son yıllarda alarm ve ilaç tedavisinin birlikte kullanılması önerilmektedir.

            Altını ıslatma çocukluk çağında sık görülen bir sorun olması yanında ailelerin yanlış tutumlarının sürdüğü bir konudur. Öncelikle altını ıslatan çocukların konuyla ilgilenen çocuk hekimleri tarafından değerlendirilmesi ve ailenin katılımı ile uzun dönemli bir tedavi yaklaşımının denenmesi gereklidir. Son yıllardaki araştırmalar altını ıslatma tedavisinde en etkili yöntemin tek başına veya bir ilaçla birlikte alarm kullanımı olduğunu göstermektedir.

            Yorum

            • orbay
              Senior Member
              • 11-02-2005
              • 5871

              #21
              Konu: Çocuk Sağlığı

              Çocuklarda Göz Hastalıkları

              Hazırlayan Doç. Dr. Huban Atilla
              Ankara Üniversitesi Tıp Fak.
              Göz Hastalıkları AD

              1. Bebek ve konuşamayan çocuklarda kırma kusuru ya da gözlük için ölçüm yapılabilir mi?
              Çocuklar sözel yanıt vermeye başlamadan önce de gözlük gereksinimi olup olmadığının anlaşılması için ölçüm yapılabilir. Gözbebeklerini büyüten damla uygulamasının ardından retinoskopi ya da skiaskopi olarak adlandırılan yöntemle gözlük gereksinimi belirlenebilir. Bebeğin ya da çocuğun yaşına, kırma kusurunun cinsine ve eşlik eden kayma durumuna göre gözlük verilebilir. Bebekler de gözlük takabilir ve çoğunlukla da ailelerin beklediğinin tersine kolay uyum gösterirler.

              2. Şaşılık ya da göz kayması nedir?
              Şaşılık ya da göz kayması gözlerin görme akslarının paralelliğini kaybederek farklı yönlere bakmasıdır. Sık görülür, yaklaşık çocukların %4'ünü etkiler; ancak erişkinlerde de gelişebilir. Şaşılık olduğunda kişi bir gözü ile düz ve istediği yere bakarken diğer göz içe, dışa, yukarı ya da aşağı doğru kayabilir. Gözler değişerek kayabileceği gibi sürekli olarak aynı göz de kayabilir. Her iki gözle istenen noktaya bakılırken beynin görme merkezinde bu iki görüntü birleştirilerek tek olarak ve üç boyutlu olarak algılanır. Gözde kayma olduğunda ise beyinde iki farklı görüntü ortaya çıkacağından, beyin kayan gözden gelen görüntüyü baskılar, bu da derinlik hissinde ve her iki gözle sağlanan görüşte azalmaya neden olur. Erişkinlerde ise kayan gözden gelen görüntünün baskılanması artık yapılamadığından çift görme ortaya çıkar. Yaşamın ilk birkaç ayında görmenin hızla geliştiği dönemde; gözlerin arayıcı hareketleri, kısa süreli yani birkaç dakikalık içe ya da dışa olan kaymalar normal kabul edilebilir. Çevredeki objelere odaklanmanın yapılabildiği dördüncü aydan sonra olan kaymalar kesinlikle uzman bir göz hekimine danışılmalıdır. Ayrıca katarakt, göz tümörleri ya da nörolojik hastalıklar da kendilerini şaşılık ile gösterebileceğinden, bir göz hekimine danışılmalı ve fundus incelemesini de içeren ayrıntılı bir göz incelemesi yapılmalıdır.

              3. Şaşılık neden ortaya çıkar?
              Şaşılığın nedeni tam olarak bilinmemektedir.İşlevsel, nörolojik ya da kaslardaki yapısal bozukluklar ve dengesizlik kaymaya neden olur. Gözü hareket ettiren kaslardaki dengesizlikler, bu kasları kontrol eden beyin merkezlerinin etkilendiği serebral palsi, Down sendromu, hidrosefali gibi hastalıklar ya da gözü etkileyen katarakt, glokom ya da travma gibi durumlar gözlerin paralelliğini bozarak kaymaya neden olabilir. Kaymanın ilk belirtisi gözlerin aynı noktaya odaklanamamasıdır. Ancak, güneşte bir gözünü kapama, kafasını eğerek ya da döndürerek bakma gibi bulgular da kayma sonucu olabilir. Erişkin dönemde ortaya çıkan kaymalarda ise en önemli yakınma çift görmedir. Bebeklik dönemi ya da okul öncesi dönemde her çocuk olası göz sorunları (şaşılık, göz tembelliği, kırma kusurları, katarakt ya da göz içi tümör) yönünden muayene olmalıdır.

              4. Şaşılığın tedavisi var mıdır, varsa zamanı önemli midir?
              Halk arasında yanlış inanış olarak bebeklikte olan kaymanın büyümekle zamanla düzeleceği düşünülmektedir, ancak bu yanlıştır. Şaşılık hiçbir zaman büyümekle kendiliğinden düzelmez.
              Çocuklarda burun kökünün geniş olduğu ve kayma olmadığı halde kayma varmış gibi görünüme yol açan yalancı şaşılık dediğimiz durumlarda, zamanla burun kemiğinin gelişmesi ile kayma görünümü düzelmektedir. Bu da yanlış olarak kaymanın düzeldiğini düşündürmektedir. Böyle durumlarda ayırıcı tanı ve doğru teşhis için kesinlikle göz doktoru çocuğu görmelidir. Ayrıca ailede şaşılık ya da göz tembelliği olan kişiler varsa çocuk 1-2 yaşında kesinlikle göz doktoruna gösterilmelidir. Bunun dışında her çocukta üç yaşına kadar genel bir göz muayenesi yapılmış olmalıdır. Tedavide amaçlanan görme gelişimi olumsuz etkilenmeden, her iki gözün bir arada kullanılarak gelişiminin sağlanmasıdır. Bu nedenle şaşılık tedavisi ne kadar erken dönemde yapılırsa başarısı o denli yüksek olur. Ayrıntılı bir göz incelemesinin ardından, kaymanın nedenine göre tedavi planlanır. Eşlik eden kırma kusuru varsa gözlük verilmesi ile kayma düzeltilebilir. Cerrahi ile gözlerin paralelliğinin sağlanması iki gözün bir arada kullanılmasını ve derinlik hissi azanılmasını sağlayacaktır. Cerrahi girişim lazerle yapılmaz, gözün etrafındaki kasların yerleri değiştirilerek gözün pozisyonu ayarlanır. Erişkin dönemde olan şaşılıklarda ya da daha önce tedavi yapılmamış erişkinlerde de cerrahi tedavi ile özellikle çevre görüşte artış sağlanabilir.

              5. Ambliyopi (göz tembelliği) nedir?
              Çocukluk döneminde, kayma olmadan her iki gözden net görüntü algılandığında normal görme gelişimi sağlanmış olur. Kayma gibi gelişmenin olumsuz olarak etkilendiği durumlarda kayan gözde göz tembelliği ya da görmede azalma gelişir. Şaşılığı olan çocukların yarısında göz tembelliği gelişir. Erken (yaşamın
              ilk sekiz, dokuz yıllık döneminde) tanı konulduğunda tedavisi olanaklıdır. İyi gören gözün kapatılması ile görme düzeyi artırılabilir. Ancak gelişme döneminin tamamlandığı dokuz yaş sonrasında görme için tedavi başarısı oldukça düşüktü. Tanı ne kadar erken konulursa tedavi başarısı o denli yüksek olacaktır. Göz tembelliği ilerleyici bir hastalık değildir; görme tamamen kaybedilmez.

              Göz tembelliğinin tedavisi için eşlik eden şaşılık, gözlük gereksinimi ya da katarakt gibi hastalıklar tedavi edildikten sonra az gören gözün kullanılmasını zorlamak için iyi gören göze kapama yapılır. Eğer çocuk kapama yapmaya çok direnç gösteriyorsa, göz damlaları ya da özel çalışma sistemleri kullanılabilir; ancak en etkili tedavi yöntemi kapamadır. Göz tembelliği tedavi edilmediği durumda ilerleme göstermez; ancak, gelişme dönemi sonrası tedavisi olanaklı değildir ve her iki gözün bir arada kullanılması ve derinlik hissi algılamasında zorluğa neden olur. Polislik, pilotluk gibi mesleklerin seçiminde ve sürücü almada engel oluşturur.

              6. Bebekler görebilir mi?
              Halk arasında yaygın olarak kabul edilen yeni doğan bebeğin göremediği yolundaki görüşün tersine yeni doğan döneminde bebekler görebilir. Ancak görme erişkinlerin görme düzeyinde değildir. Bir buçuk, iki yaşında erişkin düzeyine ulaşır. Gözlerin kullanılması ile gelişim sağlanır. Bu nedenle çocukluk döneminde görme sistemi esnektir ve gözlerin kullanılmasına göre biçimlenir. Bebeklik döneminde, yani çocuğun konuşamadığı önemde de yapılacak olan göz incelemesi ile gözlük gereksinimi ve şaşılık saptanabilir. Ayrıca göz tembelliği dışında görme azalmasına neden olabilecek katarakt, enfeksiyon, tümör ya da diğer göz hastalıkları da saptanabilir. İlk muayene için ideal zaman bir yaş civarıdır.

              7. Yakından okumak ya da televizyon seyretmek gözleri bozar mı?
              Bu doğru değildir, çocukların kolları daha kısa olduğundan ve yakına uyum kapasiteleri de yüksek olduğundan okudukları materyali yakında tutarlar. Televizyonun ise yaydığı düşük düzeydeki radyasyonun dışında gözleri bozacak olumsuz etkisi yoktur. Ancak yakından televizyon izlemek, eşlik eden kırma kusuruna bağlı olabileceğinden bir göz hekimi tarafından değerlendirilmelidir.

              8. Gözlük takmak gözlük numarasının artmasına ya da azalmasına neden olur mu?
              Gözlük takmak gözleri zayıflatarak gözlük gereksinimini artırmaz ya da numarasının artmasına neden olmaz. Tam tersi de geçerlidir; gözlük takmak gözlük numarasını azaltmaz. Gözlük net görmek için takılır, numaranın değişimine neden olmaz. Benzer biçimde kontak lens takılması da gereksinimi değiştirmez. Kırma kusurları (miyopi, hipermetropi ve astigmatizma) göz yapısının sonucudur ve gözlük takmadaki amaç bu yapısal farklılıkların neden olduğu odaklama sorununu düzeltmektir. Gözlük takarak göz yapısı değiştirilemeyeceğinden numaranın değişimi de söz konusu değildir.

              9. Katarakt, glokom ve göz tümörleri gibi erişkin dönemde görülen göz hastalıkları bebek ve çocuklarda görülebilir mi?
              Katarakt, glokom gibi daha çok erişkin dönemde görülen göz hastalıkları bebeklerde ve çocuklarda da görülebilir. Patolojik tanı farklı olmakla birlikte, göz içi tümörleri (en sık retinoblastom) bebeklik ve çocukluk döneminde görülebilir. Erken tanı ve tedavi büyük önem taşımaktadır. Katarakt ve göz içi tümörlerde gözbebeğindeki beyazlık ailenin ilk fark ettiği bulgu olabilir ve bu durumda zaman geçirilmeden bir göz hekimine başvurulmalıdır. Erken tanınması durumunda retinoblastomun tedavisi olanaklıdır. Doğumsal ve infantil kataraktlar, sistemik hastalıklar (galaktozemi gibi), intrauterin enfeksiyonlar (TORCH) ile birlikte gelişebileceği gibi tek başına da görülebilir. Aile öyküsü olması her zaman gerekli değildir. En kısa sürede ameliyat yapılarak hızlı görsel gelişimin olduğu dönemde yoksunluk ambliyopisi gelişmesi engellenmelidir. Glokomda ise erişkinden farklı olarak bebeklerde ve çocuklarda göz yapısında aşırı büyüme görülür. Hasta ışıktan rahatsız olur, göz sulanması vardır. Tedavi edilmezse kornea zamanla saydamlığını yitirip beyaz bir görünüm alır ve optik atrofi gelişir. Tedavi, en kısa sürede cerrahi uygulanmasıdır.

              10. Bazı gıdaların fazla tüketilmesi görme gelişimini etkiler mi?
              Havuç gibi bazı gıdaların fazla tüketilmesi görme keskinliğini artırmaz ya da gözlük gereksinimini ortadan kaldırmaz. Ancak A vitamini eksikliğinde sistemik bulgulara ek olarak özellikle gece görmede güçlük ortaya çıkar, günlük gereksinimin besinlerden alınması ile çocuklarda ve gençlerde normal gelişim sağlanabilir.

              Yorum

              • orbay
                Senior Member
                • 11-02-2005
                • 5871

                #22
                Konu: Çocuk Sağlığı

                Çocukluk Çağında İdrar Yolu Enfeksiyonu

                Hazırlayan : Dr. Ali Düzova, Prof. Dr. Ayşın Bakkaloğlu
                Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Nefroloji Ünitesi

                İdrar yolu enfeksiyonu (İYE) deyimi üriner sistemde mikropların üremesi anlamına gelir. Çocuklarda en sık görülen bakteriyel enfeksiyonlardan biridir. Her yaş ve cinste görülür. Kadınlarda yenidoğan dönemi hariç erkeklerden fazla gözlenir. Yedi yaşına kadar olan dönemde erkek çocuklarda %1.6, kız çocuklarda %7.8 İYE gelişir. Bakteriler, virüsler ve mantarlar idrar yolu enfeksiyonuna neden olurlar. Ülkemizdeki böbrek yetmezliği olan hastaların önemli bir kesimine vezikoüreteral reflü (mesanede toplanan idrarın böbreklere doğru geri kaçışı) ve böbrek taşı hastalığı neden olur. Tekrarlayan İYE olan hastalar bu yönden değerlendirilmelidir.

                Özellikle ilk beş yıl içinde böbrekte enfeksiyon olması kalıcı ve ilerleyen zedelenmelere neden olabilir. Bu durumun dikkatten kaçması ve enfeksiyonların kontrol altına alınamaması böbrek yetmezliği ile sonlanabilir.

                Normal olarak mesanede toplanan idrar böbreğe geri dönmez. Vezikoüreteral reflü (VUR) (mesanede toplanan idrarın böbreklere doğru geri kaçışı) mesanedeki mikroorganizmaların yukarı üriner sisteme taşınmasına neden olur. Tekrarlayan İYE olan çocuklarda %25-50 (ortalama %35) vezikoüreteral reflü vardır. İYE olmayan çocuklarda VUR %0.4-1.8 arasında görülür. Vezikoüreteral reflüde böbrek enfeksiyonu gelişimi kolaylaşır.

                İşeme bozukluğu: Bu tablo tipik olarak 3-7 yaşları arasında görülür. Mesane kasları kontrolsuz, istem dışı-önlenemez-düzensiz bir şekilde kasılır. Bu hastalarda gün içinde birçok kez ani idrar yapma veya sıkışma hissi görülür. Mesanenin istemsiz kasılmalarını engelleyemeyen hasta, idrar kaçırmayı önlemek için bacaklarını çaprazlar, çömelerek topuğunu idrar çıkış bölgesine bastırır veya benzeri manevralar yapar. Hastaların büyük kısmında idrar kaçırma görülür.

                İlk bir yıl içinde ateşli İYE tanısı alan erkek çocukların %90’ının sünnetsiz olduğu, sünnetsiz erkek çocuklarının sünnetli erkek çocukları ve kızlara oranla İYE riskinin 10-20 kat fazla olduğu bilinmektedir.


                Tablo I: Yaş Gruplarına Göre Belirtiler

                Yeni Doğan Ve Süt Çocuğu
                Vücut sıcaklığının belirgin düşük veya yüksek olması
                büyüme geriliği, kusma, ishal, huzursuzluk, sarılık,
                kötü kokulu idrar

                Okul öncesi
                Karın ağrısı, kusma, ishal, kabızlık, anormal işeme şekli,
                kötü kokulu idrar, ateş, büyüme geriliği

                Okul Dönemi
                İdrar yaparken yanma, sık idrar yapma, karın ağrısı,
                anormal işeme şekli, kabızlık, kötü kokulu idrar, ateş

                Ergenlik
                İdrar yaparken yanma, sık idrar yapma, karında hassasiyet,
                ateş, kötü kokulu idrar


                Tedavide amaç enfeksiyonu uzaklaştırmak, anatomik ve işlevsel bozuklukları belirleyip düzeltmek, tekrarları önlemek ve böbrek işlevini korumaktır.

                Aanatomik bozukluk, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu, hastanın 5 yaşından küçük olması gibi özel klinik durumlarda tedavinin acilen başlaması gerekir. Hastanın genel durumu bozuk olduğunda hastanede ve parenteral (ilacın kas içine veya damardan uygulanması) antibiyotik verilerek tedavi edilmelidir. Özellikle yenidoğanlar hastanede ve parenteral antibiyotikle tedavi edilmelidir.

                Bir yaşından büyük, genel durumu iyi, kusması olmayan, ağızdan beslenmesi yeterli olan çocuklarda oral (ilacın ağızdan verilmesi) antibiyotik tedavisi yapılır. Ağızdan bol sıvı alınması önerilir. Tedavinin süresini hekim belirler (7-14 gün).

                Genelikle 48 saat içinde iyileşme gözlenmelidir. Aksi halde dirençli bakteri ile oluşmuş veya idrar yollarında tıkanma zemininde gelişmiş bir enfeksiyon düşünülmelidir.

                Tedavi tamamlandıktan 2-3 gün sonra idrar incelemesi ve idrar kültürü tekrar edilir. Tekrarlayan enfeksiyonlarda uygun bir antibiyotik tedavisinden sonra 3-6 ay antibiyotikle baskılama tedavisi uygulanmalıdır (hekime danışılarak).

                Hekiminizin belirleyeceği bir takvimde yapılacak tetkiklerle anatomik bozukluk olup olmadığı, o döneme kadar böbrekte kalıcı hasar olup olmadığı belirlenebilir.

                VUR olan hastalarda baskılama tedavisi (akşamları yatarken ağızdan antibiyotik verilmesi) uygulanır. Hekimin belirlediği sıklıkta idrar tetkiki, idrar kültürü ve diğer tetkikler tekrar edilir. Takiplerinde bu hastaların bir kısmında açık veya endoskopik cerrahi düzeltmeler gerekli olabilir.

                Yorum

                • orbay
                  Senior Member
                  • 11-02-2005
                  • 5871

                  #23
                  Konu: Çocuk Sağlığı

                  İnmemiş Testis

                  Hazırlayan:Prof. Dr. Şükrü Hatun
                  Kocaeli Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı - Endokrinoloji ve Diyabet Bilim Dalı


                  İnmemiş testis nedir?
                  Testisler (halk arasındaki ismiyle yumurtalıklar) hem erkek olarak gelişmeyi sağlayan hormonları salgılarlar hem de çocuk sahibi olmayı sağlarlar. Normalde iki adet olan testislerin yeterli fonksiyon görebilmesi için vücüt dışında (daha düşük ısılı) bir ortamda bulunmaları gerekmektedir. Bu nedenle oluşum aşamasında bebeğin karnında bulunan testisler çeşitli hormonların ve mekanik faktörlerin etkisiyle kasık kanalı yoluyla genital bölgedeki skrotum (halk arasında torba) adı verilen yuvalarına inerler. Testislerin karın içinden skrotuma yerleşmeye kadar süren yolculuğu tamamlayamayarak, skrotum dışında bir yere yerleşmelerine inmemiş testis adı verilmektedir.

                  İnmemiş testis nedenleri nelerdir ve hangi sıklıkta görülür?
                  Testisler gebeliğin ilk iki ayı içinde gelişmesini tamamlarlar ve bebeğin karnı içinde yerleşerek cinsel farklılaşmayı sağlayan hormonları salgılarlar. Gebeliğin 28. haftasından (7. ay) sonra testisler hızla aşağıya doğru ilerlemektedir. Testislerin skrotuma inmesi karmaşık bir süreçtir ve bu süreçte gonadotropinler (beyin içinde yerleşmiş bir bezden salgılanan ve yumurtalık fonksiyonlarını kontrol eden hormonlar) ve testosteron gibi hormonların yanı sıra karın içi basıncı da rol oynamaktadır. Bu nedenle özellikle beyinden salgılanan gonadotropinlerin eksikliği ile giden hastalıklarda inmemiş testis görülmektedir. Bununla birlikte inmemiş testis vakalarının çoğunda herhangi bir neden bulunamamaktadır.

                  Zamanında doğan bebeklerin %2.7-5.9’unda inmemiş testis saptanmaktadır. Bebekler 1 yaşına geldiğinde bu oranlar %1.2-1.8’e düşmektedir. Zamanından önce (prematüre) doğan bebeklerde inmemiş testis sıklığı 10 kat fazladır. Ülkemizde 0-16 yaş gurubunda yapılan bir araştırmada inmemiş testis sıklığı %2.5 bulunmuştur.

                  Skrotuma inmeyen testisler nerede olabilir?
                  Skrotuma inemeyen testisler ya normal iniş yolu üzerinde ya da bu yol dışında (ektopik) yerleşmişlerdir. İnmemiş testislerin %63’ünün kasık kanalının üst kısmında,%24’ünün skrotumun hemen üst kısmında, %12’sinin ektopik, %8’nin ise karın içinde yerleştiği gösterilmiştir. İnmemiş testis vakalarının %66’sı tek taraflı, %10’u çift taraflı olarak inmemiştir. Tek taraflı vakalarda %70 sağ testis inmemiştir.

                  Geriye kaçan (retraktil) testis ne demektir?
                  Bazı anneler çocuklarının testislerinin zaman zaman kasık kanalına doğru kaçtığını ama yukarıdan aşağıya doğru nazik bir şekilde itilidiğinde skrotum içine yerleştiğini gözlemlediklerinin ifade ederler. Annelerin bu gözlemleri gerçektir ve bu durum retraktil testis olarak isimlendirilir. Retraktil testisler 5-6 yaş arasındaki çocuklarda sıktır. Bu vakalar çoğu zaman (ve yeterli dikkat gösterilmediğinde) gerçek inmemiş testis ile karışabilir. Genellikle çift taraflı olan retraktil testisler tedaviye ihtiyaç göstermeden ergenliğin erken döneminde tam olarak skrotuma yerleşirler. Retraktil testisler çoğu zaman skrotum içinde olduklarından sperm üretimilerini normal olarak sürdürürler.

                  Yorum

                  • orbay
                    Senior Member
                    • 11-02-2005
                    • 5871

                    #24
                    Konu: Çocuk Sağlığı

                    İshal

                    Hazırlayan:Prof. Dr. Şükrü Hatun
                    Kocaeli Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı - Endokrinoloji ve Diyabet Bilim Dalı


                    İshal nedir ?
                    Tedavi
                    Evde Sıvı Tedavisi
                    Diyet
                    İshalli Çocuğun Beslenmesi


                    İshal Nedir ?
                    İshal kısaca sulu dışkı yapmak demektir. İshal genellikle aniden başlar ve dışkı sayısında artma ( günde 3 kezden fazla ) ile kendini gösterir. Çocukluk çağında en sık 0-5 yaş döneminde ishal görülür.

                    Çünkü Kusma ve ishal Akut Gastroenterit adı verilen aynı hastalığın bulgularıdır. İshali olan çocukların hemen hepsinde kusmada olur ve bazen Akut Gastroenterit’in tek bulgusu olabilir.

                    Çocukluk çağında ishal yaz aylarında daha sık görülür ve genellikle mide ve barsakları etkileyen enfeksiyöz ajanlar (mikroplar) ile meydana gelir. İshal vakalarının çoğundan virus adını verdiğimiz mikroplar sorumludur. Viruslara bağlı ishal ani başlar, ishalle birlikte kramp şeklinde karın ağrısı, iştahsızlık kusma ve hafif ateş görülür. Bu tür ishaller 3-6 gün içinde kendiliğinden düzelirler ve ishal süresince çocuklar kendilerini kötü hissederler.

                    Genel olarak şiddetli ishali olan, kanlı ishal yapan ve yüksek ateşi olan çocukların ishalleri daha önemlidir. Bu gibi ishaller E. Coli, Salmonella, Şigella gibi antibiotik tedavisi gerektiren ishallerdir ve bu durumda hasta en kısa zamanda bir çocuk hekimi tarafından görülmesi gereklidir. 6 aydan küçük çocuklarda görülen her türlü ishal önemlidir ve bu çocuk en kısa sürede hekim tarafından görülmelidir.

                    İshalli çocuklar dışkı yoluyla su ve elektrolit kaybederler. Eğer ağızdan verilen sıvılarla çocuğun kayıpları karşılanamazsa ‘kırık testi’ misali çocuğun vucudundaki sıvı boşalır. Bu duruma dehidratasyon adı verilir. İshaldeki en büyük tehlike sıvı kaybıdır. İshal olan çocuğun gözleri ve bıngıldağı çöker, dudakları ve ağzı kurur, daha seyrek ve koyu idrar yapmaya başlar, ağlarken gözyaşı akmaz ve uykuya eğilimi olmaya başlarsa önemli derecede sıvı açığı var demektir. Bu durumdaki çocukların acilen hekime götürülmesi gerekir. Bunların dışında dışkısında kan olan, sık kusan, karın ağrısı ve yüksek ateşi olan çocukların da kısa sürede hekime götürülmeleri gerekir.

                    Tedavi
                    İshal tedavisinde üç önemli ilke vardır: Birincisi , ishalle kaybedilen sıvı ve elektrolitlerin mümkünse ağız yoluyla geri konması, ikincisi, beslenmenin sürdürülmesi, üçüncüsü ise zamanında hekime götürülmesidir. Çocuklarda görülen ishal vakalarının büyük çoğunluğu hafif – orta derecede ishal vakalarıdır ve bu çocuklar evde tedavi edilebilir. Hafif ishal vakalarında ishale rağmen çocuk iyi görünür, inatçı kusma ve ateş yoktur. Bu durumda daha sık normal su verilmesi, anne sütü veya mamaya devam edilmesi ve çocuğun susuzluk bulguları bakımından izlenmesi yeterlidir. Orta derecedeki ishal vakalarında çocuklar huzursuzdur ve çok susarlar. Bu durumdaki 6 aylıktan büyükse evde ishal paketleri kullanılarak tedavi edilebilirler. Daha önce bahsedilen susuzluk belirtileri olan çocukların ise doktora götürülmesi gerekir.

                    Çocukluk çağında görülen ishal vakalarının büyük çoğunluğu viruslara bağlıdır ve 3-6 gün içinde kendiliğinden düzelir. Antibiyotikler virusları öldürmediğinden ishal vakalarının çoğunda antibiotik kullanmaya ihtiyaç yotur. İçinde kan ve mukus olan, yüksek ateş ve şiddetli karın ağrısı ile giden ishal vakalarında antibiyotik gerekebilir. Doktora danışmadan antibiyotik kullanılmamalıdır.

                    Genel olarak ishalli çocuklara herhangi bir ishal kesici ilacın verilmesine gerek yoktur. Bu ilaçların ishalin kesilmesine katkısı olmadığı gibi, bazen ciddi zararlara yol açmaktadır. Benzer gerekçelerle kusma önleyici ilaçlar da kullanılmamalıdır.

                    Evde Sıvı Tedavisi
                    Son 20 yılda ishal tedavisindeki en önemli ilerleme şeker ve tuz içeren sıvılar ile evde ishal tedavisinin mümkün olmasıdır. Bunun için eczanelerden ve sağlık ocaklarından “ishal için şeker – tuz paketi “ alınmalıdır. Bu paketlerden bir tanesi 1 litre temiz suya eklenmeli ve karıştırılmalıdır. Bu şekilde ishalle kaybedilen sıvıları yerine koymak için uygun bir sıvı elde edilmiş olur. Genel olarak sıvı kaybı olmayan ishalli çocuklara her dışkı başına 10 ml /kg bu sıvıdan verilebilir. Hafif derecede sıvı kaybı varsa 50 ml / kg sıvı 4 saatte verilir. Gözlerde çöküklük, ağız kuruluğu olan orta derecede sıvı kaybı olan çocukların tedavi planının bir sağlık merkezinde yapılması daha uygundur.

                    Evde ishal tedasi için sıvı hazırlanırken hazır paketlerin kullanılmasına dikkat edilmelidir. Bu şekilde hazırlanan sıvıları çocukların bazısı sevmeyebilir. Bununla birlikte sıvı kaybı olan çocukların tatsız olmasına rağmen ishal sıvılarını içtiği gözlenmiştir. Sık kusan çocuklara her 1-2 dakikada 1 çay kaşığı (5 ml. ) olacak şekilde sıvı verilebilir. Genellikle sıvı ve elektrolit ihtiyacı karşılanan çocukların kusması bir süre sonra düzelir.

                    Diyet
                    Daha önce belirtildiği gibi ishal tedavisinde en önemli ilke beslenmenin sürdürülmesidir. İdeali çocuk ishal olmadan önceki beslenme düzeninin sürdürülmesidir. Bu nedenle anne sütü alanlar anne sütüne, inek sütü veya mama alanların bu besinler verilmeye devam edilmelidir. Bununla birlikte ishal sırasında verilebilecek en uygun besinler pirinç, patetes, ekmek, yağsız et, yoğurt, sebze ve meyveardır. Yağlı besinler, çay, meyve suyu, kola gibi çok şeker içeren içeceklerden sakınılmalıdır. Eski inanışın tersine ishal sırasında çocukları aç bırakmak yanlış ve zararlı bir uygulama olduğu unutulmamalıdır.

                    Yorum

                    • orbay
                      Senior Member
                      • 11-02-2005
                      • 5871

                      #25
                      Konu: Çocuk Sağlığı

                      Kistik Fibrozis

                      Hazırlayan : Prof. Dr. Nural Kiper
                      Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD
                      Göğüs Hastalıkları Ünitesi ve Çocuk Solunum Yolu Hastalıkları ve Kistik Fibrozis Derneği


                      Kistik Fibrozis Nedir ?
                      Kistik Fibrozisin Nedeni Nedir ?
                      Belirtileri Nelerdir ?
                      Tanısı Nasıl Konur ?
                      Kistik Fibrozisli Hastaların Tedavisi Nasıldır ?

                      Kistik Fibrozis Nedir?

                      Kistik Fibrozis kalıtsal (ailevi geçiş gösteren) bir hastalıktır. Doğumdan itibaren birden çok organımızı etkileyerek bu organlarda fonksiyon (işlev) bozukluklarına yol açar. Kistik fibroziste esas olarak etkilenen organlarımız dış salgı bezlerinin bulunduğu organlarımızdır. Akciğer, pankreas, barsak, ter bezleri dış salgı bezlerinin en çok yer aldığı organlardır. Normalde dış salgı bezlerinin ince ve akışkan salgısı vardır. Bu salgılar ile akciğerlerin temiz ve sağlam kalması sağlanır; toz ve yabancı cisimler, mikroplar bu akıcı salgı ile atılabilirler. Kistik fibrozisli hastalarda ise bu salgıların kıvamı artmış olup, akcı özelliğini kaybederler.

                      Bu sebeple kistik fibrozisli hastaların balgam çıkarması güçleşmiştir. Küçük hava yollarının balgamla tıkanması sonucu akciğer rahatsızlıkları oluşur (öksürük, hırıltı, zatüre, bronşit gibi). Pankreas denilen organımız ağızdan alınan besin maddelerinin sindirilerek vücuda yararlı hale gelmesini sağlayan dış salgılar (enzimler) salgılarlar. Kistik fibrozisli hastaların büyük çoğunda bu salgıların hastalık nedeniyle salınamaması veya kanallardaki tıkanıklıklar nedeniyle barsaklara akamaması sonucu alınan besinler sindirilemez. Bol miktarda, kötü görünüşlü-yağlı, fazla sayıda, pis kokulu dışkı oluşur, hastalarda karın şişliği ve gaz oluşur, tedavi edilmezse yeteri kadar kilo alamaz ve büyümeleri geri kalır.

                      Yine hastaların ter bezlerindeki bozukluk nedeniyle terleri normal çocuklara göre daha tuzludur. Fazla tuz kaybetmeleri özellikle sıcak ve kuru havalarda fazla terleme sonucu çocuğu susuz bırakıp sorun oluşturabilir. Böyle durumlarda önerildiği şekilde tuz ve sulu gıdaların fazla alınması gerekir.

                      Kistik Fibrozisin Nedeni Nedir?

                      İnsanı oluşturan her özelliğin (saç-göz rengi, boy, organ fonksiyonları gibi) belirlenmesinden sorumlu yapı taşlarına “gen” denilmektedir. Bu yapı taşlarımız annemiz ve babamızdan bize aktarılır. Her özelliğimiz biri anneden biri babadan aktarılan iki genle belirlenir.

                      Bir bebekte kistik fibrozisin ortaya çıkması için hem annenin hem babanın hasta yapı taşının (genin) bir araya gelmesi gerekir. Anne hastalık bulgularını göstermez. Çünkü iki yapı taşından biri sağlamdır. Baba da hastalık belirtilerini göstermez, ondada iki yapı taşından biri sağlamdır. Bu anne ve babaya “taşıyıcı” (hastalık genini taşıdıkları için) denilmektedir. Taşıyıcı anne ve babadan doğacak her bir çocukta dörtte bir ihtimalle hasta olacaktır.

                      Anne ve Baba Taşıyıcı Olduğunda Çocukların Hasta Olma İhtimali

                      Bir hasta çocuğun olması ondan sonra doğacak üç çocuğun hasta olmayacağı anlamına gelmez. Hasta çocuktan sonrada her çocuk dörtte bir ihtimalle hasta doğar. Hasta çocuk doğumdan beri hastadır. Hastalık bulaşıcı değildir.

                      Anne Karnında Hastalığın Tanımlanması

                      Bebek anne karnında iken gebeliğin belirli haftalarında anne karnından alınan su veya başka örneklerle tanısı konur. Bu işlemin hem anneye hem de bebeğe zararı ihmal edilecek kadar azdır. Bebeğin hasta olduğu saptanırsa ailenin izni ile düşük yapılır.

                      Belirtiler
                      Akciğerler ile İlgili Olanlar (Solunum Sistemi ile İlgili)

                      Sık ve uzun süreli öksürük
                      Fazla miktarda balgam
                      Sık tekrarlayan hırıltı soluma
                      Zatürre ve bronşit gibi sık tekrarlayan akciğer enfeksiyonları
                      Nefes alıp vermede zorlanma
                      Oynarken çabuk yorulma, nefes daralması
                      Düzelmeyen sinüzit ve nazal pdip


                      Mide ve Barsaklarla İlgili Olanlar (Sindirim Sistemi ile İlgili)

                      Yeni doğan bebeğin ilk kakasının katı ve barsaklara yapışık olması nedeniyle kaka çıkaramaması.
                      Kaka ile yağların fazla miktarda atılmasına bağlı olarak sık, kötü kokulu, fazla miktarda kaka olması.
                      Barsakların genişlemesine bağlı karın ağrısı ve karında huzursuzluk fazla olur.
                      Yağların yeterince emilememesine bağlı olarak fazla gaz ve karın şişliği oluşur.
                      Hastaların iştahları iyi olmasına rağmen iyi kilo alamazlar, kilo kaybedebilirler. Besinler yeteri kadar emilemez.
                      Besinlerin iyi sindirilememesi ve salgıların katı olması nedeniyle ileri yaşlarda da barsak tıkanmaları olabilir.


                      Tanısı Nasıl Konur ?
                      Kistik fibrozisli hastaların çok değişik şikayetleri olabilir. Hastalarda ter testi denilen terde tuz yüksekliğini gösteren test ile tanı konur. Tanı konan hastaların genlerine (yapı taşlarına) bakılarak bozukluğun yeri bulunmalıdır.

                      Bazı aileler çocuğun terinin fazla tuzlu olması nedeniyle, bazı aileler ise hasta kardeşlerinin olması nedeniyle başvururlar. Tanı almış hasta kardeşi olanlarda anne karnında hastalık tanısı konarak ailenin isteği ile düşük yapılır, bebek hasta değilse doğurtulur.

                      Kistik Fibrozisli Hastaların Tedavisi
                      Tedavide Amaç hasta çocuğun yaşam kalitesini yükseltmek, tamamen sağlıklı bir çocuk yaşantısının sağlanmasına yardımcı olmaktır.
                      Tedavi Ömür Boyu devam edecektir.
                      Tedavi Bir Ekip İşidir: Ekipte çocuk doktoru, hemşire, fizyoterapist, diyetisyen, çocuk ruh sağlığı uzmanı bulunabilir.
                      Tedaviden Sorumlu Olan Kişiler Yalnızca Doktorlar, Hemşireler, Diyetisyenler ve Fizyoterapistler değildir. Ailenin de (anne-baba-kardeşler) tedaviye yardımcı olmaları, hatta tamamen tedavi edici takımın içinde yer alması gereklidir. Hastaların da yaşları büyüdükçe tedavi sorumluluklarının üstlenmesine çalışılmalıdır.
                      Amaç; akciğer enfeksiyonlarının erken ve uygun şekilde tedavi edilmesi, barsaklarda eksik olan, besinlerin emilimini sağlayan enzimlerin ağızdan verilmesidir.


                      Beslenme Büyüme
                      Hasta bebeklerin beslenmelerinde anne sütü uygun bir gıdadır. Ancak bu bebeklerin büyümesi için normal bebeklerden daha fazla gıdaya (enerjiye) ihtiyaçları olması nedeniyle ek mama verilebilir. Mamalar ve diğer besinlerle beslenirken daha fazla enerji ve uygun mamaların verilmesi için hastaların diyet bölümünce izlenmesi gerekir. Gerektiğinde yemeğe yüksek enerji mamalar eklenir.
                      Kistik fibrozisli hastaların A, D, E, K vitaminlerini emilimlerinde bozukluk olduğundan bu vitaminlerin doktorun önerdiği şekilde alınması gerekir.
                      Tuz kayıplarının sıcak ve kuru havalarda fazla olması nedeniyle hastanın susuz ve tuzsuz kalmaması için önerilen miktarda fazla su ve tuz almaları gerekir. Bulundukları ortamın nemlendirilmesi yararlı olur.
                      Barsaklardan besinlerin emiliminin artırılması için eksik olan enzimlerin ağızdan alınması gerekir. Alınacak enzim miktarı yaşa ve kiloya bağlı olmayıp enzim eksikliğine bağlıdır. Genellikle alınacak enzim miktarı hastadan hastaya değişir ve karın şişliğini, kakanın sıklığını-kötü kokusunu azaltmaya ve kilo alımına göre ayarlanır. Enzimler beslenmeden önce verilir, çiğnemeden yutulur. Ağızda uzun süre kalırsa dişeti ve dili rahatsız eder. Besinlerle karıştırılarak verilebilir. Besinlerle karıştırıldıktan sonra 30 dakikadan fazla bekletilmez.


                      Akciğerlerle İlgili Rahatsızlıkların Tedavisi
                      Kistik fibrozisli hastalarda zatürre ve bronşit gibi hastalıklar sık görülür. Hastanın öksürmesi, balgamının artması, erken yorulması, iştahının azalması, kilo alamaması veya kilo kaybetmesi, ateş, huzursuzluk, soluk alıp vermesinin hızlanması, halsiz olması, daha az oyun oynaması akciğer hastalığının belirtisi olabilir. Bu şikayetler olduğunda doktoru aranarak önerilere uyulmalı, muayene sonunda önerilen antibiyotik tedavisine önerilen miktarda, önerilen şekilde ve önerilen sürede devam edilmelidir.
                      Hastaların balgamlarının söktürülmesi amacıyla fizyoterapistin gösterdiği şekilde çocuğun göğsüne, çocuk değişik pozisyonlarda iken vurulmalıdır. Bu işlem günde en az iki öğün yapılmalıdır. Akciğer rahatsızlığı olduğunda bunun sayısı arttırılır. Balgam çıkarmasını kolaylaştırmak için önerilen balgam söktürücü ilaçlar kullanılır. Gerektiğinde tedaviye nefes açıcı ilaçlar eklenir.
                      Çocukların bulundukları ortamın %50 oranında nemlendirilmesi uygun olacağından buhar makinesi kullanılır. Tozlu ve sigara içilen ortamlarda bulunmamaları, evde sigara içilmemesi gerekir.
                      Hasta ve gripli kişilerden uzak durmaları uygun olur.
                      Kızamık, suçiçeği gibi önemli hastalıkları geçirirken doktorlarının haberi olmalıdır.
                      Aşı takvimleri normal çocuklarda olduğu gibidir. İlave olarak grrip, H. İnfluenza ve pnömokok aşılarının yapılması uygun olur.
                      Normal okula devam edebilirler.
                      Her türlü sporu yapabilirler (dalma hariç), ortamında toz ve duman olmayan, çok ağır iş gücü gerektirmeyen her türlü işte çalışabilirler. Hareketle balgam sökmeleri kolay olacağından istirahate zorlanmamalıdır.

                      Yorum

                      • orbay
                        Senior Member
                        • 11-02-2005
                        • 5871

                        #26
                        Konu: Çocuk Sağlığı

                        Mikrosefali

                        Uzm. Dr. Özge Yılmaz, , Hacettepe Üniv. Tıp Fak. Çocuk Sağ. Enst. Sosyal Pediyatri Anabilim Dalı
                        Doç. Dr. Songül Yalçın, Hacettepe Üniv. Tıp Fak. Çocuk Sağ. Enst. Sosyal Pediyatri Anabilim Dalı



                        Mikrosefali yaş ve cinsiyete bağlı olarak değişen baş ve baş çevresi boyutlarının standartlardan küçük olması olarak tanımlanır. Mikrosefali bir hastalık olarak tanımlanmasından daha çok bir klinik bulgudur. Hatta bazen normal varyasyonun bir ucunu gösterebilir. Eskiden yaş, cinsiyet ve ırk ortalamasının iki standart sapmadan küçük olan ölçümlere mikrosefali denilmekteydi, ancak sağlıklı okul çocuklarının % 1.9'unun ortalamanın iki standart sapmanın altında baş çevresi sahibi olmaları ve normal zekalı bazı ailelerde dominant ya da resesif olarak mikrosefali ve kısa boy geçişi olması bu tanımı değiştirmiştir.

                        Kafatasının küçük boyutu küçük beyine işaret eder. Ancak mental retardasyonun boyutunu beyin boyutu değil altta yatan yapısal patoloji belirler.

                        Mikrosefali iki ana gruba ayrılır;
                        1. Birincil mikrosefali: Gebeliğin ilk yedi ayında olan anormal gelişimin sonucunda ortaya çıkan küçük beyini tanımlar.
                        2. ikincil mikrosefali: Gebeliğin son iki ayında ya da perinatal dönemde olan bir hasar sonucunda ortaya çıkan küçük beyini tanımlar.

                        Baş Çevresinin Normal Gelişimi:
                        Doğumda ortalama 35 cm olan baş çevresi, ilk iki ay haftada 0.5 cm; iki ile altı ay arası ise haftada 0.25 cm büyür. ilk üç aydaki ortalama toplam kafa çevresi büyümesi 5 cm iken, bu ikinci üç ayda 4 cm ve üçüncü üç ayda 2 cm kadardır. Dokuz ay ile bir yaş arasında ise baş çevresi 1 cm kadar artacaktır.

                        Birincil Mikrosefali
                        Birçok genetik ve çevresel etken sonucu oluşur.

                        1. Genetik
                        2. Karyotip Bozuklukları
                        a. Down Sendromu (Trizomi 21)
                        b. Edward Sendromu (Trizomi 18)
                        c. Cri-du-chat Sendromu (Sp
                        d. Cornelia de Lange Sendromu
                        e. Rubinstein Taybi Sendromu
                        f. Smith Lemli Opitz Sendromu
                        3. Radyasyon İyonize radyasyon ile özellikle dördüncü ve yirminci gebelik haftaları arasında karşılaşmak mikrosefalide önemli bir etkendir. Ne kadar erken karşılaşılırsa beyin o kadar küçük, nörolojik anormalliğin sonuçları da o kadar kötü olacaktır.
                        4. Doğumsal Enfeksiyonlar
                        5. Kimyasal Ajanlar
                        a. İlaçlar
                        b. Metabolik

                        İkincil Mikrosefali
                        Nedenleri
                        1. Menenjit ve ensefalit
                        2. Malnütrisyon(Beslenme yetersizliği)
                        3. Hipertermi(ilk 4-6 haftada olan belirgin yüksek ateş)
                        4. Hipoksik-iskemik ensefalopati

                        Tanı
                        Doğumdaki baş çevresinin küçük olması embriyonik ya da fetal gelişimde olmuş bir olayı göstereceğinden önemlidir. iki yaş sonrasında beyine olan bir girişim pek ağır bir mikrosefali ile sonuçlanmaz. Bunlar dışında aile öyküsü genetik etkenlerin ortaya çıkarılması açısından önemlidir. Risk etmenleriyle karşılaşma; örneğin radyasyon, enfeksiyon, ilaçlar önemlidir. Annede diabetes mellitus ya da fenilketonüri; özellikle yaşamın ilk 4-6 haftasında olan yüksek ateş, havale araştırılmalıdır.

                        Fizik incelemede tek bir ölçümden çok seri baş çevresi ölçümlerinin değerli olması bize izlemin önemini belirtir. Bu özellikle en az bir anormalliğin saptanmasında gereklidir. Ayrıca anne-baba ve kardeşlerin de baş çevresi ölçülmelidir. Araştırmalara göre normal sınırlar içinde olan ama boy ve kilosuna oranla daha küçük baş çevresi olan bebekler yedi yaşına geldiklerinde yapılan testlerde gelişme geriliği gözlenmemiştir.

                        Eğer çocukta bir kromozomal sendromdan kuşkulanılıyorsa ya da anormal yüz şekli, kısa boy ya da ek doğumsal anomaliler varsa, karyotipleme yapılmalıdır.
                        Açlık plazma ve idrar amino asit analizi yapılmalıdır.
                        Serum amonyumu belirlenmelidir. Doğumsal enfeksiyonların tanısında seroloji ve virolojiden yararlanılır.

                        Radyolojik incelemelerde tanının konunmasında yararlıdır.

                        Yorum

                        • orbay
                          Senior Member
                          • 11-02-2005
                          • 5871

                          #27
                          Konu: Çocuk Sağlığı

                          Çocukluk Çağında Obezite

                          Hazırlayanlar: Yrd. Doç. Dr. Kadir Babaoğlu, Kocaeli Ü. Tıp Fak. Çocuk Sağ. ve Hast. AD, Kocaeli
                          Prof. Dr. Şükrü Hatun Kocaeli Ü. Tıp Fak. Çocuk Sağ. ve Hast. AD, Kocaeli


                          * Obezite Nedir?
                          * Sıklık
                          * Obezite Nasıl Oluşur?
                          * Hazırlayıcı Etmenler
                          * Tedavi
                          * Egzersiz
                          * Obezitenin davranışsal tedavisi
                          * İlaç tedavi
                          * Cerrahi tedavi
                          * Obezitenin Önlenmesi

                          Obezite Nedir?
                          Obezite, vücutta depolanan yağ miktarının fazla olması biçiminde tanımlanabilir. Klinik olarak obeziteyi tanımlamak için kilonun boyun karesine oranlanması (kg/m2) ile elde edilen vücut kitle indeksi kullanılır. Buna göre erişkinlerde vücut kütle indeksi (VKİ)'nin 25'in üzerinde olduğu kişiler aşırı kilolu, 30'un üzerinde olanlar obez olarak tanımlanır. Çocuklarda ise yaş ve cinse göre hazırlanan VKİ persentil eğrileri kullanılarak >85 persentil olan çocuklar aşırı kilolu, >90 persentil olanlar ise obez olarak sınıflandırılmaktadır. Ayrıca yaşa göre vücut ağırlığı, boya göre ağırlık, deri kıvrım kalınlığının ölçümü ve içerdiği yağ bakımından vücut kompozisyonu da kullanılan diğer tanı yöntemleridir.

                          Sıklık
                          Hipertansiyon, dislipidemi, insülin rezistansı ve ağır psikolojik strese yol açması nedeni ile önemli bir sorun olan obezite, çocukluk çağında giderek artan bir sıklıkta görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmalarda erişkinlerin %33'ünün, çocuk ve gençlerin ise %20-27'sinin obez olduğu, 1976'dan sonraki on yılda 6-11 yaşlarında obezitenin %54 oranında, 12-21 yaşlarındaki çocuklarda da %64 oranında arttığı bildirilmektedir. Son yıllarda obezitenin çocukluk yaş grubunda geçmiş yıllara göre sıklığının arttığı gösterilmiştir.

                          Obezite Nasıl Oluşur?
                          Obeziteye neden olan çok yemenin mekanizmasında beyindeki iştah merkezi önemli rol oynamaktadır. İnsan ve hayvanlarda tokluk ve açlık sinyallerini alan merkezler olduğu gösterilmiştir. Beyinde besin alımını etkileyen çeşitli maddeler(peptidler; kolesistokinin, ürokortin ve nöropeptid Y) bulunmaktadır. Kolesistokinin ve ürokortin besin alımını azaltırken, NPY ise besin alımını artırmaktadır. NPY beynin pek çok bölgesinde bulunur. Birçok obezitede beynin çeşitli bölgelerinde NPY’nin arttığı gösterilmiştir. İnsülin vucutta bulunan şekerin regülasyonunu sağlar. Obez çocuklarda hiperinsülinemiye(kanda insülinin fazla olması) rağmen normal glukoz düzeyleri insülin direncinin varlığını gösterir. Önlem alınamadığı durumda insülin direnci nedeniyle glukoz toleransı bozulup hiperglisemi(kanda glukozun arttığı durum) gelişebilecektir. Vücut ağırlığının artması ile birlikte insülinde de belirgin artış olmaktadır. Yağ hücre kütlesinin büyümesi ve insülin gereksiniminin artmasına karşın reseptör sayısının azalması insülin direncine yol açmaktadır. Bu nedenle özellikle son yıllarda sıklığının gittikçe artmasıyla gündeme gelen adolesan çağda tip II diyabetes mellitus(tip II şeker hastalığı) hastalığının obez çocuklarda ortaya çıkışı kolaylaşmaktadır.

                          Hazırlayıcı Etmenler
                          Araştırmalar sonucunda obezitenin gelişmiş ülkelerde düşük sosyoekonomik düzeylerde, gelişmekte olan ülkelerde ise yüksek sosyoekonomik düzeye sahip kesimlerde daha sık olduğu gösterilmiştir. Şiddetli obezite ise sosyoekonomik durumdan bağımsızdır. Beslenme biçimi ve beslenme alışkanlığı olarak yüksek kalorili yiyeceklerle beslenen çocuklarda obezite daha kolay gelişmektedir. Yaptığımız çalışmada yüksek kalorili ve düşük lifli hazır yiyeceklerin %52 oranında tüketilmesi bu veriyi desteklemektedir.

                          Çocukluk obezitesinde çevresel etmenler içinde ailenin beslenme biçimi ve aktivasyon azlığı bulunmaktadır. Uzun süre televizyon izleyen ve televizyon izlerken yüksek kalorili yiyeceklerin tüketilmesi obeziteyi daha da artırmaktadır. Obezite sıklığı 4 saatten daha fazla televizyon izleyen çocuklarda 1 ya da 1 saatten daha az televizyon izleyen çocuklara göre daha yüksek olarak saptanmıştır. Obezite ve psikolojik etmenler arasında bir ilişki olduğu kabul edilmektedir. Anne-baba çocuk arasındaki olumsuz ilişkiler çocuğun ruhsal yapısını etkileyip aşırı yemeye neden olabilmektedir.

                          Obezite ve genetik etmenler üzerinde yapılan araştırmalarda her iki ebeveyn obez ise çocuğun obez olma şansı %80, yalnızca biri obez ise oran %50, ikisi de obez değilse oran %9 olarak bulunmuştur. Bu gözlemlerden yola çıkılarak yapılan araştırmalarda vücut ağırlığını biyolojik olarak kontrol eden moleküler komponentleri belirleyen bazı genler bulunmuştur (ob geni, db geni, fat geni, tub geni, agouti geni). Bunlardan ob geni leptin sentezini düzenleyerek iştah azaltır. Db geni ise leptin bağlanmasını düzenlemektedir.

                          Son 10-20 yıl içerisinde obezite sıklığındaki bu artışın asıl önemli nedeni; endüstriyel gelişme ile birlikte, fiziksel güce dayalı yaşam tarzından inaktiviteye dayalı yaşam tarzına geçiş ve yoğun kalori içeren besinlerin tüketilmesi olarak görünmektedir. Tedavi öncesi değerlendirme Obezitenin genetik ve endokrin nedenleri gözden geçirilmeli, özellikle boy kısalığı olan obezite olguları üzerinde dikkatle durulmalıdır.

                          Obez çocuklarda erken menarş, hiperlipidemi, artmış kalp hızı, hepatik steatoz, akantozis nigrikans ile bozulmuş glikoz metabolizması, uyku apnesi, psödotümör serebri, polikistik over hastalığı, kolelitiyazis ve hipertansiyon gibi birçok komplikasyon görülebilmektedir. Obez çocuk ve adolesanlar ayrıca ortopedik sorunlar ve benlik saygısı yönünden değerlendirilmelidir. Çocukluk çağında obeziteye yol açan risk etmenlerine karşı alınacak tedbirler ile obezitenin önlenmesi hem bu komplikasyonlardan koruyacak hem de ileride sağlıklı birer erişkin olmalarını sağlayacaktır.

                          Tedavi
                          Diyet: Dengeli ve az kalorili diyet uygulanır. Normal kalori gereksinimi %30-40 oranında azaltılır. Diyet %25-30 oranında yağ, %50-55 oranında kompleks karbonhidrat ve %20-25 oranında protein içermelidir. Toplam kalori 5-8 öğüne bölünerek verilmelidir. Bu diyet 5 yaş ve üstü çocuklarda güvenle uygulanır. Haftada 0.5 kg verilmesi amaçlanır. Diyet ile yavaş bir biçimde kilo verilmesi, kilo kazanımı olmaksızın boy uzamasının sürdürülmesi, diyet, egzersiz ve yeme davranışlarının değiştirilmesi, ailenin tedavi sürecine katılımı ve obezitenin yinelemesinin önlenmesi sağlanmalıdır.

                          Egzersiz
                          Kilo kaybının iki temel yaklaşımı kalori kısıtlaması ve egzersizdir. Çalışmalara göre diyet ve egzersiz birlikte uygulandığında yalnızca diyete göre daha fazla kilo kaybına yol açmaktadır. Özellikle uzun dönemde, verilen kilonun korunabilmesi için egzersiz vazgeçilmez unsurdur. Bu nedenle egzersiz kilo vermeye yönelik tüm programların vazgeçilmez bir parçasıdır. Egzersizin yararları şöyle özetlenebilir. Egzersiz sırasında kalori harcanır. Kan basıncı, serum kolesterolü, vücut kompozisyonu, kalp ve solunum sistemi üzerinde olumlu etkileri vardır. Egzersiz obez kişinin psikolojik durumunu iyileştirir. Yağsız vücut kütlesi kaybını önler. Egzersiz haftada en az 3 kez, 30 dakika süresince ter atacak kadar yapılmalıdır. Egzersiz yoğunluğu ve süresi yavaş yavaş artırılmalıdır.

                          Obezitenin davranışsal tedavisi
                          Davranışsal yaklaşımların amacı obez hastaların yeme alışkanlıklarını, aktivitelerini, düşünme biçimlerini değiştirmektir. Davranışsal yaklaşımların temelinde bireyin kendini disipline sokması yatar. Yine davranışsal yaklaşımların en önemli amaçlarından birisi düzenli fiziksel aktivite alışkanlığının hastalara kazandırılmasıdır.

                          İlaç tedavi
                          Çocuklarda önerilmemektedir.

                          Cerrahi tedavi
                          Gastroplasti, intestinal bypass vb. çocuklarda önerilmemektedir.

                          Obezitenin Önlenmesi
                          Obeziteye yol açan risk etmenlerine karşı sigara karşıtı benzeri kampanyalar ve yasal önlemler uygulanabilir. Bazı İskandinav ülkelerinde çocuk televizyonlarında besin reklamları yasaklanmıştır. Örneğin Finlandiya'da okul yemeklerinin kalori ve beslenme içeriğinin ilan edilmesi zorunlu kılınmıştır. Ailesel bakımdan risk altındaki çocuklara yönelik erken dönemde davranış tedavisi uygulanabilir. Okul programlarında obeziteye yönelik eğitim sağlanması da obezitenin önlenmesinde yarar sağlayacaktır.

                          Yorum

                          • orbay
                            Senior Member
                            • 11-02-2005
                            • 5871

                            #28
                            Konu: Çocuk Sağlığı

                            Otitis Media

                            Hazırlayan: Doç. Dr. Umut Akyol
                            Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı


                            Orta kulak iltihapları kanser ve AIDS gibi ölümcül ve korkutucu olmasalar da aslında görülme, sıklıkları ve neden oldukları maddi, manevi sıkıntılar, iş-güç kayıpları ve uzun vadeli sakatlıklar nedeni ile çok daha önemli bir sağlık sorunu oluştururlar. Tıp dilinde otit (otitis) kulak iltihabı için kullanılan genel bir terimdir. Genellikle kulak ağrısı, işitme kaybı gibi ortak belirtileri olan otitleri yani kulak iltihaplarını 3 ana bölümde inceliyoruz.

                            Dış kulak yolu iltihapları (otitis eksterna)
                            Dış kulak yolunda tıkanıklık ve buna bağlı işitme azlığı, özellikle kulak kepçesini hareket ettirmekle artan ağrı ve akıntı ile karakterli dış kulak yolu iltihaplarını daha çok rutubetli iklimlerde ve infekte havuz ve deniz suyunda yüzenlerde görüyoruz. Dış kulak yolunun en temel nedeni hastanın kendi neden olduğu kulak travması yani kulak karıştırmaktır. Ne kaşımak, ne temizlemek, ne kurulamak için kulağınıza pamuklu özel çubuklar dahil hiç bir şey sokmayınız. Kulak kendi kendini temizler, korumaya karıştırmaya ihtiyaç yoktur.

                            Orta kulak iltihapları (otitis media)
                            Özellikle çocuklarda çok sık görülen hemen her çocuğun en az bir kez bazen defalarca geçirdiği orta kulak iltihapları kulak ağrısı, ateş, işitme kaybı ile karakterlidir. Bebeklerde huzursuzluk, kulak çekiştirme, sıklıkla görülür. Genellikle bir nezle sonrası ve sonbahar kış aylarında görülür ama her zaman ve herkes de görülebilir. Nezle esnasında burnu tıkayarak hıçkırma, hapşırma orta kulakta iltihabı başlatacak mikropların kulağa girmesine neden olabilir.

                            Bir diğer önemli orta kulak iltihabı türü orta kulakların havalanma ve direnajını dolayısı ile işitmenin en iyi düzeyde olmasını sağlayan Östaki borularının tam çalışmamasına bağlı kulak zarı arkasında orta kulak boşluklarında sıvı birikmesi , yani effüzyonlu otitis mediadır. Kendisini ağrı, ateş gibi iltihap belirtileri ile göstermeyen ve kolayca fark edilmeye bilinen sıvı toplanması hastada işitme kaybına neden olur. Genellikle küçük çocuklarda geniz eti büyümesi, ve buna bağlı burun tıkanıklığı, ağzı açık uyuma ile birlikte görülür. Sürekli ağzından nefes almak zorunda kalan, burnu hep tıkalı ve akan, gece horlayan ya da fışırtılı soluyan çocuklarda geniz etinden kuşkulanılmalı ve hekime başvurulmalıdır.

                            Kronik otit dediğimiz hastalık ise kulak zarında delik ve aralıklı ya da sürekli akıntı ve işitme kaybı ile giden bir hastalıktır. Özellikle sürekli pis kokulu bol akıntı ile seyreden otitler menejit, beyin apsesi gibi ölümcül durumlara neden olabilir ve vakit geçirmeden ameliyat ile kontrol edilmeleri gerekir.

                            Üzerinde durulup, zamanında tanındığında kolayca tedavi edilebilecek bu hastalıkların tanınmaması ve tedavi edilmemesi durumunda çocukta işitme kaybı ortaya çıkar. Özellikle 0-6 yaş arasında ortaya çıkabilecek bu işitme kaybı varlığında ise çocuğun işitmesi ve gelişmesi geri kalabilir. Çocuğun sosyal yaşamına, iletişim ve öğrenme potansiyelini tam olarak kullanmasına engel olacak bu işitme kaybı erken yaşlarda kontrol edilmediği durumlarda ise bu olumsuzluk ileri yaşlarda kalıcı olarak yer edecektir.

                            İç kulak iltihaplanmaları
                            İç kulak iltihaplanmaları ise genellikle işitme kaybı, dengesizlik, baş dönmesi ve çınlama ile karakterlidir.

                            Kulakla ilgili bu hastalıkların varlığında vakit geçirmeden bir hekime başvurmak gerekir. Kulak ağrısı her hekimin öncelikle bakmak zorunda olduğu acil bir durumdur. Sık geçirilen rahatsızlık, tedaviye rağmen iyileşmeme ve işitme kaybı gibi durumlarda bir kulak burun boğaz hekimine başvurmak kalıcı bir hasarı engelleyici hatta hayat kurtarıcı olabilir.

                            Yorum

                            • orbay
                              Senior Member
                              • 11-02-2005
                              • 5871

                              #29
                              Konu: Çocuk Sağlığı

                              Penis Küçüklüğü

                              Hazırlayan:Prof. Dr. Şükrü Hatun
                              Kocaeli Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı - Endokrinoloji ve Diyabet Bilim Dalı

                              Aileler için çocuklarının cinsiyeti kadar, cinsiyetlerine uygun fonksiyonlara sahip olması da önemlidir. Hem cinsel fonksiyon hem de üreme için cinsel organların yeterli olması yanında cinsiyet hormonlarının da normal olması gereklidir. Bu hormonlar gebeliğin ilk haftalarından başlayarak cinsel farklılaşmayı ve cinsel organların yeterli olmasını sağlarlar. Erkek çocukların cinsel organlarına daha çok dikkat gösterilir, çünkü hep göz önündedirler. Penis büyüklüğü çoğu zaman “muzır” bir merak konusu olsa da “küçük penis” her zaman ailelerde endişe uyandırır. Penis küçüklüğü hem ileride yol açabileceği sorunlar hem de bazı önemli tıbbi sorunların göstergesi olabileceği için dikkatle değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bu yazıda soru ve cevaplarla penis küçüklüğü üzerinde durulacaktır

                              Çocuklarda penis gelişimi nasıl olmaktadır?
                              Penis dış genital yapıların farklılaşmasına paralel olarak gebeliğin 8-16 haftaları arasında gelişmektedir. Penis gelişmesinde testesteron ve dihidrotestesteron isimli iki erkeklik hormonunun rolü vardır. Bu iki hormon gebeliğin son üç ayından bebekliğin ilk altı ayına kadar penis büyümesini sağlarlar. Bu nedenle penisin normal büyüklüğe erişmesi için anne karnında bebeğin salgıladığı hormonların yeterli olması gereklidir. Genel olarak 6. ay ile ergenliğin başlangıcı arasında penis büyümesi yavaştır ve ergenlikle birlikte artan erkeklik hormonlarının etkisiyle erişkin boyutlarına erişir. Penis büyümesi için hormonlar kadar bu hormonlara cevap veren dokuların da normal olmasına ihtiyacı vardır. Erkeklik hormonları penis büyümesi yanında cinsel istek (libido) ve penisin dikleşmesi (ereksiyon) için de gereklidir.

                              Penis küçüklüğü nasıl anlaşılır?
                              Penis boyu gerdirilmek suretiyle ve kökü ile ucu arasındaki mesafe ölçülerek değerlendirilir. Bazen penis genital bölgedeki yağ dokusu içine “gömülü”dür. Bu durumda penis uzunluğunun daha dikkatli değerlendirilmesi gereklidir. Yenidoğan bir bebekte penis boyu 1.9 cm’den küçükse önemli bir sorun var demektir ve mutlaka ileri inceleme yapılmasına ihtiyaç vardır. Değişik yaşlardaki ortalama ve en küçük penis boyları aşağıdaki tabloda verilmiştir. Bir çocuğun penis boyu kendi yaşına uyan en küçük penis boyundan kısa ise penis küçüklüğü var demektir.

                              Anne ve babalar yenidoğan döneminden itibaren bebeklerin genital yapılarıyla ilgilenmelidirler. Aile bebeğinin penisinin küçük olduğunu düşünüyorsa mutlaka çocuk endokrinolojisi bulunan bir merkeze götürmelidir.
                              Penis küçüklüğünün nedenleri nelerdir ve bu çocuklara nasıl yaklaşılmalıdır ?
                              Penis küçüklüğü ya tek başına ya da dış genital yapılarda genel bir bozukluk ile birlikte meydana gelir. Her iki durumda cinsel gelişmeyi sağlayan hormonlarda veya penisi meydana getiren dokularda bir yetersizlik söz konusudur. Penis küçüklüğü ile birlikte testislerin yerinde olmaması anne karnında bebeğe ait hormonlarda bir yetersizlik olduğunu akla getirmelidir. Penis küçüklüğü ile birlikte bebeğin cinsel görünümünün belirsiz olması acil değerlendirmeyi gerektiren bir sorundur. Penis küçüklüğü bazı sendromların veya büyüme hormonu eksikliğinin bir sonucu da olabilir. Penis küçüklüğü vakalarının bir kısmında ise bir neden bulunamamaktadır.

                              Penis küçüklüğü olan çocuklarda en önemli konu penis boyunun erişkin yaşta cinsel ilişki için yeterli olup olmayacağıdır. Bu nedenle yenidoğan döneminden itibaren hem testislerinin fonksiyonunun hem de penis dokusunun hormonlara cevabının ne durumda olduğunu göstermek için bir dizi inceleme yapılmalıdır. Penisi çok küçük ve erkeklik hormonuna cevap vermeyen çocukların cinsel kimliklerinin yeniden değerlendirilmesi gereklidir. Düşük doz erkeklik hormonu ile penis büyümesi sağlanan ve başka sorunu olmayan çocukları ergenlik dönemi sonuna kadar izlemek ve nedene göre tedavi planlamak gereklidir. Hem tanı hem de tedavi ile ilgili girişimlerinin çocuk endokrinolojisi ünitelerinde yapılmasına özen gösterilmelidir.

                              Yorum

                              • orbay
                                Senior Member
                                • 11-02-2005
                                • 5871

                                #30
                                Konu: Çocuk Sağlığı

                                Çocukluk Çağı Pnömonileri (Zatüre - Zatürre)

                                Hazırlayan: Int. Dr. Erdal Deveci, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrencisi
                                Prof. Dr. Nural Kiper, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı - Göğüs Hastalıkları Ünitesi


                                Pnömoninin belirti ve bulguları
                                Nasıl önleyebilirsiniz ?
                                Ne kadar sürer nasıl tedavi edilir ?
                                Ne zaman doktora başvurmalısınız?

                                Pnömoni değişik mikroorganizmaların (bakteri, virüs, parazit) neden olduğu akciğer enfeksiyonunun genel adıdır. Sıklıkla bir üst solunum yolu (burun, boğaz) enfeksiyonu sonrası başlar. En sık virüsler ve bakteriler rol oynar.

                                Mikroorganizmaların akciğerlerde yerleşmesiyle alveol denen keseciklerinde sıvı birikimi ve iltihap oluşur. Bu da akciğerin solunum kapasitesini düşürerek çocuğun oksijeni yeterli derecede alamamasına neden olur.

                                Pnömoniye Eğilimi Artıran Nedenler
                                - Üst solunum yolu enfeksiyonu
                                - Anatomik etmenler
                                - Bağışıklık sisteminin zayıflaması
                                - Sigara dumanı
                                - Soğuk hava
                                - Beslenme bozukluğu
                                - Öksürük refleksinin bozulması
                                - Zararlı gazların solunması
                                - Yabancı cisim
                                - Cilt enfeksiyonu
                                - Kistik fibrozis
                                - Yanık

                                Belirti ve bulgular
                                Üst solunum yolu enfeksiyonundan 2-3 gün sonra boğaz ağrısı ve nezle gibi ilk belirtiler başlar. Bu belirtilerin şiddeti çocuğun beden direncine ve etken mikrobun tipine göre değişir.

                                Başlıca belirtiler
                                Ateş, titreme, öksürük, hızlı solunum, hırıltılı solunum, nefes alırken kaburgalarda çekilme, kusma, göğüs ağrısı, karın ağrısı, hareket azlığı, iştahsızlık, beslenme bozukluğu, mavi-mor renkli dudak-tırnaklar. Bazen yanlızca ateş ve hızlı solunum görülür. Pnömoni akciğerlerin alt kısmına yerleşmişse solunum sorunları olmadan yanlızca ateş ve karın ağrısı olabilir.

                                Bakteriyel pnömonilerde çocuk hızla hasta halini alır ve ani yüksek ateşle ve bazen de hızlı solumaya başlar. Ancak virüslerin neden olduğu pnömoniler daha yavaş ilerler ve genel olarak hırıltılı solunum gözlenir.

                                Pnömoninin bazı tiplerinin neden olduğu belirtiler, hastalığa neden olan mikrop hakkında önemli ipuçları verir. Örneğin; büyük çocuk ve ergenlerde mikroplazmaya bağlı pnömonilerde boğaz ağrısı ve baş ağrısı genel pnömoni belirtilerine ek olarak belirgin olarak görülür. Süt çocuklarında Klamiddya'ya bağlı olarak gelişen pnömonilerde orta derecede hastalığa ek olarak konjonktivit belirgindir. Bunlarda genellikle ateş olmaz. Boğmaca’ya bağlı pnömonilerde öksürük nöbetleri, hava açlığına bağlı mavi-mor renkli görünüm ve hırıltılı solunum olur.

                                Önleme
                                Hastalıkları oluşmadan önlenmek daha önemlidir. Örneğin kronik hastalığı olan çocuğunuz varsa düzenli izlenimini yaptırmanız ve doktorun önerilerine sıkı sıkıya uymanız gerekir. Çocuğunuzun yanında sigara içmeyiniz, onu soğuktan koruyunuz, beslenmesine dikkat ediniz

                                Hastalıklardan korunmada bazı aşıların yapılması da yardımcıdır. Örneğin, çocuklar Hemafilus influenza ve pertusise karşı aşılanabilir. Pnömoninin değişik tipleri için özel bir risk taşıyan kronik hastalıklı çocuklar ek aşılamayla ve bağışıklık artırıcı ilaçlarla korunmalıdır.

                                Doktorlar pertusis gibi pnömoninin belirli tipleriyle karşı karşıya kalan çocuklara koruma amaçlı antibiyorik verebilirler.

                                Ek olarak virüslere etkili ilaçlar da bulunmaktadır. Bunlar viral enfeksiyonların önlenmesinde kullanılabilir. El yıkama ve nezleli kişilerin maske, tülbent gibi malzemelerle ağız ve burun kapamaları gerekir.

                                Bulaşıcılık hastalığın gelişmesinde önemli bir etkendir. Ebeveynlere düşen pnömonisi ya da üst solunum yolu enfeksiyonu olan kişileri çocuklarından uzak tutmaktır. Eğer evinde pnömonisi ya da üst solunum yolu enfeksiyonu olan kişi varsa, bu kişilerin kullandığı çatal, kaşık, bardak gibi eşyaları çocuklar kullanmamalı ve el temizliğine de ayrıca dikkat edilmelidir.

                                Hastalık Süresi
                                Tedavi bakteriyel pnömonilerin çoğu 1-2 haftada iyileşir. Viral pnömonilerin tedavisi daha uzun sürer.

                                Bulaşıcılık
                                Bakteriler ve virüsler genelde enfekte kişinin ağzında ve burnunda akışkan formda bulunur. Mikrop, öksürük ve aksırıkla, bardakla, tabakla, mendille vs bulaşır.

                                Ev Tedavisi
                                Eğer doktor çocuğunuzun bakteriyel pnömonisi için antibiyotik verirse doktorununuz önerdiği süre kadar tedaviye uymanız gerekir. Bu, çabuk iyileşmeyi sağlar ve pnömoninin diğer aile bireylerine yayılmasını önler.

                                Havadaki nem oranını arttırmak için soğuk buhar kullanabilirsiniz. Eğer çocuğunuzun ateşi varsa bol sıvı almasını sağlamanız gerekir. Öksürük tedavisini doktorunuza sormanız gerekir. Çünkü öksürüğün durdurulması akciğerlerin temizlenmesini engeller ve bu durum her zaman yararlı değildir. Çocuğunuzun her gün sabah-öğle-akşam ateşini ölçmeniz ve kaydetmeniz gerekir. Eğer 38,9 0C'nin üstüne çıkarsa doktorunuzu aramalısınız. Çocuğunuzun dudaklarını, tırnaklarını kontrol etmeniz gerekir. Pembe gül renkli olması gerekirken mavi-mor olursa bu durum akciğerlerin yeterince havalanamadığını gösterir.

                                Hastane Profesyonel Tedavisi
                                Doktor muayeneden sonra pnömoninin tanısını koymak için akciğer filmi, kan testleri ve bazen de balgam kültürü ister. Genellikle evde ağızdan verilen tedavi ile pnömoni iyileşir.

                                Süt çocukları eğer Pertusis’in neden olduğu pnömoni ya da kana yayılmış pnömoniye yakalanmışsa hastanede tedavi edilir. Bağışıklık sistemini etkileyen, kronik hastalığı olan, ağızdan ilaç alamayacak kadar kusması olan, solunum güçlüğü çeken, yineleyen pnömonisi olan ve derisi mavi-mor renkli olan çocuklar hastanede tedavi edilmelidir.

                                Çocuk Doktorunu Ne Zaman Arayacaksınız?
                                Pnömoni’ye ait herhangi bir belirti ve bulguda ve özellikle de; solunum güçlüğü, mavi-mor renkli dudaklar-tırnaklar, 38.90C’nin üstünde ateş durumlarında kesinlikle doktorunuzu aramalısınız.

                                Süt çocukların da pnömoniye ait herhangi bir en ufak belirti ve bulgu belirirse kesinlikle doktorunuza başvurmanız gerekir.

                                Son Olarak
                                Ani başlayan solunum enfeksiyonları beş yaşın altındaki çocuklarda gelişmiş ülkelerde çok yüksek başka hastalık oluşturma ve ölüm riski taşır. Pnömoni beş yaşından küçük çocuklarda en sık ölüm nedenlerinden birisidir.

                                Çocuğunuzun bu tür tehlikelerle karşılaşmaması için, beslenmesine, aşılanmasına ve hastalıklardan uzak durmasına özen göstermelisiniz.

                                Bütün çocuklara sağlıklı ve mutlu bir yaşam dileğiyle..

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor
                                X