türkiyeye yönelik tehditler

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • ciccio
    Junior Member
    • 20-01-2006
    • 469

    türkiyeye yönelik tehditler

    arkadaşlar oğlumun ödevi acil lütfen türkiyeye yönelik tehditler konulu ödevimize yardımcı olun teşekkür ederim
  • hüseyin22
    Junior Member
    • 31-03-2006
    • 51

    #2
    Konu: türkiyeye yönelik tehditler

    lise 2'ci sınıf MİLLİ GÜVENLİK BİLGİSİ kitabından oğlunuz öğrenebilir
    oğlunuzun kaçıncı sınıfa gittiğini yazsaydınız daha faydalı olurdu..hoşçakalın..

    Yorum

    • orbay
      Senior Member
      • 11-02-2005
      • 5871

      #3
      Konu: türkiyeye yönelik tehditler

      Originally posted by ciccio View Post
      arkadaşlar oğlumun ödevi acil lütfen türkiyeye yönelik tehditler konulu ödevimize yardımcı olun teşekkür ederim

      Türkiye’ye Yönelik Tehditler :

      a. Türkiye’ye Yönelik Tehdidin Yapısı :

      (1) Türkiye’ye yönelik tehdidin en önemli nedeni Türkiye’nin jeopolitik değerinden kaynaklanmaktadır. Türkiye jeopolitik konumu ile bir sınırlar ülkesidir.Türkiye, dünya güç odaklarının (ABD, AB, BDT ve sahibi olduğu kaynakları sebebi ile Orta Doğu) buluştuğu bir noktadadır. Ülkemiz çeşitli konularda (Avrupa-Asya, Müslümanlık- Hıristiyanlık, Demokratik sistem-Totaliter sistem, Liberal ekonomi-Devletçilik, Doğu Kültürü-Batı Kültürü ) sınırda ülke oluşunun ve evrensel güç odaklarının ortasında bulunmasının yarattığı duyarlılıklar, bu güçlerin bölge üzerindeki politikaları nedeni ile başlı başına bir tehdit kaynağı olmaktadır.

      (2) Bunun yanı sıra, bölgenin sosyo-ekonomik ve demokratik yapısındaki karmaşıklık Türkiye’nin yakın çevresinde hassas bir durum yaratmaktadır. Komşu yedi ülkede etnik bakımdan farklı altı ırk (Yunanlılar, Slavlar, Gürcüler, Ermeniler, İranlılar ve Araplar ) mevcut olup, en az altı farklı dil konuşmaktadırlar. Farklı dini inanç ve geleneklere sahip olan bu toplumlar, zaman zaman birbirleri ile çatışan ideolojilere ve ihtiraslara sahip rejimler tarafından yönetilmektedir. Bu siyasi rejimlerden kaynaklanan tehdit ülkemize jeopolitik durum nedeniyle sürekli tehdit olarak yansımaktadır.

      (3) Bölgedeki ulusların farklı özelliklerinden kaynaklanan değişik sayıdaki çıkarlar, Türkiye’nin yakın çevresinde birbirleri ile çatışmakta ve bu menfaat çatışmalarının bir kısmı uzun ve kanlı savaşlar halinde bölgenin istikrarını ve güvenliğini tehdit etmektedir. Hiç hesapta yokken, Türkiye kendisini dünyanın en karışık kesimlerinin (Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu, Orta Asya) karmaşık olaylarının içerisinde bulmuştur. Bu durum Türkiye’nin çok yönlü çok seçenekli uzun dönemli ve aşamalı politikalar üretmesini ve uygulamaya koymasını gerektirmektedir.

      (4) Belirtilen sebeplerle Türkiye, bugün birden fazla istikametten sıcak ve soğuk harbin tehdidi altındadır. Bu tehdidi oluşturan güçler, hedeflerine ulaşmak için çeşitli yolları deneyeceklerdir. Bunlar günümüzde, sinsi dostluklar, politik ve ekonomik baskılar ile sıcak savaşın yerini alan soğuk savaş şeklinde görülmektedir.

      b. Çevre Ülkelerden Kaynaklanan Türkiye’ye Yönelik Tehditler

      (1) Yunanistan :

      (a) Yunanistan’da iktidara kim ya da hangi parti gelirse gelsin ana hedefin değişmediği, Türkiye ve Türk düşmanlığının ülkenin tüm politikacıları tarafından benimsenen temel bir görüş olarak daima önemini koruduğu bir gerçektir.

      Yunanistan’ın, Türkiye’ye karşı uyguladığı dış politikanın temel çizgisini “Türkiye’nin uluslararası alanda zararına olan her şey, Yunanistan’ın yararınadır.” görüşü teşkil etmektedir.

      (b) Yunanistan’ın Milli Politikası :

      (ı) İç politika : İç politikada Yunan kamuoyunu etkilemekte kullanılan en büyük araç Türk düşmanlığıdır. Yunan hükümeti, “Türkiye’nin devamlı Doğu’dan geldiği” temalarını işleyerek, iç kamuoyunu etkilemek için her fırsatta Türk düşmanlığını gündeme getirmekte ve bunu devamlı olarak canlı tutma gayretini göstermektedir.

      Türkiye’ye karşı takip ettiği gerilim politikası ile içteki güçlükleri aşmayı ve mevcut durumunu güçlendirmeyi amaçlamaktadır.

      1976 yılında şair Rigas tarafından temel esasları ortaya konan “Megali İdea” fikrine sıkı sıkıya bağlı kalmışlardır. Buna göre;

      (aa) Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması,

      (bb) Batı Trakya’nın alınması,

      (cc) Girit’in alınması,

      (dd) Ege Adalarının alınması,

      (ee) Oniki Adaların alınması,

      (ff) Gökçe ve Bozcaada’nın alınması,

      (gg) Kıbrıs’ın alınması,

      (hh) Batı Anadolu’nun alınması,

      (ıı) Pontus Rum Devletinin kurulması,

      (ii) İstanbul’un alınarak Doğu Roma’nın tekrar kurulması ideallerinden ilk beşi gerçekleşmiş olup kalan beş maddeyi gerçekleştirmek için çalışmalarda bulunmaktadırlar.

      (ıı) Dış Politika : Kültürel ve ideolojik açılardan batı dünyasına bağlı olan Yunanistan, güvenliğini garanti altına almak ve maddi refahının gelişimini sağlamak için daima batı ile işbirliğinde bulunmaktadır.

      Yunanistan’ın milli politikasının temelini oluşturan “Megali İdea” fikrine bağlı olarak gerçekleştirmek istediği hedeflerin;

      (aa) Kıbrıs, Ege, Kıt’a Sahanlığı ve FIR Hattı sorunlarının Yunan çıkarları doğrultusunda çözümlenmesini sağlamak suretiyle Ege’de hakimiyet kurmak,

      (bb) Ege’de karasularını 12 mile çıkarabilmek için gerekli ortamı sağlamak,

      (cc) Türk azınlığını Yunanistan’ı terke mecbur bırakmak ve asimile etmek,

      (dd) Türkiye’ye karşı askeri ve ekonomik yönden güç kazanmak olduğu,
      söylenebilir.




      (c) Yunanistan’ın Türkiye ile sorunları : Yunanistan’ın uzlaşmaz tutumundan kaynaklanan sorunları, şu başlıklar altında sıralamak mümkündür :

      (ı) Azınlıklar sorunu : Lozan Antlaşması’nın 34 ve 41 nci maddeleri gereğince Türkiye’deki Türk uyruklu Rum’lar ile Yunanistan’daki Yunan uyruklu Türk’lere azınlık statüsü tanınmıştır.

      (aa) Türk Okulları ve Vakıflar üzerindeki baskılar : Batı Trakya Türklerinin hukuki statüsü ve haklarını belirleyen antlaşma ve sözleşmeler, Türklerin kendi dillerinde eğitim yapma, okullar açma, yönetme ve denetleme hakkını vermektedir. Bunlara paralel çıkarılan 2345 sayılı Yunan yasası da, Türk cemaatine okul açma, bu okulları yönetme, öğretmen atama, müftü ve vakıf yöneticilerini seçme haklarını vermektedir. Buna rağmen Yunanistan;

      -Türk okulları kavramını kaldırmıştır,

      -Türkiye’den gönderilen kitapları engellemiş, kendi kitaplarını dağıtmıştır, Türk öğretmenleri engellemiş, Yunanlı öğretmenleri atamıştır,

      -İlköğretim dokuz yıl olmasına rağmen, Türklere altı yıl uygulanmakta ve orta öğretime sınavla alınmaktadır (248 İlkokul - 2 Ortaokul),

      -Üniversitede kontenjan ve yerleştirme politikası uygulamaktadır,

      -Türk Vakıflarına Ağustos 1989’da el konmuştur,

      -24 ARALIK 1990 tarihli kararname ile 2345 sayılı kanunu iptal etmiş ve müftüleri kendisi atamaya başlamıştır.

      (bb) Türk azınlığı üzerindeki ekonomik, idari ve sosyal baskılar : Batı Trakya Türk azınlığı; çiftçilik yapan, toprağa bağlı insanlardır. Yunan yönetimi Türkleri göçe zorlamak için sistemli olarak baskı uygulamaktadır. Türk’lerin birbirine gayrimenkul satışını yasaklamış ve topraklarının büyük kısmını ellerinden almıştır. 1923’te Batı Trakya’daki ekili arazinin % 84’ü Türklerin elindeyken, bu oran bugün % 20’nin altındadır.

      (cc) Türk azınlığın Türklüğünü inkar etmek ve göçe zorlama : Lozan antlaşmasının tamamlayıcı parçası olan altı numaralı protokolün başlığında, üçüncü ve beşinci maddelerinde resmen Türk kelimesi geçmektedir. Ayrıca 1951 tarihli Türk-Yunan kültür antlaşmasında bu azınlık Türk olarak adlandırılmış, Türklere verilen diplomalarda resmen Türkçe kullanılmıştır.Buna rağmen Yunanistan, ”Türk azınlık” yerine “Müslüman azınlık” kabul etmekte ve “Türk’üm” diyenleri tutuklayarak baskı uygulamaktadır. Ayrıca Batı Trakya’nın demografik yapısını değiştirmek ve Türkleri asimile etmek amacı ile, BTD’dan göç eden Rumlar için,Türk arazilerini istimlak etmiş ve buralara yerleştirmiştir.

      (ıı) Kıbrıs sorunu : Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama (Enosis) çalışmaları 19 ncu yüzyıldan itibaren hız kazanmıştır. Bu çabalar sonuca ulaşamamış. 1959 Londra ve 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmaları ile 1960 yılında bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Yine de Kıbrıs’ın Yunan adası haline getirilmesi çalışmaları devam etmiş, 1974’de Sampson darbesi ile hedefe ulaşmak istemişlerdir. Ancak Türkiye, garantörlük hakkını kullanarak müdahale etmiş ve Ada Türklerinin güvenliğini sağlamıştır. Taraflar arasındaki görüşmelerden sonuç alınamaması üzerine 15 KASIM 1983’de KKTC ilan edilmiş, GKRY’nin AB üyeliği gündemine karşı Türkiye ile KKTC arasında 3 Ocak 1997’de ekonomik işbirliği protokolü imzalanmış ve gerekirse entegrasyona gidileceği 20 OCAK 1997’de ilan edilmiştir. Kıbrıs konusunda Türk tarafının görüşleri şunlardır;

      (aa) İki toplumluluk,

      (bb) İki kesimlilik,

      (cc) Siyasi eşitlik,

      (dd) Türkiye’nin garantörlüğü,

      (ee) Ekonomik yaşayabilirlik.

      Rumlar bir yandan dünya kamuoyuna Türkiye’nin işgalci olduğu, adadaki Türk askerlerinin çekilmesi, Kıbrıs’taki Rumlar ve Türk’lerin bir arada yaşayabileceği propagandasını yaparken, diğer taraftan KKTC ve Türkiye’ye yönelik her türlü taciz ve saldırılarını sürdürmektedirler.

      (ııı) Ege Denizi sorunları :

      (aa) Ege Adalarının silahsızlandırılması sorunu :

      Gayri askeri statüde bulunması gereken Ege Adaları, üç gruba ayrılmaktadır.

      Boğazönü Adaları : 1913 Atina Antlaşması ve 1914 Londra Konferansı ve bunlara atıf yapan Lozan Antlaşmasının oniki’nci maddeleri gereğince Türkiye’nin güvenliği açısından askerden arındırılmışlardır. 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi ile, Karadeniz’de sahili bulunan ülkelerin emniyeti için “Boğazların Askersizleştirilmesi” hükmü kaldırılmış ve sözleşmenin protokol kısmına yalnızca “Karadeniz Boğazı, Marmara ve Çanakkale Boğazlarının silahlandırılabileceği” hükmü ilave edilmiştir.

      - Doğu Ege Adaları : Lozan Antlaşmasının 12 ve 13 ncü maddeleri ile silahsızlandırılmıştır.

      - Meis ve Oniki Ada : Lozan Antlaşması ile İtalya’ya verilmişlerdi. İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılan 1947 Paris Antlaşmasının 14 ncü maddesi ile bu adalar, “Askersizleştirilme durumları devam etmek şartı ile” Yunanistan’a bırakılmışlardır.

      Bahsedilen bu uluslararası antlaşmalar gereğince Yunanistan bu adalarda sadece kolluk kuvvetleri bulundurabilir, silahlı kuvvet bulunduramaz ve tahkimat yapamaz. Oysa Yunanistan 1946’dan beri değişik bahanelerle bu adaları silahlandırmaya devam etmektedir. Üstelik adalarda konuşlandırdığı askeri birliklerin, kolluk kuvvetleri olduğunu iddia etmek suretiyle antlaşmalara aykırı olan bu durumu perdelemeye çalışmaktadır.

      Yunanistan, kendisine yönelen asıl tehdidin Türkiye’den geldiğini iddia eden bu görüş çerçevesinde, Meriç Vadisi ile Ege’de Türkiye karşısındaki adalardan geçen ilk savunma hattı üzerinde tüm Ege’yi Yunanistan’ın siyasal ve ülkesel bütünlüğü içinde mütalaa eden bir “Yeni Savunma Doktrini” uygulamaya koyacağını açıklamıştır.

      Bu da göstermektedir ki, Yunanistan, “Mütecaviz” olarak vasıflandırabileceğimiz yeni savunma doktrini ile Türkiye’ye karşı düşmanca tavır takındığını resmen ilan etmiş bulunmaktadır.

      (ıv) Kıt’a Sahanlığı sorunu : Ege denizi, Saroz Körfezi’nden başlayan “S” şeklinde bir çöküntü ile ikiye bölünmüştür. Bu çöküntünün doğusu Anadolu’nun, batısı ise Yunan Ana Kıt’asının devamıdır. Yunanistan’ın Anadolu’ya yakın adalara Kıt’a Sahanlığı hakkının tanınması gerektiğini iddia etmesinden dolayı Ege’de Kıt’a Sahanlığı hudutları saptanamamaktadır.

      Daha önce yapılan antlaşmalarla, Ege’de Yunanistan’ın Kıt’a Sahanlığı 6 mil olarak belirlenmiştir. Yunanistan’ın Taşoz adasının doğusunda ve 6 millik karasuyu dışında 1982 yılında yapmış olduğu araştırma hariç tutulacak olursa, taraflar anlaşmaya uymuş sayılabilir.

      Yunanistan, AB’de yaptığı kulis faaliyetleri ile Ege’de balıkçılık bölgesini 12 mile çıkarmaya çalışmaktadır. Konu 20 KASIM 1990’da AB Dışişleri Bakanları Toplantısında görüşülmüş ancak, 1991 yılında tekrar görüşmek üzere ertelenmiştir. Henüz sonuç alınmamıştır.

      Ege Kıt’a Sahanlığında mevcut anlaşmazlığın temel nedeni ekonomik kaynakların paylaşılması yanında, çizilecek sınırın ileride egemenlik haklarını belirleyen gerçek bir sınıra dönüştürülme ihtimalidir. Diğer bir deyişle Ege’de Kıt’a Sahanlığının sınırlandırılması, her iki ülke yönünden de Ege’nin paylaşılması anlamına gelmektedir.

      Yunanistan Deniz Hukuku Konferansı müddetince Ege Denizi’ni bir Yunan gölü olarak algılayacak tariflerin anlaşma metnine dahil edilmesi için büyük gayret sarf etmiştir.

      Türkiye’nin bu konudaki politikası ana hatları ile şöyledir;

      (aa) Çözüm için iki ülkenin ana Kıt’alarının doğal uzantıları dikkate alınmalıdır,

      (bb) Türkiye’nin doğal uzantısı üzerindeki adalara Kıt’a sahanlığı tanınamaz.

      (v) Karasuları sorunu : Lozan Antlaşması gereğince Ege’de karasularının sınırı 3 mil olarak tespit edilmiştir. Yunanistan, 1936 yılında almış olduğu tek yanlı bir kararla karasularını 6 mile çıkarmıştır. Yunanistan, söz konusu kararla Ege Denizi’nin % 43.66’sına sahip çıkmıştır.

      18 EKİM 1981 tarihinde Yunanistan’da yapılan genel seçimlerden önce Yunan Başbakanı karasularını 12 mile çıkarmaya hakları olduğu yolunda beyanda bulunmuştur. Yunan hükümetlerinin sürdürmekte olduğu Türkiye aleyhtarı politika ve zaman zaman basın-yayın organlarında konuya ilişkin haberler Yunanistan’ın karasularını genişletme niyetinden vazgeçmediğinin açık delilidir.

      Deniz Hukuku Sözleşmesinin 3 ncü maddesinin karasularının azami genişliğini 12 mil olarak öngörmesi, Yunanistan’ı böyle bir karar almaya sevk edecek sebeplerin en önemlisi olarak görülmektedir.

      6 milin üzerindeki bütün artışlar Türkiye’nin Ege’den uluslararası sulardan yararlanmak suretiyle, Akdeniz’e çıkışını olanaksız hale getirmektedir.

      6 Mi l 8 Mil 10 Mil 12 Mil

      Türk Karasuları % 7.47 % 8.21 % 8.57 % 8.76

      Yunan Karasuları % 43.68 % 54.74 % 64.10 % 71.53

      Açıkdeniz % 48.85 % 35.05 % 27.33 % 19.71

      Yunanistan’ın bu konuda temel amacı karasularını 6 milin üzerine çıkararak Ege’yi Yunan gölü haline getirmek ve Ege’deki sınırı FIR hattına dayandırmaktır. Türkiye’nin bu konudaki temel amacı, Yunanistan’ın karasularının halen olduğu şekilde devamını sağlamak, Yunanistan mevcut durumunu değiştirip karasularını 6 milin üzerine çıkarma teşebbüsünde bulunursa Yunanistan’ın kararını tanımamak ve gerekli önlemleri almak, alınan önlemlere rağmen Yunanistan kararında ısrar eder ve savaş çıkarsa, milli menfaatlerimizi savunmaya yönelik tertip ve tedbirleri almaktır.

      (vı) Hava Sahası sorunu: 1944 tarihli Chicago Sözleşmesi ve Uluslararası Hukuku, milli hava sahasının genişliğini “Ülkenin karasuları genişliği” ile sınırlamıştır.

      Karasularının 6 mil olmasına karşı hava sahası genişliği 10 mil olarak tespit edilmiştir. 10 millik hava sahasına giren uçaklar Yunan hava sahasını ihlal etmiş olmaktadır.


      Yunanistan 10 millik hava sahası iddiasına dayanarak, Türk askeri uçaklarının gerek eğitim uçuşları, gerek tatbikatlar sırasında hava sahası ihlallerinde bulunduğunu ileri sürmektedir. Böylece uluslararası hukukun temel kurallarını ve mevcut düzenlemeleri hiçe sayarak Ege’nin uluslararası hava sahasının bir bölümünü Yunan hava sahası haline getirecek bir emrivaki yaratmak istemektedir. Türk uçakları, gerek eğitim uçuşlarında gerekse tatbikatlarda 6 millik Yunan hava sahası sınırına kadar girmektedirler. ABD ve NATO tatbikatlarında da 6 millik hava sahası esas alınmaktadır.

      (vıı) FIR Hattı Sorunu : Uluslararası Sivil Havacılık Teşkilatı (ICAO) sivil havacılık hizmetlerini yürütmek üzere 07 Aralık 1944 tarihinde Chicago sözleşmesi ile belirlenmiştir. Türkiye bu teşkilata Haziran 1945 tarihinde katılmıştır. Sivil havacılığın seyrüsefer yönünden emniyetle icrasının sağlanması arama-kurtarma faaliyetleri sorumluluğunun belirlenmesi gibi, sadece sivil havacılık maksatları için dünya üzerinde belirli bölgelerde sivil uçuşların kontrol sorumluluğu bu teşkilatça ülkelere verilmiştir.

      Bu bölgelere “FIR (Uçuş Bilgi Bölgesi)” denilmektedir. 1952 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında FIR hattı tesis edilmiştir. Atina FIR’ı Yunanistan’ın, İstanbul FIR’ı Türkiye’nin kontrolündedir. Sivil uçaklar bir FIR bölgesinden diğerine geçişte bilgi verirler. Chicago Sözleşmesine göre askeri uçaklar bu hükme tabi değildir.

      Ancak Yunanistan, tesis edilen Uçuş Bilgi Bölgesi (FIR) hattını, Türk-Yunan sınırı gibi görmektedir. Uluslararası sivil havacılık teşkilatı (ICAO) sözleşmesi, uçuş bölgesinin (FIR) teknik maksatlar için tesis edildiğini ve hiçbir zaman hudut kabul edilemeyeceğini açık bir şekilde belirtmektedir. Yunanistan bu iddiasını kabul ettirmek üzere, çok yönlü olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.

      Türkiye’nin bu konudaki politikası ana hatları ile şöyledir : Uçuş bilgi bölgesi (FIR) hattı Türk-Yunan sınırı gibi işlem göremez. Bu hat, Türkiye’nin açık denizler üzerindeki hareketini eşit ve serbest olarak kullanma hakkını kısıtlayamaz.

      Yunanistan FIR hattını bir sınır gibi gösterme gayretlerini NATO’da da çeşitli sahalarda sürdürmekte ve bunun sonucu olarak NATO’da da sorun yaratmaktadır.

      (vııı) Coğrafi formasyonlar (Ada/Adacık/Kayalıklar ) sorunu : Bilindiği üzere egemenliğin devri uluslararası hukukta açık olarak antlaşmalarla yapılması gereken bir işlemdir. Sorun, bu işleme konu olmamış Ege adalarının durumu ile ilgilidir.

      Bu bağlamda; Ege’de, Lozan Barış Antlaşması’nın 15 nci maddesiyle Menteşe Adaları ile bunlara bitişik olan adacıklar İtalya’ya verilmiştir. Bu ada ve adacıklar, bilahare II nci Dünya Savaşı’ndan sonra Paris Antlaşması’nın 14 üncü maddesiyle, sadece isimleri tek tek belirtilen adalar, Yunanistan’a devredilmiştir.

      Ancak sözü edilen “Bitişik adacıkların” hangileri olduğu ne antlaşma metninde, ne de EK’li haritalarında somut olarak belirtilmemiştir. Bu nedenle “Bitişik” olma kriterine açıklık getirilerek bu bölgedeki ada, adacık ve kayalıkların aidiyetinin tespit edilmesi bir problem sahası olarak ortaya çıkmıştır.

      Bu beyanda, Menteşe Adaları’nın (Oniki Adalar), Anadolu sahillerine çok yakın olması ve çok sayıda ada, adacık ve kayalıkların hukuki statülerinin belirlenmesi maksadıyla Türkiye ve İtalya arasında görüşmeler yapılmış ve nihayetinde iki ülke arasında sadece Meis ve ilaveten Bodrum açıklarındaki Kara Ada’yı içeren 4 Ocak 1932 tarihli Ankara antlaşması imzalamıştır.

      Türkiye ile İtalya daha sonra Menteşe Adaları ile Anadolu arasında kalan diğer adacık ve kayalıkların egemenliğinin ve deniz sınırının belirlenmesi için çalışmalara devam etmişlerse de, bu çalışma sonucunda hazırlanan 28 Aralık 1932 tarihli zabıtname, antlaşma haline dönüşmediği için yürürlüğe girmemiştir. Yunanistan ise bunun aksini iddia etmektedir.

      Türkiye’ye ait Kardak Kayalıkları üzerinde Yunanistan’ın da hak iddia etmesi nedeniyle “İhtilaflı” durumda bulunan bu kayalıklara ait hukuki statünün açıklığa kavuşturulması, Doğu Ege’de statü itibariyle durumdaki Kardak dahil çok sayıda ada, adacık ve kayalığa, (Şimdiki tanımıyla coğrafi formasyonlara) emsal teşkil edecek olması nedeniyle hayati öneme haizdir. Bu coğrafi formasyonların diğer deniz yetki alanları ile ilgili anlaşmazlıklar üzerinde paylaşım oranlarını değiştirecek yönde büyük etkileri bulunmakta olduğundan, konu diğer ilgili kurumlarla işbirliği yapılarak önemle takip edilmekte ve politikaların yönlendirilmesine çalışılmaktadır.

      (ıx) NATO Komuta-Kontrol sorunları: Yunanistan, 1974 Kıbrıs Barış Harekatını bahane ederek NATO’nun askeri kanadından ayrılmış ve Rogers Antlaşması ile 20 Ekim 1980’de askeri kanada tekrar dönmüştür. Rogers Antlaşması, Yunanistan’ın NATO‘nun askeri yapısına bağlanmasına ilişkin düzenlemeleri yapmış, Ege denizi ile ilgili komuta-kontrol sorunlarını ileride yapılacak görüşmelere bırakmıştır.

      1980’den 1997 yılına kadar çözülemeyen sorunlar, 1 Aralık 1997 tarihinde Brüksel’de yapılan antlaşma ile sona erdi. Varılan antlaşmaya göre;

      (aa) NATO, biri Atlantik (Karargah ABD’de), diğeri Avrupa (Karargâhı Belçika/Mons) stratejik komutanlığı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

      (bb) Atlantik Stratejik Komutanlığı da Türkiye (İzmir), Yunanistan (Larissa), İtalya (Verona), İspanya (Madrid) olmak üzere 4 komutanlığa bölünmüş ve komutanlıklara sorumluluk sahaları verilmemiştir.

      Yunanistan, komutanlıklara sorumluluk sahası verilmesini ve Larissa’da kurulacak komutanlığın sadece Yunanistan’dan sorumlu olmasını istemekteydi. Yapılan 1997 anlaşmasının sorunu çözüp çözemeyeceğini zaman gösterecektir.

      (x) Yunanistan’ın Terör Örgütü PKK’yı desteklemesi : 1974 sonrası dönemde Türkiye aleyhindeki faaliyetlerinde Ermeni faktörünü kullanan Yunanistan, 1980’den itibaren Kürt-Ermeni işbirliğine zemin hazırlayan ve açıkça terör örgütü PKK’yı destekleyen bir politika izlemiştir.

      1980’den sonra, Türkiye aleyhtarı terörist unsurlara Lavrion Mülteci Kampında sığınma imkanı sağlamış, PKK terör örgütü başta olmak üzere Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren terör örgütlerini desteklemiş ve Yunanistan’da eğitmiştir.

      Pasok başta olmak üzere, siyasi parti mensupları ”Yunanistan’ın Türkiye aleyhindeki terörist unsurları devlet olarak desteklemesi gerektiğini ” açıkça ifade etmektedirler.

      Terörist başı Abdullah ÖCALAN’ın, 16 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanmasına kadar Yunan hükümetince korunup desteklendiği, silah ve para yardımı yapıldığı açıkça ortaya çıkmıştır.

      Silahlı eğitim kampı olan Alepohori Kampı ile Veria, İskeçe, Rodos ve Girit’te PKK’ya destek komiteleri oluşturulmuştur.

      Türkiye ile Yunanistan arasındaki açıkça telaffuz edilen sorunların dışında Yunanistan tarafından açıkça telaffuz edilmeyen, ancak en az bu sorunlar kadar önemli olan iki sorun daha vardır. Bunlar Pontus Devleti’nin canlandırılması ve Fener Rum Patrikhanesi’ne egemenlik statüsünün kazandırılmasıdır.

      (xı) Pontus Devletinin canlandırılması sorunu : Yunanistan, M.Ö. (289-63) yıllarında Doğu Karadeniz Bölgesi’nde kurulan Pont Devleti ve Doğu Roma’nın siyasi iç krize girmesi ile kurulan (M.S. 1204-1461) Trabzon Krallığı’ndan hareketle, bu bölgemizi “Pontus” olarak adlandırmakta ve “Megali İdea”nın hedeflerinden biri olarak gündemde tutmaktadır.


      Doğu Karadeniz Bölgesinin ekonomik, siyasi ve stratejik konumu ve önemi önceden olduğu gibi bugün de, bölgeyi uluslararası nüfuz mücadelelerinin odak noktası yapmaktadır. Tarihin ilk dönemlerinden bu yana Türkler ve Türk Dünyası ile iç içe yaşamış olan ve bugünde aynı özelliğini koruyan DKB üzerinde, günümüzde tekrar “Trabzon Pontus Rum İmparatorluğu” yaratma gayretlerinin yoğunlaştığı gözlenmektedir. Milli özellikleri itibariyle gerek antik Yunan, gerekse 1830’da kurulan Yunanistan ile hiç bir organik bağı bulunmayan Pontus iddialarının ve bu yöndeki faaliyetlerin arkasında Yunanistan’ın olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, Yunanistan’ı taşeron olarak kullanan İngiltere, Fransa, Almanya, ABD, Rusya Federasyonu ve hatta Japonya gibi ülkeler de konuyu sözde bilimsel çalışmalar ve maddi destekler sağlayarak kendi politikaları doğrultusunda istismar etmek istemektedirler.

      Karadeniz bölgesinde gizli bir Hıristiyan nüfusunun bulunduğu gibi sözde iddialar ile suni bir “Pontus meselesi” yaratma ve bunu uluslararası platformda gündeme getirme amacı taşıyan faaliyetler, Yunan Kamu Düzeni Bakanlığının üyesi olan ve kendisine 1995 yılında Abdi İpekçi Barış Ödülü verilen Georgia ANDREADİS adlı bir Yunan vatandaşı tarafından organize edilmekte ve Fener Rum Patrikhanesi tarafından da desteklenmektedir. Yunanistan’ın bu çerçevedeki faaliyetlerini şöyle özetleyebiliriz;

      (aa) Georgia ANDREADİS, sahte bir dostluk söylemi ile Türkiye’de çeşitli siyasi, entelektüel çevrelerle yakınlaşma çabaları içindedir.

      (bb) 1998 yılından itibaren ülkemizin Yunan vatandaşlarına yönelik vize uygulamasını kaldırması ile birlikte, kendilerini Pontus kökenli kabul eden Yunan vatandaşlarının öncülüğünde “Kaybedilmiş Vatan” olarak nitelendirilen Doğu Karadeniz illerimizi kapsayan geziler düzenlenmiş ve 1800 kişi bu illerimizi ziyaret etmiştir. Bu geziler esnasında ziyarete gelen kişiler “Buraların kendi eski yurtları olduğunu” ima eden konuşmalar yapmışlardır. Yine bu gezilerde Georgia ANDREADİS, Karadeniz yöresi insanını hedef alan “Gizli Din Taşıyanlar” adlı kitabının bölgede propagandasını yapmıştır.

      (cc) 80 civarında Karadenizli gencimiz üniversite, iş, burs ve para vaadi ile Yunanistan’a götürülmüş, her türlü ihtiyaçları Yunanistan’da bulunan Sürmene Vakfınca karşılanmıştır. Ayrıca Atina yakınlarında eski Sürmene’nin benzeri olan bir yerleşim birimi inşa edilmiştir.

      (dd) Fener Rum Patrikhanesinin desteğiyle ve bölgede faaliyet gösteren terör örgütleriyle işbirliği yaparak, “Karadeniz Mozaik” adlı bir dergi yayınlanmakta ve el altından dağıtılmaktadır. Bahse konu dergide bu bölgedeki vatandaşlarımızın Türk ve Müslüman olmadıkları dillerinin farklı olduğu propagandası yapılmakta ve Georgia ANDREADİS’in yazıları yayınlanmaktadır.

      (ee) 1997 yılı Eylül ayında patrikhane, “Karadeniz’i kurtarmak” gibi masum bir kılıf arkasına saklanarak bir gezi düzenlemiş, sonunda da Trabzon’da “Vahiy ve Çevre” konulu uluslararası nitelikte bir toplantı yapılmasını planlamıştır. Bu faaliyete maalesef bazı yerli iş adamlarımız da destek vermişlerdir. Gelen heyetin karaya çıkmasına izin verilmemesi üzerine gemide yaptıkları ve İkinci Helen Kongresi adını verdikleri toplantıda ise;


      - Karadeniz’de Ortodoksluğu tehdit eden unsurlar,

      - İstanbul’un idari statüsünün yeniden değerlendirilmesi,

      konuları görüşülmüştür. Gezinin sonunda Yunanistan’a dönülmüş ve “Sonuç değerlendirilmesi” Yunan 4 ncü Kolordusunda yapılmıştır. Geziye katılan Fener Rum Patriği I.BARTHOLOMEOS buradan ABD’ye gitmiş ve Bill CLINTON tarafından diplomatik protokol uygulanan bir törenle karşılanmıştır. I.BARTHOLOMEOS, Bill CLINTON ile yaptığı görüşmede,


      Sümela Manastırı’nın açılması ve patrikhanenin ekümenikliğinin tanınması konularında ABD’nin desteğini almış ve resmi bir açıklamada bulunmasını sağlamıştır.

      (ff) Yunanistan bu faaliyetlerini Yunanistan’da ve dünyanın muhtelif yerlerinde kurduğu ve kurdurttuğu 176 adet Pontus Derneği ile de desteklemektedir.

      Pontusçuluk veya Rumluk iddiaları kapsamındaki faaliyetler, bugün genel olarak bilimsel çalışmalar geziler ve eğlenceler gibi etkinliklerle uluslararası platformlarda gündemde tutulurken, Yunanistan Parlamentosunun 24 ŞUBAT 1994’te aldığı bir kararla 19 MAYIS’ı sözde “Pontus, Soykırım Günü” ilan etmesi ile birlikte, Pontus konusu, Yunanistan tarafından bir resmi devlet politikası niteliğinde ele alınmaya başlamıştır.

      (xıı) Fener Rum Patrikhanesi’ne ekümeniklik statüsünün kazandırılması sorunu : Lozan görüşmelerinde verilen taahhütler çerçevesinde belirlenen statüye göre Fener Patrikhanesi, siyasi ve idari görev ve imtiyazları bulunmayan sadece İstanbul Rum azınlığına yönelik dini faaliyetler gösteren, Türk yasalarına tabi dini bir kuruluştur ve ekümeniklik vasfı yoktur. Ayrıca, Patrikhanenin Türk Medeni Hukuku’na göre “Tüzel kişiliği” de bulunmamakta, varlığını ve faaliyetlerini İstanbul’da Fener Semtinde kurulu Aya Yorgi Kilisesi ve Manastırı Vakfının binalarında “Misafir olarak” sürdürmektedir. Patrikhanenin, medeni kanunun gerçek ve tüzel kişileri tanıdığı okul, vakıf, dernek gibi kuruluşları kurmak, yönetmek ve gayrimenkul sahibi olmak haklarından yararlanması da mümkün değildir. Bu husus, 1970’li yıllarda Danıştay ve Yargıtay’da açılan davalarda kesin olarak hükme bağlanmıştır.

      Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışındaki temas ve faaliyetlerinde, Lozan öncesindeki statüsünü tekrar kazanmak üzere “Ekümenlik” iddialarıyla ortaya çıkmakta, siyasi, dini, idari güç ve nüfuz kazanmaya çalışmaktadır. Özellikle, I.BARTHOLOMEOS’un patrik seçilmesi ile birlikte mevcut statüsünü kendi lehine aşındırarak fiili durum yaratmaya çalışan patrikhane, bu amaçla büyük bir atılım içerisinde girmiştir.

      Patrikhane ve özellikle I.BARTHOLOMEOS, bu faaliyetleri ile Türkiye’ye karşı oluşturulmaya çalışılan “Ortodoks İttifakının” içinde etkin bir rol oynamakta ve “Yunan idealleriyle özlemlerine hizmet eden bir kuruluş” olarak, bu ülke ile birlikte Türkiye için olumsuz propaganda unsuru olmaya devam etmektedir.

      Özellikle patrikhane din alanında özel yüksek okul açılmasını yasaklayan 625 sayılı yasa gereğince 1971 yılında kapatılan teoloji yüksek okulu mahiyetindeki Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden eğitime açılması hususunda çok ısrarlı bir tutum içerisindedir. Bu maksatla, son dönemde bir taraftan Yunan devlet adamları, diğer taraftan patrikhane uluslararası kamuoyunda bu konuyu işlemeye başlamış ve ruhban okulunun yeniden açılması için resmen istekte bulunulmuştur.

      Ayrıca, Fener Patriği’nin yurt dışı gezileri öncesi resmi işlerinde müracaat makamı olan Fatih Kaymakamlığı ve İstanbul Valiliği’ne bilgi sunması, öteden beri uygulana gelen bir teamül olmasına rağmen, Patrik İ.BARTHOLOMEOS’un, bu yükümlülüğünü uzun süre yerine getirmediği belirlenmiştir.

      Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin, değişik adlar altında veya bazı kişi ve kuruluşları kullanmak suretiyle çevre, tarih, gazetecilik, medya vb. Ortodoks dini dışı konularda Türkiye’de ve yurt dışında icra ettiği veya icra etmek istediği uluslararası faaliyetlerde bariz bir artış eğilimi vardır.

      (d) Türkiye’ye karşı stratejileri :

      (ı) Dünya kamuoyunu Türkiye aleyhine çevirmek ve Türk düşmanlığı yaratmak,

      (ıı) Uluslararası ilişkilerde Türkiye’yi yalnız bırakmak, uluslararası kuruluşları Türkiye aleyhine çevirmek ve aleyhte kararlar çıkartmak,


      (ııı) Yurt içinde Türk düşmanlığını canlı tutmak,

      (ıv) Öncelikle uluslararası kuruluşları, bilahare batı ve dünya kamuoyu nezdinde Türk-Yunan sorunları konusunda kendi tezlerini kabul ettirebilecek gerekli psikolojik ortamı sağlamak ve muhafaza etmek,

      (v) Türkiye aleyhindeki bölücü-yıkıcı ve irticai her türlü faaliyete gizli-açık destek sağlayarak, Türkiye’de çeşitli sorunlar yaratmak,

      (vı) Batı kamuoyunda mevcut “Yunan hayranlığı” duygusunu ve Yunanistan’ın “Avrupa’nın kültür ve tarih merkezi” olduğu fikrini canlı tutmak, Elenizmi yüceltmek,

      (vıı) Din faktöründen istifade ile “Türk-Müslüman” / “Yunan-Ortodoks” ikilemini gündemde tutmaktır.

      (2) Bulgaristan:

      (a) Genel : Geçmiş yıllarda Sovyetler Birliği’nin en sadık müttefiklerinden birisi olan Bulgaristan, uzun zaman bu ülkeye bağımlı bir iç ve dış politika takip etmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Avrupa’daki bağımsızlık hareketlerinden etkilenen Bulgaristan yeni bir politika takip etmeye başlamıştır. Özellikle DGB (Demokratik Güçler Birliği)’nin seçimi kazanarak iktidara gelmesi ile Bulgaristan, batı ülkeleriyle olan temaslarını artırma çabalarına girmiştir.

      (b) Milli politikası :

      (ı) İç politika :

      1989 yılından itibaren iç politika hedefleri şunlar olmuştur;

      (aa) Serbest piyasa sistemine geçiş ve çok partili bir sistemin oluşturulması,

      (bb) Gençliğin “Bulgar Milliyetçisi” ve “Panslavist” olarak yetiştirilmesi,

      (cc) Balkan ülkeleri ile olan siyasi, ekonomik ve kültürel işbirliğini artırmak ve komşularından gelebilecek tehdidi ortadan kaldırmak,

      (dd) Batı ülkeleriyle ilişkilerini artırmak ve Avrupa Devletlerinin kurduğu siyasi, iktisadi ve kültürel teşkilatlara girmek,

      (ee) Batı devletlerinin desteğini sağlamak,

      (ff) Karadeniz’den Adriyatik’e, Tuna’dan Ege’ye uzanan “Büyük Bulgaristan’ı” gerçekleştirmek.

      (c) Bulgaristan’ın Türkiye’ye yönelik Faaliyetleri :

      (ı) Bulgaristan’ın komşusu Yunanistan’ın Megali İdeasına benzer mahiyette olan “Hayali Büyük Bulgaristan’ı” kurma amacına yönelik düşünce sistemi; Türkiye’ye yönelik politikasına önemli ölçüde etkide bulunmaktadır. Zayıf ve istikrarsız bir Türkiye, Bulgaristan’ın tarih boyunca arzularından biri olmuştur. Bunu gerçekleştirmek için ise uyguladığı belli başlı psikolojik gayretleri şu başlıklar altında toplanabilir;

      (ıı) Türkiye’ye yönelik terörü ve bölücü faaliyetleri desteklemek,

      (ııı) Silah ve esrar kaçakçılığını yürütmek ve desteklemek,

      (ıv) Soydaşlarımıza karşı zulüm ve Bulgarlaştırma çabalarında bulunmak,

      (3) Suriye :

      Suriye’nin Türkiye’ye uyguladığı belli başlı psikolojik harp gayretlerini şu şekilde özetlemek mümkündür.

      (a) Hatay sorunu : Suriye’de, merkezi Şam’da olan “İskenderun’u Kurtarma Cemiyeti” mevcuttur. Bu cemiyet hükümetin de desteği ile İskenderun meselesini “Canlı” tutmaya çalışmaktadır. Bilindiği üzere Suriye okul kitaplarında ve turistik haritalarında, Hatay ili Suriye sınırları içinde gösterilmektedir. Suriye, Hatay’ın Türkiye’ye katılmasında etken olan “Nüfus” ve “Toprak” sorununu lehine çevirme gayreti içindedir.

      Bu maksatla;

      (ı) Halen bu bölgede mevcut bulunan Arap kökenli vatandaşlarımızın arazi sahibi olmaları teşvik edilmekte ve desteklenmektedir,

      (ıı) Halen bu bölgede mevcut bulunan Arap kökenli vatandaşlarımız ile Türk Halkının kaynaşmasını önlemek istemekte, Arap kökenli ailelerin çok çocuk yapması teşvik edilmektedir.

      (b) PKK Terör örgütünü desteklemesi : Suriye, terör örgütü PKK’ya olan desteğini sürdürmektedir. Terörist başının Suriye’den çıkarılmasını müteakip, Suriye’de azalan PKK faaliyetlerini canlandırma gayreti içindedir.

      (c) Kaçakçılık sorunu:

      (d) Su sorunu : Türkiye, 17 Temmuz 1987 tarihli ekonomik işbirliği ve güvenlik protokolü ile Suriye’ye 500 m3/sn. su bırakmayı taahhüt etmiş ve bugüne kadar uygulamıştır. Ortalama debisi 1100 m3/sn. olan Fırat’tan Suriye 700 m3/sn. su istemektedir.

      Türkiye, suyun paylaşımı için üç aşamalı bir planla, bir uzmanlar grubu oluşturulmasını ve ülkelerin Fırat’tan sulanacak 1 nci ve 2 nci sınıf tarım alanlarının tespit edilerek ortaya çıkacak gerçek ihtiyaca göre suyun paylaşılmasını önermekte, fakat Suriye kabul etmemektedir.

      Türkiye’nin Atatürk Barajında su tutmak amacıyla 13 Ocak 1990 tarihinden başlayarak bir ay süreyle Fırat suyunu kesme kararı Suriye ve Irak devletleri tarafından istismar edilmeye çalışılmıştır. Bu maksatla büyük bir psikolojik harp gayreti içine girilmiş;

      (ı) Türkiye’nin Fırat suyunu Suriye ve Irak’a karşı siyasi bir koz olarak kullandığı,

      (ıı) Sorunun ileri ki yıllarda savaşa bile yol açabileceği,

      (ııı) Türkiye’nin bu kararında İsrail ve ABD Yahudi lobisinin etkili olduğu,

      (ıv) Sorunun çözümünün ancak Suriye, Irak ve Türkiye arasında yapılacak bir anlaşma ile sağlanabileceği,

      (v) Türkiye’nin Fırat suyundan istifade konusunda bir anlaşmaya yanaşmadığı temaları işlenerek Arap alemi başta olmak üzere tüm dünya da Türkiye’ye karşı kamuoyu oluşturma gayreti içine girmiştir.

      (5) Irak :

      (a) Genel : Irak; milliyetçi, sosyalist, mütecanis bir toplum oluşturmayı, Kürt sorununu milli birliği bozmaksızın çözümlemeyi, Türk ve Kürt azınlığı zaman içinde Araplaştırmayı, Basra Körfezi’ni nüfuzu altına almayı, Filistin sorununu kuvvet zoruyla çözümlemeyi ve Arap dünyasının lideri olmayı “Milli amaç” olarak benimsemiştir.

      (b) Irak’ın milli politikası : Bugün ülke politikasına yön veren Arap Sosyalist Baas Partisi, “Birlik, Özgürlük ve Sosyalizm” ilkeleri adı altında, müsamahasız tutumuyla ülkenin hayatını yönlendirmektedir.

      (c) İç politikası :

      (I) Kürt sorununu milli birliği bozmadan çözmek,

      (II) Türk ve Kürt azınlığı zaman içinde Araplaştırmak,

      (III) Baas ilkeleri doğrultusunda milliyetçi, sosyalist ve mütecanis bir toplum oluşturmak.

      (d) Dış politikası :

      (I) Yabancı unsurların yıkıcı etkilerinden korunmak,

      (II) Arap dünyasında Baas yanlısı rejimlerin kurulmasına çalışmak,

      (III) Araplar arası sorunlarda başka ülkelerin çözüm önerilerini reddetmek

      (IV) Arap-İsrail ihtilafının barışçı yollardan çözümüne karşı çıkmak,

      (V) Ortadoğu’da ve Basra Körfezi’nde etkinlik sağlamak,

      (VI) Doğu blokunun yanında batı ülkeleri ile de siyasi, ekonomik, askeri ve teknoloji transferi konularında ilişkileri geliştirmek.

      (f) Irak’ın Türkiye ile sorunları : Irak ile Türkiye arasındaki belli başlı sorunlar şunlardır;

      (ı) Su sorunu

      (ıı) Kürtçülük faaliyetleri

      (ııı) Irak’taki Türkler

      (ıv) Kerkük-Yumurtalık petrol hattı

      (aa) Irak’ın kendi milli menfaatleri doğrultusunda; 2 AÐUSTOS 1990 tarihinde Kuveyt’i işgal etmesi üzerine BM Güvenlik Konseyi tarafından bu ülkeye uygulanan ambargo halen devam etmektedir. Tüm ülkeler gibi Türkiye’nin de bu ülke ile siyasi ve ekonomik ilişkileri dondurulmuştur. BM Güvenlik Konseyi’nin bu ambargoyu kaldırması kararı beklenmektedir.

      (bb) Irak’a karşı uygulanmakta olan ambargo ülkeyi ve bu ülkede yaşayan insanları büyük çapta etkilemiştir. Ancak bu menfi etkinin yanında ambargonun mevcut yapısı ile SADDAM’ın dışında bir alternatif olmaması nedeniyle SADDAM’ı eski güçlü konumuna getirdiği ve SADDAM’ın yaptığı propaganda neticesinde de Iraklıların daha fazla kenetlenmelerine neden olduğu değerlendirilmektedir.

      (cc) SADDAM ülkenin bu duruma düşmesinin ve Iraklıların çektiği tüm sıkıntıların başta ABD olmak üzere batılı ülkelerden kaynaklandığını halkına anlatmaya ve bu arada en yakın komşusu olan Türkiye’yi de suçlayarak düşmanlık aşılamaya çalışmaktadır. Mevcut gücü ile Irak’ın kısa dönemde Türkiye’ye karşı fiziki bir tehdit olabileceği düşünülmemektedir. Ancak su sorunun da istismar ederek Irak halkına Türk düşmanlığını aşılamaya devam edeceği, PKK gibi Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren terör örgütlerini aktif bir şekilde desteklemeye devam edeceği beklenmektedir.

      (dd) Tüm bunlara rağmen ambargonun kaldırılması halinde her yönü ile Türkiye’ye muhtaç durumda olan Irak, başta ekonomik destek dahil ilişkilerin normale dönebileceği, demokratikleşme sürecinin başlaması halinde ise durumun daha da iyileşebileceği değerlendirilmektedir.

      (6) İran :

      (a) İran’ın Türkiye’ye yönelik politikası :

      (ı) İran’ın politikası : İran; içte İslami rejimi her kademede hakim kılma, dışta ise ne doğu ne batı sloganıyla bağlantısızlık hareketi içinde süper güçlere karşı kendine bir yer edinme ve İslam Devrimini ihraç faaliyetlerini sürdürmektedir denilebilir. İran’ın Devrim İhraç Politikası, Humeyni’nin daha sürgünde iken oluşturduğu bir fikir olup İslâmi rejimi ülkede kabul ettirmesinden sonra nihai ve vazgeçilmez bir hedeftir. İran İslam devriminin dünyaya ihracının öncelik sırası, devrim konseyince şu şekilde tespit edilmiştir.

      (aa) Birinci aşamada; Saddam Hüseyin rejimini yıkmak ve Irak’ta benzer bir İslami Devrim gerçekleştirmek,

      (bb) İkinci aşamada; tüm körfez ülkelerindeki rejimleri yıkarak yerlerine gerçek anlamda İslam Cumhuriyetleri kurmak.

      (cc) Üçüncü aşamada; bütün Müslüman ülkelerde İslami Devrimini gerçekleş- tirmektir.

      (dd) Türkiye İslam Devriminin ihraç sıralamasında üçüncü aşamada mütalaa edilmektedir. İran bu amaçlara ulaşabilmek için; Irak rejimine muhalif Şii grupları eğitmeye, mali ve askeri açıdan desteklemeye devam etmektedir. Diğer yandan da, körfez ülkelerinde İslami muhaliflerin eğitilmesi, kendi amaçları doğrultusunda terörist faaliyetlerde bulunulması hususu İran yönetimince teşvik edilmekte ve desteklenmektedir.

      (b) İran’ın Türkiye’ye yönelik faaliyetleri :

      (ı) Çeşitli maskelerle Türkiye’ye eleman gönderme ve dinci hareketi organize etme çabalarını sürdürmektedir.

      (ıı) Ülkemizden İran’a giden aşırı dinci kesime mensup gençlere medrese ve özel amaçlı kamplarda ideolojik ve silahlı eğitim verme gayretlerine devam etmektedir.

      (ııı) İran İslam Devriminin, Türkiye’de benimsenmesi ve benzer devrimin Türkiye’de de gerçekleştirilmesi yönünde propaganda malzemesi niteliğine sahip birçok kitap ve broşürü, illegal yollardan, özellikle tır şoförleri vasıtası ile Türkiye’ye sokma gayreti içindedir.

      (ıv) İran yönetiminin kontrolündeki Tahran Radyosu, ülkemizdeki irticai kesime yönelik yayınlar yapmakta, Atatürk ve Laiklik aleyhinde propaganda yapılmaktadır.

      (v) Ülkemizden din tahsili amacıyla İran’a gidenlere Kum şehrinde ülkemiz Atatürk ve özellikle Laiklik aleyhinde dersler verilmektedir.

      (vı) Hac dönemlerinde Türkçe bilen hacılar kanalıyla Türkiye’deki öğretim ve laiklik aleyhinde vaazlar, parasız teyp bantları ve broşürler verilmeye çalışılmaktadır.

      (vıı) Yurt dışındaki özellikle Almanya’daki vatandaşlarımıza İran Devrimini benimset- mek gayreti gösterilmektedir. Ayrıca Almanya’da bulunan Kaplancılar grubu; İran İslam Cumhuriyeti ideolojisi doğrultusunda faaliyette bulunmaktadır.

      (7) Ermenistan :

      (a) Ermenistan’ın milli politikası : 1991 tarihinde bağımsızlığını kazanan Ermenistan’ın Türk düşmanlığına dayalı Ermeni milliyetçiliği çerçevesinde politikası :

      (ı) Ermenistan’ın ekonomik bağımsızlığını kazanması,

      (ıı) Ermeni diasporası olan ülkelerle diplomatik ilişki kurulması ve karşılıklı elçilikler açılması,

      (ııı) Çeşitli milletlerarası kuruluşlarda sözde 1915 Ermeni Soykırımının onaylanması,

      (ıv) Tarihi Ermeni toprağı olduğu iddia edilen yerlerin geri alınarak Doğu Karadeniz’den İskenderun Körfezi’ne kadar olan bölgede “Büyük Ermenistan” devletinin kurulması için çalışmalar yapılmasıdır.

      (b) Ermenistan’ın Türkiye ile sorunları :

      (ı) Toprak iddiaları : Ermeniler, Sevr Antlaşması’na Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti kurulması maddesini koydurmuş olmalarına rağmen Lozan Antlaşması’nın Sevr’i tarihe gömmesiyle amaçlarına ulaşamamışlardır. Bugün Ermeniler, yapmış oldukları yayınlarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun İskenderun Körfezi’ne kadar kendilerine verilmesini istemektedirler. Aynı zamanda Gürcistan’ın Güneyi, Azerbaycan’ın Karabağ ve Nahçıvan bölgelerini de isteyen Ermeniler, Azerbaycan toprağı olan Karabağ’a 1988’den beri saldırı ve katliamlar yaparak işgal etmiştir.

      (ıı) Soykırım iddiaları ve tazminat talepleri : Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslar, Osmanlıları arkadan vurmak üzere Ermenileri “Bağımsız Ermenistan” vaadi ile kışkırtmışlardır. Ermenilerin, Türklere yönelik katliam faaliyetlerine başlaması üzerine Osmanlı Hükümeti, 27 Mayıs 1915’te çıkardığı tehcir kanunu ile savaş bölgelerindeki Ermenileri daha güneydeki Osmanlı topraklarına göç ettirmiştir. Hükümet, göç ettirilen insanların bütün ihtiyaçlarını karşılamış ve zarar görmemeleri için gerekli tedbirleri almıştır.

      Ermeniler, göç sırasında önce 300 bin (Savaşla birlikte 600 bin), sonra 800 bin Ermeni’nin öldüğünü ileri sürmüşler, bu sayı daha sonra sürekli artırılmış ve 1.5 milyona ulaşmıştır. Bu açık artırmanın devam etmesine ve yarın öbür gün ölü sayısını 2 hatta 3 milyona çıkarmalarına şaşmamak lazımdır.

      Ermeniler, Osmanlı Hükümeti’nce katledildiğini ileri sürdükleri Ermeniler için tazminat da talep etmektedirler. Ortada bir soykırım olmadığına göre tazminat ödenmesi söz konusu bile olamaz. Tazminat talep etmesi gerekenler masum Türk kadın, çocuk ve yaşlıların aileleridir.

      (c) PKK Terör örgütünü desteklemesi : Ermenistan, “Büyük Ermenistan” hedefi önünde engel gördüğü Türkiye’nin parçalanması için PKK terör örgütüne de destek vermektedir.

      (8) Rusya :

      (a) Rusya’nın Milli Politikası : Türk-Rus ilişkilerinde, uzun süre sürekli Rus-Türk savaşları şeklinde geçen tarihi Türk düşmanlığı tohumları bugün için somut olarak ve resmen ortaya konmamış olsa da, Rusya Federasyonunun gerek Çarlık, gerekse Sovyet Rusya’nın tarihsel bir devamı olması nedeniyle, 1 nci Petro’nun 1682’de Çar olmasıyla şekillenen “Klasik Rus” ideallerini sürdürdüğü söylenebilir. “Rus İdeali” şunları kapsamaktadır.

      (ı) Rusya’nın güneye ve sıcak denizlere inme emeli,

      (ıı) İstanbul ve Boğazların ele geçirilmesi ve Türkler tarafından yakılan Doğu Roma İmparatorluğunun tekrar canlandırılması

      (ııı) Kurulacak Doğu Roma İmparatorluğunun hakimiyetinin Ruslara geçmesi,

      (ıv) Ayasofya’nın ele geçirilmesi ve böylece dünya Ortodoksları’nın ruhani liderinin Rusya olması,

      (v) Bütün bu amaçlara, dolayısıyla dünya hakimiyetini kuracak “Büyük Rusya” nın oluşturulmasına engel olan Türkiye’nin parçalanması.

      (b) Rusya’nın Türkiye ile sorunları :

      (ı) 1991’den sonra bağımsızlıklarına kavuşan Türk Cumhuriyetleri ile kültürel yakınlığı olan Türkiye’nin, bu cumhuriyetlere verdiği büyük önemin Rusya’yı tedirgin etmesi,

      (ıı) Rusya’nın hakimiyetindeki Kafkasya’nın etnik yapısında çoğunluğu oluşturan Türklere ve kendilerini Türk kültürü içinde gören Çeçen, Abaza, Acara vb. Kafkas halklarına yönelik olarak, Türkiye’nin gerek coğrafi, gerekse tarihsel ve kültürel sorumluluklarının Rusya’yı rahatsız etmesi, Kafkaslardaki bağımsızlık hareketlerine Türkiye’nin sıcak bakması nedeniyle Rusya’nın da PKK terör örgütüne yakın ilgi göstermesi,

      (ııı) Azerbaycan’ın % 20’sini işgal eden Ermenistan’a Rusya’nın destek vermesi,

      (ıv) Kafkasya ve Orta Asya’daki zengin petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde Türkiye’nin etkinlik sağlama çabaları ve Rusya’nın kontrolünün azalması.

      (v) Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi çerçevesinde boğazlarda tam kontrol sağlama çalışmaları ve Rusya’nın kontrolünün azalması,

      (vı) Sovyet Rusya’nın 1939 yılında ve 2 nci Dünya Savaşı’ndan sonra 1945 ve 1948’de yaptığı Türkiye’den toprak taleplerinin bugünkü Rusya’da da milliyetçiler tarafından gündemde tutulması,

      (vıı) Rusya’nın Balkanlardaki Slavlara yönelik desteğinin; bölgenin istikrarına, dolayısıyla Türkiye’nin güvenliğine yönelik bir tehdit olarak ortaya çıkması,

      Rusya-Türkiye ilişkilerinde; Rusya Federasyonunun, BDT üyesi Cumhuriyetler üzerinde otorite oluşturma, Akdeniz’e inme, Balkanlarda söz sahibi olma çabaları sürmektedir. Bunun sonucu olarak da Türkiye’nin karşısında bir Rus, yani Slav gücünün varlığı ve tehdidi kaçınılmazdır.

      a. BAB içindeki bir Yunanistan ile sorunlarımızın çözümü oldukça güçtür. Özellikle Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarması Türkiye’yi güç durumda bırakabilecektir. Yunanistan ile sorunların mevcut gelişmelere paralel olarak derinleşmesi halinde bu tehdidin mevcut durum içinde çözülmesi oldukça güçleşecektir.

      b. Güneydoğu sorunu ve bu sorunun ilgili bölge devletleri ile diğer devletlerce istismarı Türkiye için en önemli tehdittir.

      c. Ortadoğu ülkelerindeki su sorunu ve müşterek akarsulara bağımlılıkları Suriye ve Irak ile Türkiye arasında daima bir sorun olarak devam edecektir.

      d. Dini devlet düzenine sahip İran ve diğer Arap ülkeleri, bölgede tek laik Müslüman devlet olan Türkiye için daima potansiyel bir tehdit olmaya devam edecektir.

      e. Eski SSCB’nin ve Yugoslavya’nın dağılmasına paralel olarak Kafkaslarda ve Balkanlarda oluşacak anlaşmazlık ve çatışmalar bu ülkelerle Türkiye arasında gelişecek ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilere paralel olarak Türkiye’nin de bu sorunlara bulaşmasına neden olabilecektir.

      Görüldüğü gibi dünya da soğuk savaşın sona ermesi,komünizmin yıkılması,tarih boyunca Türkiye için en büyük tehdidi oluşturan eski SSCB’nin dağılmasına rağmen Türkiye, şimdide gelişen yeni oluşumlara paralel olarak jeopolitik konumunun önemi nedeniyle çepeçevre bir tehdit kuşağının ortasında bulunmaktadır. Bu durumda ülkemizin iç istikrarının, milli birlik ve bütünlüğünün korunması her zamankinden daha fazla önem kazanmaktadır.

      Yorum

      • DATAMAN
        Senior Member
        • 23-10-2004
        • 7115

        #4
        Konu: türkiyeye yönelik tehditler

        www.google.com.tr kullanmayı alışkanlık haline getirmek Şart. eğitim şart.

        Yorum

        • esed
          Banned
          • 13-11-2006
          • 176

          #5
          Konu: türkiyeye yönelik tehditler

          Originally posted by DATAMAN View Post
          www.google.com.tr kullanmayı alışkanlık haline getirmek Şart. eğitim şart.
          Tebrikler
          Alkışlıyorum
          Çok güzel özetlemişsiniz.

          Yorum

          İşlem Yapılıyor
          X