türkçe acillllllllllllllllllllllllll yardım))))))))))))))))))

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • ömer3434
    Junior Member
    • 21-04-2007
    • 6

    türkçe acillllllllllllllllllllllllll yardım))))))))))))))))))

    cahit sıtkı tarhancının edebi hayatı yarına çok acillllllllll heryere baktım yoktu
  • ÝMD
    Member
    • 24-09-2004
    • 920

    #2
    Konu: türkçe acillllllllllllllllllllllllll yardım))))))))))))))))))






    Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önemli isimlerinden biri olan Cahit Sıtkı Tarancı, kendisine has şiir dili ve dünyası ile edebiyat tarihimizde mühim bir yer işgal eder. O şiire bir ihtiras halinde sarılmış, şiir yazmaya başladığı lise yıllarından ölümüne kadar “şâir” vasfına sadık kalmıştır. Sırf bu sebepten yazmış olduğu hikâyelerin dergi ve gazete sayfalarında kalmasına rıza göstermiştir. Şâir dostu Ziya Osman Saba’ya yazdığı bir mektubunda, “şiir kıskanç bir sevgilidir. Onun üstüne gül koklanmaz, yar sevilmez” [1] der.
    Cumhuriyet dönemi Türk şiirimizin bu kıymetli şâiri hakkında Ramazan Korkmaz tarafından İkaros’un Yeni Yüzü Cahit Sıtkı Tarancı[2] ismini taşıyan bir kitap yayımlandı. Akçağ yayınları arasından çıkan bu çalışma Cahit Sıtkı Tarancı hakkında akademik ölçüde yazılan tek eser olma özelliğine de sahiptir. Herhalde Türk edebiyatında Cahit Sıtkı Tarancı kadar şanslı başka bir isim yoktur. Zira çok az yazar ve şâirimize nasip olmuş bir inceleme bolluğuna sahiptir. On kadar kitap[3] ve sayısı epeyce bir yekun tutan makale ve tez, onun farklı cephelerini, şiirini, şâirliğini ve eserlerini anlatmaya ve aydınlatmaya hasredilmiştir.
    Doç. Dr. Ramazan Korkmaz’ın (artık profesör) 1996 yılından başlayarak günümüze kadar Cahit Sıtkı Tarancı hakkında toplamış olduğu belgeler ve yaptığı ilmi araştırmalar bugün elimizde tuttuğumuz bu hacimli kitap ile meyvesini vermiştir.
    Dört bölüm, sonuç, kaynakça, belgeler ve dizinden oluşan bu eser 388 sayfalık bir hacme sahiptir. Eserin I. Bölümü, Cahit Sıtkı Tarancı’nın hayatı, edebî kişiliği ve eserlerine ayrılmıştır. Şâirin hayatı, hâlâ hayatta olan kızkardeşi Nihal Erkmenoğlu, eniştesi Kamuran Erkmenoğlu, teyzezâdesi olan Reşid İskenderoğlu, çalışma esnasında hayatta iken sonra kansere yakalanarak ölen eski eşi Cavidan (Tarancı) Yükselen’in tanıklıkları ve birebir görüşmeler neticesinde elde edilen özel bilgilerle aktarılmıştır. Ayrıca bu bölümde şâirin eserleri ve edebî kişiliğine de yer verilir. Eser tamamen Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiiri üzerine inşa edilmiş olmasına rağmen yazar, şairin şiirlerinin açık ve detaylı künyelerini vermemiştir. Yer yer çalışma içerisinde verilen şiir künyeleri, hikayelerde olduğu gibi düzenli ve toplu bir şekilde verilseydi herhalde okuyucunun Cahit Sıtkı’nın şairlik serüvenini daha sarih bir şekilde anlamasına katkıda bulanacaktı. Çalışmanın tek kusuru gibi görünen bu eksikliğin kitabın sonraki baskılarında düzeltilmesini umuyoruz. Çünkü bu kusurdan masun kalmış bir çalışma belki de daha mütekamil bir çalışma olacak.
    II. Bölüm, şâirin şiirlerinin tema/konu ve yapı bakımından incelenmesine ayrılmıştır. Kendi içinde de “şiirlerin tema/konu bakımından incelenmesi” ve “şiirlerin yapı bakımından incelenmesi” olmak üzere iki bölüm halinde incelendiğini görmekteyiz.
    III. Bölümde, Cahit Sıtkı Tarancı’nın sembol ve imge dünyasına yer verilmiştir. Aslında yazarın da önsözünde belirttiği üzere IV. Bölüm (Dil ve Üslûp)’de yer alması gereken bu kısmın ayrı bir bölüm halinde incelenmesi, malzemenin “özel bir dikkati yoğunlaştırmak amacıyla müstakil” bir surette ele alınmasına yol açmış olmasındandır. Çalışmada, incelemenin dışında teorik bir takım yaklaşım ve tekniklerin de yabancı kaynaklara müracaat edilerek sunulması bu bölümün müstakilleşmesine imkan sağlamıştır.
    IV. Bölüm ise Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirlerinin dil ve üslûp incelemesine ayrılmış olup, bu bölümde şâirin, “şiir dilini kavrayış biçimi ve söz serveti”, “dili kullanım biçimi ve mısra/cümle yapısı” ve “şiirlerindeki değişmeler” ayrı başlıklar halinde incelenmiştir.
    Kaynakça kısmında da çalışma boyunca kullanılan genel ve özel kaynaklar verilmiştir.
    Çalışmanın önemli bir tarafı ise, Cahit Sıtkı Tarancı’nın bu zamana kadar yayınlanmamış bir şiirine ve 15 mektubuna yer verilmiş olmasıdır. Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiir dönemlerine bakılırsa, bu dönemlerin onun hayatının da dönüm noktaları olduğu görülecektir. Bizzat kendisi “şiirim ömrümün enstantaneleridir”[4] der. Sevinçlerini ve hüzünlerini şiirde bulan bir şâirin farklı şeyler söylemesi de herhalde beklenemez. Düşten Güzel’in güzeli Cavidan Hanımın, Cahit Sıtkı Tarancı’nın kendisine evlenme teklifinde bulunduğu mektupları araştırmacıya vererek günışığına çıkarmış olması çalışmanın diğer önemli bir şansıdır. Bu mektuplarla şâirin ruh dünyasına daha derinden nüfuz edebildiğimiz gibi onu daha doğru ve iyi anlamak noktasında da pürüzleri halletmiş oluyoruz.
    Belgeler kısmında şâirin el yazılarına yer verilmiştir. Bunlar arasında şâirin eski yazı ve yeni yazıyla yazılmış mektup ve şiirleri vardır. Ayrıca Cahit Sıtkı Tarancı’nın hayatı ile ilgili belgeler de bu kısımda yer almıştır.
    Edebi eserlerin her okunuşunda yeniden yaratıldığı ve her araştırmacı veya okuyucu tarafından farklı şekillerde algılanıp yorumlandığı düşünülürse, Cahit Sıtkı Tarancı da çeşitli kişilerce, çeşitli zaman dilimlerinde yeniden yorumlanacaktır. Bu yorumlardan birini akademik bir perspektifle gerçekleştirmiş olan Ramazan Korkmaz’ı bu çalışmasıyla kutluyor, bütün şâir ve yazarlarımızın da en az Cahit Sıtkı Tarancı kadar inceleme ve dikkatlere mazhar olmasını temenni ediyoruz.



    Otuz Beş Yaş

    Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
    Dante gibi ortasındayız ömrün.
    Delikanlı çağımızdaki cevher
    Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
    Gözünün yaşına bakmadan gider.
    Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
    Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
    Ya gözler altındaki mor halkalar?
    Neden böyle düşman görünürsünüz;
    Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
    Zamanla nasıl değişiyor insan!
    Hangi resmime baksam ben değilim:
    Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
    Bu güler yüzlü adam ben değilim
    Yalandır kaygısız olduğum yalan.
    Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız
    Hatırası bile yabancı gelir.
    Hayata beraber başladığımız
    Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
    Gittikçe artıyor yalnızlığımız
    Gökyüzünün başka rengi de varmış!
    Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
    Su insanı boğar, ateş yakarmış!
    Her doğan günün bir dert olduğunu,
    İnsan bu yasa gelince anlarmış.
    Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
    Her yıl biraz daha benimsediğim.
    Ne donup duruyor havada kuşlar?
    Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
    Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
    N'eylesin olum herkesin başında.
    Uyudun uyanamadın olacak
    Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
    Bir namazlık saltanatın olacak.
    Taht misali o musalla taşında.

    Cahit Sıtkı Tarancı




    Tarih edebiyatçıları karşımıza, sonucunu yaşadıkları sürece öğrenemeyecekleri bir mücadelenin övgüsü, yergisi ve çelişkileri sonradan saptanmış tespitleriyle karşımıza çıkarmaktadır. Hangi şairi merak ederseniz edin, araştırmanız sırasında ya bir yapıya mensup olmanın, ya da bireysel davranışlar içinde ortaya çıkardıklarının muhakemesini ortaya koyan incelemeler çıkacaktır karşınıza. Zaten yaşadıkları sürece bu döngünün kendilerini tanımlayacağı noktayı bulamayacaklarından, kesin neticeye varmak için ölmeleri gerekmektedir. Yaşadıkları sürece her an bulundukları konum değişebiliyor.
    Pek çok şairden ellisinden sonra iyi şiir yazmaya başladı diye söz edilir. O döneme kadar da ünlü şairdirler ama onları büyük şair yapan bazen son eserleridir. (Behçet Necatigil, Oktay Rıfat vs. ) Birde çok iyi başlayıp gerisini getiremeyenlerden söz edilir(Fazıl Hüsnü Dağlarca). Elbette bu yorumlar herkesin üzerinde uzlaştığı yorumlar değildir. Hatta bu yorumlara şiddetle karşı çıkanlar bazen çoğunluğu teşkil etmektedirler. Zaten mühim olan da bu değildir aslında. Bugün tüm toplumun üzerinde uzlaştığı şairlere karşı geliştirilmiş ve başarılı olmuş pek çok akım vardır. Ama tarih her iki tarafa da hakkını vermeyi bilmektedir. Rusya'da Mayakovski, Puşkin düşmanlığı gerekçesiyle çok sıkıntılı dönemler geçirmiştir. Hiç bir baskı Mayakovski'nin kendini tüm dünyaya ispatlamasına engel olamamıştır. Bu durum Mayakovski'yi Rus edebiyatının zirvesine oturturken Puşkin'i de aşağı çekmemiştir. Bugün iki şairde Rus edebiyatının zirvesinde ayrı ayrı saldırıları göğüslemeye çalışmakta ya da övgülerle yüceltilmektedirler. Her mukayesede birbirleri karşısına çıksalar da değerlerini korumaktadırlar.
    Şair dünyanın neresinde yaşamış olursa olsun, kanımca kendi adına orijinal bir final beklentisi içinde olmamalıdır. Özellikle eserleri kadar yaşantılarıyla da derin izler bırakmış şairlerin farklı zaman aralıklarında yaşadıklarının birbirine çok benziyor olması bir tesadüf olamayacağına göre, şairleri bundan sonra da farklı bir sonun beklemesini düşünmeye hakkımız yoktur. Sandor Petöfi, Gogol, Baudelaire, Şeyh Galip, Orhan Veli, Sabahattin Ali, Mayakovski ve Yesenin gibi isimlerin yaşamına bakarak diğerlerininkini küçük hatalarla da olsa tahin etmeniz hiçte zor değil. Bu durumu tersinden düşünmek için, yaşantıları ile edebiyat dünyasında bir yer ihtiva etmeyen şairlere de satırlarımızda yer vermemiz gerekir. Yani uzun yaşayanları, hayatın sıkıntılı yollarıyla sıradan bir vatandaştan biraz daha farklı şekillerde mücadelelerini devam ettirenler ve bu mücadeleyi miras bırakanlar. Neresinden bakarsanız bakın eceline en düşük düzeyde müdahale edenleri bu sınıfa koymalıyız. Yahya Kemal, Necip Fazıl, Goethe, Gorki, Victor Hugo, Melih Cevdet diğerlerinden biraz daha fazla yaşamış olsalar da gerek şiire bıraktıkları, gerekse yaşamlarını şekillendiren ve koşullandıran detaylarla ilk başta sözünü ettiğimiz şairlerle aralarında oluşacak benzerliklere engel olamazlar.
    Tabi bu sözünü ettiğimiz kesimlerin dışında kalanlar da var... Asıl konumuz onlar. Yani arada kalanlar. Yani hem uzun yaşamamış olanlar, hem pek saldırıya uğramamış olanlar. Hem önemli bir kesim tarafından eleştirilenler, hem takdirle anılanlar. Öldükleri zamanki eserleriyle ilk yapıtları arasında çok büyük bir fark bulunmayanlar. Ne yapmaya çalıştıkları konusunda kafa yormak yerine küçük yerlere sığdırılanlar ve orada yaşam mücadelesi verenler.
    Şiirde kırılma noktası:

    Şiirde 1950 li yıllardan söz ederken birbirinden farklı pek çok ayrıntıyı içinde barındıran bir dönemden söz ettiğimizi unutmamalıyız. 1950 yılı Türk şiiri için devamlı hatırlanması ve çok iyi bilinmesi gereken bir tarihtir. Nazım Hikmet'in şiir serüveninin kırılma noktası, Orhan Veli'nin Ölümüyle bir akımın tarihe karışması, aktif siyasette liberal akımların ağırlığını hissettirmesi, Türkiye'nin gerçek anlamda demokrasi denemelerine geçmesi gibi aşamaların kırılma noktasıdır bu tarih. Dolayısıyla bu devirde isminden söz ettiren herkesi, dönemin koşulları ve hevesleri ışığında anlamaya çalışmak bizi doğruya biraz daha yaklaştıracaktır.
    Şiirimizde en keskin geçişlerin yaşandığı yıllar, doğu şiirindeki ahengin batı şiirindeki biçim üstünlüğüyle birleştirilmesi çalışmasının en hareketli olduğu bu yıllara denk düşmektedir. 1900'lü yılların başından itibaren Osmanlı imparatorluğunun sorgulandığı yıllarla dilde ve edebiyatta ortaya çıkan arayışın arasında büyük paralellikler gözlemleyebilirsiniz. Umutları tükenmiş bir halkın içine umut tohumları yeniden ekilirken nasıl o toplumun temek dinamikleri harekete geçirildiyse, edebiyatta özellikle de şiirde aynı dinamiklerden istifade edildiğini anlamak pekte zor olmasa gerek. Bu yıllardan itibaren içeriği hiç değişmeyecek olan bir alaşım Türk şiirine hükmedecek ve bitmeyen bir tartışma büyüyerek devam edecekti. Doğu kültürünün öğretilerinden oluşan geleneğin batı kültüründen dilimize aktarılan özellikleri çeşitli zaman aralıklarında farklı oranlarda harmanlanarak karşımıza çıkışı 1950 'li yıllarda boyut değiştirmeye başlamıştır. Bu tarihten sonra geleneği tamamıyla reddeden unsurlar kendini göstermeye ve ön plana çıkmaya başlamıştır. Hatta geleneği temsil eden unsurların hükmünü yitirip, tartışmaların merkezine yenilikçi unsurlardan kopan fraksiyonların oturması da bu yıllardan sonra olmuştur.
    Bu sebepler bu yıllarda yaşamış şairleri incelerken koşullarında bilerek incelemeyi gerektirmektedir. Bu yılları devamlı bir arayış içinde geçiren Cahit Sıtkı Tarancı, Türk şiirinin batıya açılma yolu olmakla, batının Türk şiirine açılan penceresi olmak arasında bir yerde tanımlanmaktadır. Şimdi bu yerin gerçek anlamda tanımını incelemeye çalışacağız.






    evet sana gerçektende Türkçe lazım 3 yıldır burdayım forumda böyle bir başlık görmedim...smile_nono

    ''türkçe acillllllllllllllllllllllllll yardım))))))))))))))))))''
    Son düzenleme İMD; 07-05-2007, 22:27.

    Yorum

    İşlem Yapılıyor
    X