KONUŞURUZ AMA NECE KONUŞUYORUZ?

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • armonil
    Member
    • 05-06-2007
    • 758

    KONUŞURUZ AMA NECE KONUŞUYORUZ?

    Bugün dünya üzerinde 3000’den fazla dilin olduğu biliniyor.
    Bunun 100 kadarı devlet dili. Bu 100 değişik dilin 15 tanesi uygarlık, bilim ve kültür dili sayılıyor. Türkçe de bu 15 dilden biri.
    500 bin sözcüklük İngilizce’ye, 400 bin sözcüklü Almanca’ya karşılık; Türkçe’nin, 90 bin sözcüklü olduğu söyleniyor.
    Dünyanın en eski ve en köklü uygarlık dillerinden biri olan Türkçe; sözcük dağarcığı olarak, İngilizce’nin (yaklaşık) beşte, Almanca’nın dörtte biri...
    Nereden bakarsan bak, üzüntü verici; nereden bakarsan bak, acı bir gerçek. Kuşkusuz, diller konusu tartışılırken, peşinen kabul edilmesi gereken en önemli husus; “üreten toplumların dilinin, salt tüketen toplumlardan daha varsıl olacağı” gerçeğidir.
    Bizim de ülke olarak, üretimle pek işimiz olmadığına göre dilimizin; ekonomisi güçlü, üreten ülkelerin dilinden daha yoksul olması, son derece doğal.
    Yani..
    Yani fazlaca dert etmenin, üzülmenin de bir anlamı yok.
    Ama benim kahırlandığım konu daha başka.
    Üretim kabızı toplum oluşumuz bir yana; çılgınca tükettiğimiz nesnelere, Türkçe karşılık bulmaktan bile aciz bir toplumuz. Daha doğrusu, acizmiş gibi davranmaya zorlanmış bir toplumuz. Bu amaçla kurulmuş, görevi bu olan kurumlara bile dayanamayan, onlara hoyratça davranan yobaz bir toplumuz.
    Yeni bir buluşa, yeni bir nesneye, yeni bir kavrama; o buluşu, o kavramı, o nesneyi üreten, bulan, yaratan toplum ne ad vermişse; o adı (aynen) kullanmayı, “uygarlaşma sanan”, egemen bir güruhun güdümündeki, zavallı insanlarız.
    İşte buna kahırlanıyor, buna üzülüyorum.
    Rahmetli Aziz Nesin, “Teknolojiye tek katkımız elin yaptığı kamyona ‘maşallah’ takmak” derdi. “Maşallah”ın da, “elin” olduğunu anımsatarak...
    * * *
    Dilimiz asırlardır, içten de çok büyük destek gören, dış güçlerin saldırısı altında...
    İslamiyet’in kabulüyle birlikte başlayan bu saldırı; ulus toplumundan, ümmet toplumuna geçişimizle birlikte had safhaya ulaşmış, yapay dil Osmanlıca’nın öne çıkarılmasıyla da anadilimiz Türkçe, yerle bir edilmiştir.
    Ulu Önder Büyük Atatürk ve arkadaşlarının büyük gayretleriyle tekrar diriltilen Türkçe; Ulu Önderin ölümünden sonra, (özellikle de 1950’den sonra Demokrat Parti iktidarıyla birlikte) yine, saldırıların boy hedefi olmuştur.
    Günümüzde de; Doğu yanlıları, Ortadoğu yanlıları, Batı yanlıları, Kuzey yanlıları, sağcılar, yeniyetme solcular, ümmet yanlıları, dinciler, siyasetçiler, sanatçı geçinenler, aydın takılanlar hep birlikte, ana dilimiz Türkçe’ye; alttan, üstten vurmaya başladılar.
    Kimi kaçak dövüşüyor, kimi ayan beyan alenen vuruyor. Devir onların devri... Devir Türkçe’ye saldırı devri... Devir “Türk” adına tahammül edemeyenlerin devri...
    Bir YÖK eksikti... O da arenadaki yerini aldı...
    O da; “Türk dili, bilim dili olamaz” diye, buyurmuş(!)...
    Ne garip bir ülkeyiz, ayırdında mısınız?
    Türkçe’yi, Türkçe sözcükleri savunanların “solcu, bölücü”; Türkçe sözcüklere karşı çıkıp, Arapça sözcükleri savunanların, Türkçe yerine, Arapça sözcükler kullanmayı yeğleyenlerin, “Türkçü, milliyetçi, yurtsever” sayıldığı bir ülkenin çocuklarıyız...
    Hep merak ederim; bizim kadar böylesi “yoğun çelişkiler yaşayan”, bir başka ulus daha var mıdır, diye...
    Kendi diline sahip çıkmayan birine, ulusçu ya da milliyetçi denebilir mi..
    Böyle biri veya birileri, “yurtsever” olabilir mi..
    Kendi diline sahip çıkmayan biri, bağımsızlıktan söz edebilir mi..
    * * *
    Ekonomimizi ele geçiren emperyalist güçler, dilimizi de ele geçirmek üzere...
    Yabancı güçlerin yardımıyla ayakta duran bir ülkeye bağımsız denemeyeceği gibi, yabancı dillerin desteklemesiyle görevini yapmaya çalışan bir dile de bağımsız denemez.
    Dilimiz de bağımsızlığını yitirmek üzere...
    Dilimize sahip çıkmalıyız.
    Dilimize özen göstermeli, dilimizi korumalı, dilimize emek vermeliyiz.
    Dilimiz hep “Türk” kalmalı...
    Dilimiz hep güçlü olmalı, varsıl olmalı...
    Bunları, “dil ırkçılığı” yapmak için söylemiyorum.
    Ya..
    Sadece ve sadece, en doğal hakkımı kullanıyorum.
    “Ana dilime” sahip çıkıyorum.

    Bu yazı 12.08.2003 tarihinde Yeni Alanya Gazetesinde yayımlanmıştır.
  • armonil
    Member
    • 05-06-2007
    • 758

    #2
    Konu: KONUŞURUZ AMA NECE KONUŞUYORUZ?

    Yeni Alanya Gazetemizin değerli köşe yazarlarından Sevgili Dinç Akal Ağabeyim, 26 Nisan 2004 tarihli köşe yazısında; “Vatandaş Türkçe konuş!...” diye feryat ediyor.
    Aşkolsun Dinç Abi, “Türkçe” mi, kaldı Allahını seversen!...
    Sen yoksa “7 Uyuyanlar Mağarası” na mı takıldın bir süre!..
    Biz artık Avrupalı olduk... pardon biz artık “Europe”lu olduk ay Dinç Abi.
    ???..
    Kim mi “biz”..
    !!!!...
    Biz işte... hepimiz... Bürokratlarımız, siyasilerimiz, askerlerimiz, bilim adamlarımız, öğretimcilerimiz, turizmcilerimiz, doktorlarımız, yargı mensuplarımız, mühendislerimiz, esnafımız, tüccarımız, gençlerimiz, yaşlılarımız... hepimiz... hepimiz “Europe” lu olduk... Özellikle de medyamız...
    Ulu Önder Büyük Atatürk’ün; Türkçe’yi yabancı dillerin boyunduruğunda kurtarmak, dil ve yazımda birlik sağlamak amacıyla kurduğu Türk Dil Kurumu’nu (TDK) kapatıp, onun yerine AKDTYKTDK’nu kuran 12 Eylül Askeri Cuntasının yüksek hizmetlerinden(!) sonra, hep birlikte “metroeurope”(!) olduk.
    “Metroeurope” ne mi demek..
    !!!!...
    İşte “metro****üel” gibi, “metrointelligent” gibi, “metroglobalist” gibi, “metropatroit” gibi, “metrotourizm” gibi, ya da “metropuşt” ya da “metroib..” (yok onu yazmayım) işte öyle bir şey...
    Onlardan olduk işte...
    Çık bi bak sokaklara, caddelere... Kaldır kafanı, bak tabelalara... Allah için bir tek Türkçe sözcük görebilecek misin..
    Geçenlerde AB İlerleme Raporu’nda “X, W, Q” harflerini kullanmamız öğütlendi diye, numaradan biraz söylendik, tepki gösterir gibi yaptık ama bakma sen bize...
    Alanyaca, “çalkalayoz” işte...
    Yakında “X,W,Q” yu kabullendiğimiz gibi, “alfa, beta, gama, omega” yı da kabullenir, tatmin olmazsak Afrikalı kabilelerden de harf ithal ederiz. Artık biz de o “metro bilmem ne” denen şeyden olduk nasıl olsa.
    Gördün mü bak; otellerimizin, pansiyonlarımızın, dükkanlarımızın adları hep Anglomanlıca oldu.
    Yakın zaman içinde; hem “Küreseldaşlarımıza ayıp olmasın”, hem de “Türkçe isimler, turistlerimizin akıllarında kalmıyor”, diye sokaklarımızın, caddelerimizin, mahallelerimizin adını da Anglomanlıca koyarsak hiç şaşırma...
    Geçenlerde, “X, W, Q” dendiği zaman; hop oturup hop kalkan, ortak bir dostumuz, bankaya gidecekti... Sordum; “hangi bankaya gidiyorsun?” diye ...
    Dudaklarını büzüp; “Eyç es bi si Benke” dedi.
    Güldüm.
    Dedim ki; “A benim XWQ faşisti gardaşım!... 29 harfli abecemizin harf sayısı arttı da benim mi haberim yok.. Türkçe’de ne zamandan beri; ‘H’ harfi ‘eyç’; ‘S’ harfi ‘es’; ‘B’harfi, ‘bi’; ‘C’ harfi ‘si’ okunur oldu!..”
    Garip garip baktı yüzüme... “Televizyonlarda bile öyle söyleniyor...” dedi ve gitti.
    Türkçe ne hale geldi görüyor musun Dinç Abi?
    Adam haklı! Türkçe konusunda en duyarlı olan TRT’de bile, HSBC’yi “eyç - ey - bi - si” olarak seslendiriyor.
    Düne kadar, “K” harfini “ka” olarak; “H” harfini “ha” olarak, “aş” olarak okuyanlara kızarken; başımıza bir de “key” ciler, “eyc” ciler çıktı.
    Ses bayrağımız Türkçe sahipsiz... Ses bayrağımız Türkçe yerlerde sürünüyor... Türkçe ayaklar altında paspas...
    Bu gelişmeler karşında, 12 Eylül Rejimi tarafından TDK’nun yerine kurulan AKDTYKTDK; ya hiçbir şey söylemiyor ya da (eğer çok üstüne gidilirse) Türk-İslam Sentezi Siyasası koşutunda, TDK’nun o güne değin savunageldiklerinin tam aksini söylüyor...
    Kapatılan Türk Dil Kurumunun özerklik bilincine sahip üyelerinin kurduğu Dil Derneği’nin çalışmaları da (ne yazık ki) etkili ve yeterli olmuyor. Hatta denilebilir ki, onların söylemleri, daha çok kafaları karıştırıyor.
    Artık yazarların masalarının üzerinde, iki ayrı yazım kılavuzu var. Biri, adı uzun, edimi cüce AKDTYKTDK’nın, diğeri Dil Derneği’nin hazırladığı yazım kılavuzu.
    Bir kılavuzun ak dediğine, diğer kılavuz (ya da diğer kurum) kara diyor.
    Dil Gümrüğümüzün olmaması nedeniyle, dilimize girip, dilimizi kirleten “yabancı sözcüklerin nasıl yazılıp, nasıl okunacağı” bir yana; “kesme imi, düzeltme imi, nispet i’si, noktalı virgül, nokta ve virgülle ilgili sorunlar” ın hepsi birbirine girdi.
    Türkçe mi kaldı Dinç Abi... Devlet eliyle, millet olarak öldürdük Türkçe’yi.
    Artık “metro bilmem ne” denen şu şeyden olduk...
    Hadi hep beraber okuyalım şimdi...
    Eyç – es - bi - si (HSBC)...
    Yu – i – ef – ey (UEFA)...
    Ef – ay – ef – ey (FİFA)...
    En – ti – vi (NTV)...
    Si – i – o (CEO)

    Not. Bu yazı 29 Nisan 2004 tarihinde Yeni Alanya Gazetesinde yayımlandı.

    Yorum

    • armonil
      Member
      • 05-06-2007
      • 758

      #3
      Konu: KONUŞURUZ AMA NECE KONUŞUYORUZ?

      Gençlerimiz artık birbirleriyle böyle konuşup, böyle esenleşiyor...
      Sadece gençler mi.. Kazık kadar adamlar, makam mevkii sahibi bürokratlar da böyle konuşup, böyle esenleşiyor...
      Geçtiğimiz günlerde, Ülkemizin çok önemli bir kurumunun, üst düzey yöneticiliğine atanan bürokrat arkadaşımı makamında kutlamak üzere ziyaretine gittiğimde; bu üst düzey bürokrat dostumun da, telefon konuşmalarını böyle bitirdiğine tanık olduğum zaman, doğrusu dehşete düştüm...
      Ülkemizin çok önemli bir kurumunun, üst düzey yöneticiliğine getirilen, Amerika’da eğitim görmüş, iyi derecede birkaç lisan bilen bu bürokratımız, sadece bu garip sözcükleri kullanmakla kalmıyor, kullandığı sözcüklerin yarısından fazlasının İngilizce sözcüklerden oluşmasına (sanki) özellikle özen gösteriyordu...
      O gün kendisini üzülerek, acıyarak ve tiksinerek izledim...
      Tıpkı, kendi yurdumuzda, kendi topraklarımızda kendi dilimizi dışlayıp; iş yerlerine garip garip “Angloman’lıca” adlar koyan, özenti zavallı insanları acıyarak, tiksinerek izlediğim gibi...
      Kendi topraklarımızda, kendi yurdumuzda, kendi dilimize ihanet ediyoruz... Dünyanın en zengin, en köklü, en yaygın, en türetken ve de en üretken dili olan Türkçe’mizi, kendi ellerimizle boğuyoruz...
      Dilimiz can çekişiyor...
      Milliyetçilik, Türklük dendiği zaman mangalda kül bırakmayan sözde milliyetçiler, sözüm ona Atatürkçüler, liberaller, sağcılar, solcular, demokratlar, dinciler, ümmetçiler hep birlikte el ele Türkçe’yi boğmaya, yok etmeye çalışıyor...
      Kendi kendini yiyip bitiren böcekler gibiyiz...
      Böyle bir aymazlık, böyle bir vurdumduymazlık olabilir mi..
      Yabancı sözcükler, giderek tüm kurumlarımıza, kuruluşlarımıza, iş yerlerimize, öğretim kurumlarımıza, hatta aile içi yaşamımıza egemen oluyor...
      Bilim ve düşün adamlarımız, siyasilerimiz, bürokratlarımız konuşurlarken konuşma aralarına sık sık yabancı sözcükler (İngilizce, Arapça v.b) sokuşturmayı marifet sanır oldu...
      Özellikle turizm kentlerinde, turistik işletmelere ve işyerlerine, “turistlerin aklında daha iyi kalıyor...” gibi abuk bir mantıkla yabancı adlar verilir oldu...
      Turizmin tek amacı, ne pahasına ve neye mal olursa olsun, sadece ve sadece maddi kazanç sağlamak mıdır..
      Böyle bir mantık olabilir mi..
      Gelen turiste doğal güzelliklerimizi, tarihsel ve kültürel zenginliklerimizi kendi dilimizle yansıtmalıyız ki, belleğinde üç beş Türkçe kelime de kalabilsin... Türkiye’yi, Türkü tanıdığı gibi, Türkçeyi de tanısın, Türkçeyi de öğrensin... Öğrendiği üç beş Türkçe sözcüğü ülkesine taşısın...
      Siz hiç gittiğiniz yabancı ülkelerde; o ülke insanının, işletmesine kendi dili dışında, başka bir dilden ad verdiğini gördünüz mü..
      Siz hiçbir Alman’ı, hiçbir Fransız’ı kendi dili dışında esenlediğiniz zaman, konuştuğunuz dilde karşılığını aldınız mı..
      O zaman bizdeki bu özenti, bu eksiklenme niye..
      Neden kendi kendimizi “kültürel soykırım uçurumuna” itiyoruz.. Kazakistan, Türkmenistan, Hindistan, İrlanda, Tunus, Cezayir v.b örnekler gözümüzün önündeyken, neden hâlâ devekuşu örneği kafamızı kuma gömüyoruz..
      Dilimizdeki bu yozlaşma, yabancı güçlerin “ dilimizi unutturma” oyunun bir sonucudur...
      Bu gidişin sonu, iki üç nesil sonra dilimizin tamamen yok olmasına kadar gider...
      Şunu hiç unutmayalım... Dil olmazsa kültür olmaz. Kültür olmazsa kimlik, kimlik olmazsa haysiyet, onur olmaz...
      Bireyleri ulusuna, yurduna, geçmişine bağlayan en önemli etmen, kuşaklardan kuşaklara aktarılarak gelen dildir. Yani dil, bir toplumu ulus yapan en önemli etmendir.
      Dilini kaybeden toplum, her şeyini kaybeder.
      Geç olmadan, dilimize sahip çıkalım ve üzerimize düşen görevi yapmaya çaba gösterelim...

      Not : Bu yazı, 01 Ağustos 2002 tarihinde Yeni Alanya Gazetesi’nde, 02 Ağustos 2002 tarihinde de Çorum Haber Gazetesinde yayımlanmıştı.

      Yorum

      İşlem Yapılıyor
      X