Sarı Gelin Türk'ün Türküsüdür.

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • Zaur
    Member
    • 19-04-2004
    • 906

    Sarı Gelin Türk'ün Türküsüdür.

    Sarı Gelin Türküsünün Hikayesi.


    Eski bir türkü, son günlerde yeniden sık çalınır ve dinlenir oldu. Günlük bir gazetede çıkan yazıdan, türkü hakkında çeşitli iddiaların ortalıkta dolaştığını öğrendik (Hürriyet-2000). Önce bu iddialara bakalım: "Azerbaycanlılar, bu türkünün Azerî türküsü olduğunu ifade ediyorlar. Azerbaycan Büyükelçisi, "Ermenicede sarı ve gelin kelimeleri yok. Bizde iki üç yüz yıldan beri söyleniyor. Milletvekili Yılmaz Karakoyunlu, bu türküyü Ermenilere mal etti!" diye dert yanıyor.

    Sarı Gelin türküsü, Kuzeydoğu Anadolu coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman'dır. Diğer kavimler, Kıpçakları "sarışın" anlamına gelen "Kuman" adıyla veya bu anlama gelen başka kelimelerle anmışlardır.

    Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ve Kür ırmakları boyunda yaşayan Hristiyan Kıpçak beyinin kızıdır. Bölgeye gelen Arap din adamlarından birinin âşık olduğu bu sarışın güzel etrafında gelişen efsaneler, Kars ve Erzurum yörelerinde yaşamaktadır.
    Türk kültüründen etkilenen Ermeniler arasında birçok şifahî halk edebiyatı ürünümüzün yaşıyor olması, Sarı Gelin türküsünün, bir Ermeni türküsü olduğu iddiasının ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

    Bu yazıda, Çoruh ve Kür ırmakları boyunda yaşayan Kıpçak Türklerinden bahisle, onların izlerini taşıyan bir efsanenin varyantları üzerinde durulmuştur. Sarı Gelin'in bu efsaneyle birlikte, birkaç varyantını tespit edebildiğimiz bir türküye konu olması ve hatta bölgede bu adla anılan bir halk oyununun bulunması, tesadüf olamaz.

    Eski bir türkü, son günlerde yeniden sık çalınır ve dinlenir oldu.

    Günlük bir gazetede çıkan yazıdan, türkü hakkında çeşitli iddiaların ortalıkta dolaştığını öğrendik (Hürriyet-2000). Önce bu iddialara bakalım:

    "Azerbaycanlılar, bu türkünün Azerî türküsü olduğunu ifade ediyorlar. Azerbaycan Büyükelçisi, "Ermenicede sarı ve gelin kelimeleri yok. Bizde iki üç yüz yıldan beri söyleniyor. Milletvekili Yılmaz Karakoyunlu, bu türküyü Ermenilere mal etti!" diye dert yanıyor.

    Türkü tartışmasına katılan bir Erzurumlu: "Sarı Gelin, Ermeni kızıdır. Türkü, bir dadaşın bu kıza olan âşkının nağmeleridir." diyerek, türkünün hikâyesini Kurtuluş Savaşı yıllarına dayandırıyor. Bir Erzurumlu da, "Bu türkü, dadaş türküsüdür." diyor.
    Bir başka Erzurumlu, türkünün, bir filme meze yapıldığını, güftesinin çarpıtıldığını belirterek öfkesini dile getiriyor.

    Milletvekili olan bir vatandaşımız, yazdığı senaryodan bahsederken, "Ermeniden beter Ermeni" üslûbuyla devletimizin Ermenilere haksızlık yaptığı noktasında duruyor. Bu noktayı senaryosunun merkezi hâline getiriyor. Sarı Gelin türküsünü de, Erzurumlunun dediği gibi "meze" yapıyor! Milletvekilinin ifadelerinde şunlar da var: "Sarı gyalin anbele pare pare... Ermenice sarı, dağlı demekmiş. Dağlı gelin yani. Ermenilerin Erzurum'dan ayrılırken Sarı Gelin'in müziğini götürmelerinden daha doğal ne olabilir ki?"


    Bir başka yazar söze karışıyor: "Ulusal aidiyet tartışmasını abes buldum doğrusu. Müziğin vatanı olur mu? Sarı Gelin, kime ait olursa olsun, güzel bir türkü." diyor.

    Müziğin vatanı olur veya olmaz; ama siz gidip onun bunun dillerde dolaşan şarkısına, benim derseniz gülerler! Çok eski bir musıki tarihi olan milletin, kalkıp Ermeni'den türkü devşirmesi mümkün mü? Ama yüz yıllarca tebamız olmuş Ermenilerin bizden çok şey aldıklarını söyleyebiliriz. Bunun tersi de olabilir. Yani hakim halk, tebadan da alabilir. Türkçedeki kelimelerin kökenine bakarsanız görürsünüz. Bunlar olağan şeyler ama yüz yıllardan beri söylene gelmiş bir türkü söz konusu olursa, burada söyleyeceklerimiz vardır.

    Bir başka gazetede çıkan habere de göz atalım: "Yavuz Bingöl ve Yeşim salkım, Sarı Gelin'in sinema uyarlamasında Ermeni düşmanlığına karşı bayrak açacak." deniliyor. Bu filmde, türkücü Yavuz Bingöl, Ermeni kızı rolündeki Yeşim Salkım'a âşık Türk subayını canlandıracakmış (Milliyet-2001).

    Kıpçakların bir adı da Kuman'dır. Bunlara Ruslar Polovets, Ermeniler Xartes, Almanlar Falben derlerdi ki, bu kelimelerin hepsi sarışın anlamına gelmektedir (Rasonyı-1971: 136). Kumanlarla temasa gelen üç kavim, Ruslar, Almanlar ve Ermeniler, Kumanları sadece "sarışınlar" diye isimlendirmişlerdir (Kurat-1992: 70).

    Kıpçakların, güzel, sarışın, mavi gözlü, yakışıklı oldukları, birçok kaynakta belirtilmektedir (Kurat-1992: 70-72). Büyük şair Genceli Nizamî, İskendername adlı eserinde, Kıpçak güzelliğini dile getirmiştir. Ayrıca şairin karısı Afak/Apak da Derbentli bir Kıpçak kızıydı. Apak'ın güzelliği, şairi derinden etkilemişti. Nizamî, eserlerindeki kahramanlarda onu canlandırmıştır (Resulzade-1951: 48-49).

    Kumanlar, XII. yüzyılda Gürcistan'da faaldiler. Gürcistan'ın parlak çağının başbuğu Kubasar, bir Kıpçaklıdır. Devletin, asker, maliye ve devlet işlerinde Kıpçaklar söz sahibiydiler. Kraliçe Tamara'nın damarlarında da (annesinden dolayı) Kıpçak kanı vardır (Rasonyı-1971: 145).

    Selçuklu Türkleri tarafından sıkıştırılan Gürcistan, onlara karşı savunmasız ve çaresiz kalmıştı. Gürcistan Kralı, Kuzey Kafkasya ve Kıpçak Eli'nde yaşayan göçebe ve savaşçı Kıpçakları ülkesine davet etti. Bunlar arasından çıkarılan 45.000 kişilik güçlü bir orduyla Selçuklulara karşı saldırılara başladı. Gürcüler, Kıpçak ordusu sayesinde Tiflis şehrini yeniden ele geçirdiler (Berdzenişvili-Canaşia-2000: 142-143).

    Sarışın, insan güzeli ve Türk ırkının en yakışıklı soyundan olan Kıpçaklar, Selçuklular tarafından ezilen Gürcistan hakimi Bagratlı hanedanını, büyük bir kudretle canlandırdılar. 1080 yılından itibaren Selçuklu ülkesi durumuna gelen Ahıska, Ardahan ve Göle dolayları, 1124'te Kıpçakların eline geçti. Gürcülerle aynı dini, Ortodoks Hristiyanlığı paylaşan Kıpçaklar, kendi hesaplarına fethettikleri Kür ve Çoruh boylarına (Ahıska, Ardahan, Artvin ve Ardanuç dolaylarına) yerleştiler (Kırzıoğlu-1953: 377). Bugün Kür ve Çoruh ırmakları boyu ile Çıldır Gölü çevresinde yaşayan halk, Kıpçakların torunlarıdır (Kurat-1992: 84).

    Gürcistan'a bağlı bir beylik iken bölgeye gelen İlhanlıların da yardımıyla 1267 yılında Tiflis'ten kopan Kıpçak Atabekliği Hükûmeti, III. Murat zamanında, 1578 yılında Serdar Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşanın fethiyle Osmanlı Devleti'ne katıldı (Zeyrek-2001). Bugün Ahıska, Ardahan, Artvin ve Erzurum'un kuzey ilçelerindeki kilise kalıntıları, Osmanlı zamanında Müslüman olan bu Ortodoks Kıpçakların hatıralarıdır.

    Azerbaycan'da Kür ırmağı boylarında yaşayan bir efsane, edebî eserlere de konu olmuştur. Azerbaycanlı şair Hüseyin Cavid, Şeyh San'an adlı manzum piyesinde, konusunu halk arasındaki yaygın efsanelerden almıştır. Arabistan'dan bu bölgeye gelerek İslâm dinini yaymağa çalışan din adamlarıyla ilgili bir efsanede, Şeyh San'an'ın Tiflis-Gürcü Padişahının güzel kızı Humar Hanıma karşı duyduğu aşk macerası anlatılır. Bu kız uğruna Hristiyan hayatı yaşayan Şeyh, yedi yıl sonra kızı Müslüman eder. Birlikte kaçmağa karar verirler. Bunları takip eden kralın askerleri yetişince, âşıkların dileğiyle yer yarılır, âşıkları içine alır. Âşıkların girdiği yerden kaynar sular çıkar. Kızına ve yaptıklarına üzülen kral, bu suyun üzerine bir kilise yaptırarak hatıra bırakır (Kırzıoğlu-1953: 379-380).

    Ortodoks Kıpçaklardan kalan hatıralardan biri de Kars ve Erzurum çevresinde anlatılan "Şeyh San'an ile Kralın Sarı Kızı" efsanesidir. Bu efsaneyle birlikte bir de türkü, günümüze kadar gelmiştir. Türküye geçmeden önce, Ortodoks Kıpçak Türklerini Müslüman etmek için çalışan İslâm misyonerlerinin macerasını ve sarışın Kıpçak kızlarının hatıralarını yaşatan bir efsanenin iki varyantını özetleyelim:

    Abdulkadir Geylanî'nin arkadaşı olan Şeyh San'an, bir bedduaya uğrayıp yolu Penek'e düşmüş. Şeyh San'an, çobanlık yapıyor, Penek padişahının domuzlarını güdüyormuş. Şeyhin nefsine ağır gelen domuz çobanlığı aynı zamanda eziyetli bir işti.

    Şeyh, bu şekilde çile doldurmakta iken, Penek padişahının biricik evlâdı olan güzeller güzeli Sarı Kız'a da âşık olmuş. Hristiyan kız, şeyhin aşkından habersizmiş. Bu duruma üzülen şeyh, Allah'a yalvararak kızın gönlüne kendi aşkının düşmesini dilemiş. Dileği kabul olmuş. Kız da şeyhe ilgi duymaya başlamış, hatta Müslüman olmuş. Yedi yıllık çilesi dolan şeyh, bir gün Allahuekber dağlarından tef sesi geldiğini duydu. Bu ses, çilesinin bittiğine işaretti. Meğer tefi çalan, Geylanî'nin gönderdiği kırk mücahit müritmiş.

    Şeyh, tef sesinin geldiği dağa doğru koşmuş. Onu gören Sarı Kız da arkasından koşup yetişmiş. Bunu gören saray halkı, durumu padişaha bildirmiş. Ordu, kaçak âşıkların ardına düşmüş. Şeyhle kız, Allahuekber dağındaki kırk müride yaklaşmış. Bu durum, Mısır'da Abdulkadir Geylanî'ye mâlum olmuş. Oradan attığı teber, şeyhe ulaşmış. Şeyh, bu teberle kâfir ordusuyla vuruşmaya başlamış. Penek güzeliyle kırk mürid de cenge girmişler. Kırk mürit şehit düşmüş. Şimdi onların yattığı yere Kırklar, Kırk Şehitler Mezarlığı deniyor. Dağın tepesine yetişen Şeyhle sevgilisi de tam tepede şehit düşmüşler. Bunların yattığı yer şimdi ziyaretgâhtır. Buraya ağzı eğri gidenin düz geldiği, dileklerin kabul olduğu inancı yaygındır (Kırzıoğlu-1949).

    Bu efsanede geçen olayların yaşandığı yer, Gürcü tarih kaynaklarında Bana olarak geçen Penek'tir. Penek, eskiden kalesi olan bir taht şehriydi. Dede Korkut Oğuznamelerinde, "Ban Hisarı" denilen yer de burasıdır (Kırzıoğlu-2000:76) Osmanlı zamanında, merkezi Ahıska olan Çıldır Eyaletine bağlı bir sancak olmuştu. Burası günümüzde, Erzurum'un Şenkaya ilçesine bağlı bir köydür.


    Sarı Gelin türküsünün kaynağı olan bu efsanenin diğer bir varyantı, önce mahallî bir gazetede, sonra da bir kitapta yer almıştır. Hüseyin Köycü tarafından derlenen efsane, Şenkaya gazetesinin dokuz sayısında tefrika edilmiş (Köycü-1950-51); bundan birkaç yıl sonra da Ali Rıza Önder'in kitabına girmiştir (Önder-1955: 73-76).

    "Şeyh Abdülkadir Geylanî'nin müritlerinden Sananî, şeyhine darılarak firar etti. Yolu Erzurum ve Oltu'ya düştü. Burada tanıştığı bir dervişle yola çıktılar. Penek suyu kıyısına geldiklerinde, derviş, genç Sananî'den kendisini karşıya geçirmesini istedi. Sananî, bu teklifi kabul etmeyince, dervişin, "Benden esirgediğin omuzlarına, domuz yavruları binsin!" bedduasına uğradı. Misafir oldukları Hristiyan Penek beyinin güzel kızına vurulan Sananî, misafirliği uzattı ve sarayın hizmetçileri arasına katıldı. Kendisi sarayın domuz çobanı olmuştu.

    Şeyhi Geylanî, müridi Sananî'nin bu hâlini öğrendi ve çok üzüldü. Beş yüz müridinden, onu kurtarmalarını, gerekirse sevgilisiyle birlikte getirmelerini istedi. Müritler, Sananî'yi, domuz güderken buldular; şeyhin isteğini Sananî'ye bildirdiler. Sananî, ancak sevgilisiyle birlikte gelebileceğini söyledi. Bir sabah erkenden kızı aldığı gibi, kendilerini bekleyen müritlere doğru yola çıktı. Hep birlikte karlı dağa doğru yürüdüler. Onların yokluğunu anlayan saray görevlileri, çevre köyleri aradılar, bulamadılar. Dağlara yöneldiler. Âşıklar ve müritler, takip edildiklerini anlayınca kaçmaya başladılar ve dağın güneyine sarktılar. Takipçiler yetişince çetin bir savaş oldu. Bugünkü Allahuekber dağları, adını bu müritlerin "Allahuekber" sedalarından almıştır. Âşıkların ve müritlerin mezarları da ziyaret yeridir."

    Bu iki varyant arasında küçük farklar olsa da, olayın özü ve motifler aynıdır. Günümüze kadar gelen Sarı Gelin türküsünün kaynağı işte bu efsanedir. Sarı Gelin, Penek beyinin kızı, Sinan da San'an veya Sananî'dir. Görülüyor ki burada Ermeni yok!
    Efsaneler, tarih değildir; onlardan bilimsel sonuçlar çıkarılamaz. Bununla birlikte efsaneler, muhayyelesinden çıktığı milletin hangi değer yargılarını benimsediğini gösterir. Onu ortaya koyanların nelere inandığını, ne gibi ahlâk esaslarına değer verdiğini açıklar. Efsaneler, bir milletin manevî nabzının ölçüsü, toplumsal mizacının ifadesidir. Efsanelerde toplumun şuuraltı hazinelerinin anahtarları saklıdır (Uyguner-1956).

    Efsaneler, sebebi ve kaynağı bilinmeyen birçok olayın izahında, halk muhayyelesinin meydana getirdiği hikâyelerdir. Bir folklorcunun dediği gibi, efsaneler hayallerde doğar, gönüllerde beslenir, dudaklarda ve kalemlerde yaşar (Önder-1955: 6). Zamanla yeni unsurlar alır ve büyür.

    Sarı Gelin türküsüne konu olan efsane de, halkın dilinde yaşarken, kim bilir, ne zaman ve hangi yeni olay üzerine türküye dönüşmüştür... Türkünün ve efsanenin merkezinde bulunan kahramanlar aynıdır: Sarı Gelin ve Şeyh San'an/Sinan.

    1918 yılında, bir hey'etle birlikte kuzeydoğu illerimizi gezen tarihçi Ahmet Refik Bey, Sarı Gelin türküsünü, Göle'nin Okçu köyünde tespit etmiştir. Bu seyahat notlarından meydana gelen kitabında şunları yazıyor:

    "Okçu köylü Ali'nin en güzel söylediği, Diyarbekir'de, Erzincan'da, Erzurum'da Kürdî nağmelerle okunan bildiğimiz bir türkü. Fakat ezgiler burada daha hüzünlü, daha kederli. Türkünün konusu gayet şâirane: Bir Türk delikanlısı köyünde yaşayan bir Hristiyan kızını seviyor. Sabahleyin tarlaya giderken peşinden ayrılmıyor. Akşamları sürüler ağıllarına dönerken sevgilisinin güzelliğini seyrederek ruhunun ateşini dindirmeye çalışıyor. Kalbi ve kafası o derece meşgul oluyor ki, sonunda taptığı haçı, sevdiği salibi/haçı görmek istiyor. Kalbi heyecan içinde çarparak bir pazar sabahı kalkıyor. Güneş yamaçlara altınlar serper, kuşlar tatlı cıvıltılarla ortalığı şenlendirirken kiliseye gidiyor. Bir köşeye çekiliyor. Sevgilisinin taptığı haçı, kilisede yapılan ayini seyrediyor. Türkü şöyle başlıyor:

    Vardım kilsesine baktım haçına
    Mâil oldum bölük bölük saçına
    Kız seni götürem İslâm içine
    Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
    Âh seni vermem dünya malına.

    Şarkının nakaratı o kadar hazin, o derece tesirli ki... Ali, elini şakağına koymuş, gözleri yaş dolu, ruhundan kopan acılarla feryat ediyor:

    Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
    Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
    Seni vermem dünya malına...

    dedikçe güya ağlamak istiyor. Sarı Gelinler orada da mı bedbaht âşıkları bu derece büyülemişler (Altınay- 2001: 71-72)

    Sarı Gelin türküsünün halk ağzında dolaşan ikinci dörtlüğü de şöyledir:

    Vardım kilsesine kandiller yanar
    Kıranta keşişler pervane döner
    Tersa sevmiş deyin el beni kınar
    Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
    Seni saran neyler dünya malın.
    (Seni alan neyler dünya malın)

    Ünlü "Kars Tarihi" adlı eserinde, Kıpçaklardan bahsederken, Sarı Gelin türküsüne de değinen Kırzıoğlu, bu türkünün Kars ve bir zamanlar halkı Türklerden meydana gelen Erivan'da söylenen bir başka varyantını da verir:

    İrevan çarşı pazar
    İçinde bir kız gezer
    Elinde divit kalem
    Dertliye derman yazar.

    dörtlüğü ile başlayıp:

    Sarı Gelin, sarı kız
    Ettin ömrüm yarı kız

    nakaratlarıyla ve bar/halay havası olarak da söylendiğini belirtir (Kırzıoğlu-1953: 380-381).

    Kırzıoğlu, türküde:

    Sarı kız, Sarı Gelin
    Dünyanın varı gelin

    nakaratı olduğunu da şifahen belirtmiştir.

    Burada bahsettiğimiz on birli ve yedili heceyle söylenen iki çeşit Sarı Gelin türküsü olduğu anlaşılıyor. Her iki türküde de Sarı Gelin ve Sinan isimleri geçiyor. Bu isimlerin efsanedeki Şeyh San'an ile sevgilisinden geldiği açıktır. Ünlü Türkolog Prof. Dr. Kırzıoğlu, "Sarı Gelin türküsü ve Şeyh San'an efsanesi, XII. yüzyılda Kafkaslar kuzeyinden gelen Ortodoks Kuman/Kıpçakların hatırasından kalmıştır." diyerek türkünün kaynağını kesin şekilde belirtiyor (Kırzıoğlu-1958: 133).

    Ünlü şair ve yazar Ahmet Hamdi Tanpınar, Erzurum halk havalarından bahsederken, "Erzurum çarşı pazar, diye başlayan bu türkünün canlandırma kudretine daima hayran oldum." Demektedir (Tanpınar-1976: 201).

    Sarı Gelin, bir oyun havası olarak, Kars oyunları arasında da geçmektedir (Bugün-1959). Gazimihal'in, "Yurt Oyunları Kataloğu" ile Kırzıoğlu'nun, "Kars İli Halk Oyunlarının Adları"nda Sarı Gelin'i de görüyoruz (Tan-1977; Kırzıoğlu-1960).

    Azerbaycan'da söylenen Sarı Gelin nakaratlı türkünün ilk kıtası şöyledir:

    Saçın uzun hörmezler
    Gülü gonçe dermezler
    Bu sevda ne sevdadır
    Seni mene vermezler
    Neynim aman Sarı Gelin (Namazeliyev-1993: 62).

    Sarı Gelin türküsünün bir Türk eseri olduğunu böylece ortaya koyduktan sonra, meselenin Ermeni tarafına da bakalım. Şunu hemen belirtmeli ki, türkünün ortaya çıktığı coğrafyada Türk unsuru hakimdir. Ermeniler ise bir azınlıktır. Büyük imparatorluklar kurmuş bir milletin, kendi himayesinde yaşayan bir azınlıktan türkü, hele oyun havası alması uzak bir ihtimaldir.

    İkinci bir husus da türkünün dayandığı mevcut folklor malzemesidir. Bu malzeme olmasaydı, türkünün kaynağı meçhul kalacaktı. O zaman, bir propagandaya malzeme olsa da, türkünün Ermeni mahsulü olup olmadığı tartışılabilirdi. Hâlbuki durum öyle değil. Türküyü ortaya çıkaran kuvvetli halk edebiyatı verimlerine sahibiz.

    Osmanlı Devleti zamanında, Türk'ün sadece kuvveti değil kültürü de üstündü. Bu üstünlük, diğer kavimleri de derinden etkilemiştir. Klasik müziğimizdeki Ermeni besteciler, bunun açık delilidir. Bizim ruhumuzu terennüm eden nağmeleri onlara çaldıran ve söyleten, bizim kültürümüzün zenginliği ve derinliğidir.

    Ermenilerin âşık edebiyatımızdaki yeri üzerinde lâyıkıyla durulmamıştır. Bilhassa XIX. yüzyılda çok güçlü olan âşık edebiyatımızın etkisinde kalan Ermeni âşıklar bulunmaktadır. Buna en canlı örnek, Ahılkelekli Kenziya'dır.

    Posoflu ünlü halk şairi Yusuf Zülâlî, defterlerinden birinde, Kenziya'dan bahsetmektedir. Zülâlî, Kenziya'yla 1892 yılında Batum'da karşılaşmıştır. Bu sazlı sözlü karşılaşma esnasında, Kenziya şöyle demektedir:

    Bir anadan bir babadan gelmişiz
    Biz buna etmişiz iman Zülâlî
    Eğer böyle ise niçin olmuşuz
    Biz size siz bize düşman Zülâlî?

    Kenziya, bir yerde de şöyle demektedir:

    Cami, kiliseyi birleştirelim
    Bu halkı oraya yerleştirelim
    Allah Allah diye dilleştirelim
    Birdir, iki değil Sübhan Zülâlî

    İki âşıkın karşılıklı söyleşmesi, bu dostluk havası içinde devam etmektedir. Bu deyişmenin büyük bir bölümü elimizde bulunmaktadır.

    Zülâlî (1873-1956), eski yazıyla kaleme aldığı hatıralarında, Kenziya'nın çok iyi Türkçe konuştuğunu, saz çaldığını, Âşık Kerem hikâyesini Ermeniceye çevirdiğini ve Bayburtlu Zihnî'nin şiirlerini pek sevdiğini haber vermektedir.

    Ermenilerin, Türk halk hikâyelerini kendi dillerine çevirdiklerini, bunu yaparken İslâmî motifleri değiştirdiklerini biliyoruz. XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında, Ermeni halkı arasında, hayli ilgi gören halk hikâyelerimiz, defalarca basılmıştır.

    Türk halk hikâyelerini Ermeniceye çeviren iki önemli isimden biri halk şairi Civanî (1846-1909), diğeri de Agek Muhtaryan'dır. Bunlar, Âşık Garip, Kerem ile Aslı, Şah İsmail, Ferhat ile Şirin, Asuman ile Zeycan, Köroğlu, Emrah ile Selvi, Leylâ ile Mecnun vb. gibi ünlü halk hikâyelerini, "tercüme, tebdil ve neşr etmişlerdir."

    Civanî'nin çevirdiği, Kerem ile Aslı hikâyesi, 1888 yılında Gümrü'de basılmıştır. Bu eser, sonraki yıllarda birkaç defa daha basılmıştır. Muhtaryan, Civanî'den farklı olarak, yaptığı tercümelerde, bu hikâyelerdeki şiirleri, eserin aslında olduğu gibi muhafaza etmiş ve bu koşmaları her iki dilden vermiştir. Azerbaycanlı İsrafil Abbasov, bunları uzun bir makale çerçevesinde tahlil etmiştir (Abbasov-1977: 54-137). Bu tahlillerden şu sonuç çıkıyor: Ermeniler ne şekilde tercüme ederlerse etsinler, bu hikâyeler, aslî sahibi olan Türk milletine aittir.

    Ermeniler, yüzyıllarca aynı coğrafyada yaşadıkları Türklerin kültüründen derinden etkilenmişlerdir. Papazlar, mahallî örf ve âdetleri Türk etkisinden kurtarmak için çok çaba göstermişlerdir. Bu çabalarında kısmen başarılı olmuşlarsa da, Türk halk musıkisini terennümden vazgeçirtip Ermeni halk şarkıları icad etmek hususunda başarılı olamamışlardır. Bu bilgileri aktaran tarihçi ve musıki araştırmacısı Kösemihal (1900-1960), 1929 yılında basılan kitabında:

    "Tahkik ettik, (Erzurum Ermenileri) bundan otuz sene evvel yalnız bizim türküleri söyleyip bar oynarlarmış. Yozgat, Bayburt Ermenilerinin yalnız Türkçe türküler kullandıklarının en güzel delili, bu havali Ermenilerinin bundan yetmiş sene kadar evvel Ermeni harfleriyle yazıp E. Litman'ın neşrettiği Türkçe türkü güfteleridir." demektedir (Kösemihal-1929: 34-36).

    Sarı Gelin, Kars ve Erzurum çevresinde efsane, türkü ve oyun olarak yaşamakta; halk kültürümüzün birden çok unsurunda yer almış bulunmaktadır.

    Birbirini çok seven iki âşıktan birinin, başka bir kavimden, başka bir dinden olması, halkımız tarafından olumlu karşılanmıştır. Bu hoşgörüyü dile getiren manilerden biri şöyledir:

    Bahçelerde mormeni
    Verem ettin sen beni
    Ya sen İslâm ol ahçik
    Ya ben olam Ermeni

    Kerem ile Aslı Hikâyesi'nin Aslı'sı, bir Ermeni keşişinin kızıdır (Banarlı-1971: 729). Bu Ermeni kızının adı, yüz yıllardan beri Türk kızlarına isim olmaktadır. Bir başka hikâye veya efsane kahramanının Ermeni olması da mümkündür... Sarı Gelin de gerçekten Ermeni olsaydı, öylece kabul edilebilirdi.

    Bütün bu açıklamalardan sonra, Sarı Gelin türküsünün, nerede söylenirse söylensin, hakim toplum olan Türklerden alındığı kesin olarak anlaşılmaktadır. Bu türkünün hiçbir yerinde Ermeni unsuru yoktur. Ermeniler, bir gün oluyor, el dokumalarımızdaki motiflere, bir gün oluyor ünlü bir mimarımıza sahip çıkıyorlar. Şimdi de Sarı Gelin türkümüzün, kendilerine ait olduğunu söylüyorlar. Bu iddianın da, Anadolu toprakları üzerindeki hayallerinden farkı yoktur.

    Bir politikacı tarafından yazılan romanın, Ermeni bir vatandaşımız tarafından senaryo hâline getirilmesiyle, güzel bir türkümüzün Ermenilere mal edilmesi meselesi, iki yıldan beri tartışılmaktadır. Gazeteciler, türkücüler, şarkıcılar, kahveciler ve dernekçiler konuşuyor.

    Halk edebiyatı sahasında çalışan bilim adamlarımız, bu tür konulara eğilmelidir.



    Kaynak: Yunus Zeyrek - Gazi Üniversitesi
    Kıpçak Türkleri
  • Zaur
    Member
    • 19-04-2004
    • 906

    #2
    BUNU UNUTMAYIN SU UYUR DÜŞMAN UYUMAZ!

    Korsan sözünün edebi hırsızlık olduğu hepimize çok iyi malumdur. Bir yazıçının, şairin alın teri ve Allahın verdiyi ilhamla yaratdığını dolandırıcı çalarak kendi adına çıkıyor. Doğrudur, geci-tezi bu ameller üze çıkıyor, hak adalet yerin alır. Amma bir milletin başka bir milletin yaratdığı edebi miras, şiire, musikiye, hatta mutfağına bile el koyması, şimdi debde olan sözle desek "özelleşdirmesi", vallah hiç korsanın yanından da keçe bilməz. Bu kadarr gülünc və tarihi mesuliyyetsizliyin adı, bence, henüz yokdur. Ve... qaliba, hiç benzeri de yokdur. Atalarımız söylemiş ki, utanmasan oynamağa ne var ki... Doğrudan da, utanc hissini yitirende Azerbaycan Türk milletinin cevabı ne olub? Öz büyüklüyüne, yaratdıklarının sırf kendinemahsusluğuna emin olanlarımız istehza ile çiynini çəkib, ya da güle-güle deyib: canım Allahın dığasıdır bizden ne gidiyor ki? Çok şey! Çok şey gedir, azizlerim. Toprağımıza sahiplenenler kendilerini dünya toplumuna en medeni, ən ileri, en istedadlı... millet gibi göstermekçün, bizi vahşi, medeniyyetsiz, yurd-yuvasız... tanıtmak üçün deriden-kabukdan çıkıyorlar, bütün ve her türlü vasitalara el atıyorlar. Gelin bir kaçını sırayla sayalım: sen deme, Nizami de, "Koroğlu" destanı da... ermenilerinmiş... Gülünclüyü kalsın zamanında bize can deyib-can eşiden kirvelerimize. 30-dan çok ermeni şair və "aşığı" azerice yaradıb, peki siz kaç türkün ermenice yazdığını saymısınız? Keçelim adlara. Ne kadar Baba, Aslan, Köçeri, Ağa, bey, han, Rüstemyan, Ağayan, Beyleryan, Hanzadyan... Saymakla bitmez ve saymağa deymez. Diyorlər güya ermeni ananın çocuğu doğub ama yaşamazken ona türk, fars, arab adları koyarmışlar. Ne kadar ermeni evladını bizim adlar ölümden kurtarmış? Merhaba bize! Peki ne kadarini siz kırmışsınız bizden?

    Keçelim mutvağa. Avrupa seyyahlarından biri hatıralarında yozıyor ki, Şamahı'da konuk olurken Abdulla hanın sofrasında 260-dan çok leziz yemək görüb. Seviniyorum, çünki elvandır (rengareng) soframiz. Kederliyim, çünki bu millet Allahın verdiyi istedadı, babiliyyeti sizin kimi hiyleler icadına sarf etmeyib, özge sofrasına göz dikmeyib, yeyenin ağzına bakmayıb, "keşflerini" sülh, emin-amanlıq (Sakinlik) sofrasına yöneldib. Örneğin, götürelim DOLMANI. Türk dilinde dolma sözü hemin bu doldurmakdan yaranmışdır. Yirmiyecen dolma var Azerbaycanda: yaprak, elma, kelem (lahana), soğan, hıyar, ayva, patlıcan, domates, bolgar bibəri, yumurta... Ancak yaprak dolmasının yalnız baharatla göyertisiz (sebze) bişen uzunsov şekli (İsmayıllı bölgesinde), dördken, boğça kimi bükülüb iyneyle sapa düzülüb dinabda kaynadılan növü (Bakı), bol göyerti ve hususile naneyle tutulan hırdaca (küçükce) deyirmi şəkli (Şirvan bölgəsi). Tenek, pip, cavan ayva, dut, lobya (fasulye) yaprağı ve s. bükülen şekilleri var. şimdi siz ermeni vicdanınızlara deyin görüm, dolma ermenice ne demekdir? Doldurmak sözü ermenice "LTSNEL" demək olduğu halda niye öz dilinizde seslenmiyor? Keçelim musikiye. İlan ediliyor ki, "UZUNDERE" ermeni oyun havasıdır. Ermenice UZUN - YERQAR, DERE - HOVİD olduğu halde niye oyun havası bizim doğmaca türkçemizdeki adıyla, dadıyla birge "keçib" size ve uf demeden özelleşdirmisiniz? Başkalarını demiyorum, farslar demişkən, "Moşti nomune əz xervarəst" ("Bir sıkma bir halvarın nümunesidir").
    Götürek "Sarı gelin"i. Evvela, ermeni milletinin azdan-çokdan ağıllı nümayendeleri hele XIX asırda azeri-türk bayatılarına yüksek kıymet vermişler. Milletin tarihini, adet ve ananenelerini özündə aks etdiren bayatılar bütöv bir milli servet, bir epos kimi her zaman dikkət merkezinde olmuşdur. Sarı gelinin adıyla bağlı türkçemizde saysız bayatılar var:


    Ezizim Sarı gelin,
    Evin hasarı gelin.
    Gül camalına qurban,
    Balamın yarı gelin.

    ***

    Sarı gelin qızıldı,
    Qızıl başa düzüldü.
    Eşqine tutuşmuşam
    Ne az, ne çok, yüz ildi. (yüz yıdı)

    ***

    Sarı gelin sarıdı,
    Göylerin nübarıdı.
    Geline qurban olum
    Qardaşımın yarıdı.



    Ne kadar bölgelerin yeni aile özülü koyan toylarında (Düğünlerinde) okunmuş bu nanaylar, bayatılar, mahnılar?
    Folklorumuzun tanınmış araştırmacılarından professor Sednik Pirsultanlı Nizami Gencevinin "Hamse"sinde folklorla paralel yaptığı araştırma neticesinde bu fikre geliyor ki, Sarı Nahid su ilahesi, gah Sara, gah Sarı Saray, gah Aysaray olmuş və "Sonradan eşq ve mehebbet, sevgiyle bağlanarak bu hayati küvveyle birleşerek öz ölmezliyini temin etmişdir" ("Nizami ve halk efsaneleri", Bakı 1982).
    Halk arasında yukarıda getirdiyimiz bayatılarla bağlı efsane var: Sarı gelin sevgi ilahesi olmuş, ona kızıldan heykel yapıldığı üçün adı da Sarı gelin kalmışdır. Eger Sarı gelin ermenidirse, onda neyçün o, "Değin hars" (Sarı gelin) değil de, bizim dilimizcə Sarı gelin adlandırılır?

    Değerli okuyucum, yanlızca "Sarı gelin" şarkısıyla bağlı folklorda bir, yazılı poeziyada - Nizamide, tedkikatda - Sednik Pirsultanlıda 3 sübut var. Karşı taraf öz ermeni vicdanını şahid getirerek bu gimi gorsancılığa ne ad veriyor?
    Yanlızca "Sarı gelin" eski efsanesinin müasirleşmiş (moderinleşmiş) şarkı variantına değil, başka medeni servetlerimize de ona göre bele leyakattsizcasına sahip çıkıyorlar ki, özümüzün öz servetlerimizi korumağa, görünüyor ki elden verdiyimiz torpaqlarımıza münasibetde olduğu kimi - duyarsızlaşmışız. BUNU UNUTMAYIN SU UYUR DÜŞMAN UYUMAZ!

    Yorum

    • Zaur
      Member
      • 19-04-2004
      • 906

      #3
      Sarı Gelin Türküsünün notaları.

      Sarı Gelin Türküsünün notaları.



      Yorum

      • Zaur
        Member
        • 19-04-2004
        • 906

        #4
        Sarı Gelin Türküsünün sözleri. Azerbaycan.

        Sarı Gelin Türküsünün sözleri 1.

        Saçın uzun örmezler
        Gülü sulu (gonçe) dermezler (sarı gelin)
        Bu sevda ne sevdadır
        Seni mene vermezler

        Neynim aman aman
        Neynim aman aman
        Sarı gelin

        Bu derenin uzunu
        Çoban gaytar guzunu (guzunu)
        Ne olla bir gün görrem
        Nazlı yarım yüzünü

        Neynim aman aman
        Neynim aman aman
        Sarı gelin

        Bu sevda ne sevdadır
        Seni mene vermezler

        Neynim aman aman
        Neynim aman aman
        Sarı gelin

        Seni mene vermezler
        Ay nenen ölsün sarı gelin aman

        Neynim aman aman
        Neynim aman aman
        Sarı Gelin.


        Yorum

        • Zaur
          Member
          • 19-04-2004
          • 906

          #5
          Sarı Gelin Türküsünün sözleri. Türkiye.

          Sarı Gelin Türküsünün sözleri 2.

          Erzurum çarşı pazar
          Leylim aman aman leylim aman aman
          Leylim aman aman sarı gelin

          İçinde bir kız gezer
          Hop ninen ölsün sarı gelin aman
          Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

          Elinde divit kalem
          Leylim aman aman leylim aman aman
          Leylim aman aman sarı gelin

          Katlime ferman yazar
          Hop ninen ölsün sarı gelin aman
          Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

          Palandöken yüce dağ
          Leylim aman aman leylim aman aman
          Leylim aman aman sarı gelin

          Altı mor sümbüllü bağ
          Hop ninen ölsün sarı gelin aman
          Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

          Seni vermem yadlara
          Leylim aman aman leylim aman aman
          Leylim aman aman sarı gelin

          Nice ki bu canım sağ
          Hop ninen ölsün sarı gelin aman
          Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim.

          Yorum

          • Zaur
            Member
            • 19-04-2004
            • 906

            #6
            Sarı Gelin Türküsünün diger sözleri.

            Sarı Gelin Türküsünün sözleri 3.

            İravan çarşı pazar
            İçinde bir kız gezer
            Elinde divit kalem
            Dertliye derman yazar
            Sarı gelin sarı kız
            Ettin ömrüm yarı kız.

            Yorum

            • Zaur
              Member
              • 19-04-2004
              • 906

              #7
              Sarı Gelin Türküsünün diger sözleri.

              Sarı Gelin Türküsünün sözleri 4.

              Vardım kilisesine baktım haçına
              Mail oldum bölük pörçük saçına
              Kız seni götürem islam içine
              Vay Sinan ölsün sarı gelin

              Vardım kilisesine kandiller yanar
              Kıranta keşişler pervane döner
              Tersa sevmiş deyin el beni kınar
              Vay Sinan ölsün sarı gelin
              Seni saran neyler dünya malın.

              Yorum

              • Zaur
                Member
                • 19-04-2004
                • 906

                #8
                Hayların Hay’asızcasına çaldıkları. UNUTMAYIN!

                Hay'lar Azerbaycan'ın 13 müellif eserini, 12 milli oyun havası ve reksini (dansını), 6 halk müziğin ve 6 halk musiki aletini çalmak, menimsemek (kendilerine mal etmek) istemişler. Araştırmalara göre, bu listede Azerbaycanın ünlü bestekarları ve onların meşhur eserleri de var.

                Azerbaycan Müellif Hukukları Agentliyinden (AMHA) verilen bilgiye göre, çalınan eserlerin ilk sırasında Üzeyir Hacıbeyovun “Arşın mal alan” ve “Meşedi İbad” operettalarından ariyalar ve musiki parçaları yer alıyor.

                Hay'lar, hemçinin, Qara Qarayevin “Yedi gözel” (Yedi güzel) baletinden musiki parçalarını, Tofiq Quliyevin “Sene de kalmaz”, Emin Sabitoğlunun “Neylerem”, Elekber Tağıyevin “Sen gelmez oldun”, Aygün Semedzadenin “Mekteb illeri” (“Mekteb yılları”), Eldar Mansurovun “Gece zengleri” (telefon çağrıları), “Melodiya”, Behram Nesibovun “Ay qız”, Oqtay Kazımovun “İndi meni tanımadı”, İbrahim Topçubaşovun “Söz olmasaydı”, Rauf Hacıyevin “Saçlarına gül düzüm” şarkılarını, Brilliant Dadaşovanın “Vokaliz” musiki toplusunu kendi adlarına çıkmışlar.

                Azerbaycan müelliflerinin hukuklarının hay'lar tarafından mütemadi bozulması halları artık o hadde çatmış ki, onlar hatta dünya şöhretli Azerbaycan bestekarı Fikret Emirovun Azerbaycanın dahi şairi Hüseyn Cavidin sözlerine (“Şeyh Senan” eseri'ne) bestelediği “Kör arabın şarkısı”nı da hay eseri kimi takdim ediyorlar.

                Hay sanatçıları Artur Seferyan, Raç Keşişyan, Aram Avakyan ve Gevorq Dabağyan çekdikleri “Mayrik” adlı klipde başdan sona kimi Fikret Emirovun “Kör arabın şarkısı”ndan istifade etmişler.

                Bununla da, ermenistan “edebi ve bedii eserlerin korunması hakkıında” Bern Konvensiyasının taleblerini bozmuştur.

                Halbuki Fikret Emirovun “Kör arabın şarkısı”nın müziği hele 1963-cü yılında Azerbaycan Müellif Hukukları Agentliyinde kayıtlara alınmıştır.

                Azerbaycan bestekarlarının müellif eserlerini çalmakla kifayetlenmeyen hay'lar milli oyun havaları ve rakslarimizi, halk şarkılarımızı da özününküleşdiribler (kendilerinin malı yapmışlar).

                “Vağzalı”, “Yallı”, “Uzundere”, “Mirzeyi”, “Terekeme”, “Qazağı”, “Şerur yallısı”, “Zabul zengi”, “Köçeri”, “Benövşe”, “Fuadı”, “Baharı”nı özününküleşdirmeye çalışan hay'lar çok ünlü olan halk şarkılarımızı da adlarına çıkmakdan çekinmemişler.

                “Sarı gelin”, “Han bacı”, “Deli ceyran”, “Hala Nargile”, “Ay leli”, “Sarı köynek” halk şarkılarının hay'larin adına çıkılması bize ne kadar ilginc görünse de, hırsızlığa adet etmiş komşularımız üçün bu, artık sıradanlaşıb.

                İşin ilginc tarafı budur ki, onlar tar, kamança, ud, nağara, koşa nağara ve hatta SAZI bile hay milli musiki aleti kimi kaleme vermekden çekinmiyorlar. Bununla bağlı AMHA Beynelhalk eqli Mülkiyyet teşkilatına defalarca hem şifahi, hem de yazılı müracat etmiştir, bu hırsızlık faktlarının her biri ile bağlı müvafik talimatlara uyğun olarak resmi şekilde adı çekilen beynelhalk kurum melumatlandırılıb. AMHA-nın hukuk şubesinden APA-ya verilen malumata göre, bu müracatlar hele ki, neticesiz kalmıştır. Bu günecen Azerbaycan tarafı yalnız korsançılıkla meşkul olan, Azərbaycanın medeni irsini menimsemekde ad çıkarmış Rusiyada ermenilerin “Ani-Rekords” studiyasının kapanması ve Brilliant Dadaşovanın “Vokaliz”inin hay şarkısı kimi tebliğ olunmasının karşısının alınmasına nail ola bilmiştir.
                Son düzenleme Zaur; 02-12-2008, 22:10.

                Yorum

                • Zaur
                  Member
                  • 19-04-2004
                  • 906

                  #9
                  Akif İslamzade'nin yorumunda SARI GELİN.

                  Bir defa sanatçı (şarkıcı) Akif İslamzade reportajlarının birinde şöyle bir söz dedi:

                  - "ermeniler birce Sarı Gelin şarkısı ile bizden el çekseydiler, bu şarkını vererdik onlara , canımız kurtulurdu."

                  Birdir, ikidir? Bu güne kadar bizim o kadar şarkılarımızı hayasızcasına özününküleşdiribler ki. Şaheserlerden tutmuş müasir pop şarkılarına kadar...

                  Üzeyir Hacıbəyovun eserleri

                  "Arşın Mal Alan" operettası zamanında (hele Sovyetler döneminde) ermeni eseri kimi bir çok ülkelerde, o cümleden İranda tebliğ olunurdu.
                  "Çırpınırdı Kara Deniz" şarkısı indiyedek ermeni musıkı aleti (?) kamança hakkında bir şarkı olarak tebliğ olunur.

                  Ermenistan cumurbaşkanının and içme merasiminde bir bayağı ermeni bestecisi, Üzeyir Hacıbeyovun ritmik muğamını, orkestrin müşaiyeti ile öz Artsak (ermenilerin Qarabağa verdikleri ad) eseri kimi ifa ediyordu.

                  Alihan Samedovun balabanda ifaları ise, bu gün də dünyanın bir çok ülkelerinde "Армянский Дудук" adı altında CD albom şeklinde satılıyor.

                  Vaqif Gerayzadenin "Novruzu" kompozisiyasını (Brilyant Dadaşova - Vokaliz), Aygün Semedzadenin "Mekteb İlleri" (Okul yılları) şarkısını da okumaya cehd etmişler.

                  Akif İslamzade'nin yorumunda SARI GELİN.

                  Yorum

                  • Zaur
                    Member
                    • 19-04-2004
                    • 906

                    #10
                    Hayların Hay’asızcasına çaldıkları. UNUTMAYIN!

                    Originally posted by Zaur
                    Hay'lar Azerbaycan'ın 13 müellif eserini, 12 milli oyun havası ve reksini (dansını), 6 halk müziğin ve 6 halk musiki aletini çalmak, menimsemek (kendilerine mal etmek) istemişler. Araştırmalara göre, bu listede Azerbaycanın ünlü bestekarları ve onların meşhur eserleri de var.

                    Azerbaycan Müellif Hukukları Agentliyinden (AMHA) verilen bilgiye göre, çalınan eserlerin ilk sırasında Üzeyir Hacıbeyovun “Arşın mal alan” ve “Meşedi İbad” operettalarından ariyalar ve musiki parçaları yer alıyor.

                    Hay'lar, hemçinin, Qara Qarayevin “Yedi gözel” (Yedi güzel) baletinden musiki parçalarını, Tofiq Quliyevin “Sene de kalmaz”, Emin Sabitoğlunun “Neylerem”, Elekber Tağıyevin “Sen gelmez oldun”, Aygün Semedzadenin “Mekteb illeri” (“Mekteb yılları”), Eldar Mansurovun “Gece zengleri” (telefon çağrıları), “Melodiya”, Behram Nesibovun “Ay qız”, Oqtay Kazımovun “İndi meni tanımadı”, İbrahim Topçubaşovun “Söz olmasaydı”, Rauf Hacıyevin “Saçlarına gül düzüm” şarkılarını, Brilliant Dadaşovanın “Vokaliz” musiki toplusunu kendi adlarına çıkmışlar.

                    Azerbaycan müelliflerinin hukuklarının hay'lar tarafından mütemadi bozulması halları artık o hadde çatmış ki, onlar hatta dünya şöhretli Azerbaycan bestekarı Fikret Emirovun Azerbaycanın dahi şairi Hüseyn Cavidin sözlerine (“Şeyh Senan” eseri'ne) bestelediği “Kör arabın şarkısı”nı da hay eseri kimi takdim ediyorlar.

                    Hay sanatçıları Artur Seferyan, Raç Keşişyan, Aram Avakyan ve Gevorq Dabağyan çekdikleri “Mayrik” adlı klipde başdan sona kimi Fikret Emirovun “Kör arabın şarkısı”ndan istifade etmişler.

                    Bununla da, ermenistan “edebi ve bedii eserlerin korunması hakkıında” Bern Konvensiyasının taleblerini bozmuştur.

                    Halbuki Fikret Emirovun “Kör arabın şarkısı”nın müziği hele 1963-cü yılında Azerbaycan Müellif Hukukları Agentliyinde kayıtlara alınmıştır.

                    Azerbaycan bestekarlarının müellif eserlerini çalmakla kifayetlenmeyen hay'lar milli oyun havaları ve rakslarimizi, halk şarkılarımızı da özününküleşdiribler (kendilerinin malı yapmışlar).

                    “Vağzalı”, “Yallı”, “Uzundere”, “Mirzeyi”, “Terekeme”, “Qazağı”, “Şerur yallısı”, “Zabul zengi”, “Köçeri”, “Benövşe”, “Fuadı”, “Baharı”nı özününküleşdirmeye çalışan hay'lar çok ünlü olan halk şarkılarımızı da adlarına çıkmakdan çekinmemişler.

                    “Sarı gelin”, “Han bacı”, “Deli ceyran”, “Hala Nargile”, “Ay leli”, “Sarı köynek” halk şarkılarının hay'larin adına çıkılması bize ne kadar ilginc görünse de, hırsızlığa adet etmiş komşularımız üçün bu, artık sıradanlaşıb.

                    İşin ilginc tarafı budur ki, onlar tar, kamança, ud, nağara, koşa nağara ve hatta SAZI bile hay milli musiki aleti kimi kaleme vermekden çekinmiyorlar. Bununla bağlı AMHA Beynelhalk eqli Mülkiyyet teşkilatına defalarca hem şifahi, hem de yazılı müracat etmiştir, bu hırsızlık faktlarının her biri ile bağlı müvafik talimatlara uyğun olarak resmi şekilde adı çekilen beynelhalk kurum melumatlandırılıb. AMHA-nın hukuk şubesinden APA-ya verilen malumata göre, bu müracatlar hele ki, neticesiz kalmıştır. Bu günecen Azerbaycan tarafı yalnız korsançılıkla meşkul olan, Azərbaycanın medeni irsini menimsemekde ad çıkarmış Rusiyada ermenilerin “Ani-Rekords” studiyasının kapanması ve Brilliant Dadaşovanın “Vokaliz”inin hay şarkısı kimi tebliğ olunmasının karşısının alınmasına nail ola bilmiştir.
                    Arkadaşlar burda Azerbaycan'ın hay'lar tarafından Hay’asızcasına çaldıkları sanat değerlerinin adları bulunuyor.

                    Yorum

                    • Zaur
                      Member
                      • 19-04-2004
                      • 906

                      #11
                      Sarı Gelin ağısının ve ağrısının sırrı...

                      Sarı Gelin türküsünün Türk değeri olduğun kanıtlayan diger kanıtlar:


                      Sarı Gelin ağısının ve ağrısının sırrı

                      Nesrin K.

                      "Sarı Gelin" kimdir? Nerelidir? Türkünün yaranmasının sebebi nedir? Türkü nerede yaranıb? "Sarı Gelin"e koşulmuş başka türküler varmı? Türküde ki çoban kimdir? "Sarı Gelin" niye sırra dönüb ve ne üçün oğurlanıb (çalınıp)?

                      "Sarı Gelin" önce sevgiliye, sonra vatana, köçe, soykırımına okunan, yürekler yakan Ağıdır! "Sarı Gelin" balabanın, tüteyin, güzeller güzeli bir gelinin kamlı taleyini ve onunla aynı zamanda üst-üste düşen bir milletin - İrevandan, Nahçıvandan Sarıkamışa, İğdıra, Erzuruma zülmle köçe maruz kalan azerbaycanlıların faciasını aks etdirən musiki yanğısıdır. "Sarı Gelin"in başına gelen musibet bir tabiat hadisesidirse, milletimize bu acıları, felaketleri yaşadan arkasında güclü, büyük devletler duran ermenilerdir.

                      Anaların, gelinlerin sırtına kaynar semavar bağlayıb yallı oynadan, hamile kadınların karnında balalarını (yavrularını) öldüren, körpeleri süngüye keçiren, ağbirçeklerin (yaşlı kadınların) döşünü (göyüsünü) kesen, bu etdiklerinden 100 yıl sonra Hocalı soykırımı kimi vahşi katliamı töreden eli ve vicdanı kanlı bir millet hansı ruhla bir kadına, bir sevgiliye "Sarı Gelin" kimi ağı söyleye bilir.

                      Çok ağırdı, öyle ağırdı ki, topraklarımızı işğal eden (rusların yardımıyla), tarihimizi, medeniyyetimizi oğurlayan (çalan), talan eden Kederimize, Ağımıza, Göz yaşımıza da göz dikib. Bundan o tarafına dözmek, bunu o ş...... düşmana subut ede bilmemek en yumşak şekilde dersek acizlikdir, yazıklıktır.

                      Beş yıl önce özüme söz verdim ki, "Sarı Gelin"i bulana kadar arayacağam. Bu, ömrümün sonunacan devam etse bile. Beş yıl əböyunca ümumtürk mifologiyasını, folklorunu, etnoqrafiyasını, toponimikasını araşdırdım. Kalın-kalın dastanlarda "Sarı Gelin"i aradım. Gide bildiyim her yerde, göre bildiyim, güman etdiyim ve hatta güman etmediyim her kesden, ağsakkalardan (yaşlı erkeklerden), ağbirçeklerden (yaşlı kadınlardan) "Sarı Gelin"i sordum. Bütün araşdırmalar "Sarı Gelin"in vatanının ana yurdumuz Azerbaycan olduğunu söyledi. Su kaynağından akar geder, ağac kökündən su içer, ucalar - deyib babalarımız. Ve ben var olan ağacın kökünü, suyun kaynağını - "Sarı Gelin"i buldum.

                      "Sarı Gelin" kimdir? Nerelidir? Türkünün yaranmasının sebebi nedir? Türkü nerede yaranıb? "Sarı Gelin"e koşulmuş başka türküler varmı? Türküde ki çoban kimdir? "Sarı Gelin" niye sırra dönüb ve ne üçün oğurlanıb (çalınıp)?

                      Bütün bu soruların cavabını Azerbaycan halk mahnısı (şarkısı) "Sarı Gelin"nin herkes tarafından bilinen variantına ve sonra 1905-1915, 1918-ci yıllarda Nahçıvandan, İrevandan Doğu Anadoluya köç eden ve mahnını özleri (kendileri) ile oraya götüren Azerbaycan türklerinden topladığım "Sarı Gelin" mahnısının diger variantlarına ve bayatılara ve Azerbaycan halk mahnısı Sarı Geline yazılmış, ekseriyyetimize malum olan "Apardı seller Saranı" (Götürdü seller Saranı) mahnısının her iki variantının sözlerine dikkat etsek, onları mukayise ve tehlil etsek, buluruz ve aslında, sırr diye bir şeyin olmadığını görürüz.


                      "Sarı Gelin"

                      Saçın ucun hörmezler,
                      Gülü qönçe dermezler
                      Sarı gelin.
                      Bu sevda ne sevdadır,
                      Seni mene vermezler,
                      neynim, aman-aman,
                      neynim, aman-aman,
                      Sarı gelin.

                      Bu derenin uzunu,
                      Çoban, qaytar quzunu,
                      quzunu,
                      Ne ola bir gün görem
                      Nazlı yarın üzünü,
                      neynim, aman-aman,
                      neynim, aman-aman,
                      Sarı gelin.

                      Aşıq eller ayrısı,
                      Şana teller ayrısı,
                      Bir gününe dözmezdim
                      Oldum iller (yıllar) ayrısı,
                      neynim, aman-aman,
                      neynim, aman-aman,
                      Sarı gelin.


                      "Sarı Gelin"


                      II variant

                      (Türkiye Cümhuriyyeti, Iğdır elinin Hakveys köyündən Gülüm ninenin dilinden yazıya almışım. 1915-ci yıldan Arpakaladan (indiki Şerur rayonunun Oğlankala köyünden köç etmişler)

                      Erzurum çarşı bazar,
                      Sarı gelin aman,
                      İçində qızlar gezer,
                      Neynim, aman-aman,
                      Sarı gelin, aman.
                      Qızların gözelleri
                      Sara balama benzer
                      Oy nenen ölsün,
                      Sarı gelin, aman,
                      neynim, aman-aman,
                      Sarı gelin, aman,
                      Sona yarım.

                      Sarı gülüm, Saram vay,
                      Sarı gelin aman,
                      İrinleyib yaram vay,
                      Neynim, aman-aman,
                      Sarı gelin, aman.
                      Qırmızım qan ağlayır,
                      Çiçek açıb qaram vay,
                      Oy nenen ölsün,
                      Sarı gelin, aman,
                      neynim, aman-aman,
                      Sarı gelin, aman,
                      Sona yarım.



                      "Sarı Gelin"

                      III variant

                      (Türkünü Iğdır elinin Alican köyündən Yallı nınenin dilinden yazıya almışım. 1918-ci yılında Uluhanlıdan köç etmişler.)

                      Erzurumda qala var,
                      Başımızda bela var
                      Sarı gelin, aman,
                      Saramı sele verdim
                      Balalı ölen bala vay.
                      Ay nenen ölsün,
                      Sarı gelin, aman,
                      neynim, aman-aman,
                      Sarı gelin, aman,
                      Sona yarım.

                      Erzurum, qalanı neynim,
                      Dertnen qalanım neynim
                      Sarı gelin, aman,
                      Qeribliye alışdım
                      Selde qalanı neynim?
                      Ay nenen ölsün,
                      Sarı gelin, aman,
                      neynim, aman-aman,
                      Sarı gelin, aman,
                      Sona yarım.

                      Darağı telde qaldı,
                      Sorağı elde qaldı,
                      Sarı gelin, aman,
                      Sel savurdu bağımı,
                      Qonçası gülde qaldı.
                      Ay nenen ölsün,
                      Sarı gelin, aman,
                      neynim, aman-aman,
                      Sarı gelin, aman,
                      Sona yarım.

                      Yorum

                      • Zaur
                        Member
                        • 19-04-2004
                        • 906

                        #12
                        Sarı Gelin ağısının ve ağrısının sırrı...Devamı...

                        Bayatılar

                        (Söyleyen Nahçıvan ÖC-in Sederek köy sakini Seriyye nine)

                        Men aşıq çarkı döne,
                        Feleyin çarkı döne,
                        Sarı balam qurtula
                        Arpaçay ark'a döne.

                        Arpaqalam, keçmenem,
                        Bu sergerden köç menem,
                        Suyun zemzeme dönse
                        Arpaçayı, içmenem. (içmerim, Nahçıvan'da şive şeklinden biri)



                        Sarıkamış bayatıları

                        Sarı balam, sararam (saralmak, solmak),
                        İtirmişim, araram,
                        Sanma ki, unutmuşam
                        Her gelenden soraram.

                        Bir at mindim başı yok,
                        Bir çay keçdim daşı yok,
                        Arpa, netdin Saramı?
                        Mezarı yok, daşı yok.

                        Ah etdim dilim yandı,
                        Tüpürdüm kilim yandı,
                        Men kilime yanmıram
                        Sularda gülüm yandı.

                        Aşıq der Sarı yardan,
                        Su gelir Sarıyurddan,
                        Felek, gözün kor olsun
                        Ayırdın yarı yardan.


                        Apardı seller Saranı (Azerbaycan halk şarkısı)

                        Arpa çayı aşdı, daşdı,
                        Sel Saranı aldı qaçdı.
                        Ala gözlü, kalem qaşlı
                        Apardı seller Saranı,
                        Bir ala gözlü balanı.

                        Gedin deyin Han çobana,
                        Gelmesin bu yıl Muğana,
                        Muğan batıb nahaq qana
                        Apardı seller Saranı,
                        Bir ala gözlü balanı.

                        Arpa çayı derin olmaz,
                        Akar sular serin olmaz,
                        Sara kimi gelin olmaz
                        Apardı seller Saranı,
                        Bir ala gözlü balanı.


                        II variant

                        Güzgü daraq irefdedi,
                        Her biri bir terefdi,
                        Sara geden bir heftedi
                        Apardı seller Saranı,
                        Bir ala gözlü balanı.

                        Düyünü tökdüm qazana,
                        Qaynadı qaldı azana,
                        Elac yok Tanrı yazana
                        Apardı seller Saranı,
                        Bir ala gözlü balanı.

                        Atlı yaraq çıkıb düze,
                        Bıçaq batsın yaman göze,
                        Aşıq gerek derde döze
                        Apardı seller Saranı,
                        Bir ala gözlü balanı.

                        Arpa çayı meni aldı,
                        Apardı deryaya saldı,
                        Çilovdarım dalda qaldı
                        Apardı seller Saranı
                        Bir ala gözlü balanı.

                        Yorum

                        • Zaur
                          Member
                          • 19-04-2004
                          • 906

                          #13
                          Sarı Gelin ağısının ve ağrısının sırrı...Devamı...

                          "Sarı Gelin" yallısı

                          Şerur rayonunun Karabağlar (şimdiki Kengerli rayonunun idari toprağı) köyünde şuanda da toylarda (düyünlerde) oynanan "Sarı gelin yallısı"nın (toplayan E.Asger) adı nedense sovet devrinde malum olmayan maksadla deyişdirilib "İki ayak" adlandırılıb.

                          "Sarı gelin" ve "Apardı seller Saranı" (Götürdü seller Saranı) türkülerini mukayise etsek, bir türkünün açmasının digerinde olduğunu görürüz.

                          Saçın ucun hörmezler...

                          Eski türk inanclarına göre, saçı uca kadar örmezler ve hörüb düyün vurmazlar. O zaman kara gücler saçda toplanar, sahibine bedbahtlik getirirmiş. Kadim Göktürk adetlerine göre, kızlar, gelinler, dullar, karılar farklı hörükler hörermişler ki, tanınsınlar. Oğuzlarda bu kendini daha kabarık gösteriyor. Türklerin içinde oğuzlar paltar (elbise) tikerken sapı düyünlemekden bile çekinermişler. Bununla işlerinin düyüne düşeceyine, iyi olmayacağına inanarmışlar. Oğuzlarda kızlar bir hörük hörermişler - yani yanlızım, bekarım. Gelinler iki hörüklü olmakla aileli olduğunu, evladı olmayan dul kadınlar başın tepesinden saçın üst kısmını hörüb götirib boyunun ardında saçın kalan bölümü ile tek hörük hörermişler. Evladı olan dullar saçın ön tarafından tağ açıb saçın her iki tarafından yukarıdan iki hörük hörüb aşağıdakı saça birleşdirerek her iki hörüyü aşağıyacan uzadarmışlar. Karılar saçlarını hörüb başlarına loluklayarmışlar, yani sarıyarmışlar. Haddinden fazla güzel kızlar çoksayda (40-a kafar) hörük hörermişler. Bu cür çok hörüklünü gören bilirmiş ki, o kızı seven çokdur ve kız özü kendisi kimi beyenerse, ona vararmış, yani bu kızı almak çetin meseledir. Heç bir hörük hörmeden saçı açıb sırta tökmek yüngül ahlaklılık sayılırmış (ahlaksız kadın).

                          Gülü gonca dermezler...


                          Gonca Sarı gelin değil, Geline gonca demezler. Burada söz gülden ve goncadan gidiyor. Cevab türkünün diger variantındadır. "Sel savurdu bağımı / Goncası güle kaldı". Gül Sarı gelindi. Gonca ise uşağıdır (evladıdır). Bunun bir cavabı da hemin varinatdakı birinci bendin dördüncü "Balalı ölen bala vay" misrasındadı. "Gülü gonca dermezler" demekle sanki feleyi tenbihliyor, yani balalı hamile anaya kıymazlar - deyib ediliyor. "Çoban, kaytar kuzunu" (geri ver) misrası da ilgincdrı. Buradan bir sual ortaya çıkıyor: Çoban kuzunu niye geriversın? Cevab "Apardı seller Saranı" mahnısındadı (türküsündedir). "Gedin, deyin Han çobana, / Gelmesin bu yıl Muğana, / Muğan batıb nahak kana, Apardı seller Saranı". "Sarı gelin"in her kese malum olan az okunan üçüncü bendinde deyiliyor: "Aşık eller ayrısı, / Şana teller ayrısı, / Bir gününe dözmezdim, / Oldum yıllar ayrısı, / Sarı gelin." "Apardı seller Saranı" mahnısının ikinci variantının birinci bendinde aynı fikir tekrarlanıyor. "Güzgü, darak irefdedi (Ayna tarak çekmededir), / Her biri bir taraftadır, / Sara geden bir haftadi... ;" "Sarı gelin" mahnısının üçüncü variantında da aynı fikir, aynı ifadeler, sözler var. "Darağı telde kaldı, / Sorağı elde kaldı." Burada da aynı eşyalardan sohbet gidiyor. Demek ki, mevzu aynı mevzudur. "Sarı gelin" mahnısının ikinci variantının birinci bendinde Saranın adı çekiliyor. "Kızların gözelleri Sara balama benzer". Bu bend Sarı gelinin - Sara gelinin anasının, ninesinin dili ile okunuyor. Mahnının ikinci variantında açıkca "Sarı balam, Saram vay" deyib, sızlıyor.

                          Üçüncü variantdakı birinci bend de "Erzurumda kala var, / Başımızda bela var, / Saramı sele verdim, / Balalı ölen bala vay" deyib sızlıyor, başlarında olan bela yüzünden (ermeni zulmünden) Erzurum kalasına sığındıklarını söylüyor, diger tarafdan da sele verdiyi Sara balasını ağlıyor. Demek ki, Sara derdi tazedi, köhnelmeyib (eskimeyib), unudulmayıb. Bayatılar da Sara ile Sarının aynı adam olduğunu isbatlıyor. "Sara balam kurtula, / Arpaçay arka dönüşe, / Arpakalam keçmenem" misrasında adı çekilen Arpakala Şerur rayonunun şuankı Oğlankala köyüdür, Arpaçayının yakınlığındadır. Bayatılardakı "Aşık der Sarı yardan" misrasındakı Sarı Saradı. Burada dil dönmesi var. "Aşık der Sara yardan" dili güce salıyor. Mısal, Sederek lehçesinde "Apardı seller Saranı" değil, "Apardı seller Sarıyı" okuyorlar. Burada ses değişikliyi var. Misal, Banu-Banı, Hatun-Hatın, Lale-Lala kimi. Eski türkcede kara büyük demekdir. Karı da ona yakın sözdür. Karı hem yaşlı kadın manasındadır, hem de karı düşman - eski, büyük düşman anlamındadır. Bu, İrevan ve Doğu Anadolu bölgelerinin de lehcesidir.

                          ***

                          "Aşık der Sarı yardan, / Su gelir Sarıyurddan" misrasındakı Sarı yar Sarı gelin, Sarıyurd ise Şerur rayonunun Sarıhanlı (şuankı Serhanlı) köyüdür ve aynı köy Arpaçayının yakınlığındadır. Sarı gelinin Sarıhanlıdan olduğu, Muğanlıya gelin gitdiyi (Yallı nınenin dediyine göre) söyleniliyor. Muğanlı ve Serhanlı bir-birine yakın köylerdir ve Arpaçayının etrafındadır.

                          Sovet devinde "Apardı seller Saranı" mahnısının araştırmasında büyük ve yalan bir hikaye uydurmuşlar. Güya çobanın hayat yoldaşı (hanımı) Saraya hanın gözü düşmüş, buna göre de Sara özünü Arpaçayına atmışdır. Hiç bir ana karnındakı balası ile birlikde kendine kıymaz. Bu beyleri, hanları gözden salmak, lekelemek üçün uydurulmuş alçak bir bolşevik hikayesidir. Ve burada mutlaka ermeni parmağı var. Eğer böyle olsaydı, "Apardı seller Saranı" mahnısının sözlerinde buna rast ggelinirdi. Mahnıda bu hakda kiçik bir işaret bile yokdur. Arpa çayının etraf köylerinde sorduğum yaşlıların hiç biri bunu tasdik etmediler ve başkasının gelinine aşık olmağın bizim milli özeliklerimize uyğun gelmediyini söylediler. Mahnıda Saranın öz dili ile deyiliyor: "Arça çayı beni aldı,/ Apardı deryaya saldı..."

                          Sovet edebiyyatı çobana nöker gözü ile bakmış, onu proletarlaşdırmak istemiş. Ancak ümumtürk edebiyyatında, düşüncesinde, folklorunda çobana münasibet başkadır. Eski türk inancına göre, çoban koyunların himayeçisidir, koruyucusudur. Gökdeki yıldızlardan birine çoban yıldızı adını vermiş, çölün bir çiçeyini çobanyastığı etmiş, peynirle yeyilen en kokulu çöl göyertisine (sebzesine) çobankirpiyi demiş, yemeklerimizden birine çobanaşı, dürmeyin büyüyüne ve lezizine çobandürmeyi söylemişdir. Bir zamanlar çoban rütbeleri de olub - Hançoban, gede (kiçik) çoban ve s. Eski çağda çoban adına nağmeler koşulan (bağlanan), sayası sözleri söylenen birisiydi. Çobanlarla ilgili çoklu masallar, mısallar var. Çoban yalnızca koyun-kuzunun yağın, peynirin, südün, etin ve çölün sahibi deyildi, çoban aynı zamandada bir nevi bestekardı, musıkıçi idi. Çoban nerdeyse tüteyi yaratan, onu ifa eden ve sürüsüne tüteyi ile talimat veren kesdir. Türklerde heyvanlarla musıkı ile ünsiyyet kurmak, onların hastalığını musıkı ile iyileşdirmek ("Köroğlu" destanı) taa eski çağlarda mevcud olmuşdur. Hayvanların sağımı bıle, sağıcının zümzüme (mırıldama) etdiyi musıkının müşayetile olmuşdur. Bu, hayvanı hipnoz edirmiş ve hayvan hem hareket etmiyormuş, hem de fazla süd veriyormuş.

                          "Sarı gelin" ve "Apardı seller Saranı" mahnıları nefes aletleri - balaban, ney, tütek, zurna ile ifa olunan mahnılardır. "Kitabi Dede Korkud" destanında zurna, boru, nağara ve s. musıkı aletlerinin adı çekiliyor. Misal, "Beyrek kalkdı, kızlar yanına vardı. Surnaçıları kovdı, nagaraçıları kovdı", "Gumbur-gumbur nagaralar dögildi. Burması altun tuc borular çalındı...."

                          Zurna (zur-nay), balaban ve s. kadim çalğı aletlerimize de sahib olmak isteyen ermeniler yallılarımızı da özününküleşdiriyor. "Sarı gelin", "Apardı seller Saranı" mahnılarının ve "Sarı gelin yallısı"nın nefes aletleri - balaban, tütek, zurna ile ifa edilmesi de tesadüfi deyil. Çoban Sarı gelinin - Saranın hayat yoldaşıdır (eşidir. "Sarı gelin"in musıkısının ilkin yaradıcısının mehz onun olması mantığauyğundur. Ve bu da bir gerçekdir ki, Azerbaycanda yalnız Şerurda şuanda da toy (düğün) şenliklerini zurna-balabansız, yallısız tasavvür etmek mümkün deyil. Nasıl ki, muğam muziğimiz daha çok Karabağ bölgemize hasdırsa, yallı da Şerura has milli musıkı ve raksdır.

                          Yorum

                          • Zaur
                            Member
                            • 19-04-2004
                            • 906

                            #14
                            Sarı Gelin ağısının ve ağrısının sırrı...SON.

                            Türk mifologiyasında, türk folklorunda söz kodlaşdırılıb, şifrelenib. "Sarı gelin" mahnısının sonundakı "Sona yarım" sözü de sellerin apardığı Saranın mehz Sarı gelin olduğunu işare eden şifredir. Sona su kuşudur. Aşık edebiyyatımızda su sonasına benzedilerek kızlara çoklu nağmeler koşulmuşdur. "Sarı gelin"e ne üçün boş-boşuna "Sona yarım" deyilsin? Sel apardığı üçün "Sona yarım" yani Sonaya dönüb sularda iten yarım anlamını daşıyor. Ne çok nağıl (masal), rivayet ve efsanelerimizde kırlanğıça, güverçine, durnaya, marala, ceyrana "dönüşen" gelinlerimiz var. Bu düşüncelerin alt yapısında şamançılık duruyor. Dini dünyagörüşler deyişdikce, eski formalar da çağımıza deyişilerek gelmiştir. Ve şamançılığın ermenilerle hiç bir alakası yokdur.

                            "Sarı gelin" mahnısı (türküsü) Arazın o tayında yaşatılıyordusa, bu tayında - Sovet Azerbaycanında köçden, soykırımından bahs etmek yasaklanmışdı. Deportasiya, repressiya eski köçün ve soykırımın devamı idi. Azerbaycan topraklarına yerleşdirilen dil, tarih, medeniyyet bakımından çıplak ermeniler türkün neyi varsa giyinmeye başladı, elece de "Sarı gelin"i.

                            Bir at mindim başı yok,
                            Bir çay keçdim daşı yok,
                            Arpa, netdin Saramı?
                            Mezarı yok, daşı yok.


                            Buradan belli oluyor ki, başı olmayan at-kayık, sal gibi sudan keçe bilmek vasıtasıdı. Onunla daşı olmayan çayı-Arazı keçmişler. Burada da hem köçden, hem de Saranın taleyinden bahs ediliyor. Sarı gelinin - Sara gelinin başına gelenler ananın, sevgilinin, halkın, bazan da gelinin öz dili ile söyleniyor. "Oy nenen ölsün", "Neynim, aman-aman" misraları ağıdı, edilemedi. Saraya sarı deyilmesi ise onun sarı rengde olmasından da kaynaklana bilir. "Bir alagözlü balanı" misrası bize alagözlü adamların ekser hallarda açık rengli olduğunu söylemeye hakk veriyor. Hayklar (haylar) mahnını kendi dillerinde okumuş sonunda "Sarı axçi" demekle sarı sözünün de onlara aid olduğunu iddia ediyorlar. Mahmud Kaşğarinin "Divani Lüğat-t-Türk" kitabında (çeviren Besim Atalay) "sarı" eşyaya "sarık", tünd sarı eşyaya "sap sarık" (say.329) deyiliyor. Sarı sözü "Kitabi-Dede Korkud" dastanında "Salur Kazanın evinin yağmalanması boyu"nda İlek oğlu Sarı Kalmaş, "Basatın Tepegözü öldürdüyü boy"da Konur koca oğlu Sarı Çoban, "Kazlık koca oğlu Yeynek boyu"nda Savkan Sarı kimi insan adlarıdırsa, "Kanlı koca oğlu Kanturalı boyu"nda sarı burada Sarı elbise Selcan Hatının elbisesının rengidir.

                            Azerbaycanda sarı sözüne yüzlerle hidronim, oykonim, oronim, toponimlerde rast geliniyor. Ve bin yıl bundan önce türk etnosları olan kumanlar Orta Asiyadan Avropaya köç ederken Sarılar da Amerikaya köç etmişler. Amerika yerlilerinden Sarılar, Sarı el kabilelerini buna misal göstere biliriz.

                            Arpa çayının adına geldikde ise kaynaklardan çok misallar verebiliriz. Fahreddin Kırzıoğlu Arpa çayı adının "Arpalu" adlı oymakdan aldığını ve Nahçıvanla Kars arasındakı Arpa çayına Selcuklulardan önce Kengerli sancağına adını vermiş Arpalı boyundan olduğunu yazıyor. Kadim bir mifimizde de buğday ve arpanın Oğuza Tanrı tarafından verildiyi söyleniliyor.

                            "Apardı seller Saranı", "Sarı gelin" mahnısının diger variantları, "Sarı gelin yallısı", bayatılar öz varlıkları ile "Sarı gelin" mahnısının (türküsünün) delillerle Azerbaycana mahsus olduğunu bir daha sübut ediyor.

                            "Sarı gelin" sevgiliye, övlada, köçe, soykırımına okunan Ağıdı. "Sarı gelin" hem Arpa çayından gileylenen, hem de Arpa çayından ayrıldığı üçün ona hasret mahnıları bağlayan bir milletin Ağısıdı. Bu ağı Hocalı soykırımı üçün de seslendi. Aynı musıkı aynı zulmü, aynı kederi müşayet etdi.

                            "Sarı gelin" Sarı elbiseli Selcan Hatından, "Çora Batır" dastanındakı öz vatanını ruslardan koruyan Kazan hanı Cibali hanın kızı Sarı Hatından, şerurlu Sarı hanın (Şeruk hanın) kızı işığa aşık olan, işıkdan Su oğlan doğan Sarı kız mifinden başlayıb gelen Sarıkamışda binlerle şehid veren, köçe mecbur edilerken Araza tökülen ve Hocalı katliamı ile davam eden azerbaycanlıların müziğe dönüşmüş hikayesidir.

                            "Sarı gelin" Arpa çayının apardığı "Alagözlü, kalem kaşlı" Sara gelindi.
                            ... Başımıza gelenler boşu-boşuna değil. Milletimize, Vatanımıza, Dilimize, Adlarımıza, Özümüze, Bir-birimize olan duyarsızlığımızın, biganeliyimizin Cezasıdır. Hiç bir ceza ebedi değil. Cezadan azad olmak kendi elimizdedir. Bu gün bizim Tanrının yardımına, Mifin yardımına ihtiyacımız var. Biz istersek, onlar bize yardım ederler.

                            Kaspi.- 2008.- 19 mart.- S. 12-13.

                            Yorum

                            • Zaur
                              Member
                              • 19-04-2004
                              • 906

                              #15
                              Haylar Azerbaycan Türklerinin aşağıdakı deyerlerin çalmışlar, UNUTMAYIN!

                              Hay'lar Azerbaycan'ın 13 müellif eserini, 12 milli oyun havası ve reksini (dansını), 6 halk müziğin ve 6 halk musiki aletini çalmak, menimsemek (kendilerine mal etmek) istemişler. Araştırmalara göre, bu listede Azerbaycanın ünlü bestekarları ve onların meşhur eserleri de var.

                              Azerbaycan Müellif Hukukları Agentliyinden (AMHA) verilen bilgiye göre, çalınan eserlerin ilk sırasında Üzeyir Hacıbeyovun “Arşın mal alan” ve “Meşedi İbad” operettalarından ariyalar ve musiki parçaları yer alıyor.

                              Hay'lar, hemçinin, Qara Qarayevin “Yedi gözel” (Yedi güzel) baletinden musiki parçalarını, Tofiq Quliyevin “Sene de kalmaz”, Emin Sabitoğlunun “Neylerem”, Elekber Tağıyevin “Sen gelmez oldun”, Aygün Semedzadenin “Mekteb illeri” (“Mekteb yılları”), Eldar Mansurovun “Gece zengleri” (telefon çağrıları), “Melodiya”, Behram Nesibovun “Ay qız”, Oqtay Kazımovun “İndi meni tanımadı”, İbrahim Topçubaşovun “Söz olmasaydı”, Rauf Hacıyevin “Saçlarına gül düzüm” şarkılarını, Brilliant Dadaşovanın “Vokaliz” musiki toplusunu kendi adlarına çıkmışlar.

                              Azerbaycan müelliflerinin hukuklarının hay'lar tarafından mütemadi bozulması halları artık o hadde çatmış ki, onlar hatta dünya şöhretli Azerbaycan bestekarı Fikret Emirovun Azerbaycanın dahi şairi Hüseyn Cavidin sözlerine (“Şeyh Senan” eseri'ne) bestelediği “Kör arabın şarkısı”nı da hay eseri kimi takdim ediyorlar.

                              Hay sanatçıları Artur Seferyan, Raç Keşişyan, Aram Avakyan ve Gevorq Dabağyan çekdikleri “Mayrik” adlı klipde başdan sona kimi Fikret Emirovun “Kör arabın şarkısı”ndan istifade etmişler.

                              Bununla da, ermenistan “edebi ve bedii eserlerin korunması hakkıında” Bern Konvensiyasının taleblerini bozmuştur.

                              Halbuki Fikret Emirovun “Kör arabın şarkısı”nın müziği hele 1963-cü yılında Azerbaycan Müellif Hukukları Agentliyinde kayıtlara alınmıştır.

                              Azerbaycan bestekarlarının müellif eserlerini çalmakla kifayetlenmeyen hay'lar milli oyun havaları ve rakslarimizi, halk şarkılarımızı da özününküleşdiribler (kendilerinin malı yapmışlar).

                              “Vağzalı”, “Yallı”, “Uzundere”, “Mirzeyi”, “Terekeme”, “Qazağı”, “Şerur yallısı”, “Zabul zengi”, “Köçeri”, “Benövşe”, “Fuadı”, “Baharı”nı özününküleşdirmeye çalışan hay'lar çok ünlü olan halk şarkılarımızı da adlarına çıkmakdan çekinmemişler.

                              “Sarı gelin”, “Han bacı”, “Deli ceyran”, “Hala Nargile”, “Ay leli”, “Sarı köynek” halk şarkılarının hay'larin adına çıkılması bize ne kadar ilginc görünse de, hırsızlığa adet etmiş komşularımız üçün bu, artık sıradanlaşıb.

                              İşin ilginc tarafı budur ki, onlar tar, kamança, ud, nağara, koşa nağara ve hatta SAZI bile hay milli musiki aleti kimi kaleme vermekden çekinmiyorlar. Bununla bağlı AMHA Beynelhalk eqli Mülkiyyet teşkilatına defalarca hem şifahi, hem de yazılı müracat etmiştir, bu hırsızlık faktlarının her biri ile bağlı müvafik talimatlara uyğun olarak resmi şekilde adı çekilen beynelhalk kurum melumatlandırılıb. AMHA-nın hukuk şubesinden APA-ya verilen malumata göre, bu müracatlar hele ki, neticesiz kalmıştır. Bu günecen Azerbaycan tarafı yalnız korsançılıkla meşkul olan, Azərbaycanın medeni irsini menimsemekde ad çıkarmış Rusiyada ermenilerin “Ani-Rekords” studiyasının kapanması ve Brilliant Dadaşovanın “Vokaliz”inin hay şarkısı kimi tebliğ olunmasının karşısının alınmasına nail ola bilmiştir.
                              Bir daha soyluyorum Sari gelin ortak Türk Ellerinin medeni abidesidir.Erzurum Kars Nahcivan fark etmez bu topraklar Turan elleridir.

                              Tanrı Türkü korusun ve Yüceltsin, AMİN.

                              Yorum

                              İşlem Yapılıyor
                              X