Hitit Mitolojisi ve Kültürü (Bölüm 1)

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • Sniper®
    Senior Member
    • 22-06-2005
    • 12987

    Hitit Mitolojisi ve Kültürü (Bölüm 1)

    Bu konu, Hitit mitolojisi ve kültürüne dair bir takım bahislerin çeşitli kaynaklardan değiştirilmeden yazılmasıyla oluşturulmuştur. Kaynak isimleri yazarı ve adı ile birlikte konu başlıkları üzerinde belirtilmiştir.


    Derman Bayladı, DİNLER KAVŞAÐI ANADOLU
    HİTİTLERDE DİN

    Hititlerin hoşgörüsü öylesine ileri düzeydeydi ki, egemenlik sürdükleri topraklara kendi adlarını değil de, orada daha önce yaşamış ve parlak bir uygarlık kurmuş olan bir ulusun adını verdiler, “Hatti Ülkesi” diye. Bizim bugün Hititler diye adlandırdığımız topluluk aslında kendilerine “Nesililer” dedikleri halde, Hitit adı üzerlerinde yerleşti kaldı. Dilleri de göz göre göre “Hititçe” olup çıktı.
    Bilim dünyasının Hititler diye kabul ettiği- ve de ettirdiği- bu ulus Hattilerin dinlerini kolaylıkla benimsemişti. Bu benimseme sonucunda pek çok tanrıdan oluşan bir inanç sistemi doğdu. Bu yüzdendir ki, Hitit tabletlerinde sıklıkla “Hatti ülkesinin bin tanrısı”ndan söz edilir. Bu tanrılardan pek çoğunun Hitit kökenli olmadıkları açıktır. Zaten Hititler de bu tanrıları köken olarak kendilerine mâl etmiyorlardı. Ama onları oldukları gibi kendi pantheonlarına kabul etmişlerdi. Bu tanrılar topluluğunda, Hatti, Luvi, Hurri, Pala gibi Anadolu kökenli tanrı ve tanrıçaların yanı sıra Mezopotamya’dan gelen tanrı ve tanrıçaları da görmekteyiz.



    Baş Tanrıça

    Yontma taş çağı çok önemlidir ve bir o kadar da saygı görmüştür. Bu önem ve saygı, çok daha sonraki dönemlerde bile sürüp gitti. Ortalık tanrı ve tanrıçadan geçilmez olmuştu ama yontma taş çağının ana tanrıçası, her ne kadar değişik adar taşısa, dahası ona değişik görevler yüklenmiş de olsa, temel niteliğinden, önem ve saygınlığından ödün vermedi. Onca tanrı ve tanrıça kalabalığında kişilik ve tekinliğini korudu.
    Geleneksel ana tanrıçanın Hititler döneminde “Arinna’nın Güneş Tanrıçası” adıyla anıldığını görmekteyiz. “Her ülkenin anası babasıymış Arinna’nın Güneş Tanrıçası. Kusurları bağışlayan mahkemenin başıymış. Tanrıların kurbanlarını o paylaştırır, şikayetleri o dinler, ülkelerin sınırlarını o belirlermiş”.
    Bir Hitit kasidesinden derlenen bu sözler, ana tanrıçanın Hititler çağındaki ataerkil düzende bile saygınlık ve önemini ne denli titizlikle koruduğunu göstermekte.
    Bu ana tanrıçaya Hattiler’de “Vuruşemu” deniyordu. Geç Hitit dönemindeki adı “Kupaba” Yunan ve daha sonraki Roma döneminde “Kubelh” adıyla Phrygialılar’ın ulusal tanrıçası oldu.
    Tanrıçanın Hurriler’deki adı ise “Hepat” idi. Hepat ile Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın M.Ö. 13. yüzyılda, belki de daha önce, eşdeğerlik kazandıklarını görmekteyiz. Bu eşdeğerlik, bir belgeyi de açıkça ortaya çıkarıyor:
    “Bütün ülkelerin kraliçesi efendim, Arinna’nın Güneş Tanrıçası! Hatti ülkesinde sen Arinna’nın Güneş Tanrıçası adını alırsın, sedir ağacı ülkelerinde ise adın Hepat’tır.”
    Bu çok önemli tanrıçanın büyük krallık döneminde imparatorluk sarayının resmi koruyucusu olduğunu da görmekteyiz. İkinci Murşili bu yüce tanrıçaya nasıl yakarışta bulunduğunu şöyle anlatıyor:
    “Ben şahsım için, eşim, oğlum, evim ve ülkem için Hepat’a yalvardım, çağrıda bulundum.
    Hepat bu yakarışta görüldüğü gibi ikinci Murşili (M.Ö. 1345-1313) zamanında aile ocağı tanrıçalığını aşarak bütün ülkenin koruyucu tanrıçası olmuştur.

    Baş tanrıça Hepat’ın ünü ve etkisi giderek o denli yaygınlaşır ki, Kutsal Kitap’a (Eski Ahid) “Havva” adıyla girerek, ilk insan Adem’in karısı olur. Yunan mitologyasındaki Gençlik Tanrıçası ve tanrılar başbuğu Zeus’un şarap sunucusu Hebe’nin de aslında Hepat’tan geldiği söyleniyor.
    Neolitik çağ ana tanrıçasının bir uzantısı olan Hepat’ın önem ve saygınlığı bu denli yüksektir Hititlerde gerçi ama toplum da ataerkil düzene geçmiştir artık. O nedenle bütün tanrıçalara baş olacak bir erkek tanrının varlığı kaçınılmazdır.

    Göklerin Tanrısı Teşup

    Fırtınanın da tanrısıdır Teşup ve de Hitit pantheonunun baş tanrısıdır. Teşup, bu tanrının Hurri dilindeki adıdır. Hattiler bu tanrıyı “Taru” olarak adlandırıyorlardı. Yine aynı dönemlerde yaşamış bir başka Anadolu toplumu Luvilerdeki adı ise “Data” idi aynı Tanrının. Ne var ki, Hitit pantheonu baş tanrısının Hitit dilindeki adını bilemiyoruz.
    Teşup’un simgesi boğa idi. Bu da doğal sayılmalı. Toprağı kutsallaştıran, onu her şeyin anası, yaratıcısı olarak düşünen ilk insan, “ana tanrıça” kavramıyla simgeleştirip somutlaştırmıştı bütün yaratılanlara yaşam veren temel varlığı.
    Ama toprak ananın bu işlevini görmesi için bir de yardımcıya gereksinmesi vardı. Bu yardımcı, toprak ananın bağrının yarılmasını sağlayacak, bu yarıklara da toprağı dölleyecek tohumlar atılacaktı. Bu döllenme görevi boğaya verildi. Boğa da kutsal bir hayvan, giderek de baş tanrının simgesi oldu. Unutmayalım ki, Yunan mitologyasında tanrılar başbuğu Zeus’un da kutsal hayvanıydı boğa. Zeus’un yeryüzüne indiğinde boğa biçimine girdiği de olur. Böyle yaparak Fenike kralı Agenor’un kızı Europa’yı kaçırmıştı.
    Teşup, tanrılar anası Hepat’ın kocasıydı. Hitit başkenti Hattuşaş’ın hemen yanı başındaki yazılıkaya açık hava tapınağında bu tanrısal aileyi temsil eden kabartmalar belirgin bir biçimde görülmektedir. Bu resimde baş tanrı Teşup’u, başka iki tanrının omuzlarına basmış olarak görmekteyiz. Bu tanrılar Nanni ve Hazzi adlarında iki dağı temsil ediyorlar. Baş tanrının tam karşısında karısı Hepat’ı görüyoruz. Tanrıça bir panter üzerinde durmaktadır. Unutmayalım ki, neolitik dönem ana tanrıçası iki yanını panterlerin (ya da leoparların) oluşturduğu bir taht üzerinde oturmaktaydı. Bu de nedensiz değildir. Ana tanrıça bütün doğaya olduğu gibi, onun bir parçası olan vahşi hayvanlara da can vermekteydi. Bunun içindir ki, geç dönemlerde “yabani hayvanlar ecesi” anlamında “Potnia Theron” da deniyordu ona.
    Tanrı ile Tanrıça’nın –birincisinin sağında, ötekinin de solunda olmak üzere Teşup’un simgesi kutsal boğalar duruyor. Hepat’ın arkasında ise tanrısal ailenin üçüncü bireyi oğul Şarruma’yı görüyoruz. Annesi Hepat gibi, o da bir panter üzerinde durmaktadır. Şarruma’nın da, tıpkı anne ve babası gibi bir tanrıyı simgelemesi son derece doğaldır. Bu tanrı ailesi de zaten “ana-baba-oğul” nitelikleriyle bir kutsal üçleme oluşturuyorlar adeta.
    Hitit dinsel inançlarında kralın da çok önemli bir işlevi bulunmaktaydı.


    Hitit İnançlarında Kralın işlevi

    Hitit krallarının, hükümdarlık görevlerinin yanı sıra üç önemli görevinin daha olduğu anlaşılıyor: Başrahip, Başkomutan ve Başyargıçlık görevleri.
    Kral, başrahiplik görevi gereği belirli dinsel bayramlarda tanrılar için yapılan ayin ve duaları yönetir, onlara içki ve kurbanları doğrudan kendisi sunardı. Tanrılara bu denli yakın olan kralın, dinsel anlamda son derece temiz olması gerekmekteydi. Bu temizliği sağlamakla yükümlü saray görevlileri vardı. Yiyecekler gibi, Tanrının eşyaları da temiz olmalı, bunlara domuzlar ve köpekler yaklaşmamalıydı. Özellikle de yıkanılacak suyun temiz olmasına çok dikkat ediliyordu.
    Burada ilginç bir nokta, cinsel ilişkiden sonra yıkanarak arınmanın önemidir. Bir çeşit boy abdesti diyebileceğimiz bu işlem Eski Ahid’e Hititlerden geçmişe benziyor, bu olgu da Anadolu’nun hem çok hem de tek tanrılı dinler açısından gerçek bir kavşak olduğunu gözler önüne seriyor.
    Hitit dinsel kurallarına göre cinsel ilişki kirleticidir. Böyle bir eylemde bulunan kişi güneş doğar doğmaz yıkanmalı ve sabahleyin tanrıların yemek yiyeceği zaman hazır bulunmalıdır. Bilerek yıkanmayı geri bırakmak ve kirli durumda tanrının ekmeklerine ve içki kaplarına yaklaşmak ölümü gerektiren bir suçtur.
    Eski Ahit’in Levililer kitabında yukarıdakine çok benzeyen bir yargı şöyle:
    “...Ve bir adam kadınla yatar ve ona yaklaşırsa, ikisi de su ile yıkanacaklar ve akşama kadar murdar olacaklardır.”
    Dinsel açıdan önemli bir işleve sahip olan kralın, Mısır firavunları ya da Roma imparatorları gibi kutsal nitelikleri olduklarını söylemek oldukça zordur. Gerçi kralların öldükten sonra tanrılık derecesine eriştikleri söyleniyordu ama bunun inançtan çok saygıdan, bir de kralı onurlandırma çabasından ileri geldiği düşünülebilir. Bir saygı belirtisi olsa gerek, ölen kral için “öldü” sözcüğü yerine “Tanrı oldu” deyişi kullanılıyordu. Ama “onursal bir tanrı” yalnızca. Gerçek tanrılara hiçbir zaman eşit tutulmayan, üstelik pantheona da tutulmayan bir tanrı.
    Hitit kralları, her ne kadar sağlıklarında Tanrı değillerse de tanrının yeryüzündeki temsilcileriydiler en azından. Bunun böyle olduğu bir duada açıkça belirtilmektedir:
    “Tabarna-kral tanrıların gözünde değerli olsun: Ülke Fırtına Tanrısı’nındır. Gök, yer ve insanlar onundurlar hep. Tabarna-kralı kendisine vekil kılan, Hattuşa ülkesini ona emanet veren de odur. Tabarna-kral bütün ül***i kendi eliyle yönetsin. Her kim ki ona ya da onun ülkesine zarar verecek olursa Fırtına Tanrısı onu yok etsin!.”
    Duada geçen “Tabarna” sözcüğü üzerinde de biraz durmak gerekiyor. Kimi zaman da “Labarna” diye geçen “Tabarna”, Hattuşa’da kurulan Eski Krallığın kurucusunun adı. Bu ad sonradan tıpkı Sezar, Kayzer, Çar gibi imparatorlara verilen bir unvan oluyor.



    Hitit Pantheonuna Anadolu Dışından Gelen Tanrılar

    “Bin tanrılı” Hitit pantheonu, yalnızca Anadolu tanrılarından oluşmuyordu. Bu yabancı tanrı ve tanrıçalar arasında özellikle Mezopotamya kökenlilerin çok saygın bir yer tuttuklarını gerek resmi ve dinsel metinlerden, gerekse efsanelerden öğrenmekteyiz. Ninive İştar’ı, suların tanrısı Ea ve karısı Damkina, Güneş tanrısı Şamaş ve karısı Aya, Ay tanrısı Sin ve karısı Ningal bunlardan bazılarıdır.
    Bu sayılardan ise kuşkusuz en fazla saygı göreni ise İştar’dır. Bu tanrıça, Hattarina İştar’ı, Kırların İştar’ı, Ninive İştarı gibi değişik yerler gösteren adlarla anılmakta.
    İştar, köken olarak bir Sümer tanrıçasıydı. Sümerler bu tanrıçaya “İnanna” diyorlardı. Temelde döl verme ve aşk tanrıçasıydı. Bir yanıyla Yunanlıların Aphrodite’si, bir yandan da her şeyin yaratıcısı doğurgan ana tanrıçaydı. Sevgilisi “Dumuzi” idi. Bu ad, daha sonra Babil dilinde “temmuz”a dönüşür; yani temmuz ayına. “İnanna-Dumuzi” ya da Sâmileşmiş “İştar-Temmuz” çiftinin maceraları, Yunan mitologyasındaki “Aphrodite-Adonis” çiftininkiyle hemen hemen aynıdır.
    Yine Sâmi Fenikeliler, bu tanrıçaya “Aştoret” dediler. Onlardan da Astarte adıyla Yunanca’ya geçti. Hititler de bu tanrıçayı yine Sâmi Mezopotamya’daki adıyla İştar diye benimsediler.( bu paragrafın doğruluğu bakımından kesin bir şey söyleyemem, Sami)
    Ne var ki, bu Mezopotamya tanrıçasının, kaynağını neolitik çağ ana tanrıçasından almış olması çok güçlü bir olasılıktır. Bir başka deyişle “Anadolu = Mezopotamya = Anadolu” doğrultusunda bir gidiş-dönüş, asıl kaynağa geri geliş. Anadolu ile Mezopotamya arasındaki bu kültür alışverişine aracılık edenlerse yine bir (Güneydoğu) Anadolu toplumu olan Hurriler.
    Bir başka önemli tanrı olan Şamaş, Sümerlerde “Utu” adıyla biliniyor ve yasaları simgeliyordu. Sami Mezopotamyalılarda Şamaş adıyla savaş ve bilgelik tanrısı oldu; aynı adla da Hitit pantheonuna girdi. Sümerlerde “Enki” adıyla da bilinen Ea, suları simgeliyordu. Sonraki dönemlerde Hitit pantheonuna giren Mezopotamya tanrılardan oldu.



    Geç Hitit Şehir Devletleri Döneminde Din

    Büyük Hitit krallığı, yaklaşık altı yüzyıllık bir egemenlikten sonra M.Ö. 1200 yıllarında, deniz kavimleri adı verilen barbar toplulukların ani saldırıları karşısında tutunamayarak yıkıldı. Ama yıkılan devletti. Bu devleti oluşturan insanlar güneye doğru çekilerek ve akraba bir toplum olan Luvilerle kaynaşarak Anadolu’nun güneydoğusu ve bir bölümüyle de Suriye’nin kuzeyinde olmak üzere şehir devletleri oluşturdular.
    Bu dönem Hititlerinin dinlerine gelince...
    Hititlerin eski görkemli dönemlerinden devralınan inançlar sürdürülmekteydi. Ama yeni yorumlarla kimi değişiklikler de ortaya çıkmamış değildi.
    Bu dönemde özellikle “Tarhun” tapımı büyük önem kazanmıştı.
    Aslında yeni bir tanrı değildi Tarhun. M.Ö. 1400 yılarında, Yeni Krallık çağındaki kayıtlarda da adına rastlanır. Fırtına Tanrısıydı, yani adını Tarhun’a dönüştürmüş Teşup. Yine Arinna Güneş Tanrıçası’nın –ya da öteki adıyla Hepat’ın- kocasıydı. Baş tanrı olduğuna göre simgesi yine boğaydı.
    Öte yandan, İtalya’da birçok şehrin kurucusu olarak ünlenen Etrüsk kahramanı Tarquinius’un adının da, bu Hitit tanrısı Tarhun’dan geldiği ileri sürülür. Mysia kralı Telephos’un oğluymuş Tarquinius. Bu ad Tarkhon diye de söyleniyor. Mysia ilk çağlarda Bergama ve yöresine verilen addı. Tarquinius’un –ya da Tarkhon’un- babası Telephos, Bergama’nın kurucu kralı sayılıyordu. Hititlerin tarihi Bergama’ya göre çok eskilere uzandığından, Hitit tanrısı Teşup, Tarhun ve Tarkhon adlarıyla Anadolu’nun doğusundan batısına doğru bir yol izlemiş oluyor demek ki. Oradan da İtalya’ya geçer, Tarquinius adı ve bir Etrüsk kahramanı kişiliğiyle Roma’nın kurucularından biri olur. Bundan anlaşıldığına göre de Anadolu, Batı’nın kültür ve inanışları bakımından bir kaynak oluşturur.
    Bu dönemde tapımı çok yaygınlaşan tanrılardan biri de Sanda’dır. Anadolu’nun antik Kapadokia, Pisidia, Karia, Lykia bölgelerinde bu tanrıya tapılmaktaydı. Simgesi iki yüzlü bir baltadır. Bu baltaya “labrys” deniliyordu. Bu Hitit kökenli baltaya daha sonra Zeus sahip olmuştu ve Mylasa (Milas) yakınlarında adına bir de şehir kurulmuştu “Labranda” diye. Baltasından dolayı Zeus burada “Zeus Labrandeus” yani “baltalı Zeus” olarak anılmaktaydı. Aslı bir Hitit tanrısı olan Sanda yani. Konya Ereğlisi yakınlarındaki bir kaya üzerinde kabartması bulunan tanrı da bu Sanda imiş. Tanrı burada sağ elinde üzüm salkımları, sol elinde de bir buğday başağı tutmuş olarak betimleniyor. Bu tanrının daha sonra Dionysos’a dönüştüğü ileri sürülüyor. Dionysos, şarap tanrısı olarak kutsandığına göre bu da doğal sayılmalı ve Hititlerde tanrıya içki sunma törenlerinin çok önemli bir yer tuttuğunu da unutmamalı.



    Hitit Dinsel İnanışlarının Yunan İnanç ve Mitologyasına Etkileri

    Hitit kültürünün, Yunan kültür ve uygarlığına doğrudan ya da dolaylı yoldan etkisi yalnızca inanç temelinde değil, giyim kuşam da dahil olmak üzere daha bir çok alanda kendini göstermiştir.
    Hitit dinsel inanışlarıyla içiçe bulunan efsanelerin Yunan din ve mitologyasının kaynaklarından birini oluşturduğu apaçık. Özellikle de “Kumarbi” ve “İllujanka” efsanelerinin Hesiodos’un Theogonia (Tanrıların doğuşu) yapıtı üzerindeki büyük etkisi su götürmez. Bu etkiyi kavramak için adı geçen Hitit efsanelerine bir göz atmak yararlı olacaktır sanırız.


    Kumarbi Efsanesi

    Kumarbi efsanesi aslında Hurri kökenlidir. Bu efsaneye göre gökyüzünün hükümdarı Alalu imiş. Tahtta Alalu oturur, tanrıların birincisi olan Anu ona içkiler sunarmış Alalu’nun egemenliği dokuz yıl sürmüş. Derken Anu, Alalu’ya savaş açmış, onu yenerek karanlık topraklara sürmüş, sonra da geçip Alalu’nun tahtına oturmuş.
    Anu’nun Alalu’ya hizmet edişi gibi bu kez de Kumarbi aynı biçimde hizmet etmiş Anu’ya. Bu hizmet de dokuz yıl sürmüş; dokuzuncu yılın sonunda da Kumarbi, Anu’ya savaş açmış. Anu, Kumarbi’nin elinden kaçarak gökyüzüne çıkmaya çalışırken Kumarbi ayaklarından yakalayarak aşağı çekmiş onu. Sonra da erkeklik organını ısırmış Anu’nun ve yaptığı marifetten sevinç duymuş. Ama Anu şöyle demiş Kumarbi’ye:
    “Tohumlarımı yuttuğun için boşuna sevinme. Ben senin için ağır bir yük koydum. Önce güçlü fırtına tanrısına gebe bıraktım seni, sonra Aranzah (Dicle) ırmağına, üçüncü olarak da Taşmişu’ya...”
    Bu efsane, tanrılar arasındaki gökyüzünü ele geçirme kavgasını anlatıyor görüldüğü gibi. Bir başkaldırmalar öyküsü.
    Bu öyküden yüzyıllarca sonra yaratılan Theogonia efsanesinde de konu neredeyse aynı. Hesiodos’un bu yapıtına göre göklerin hükümdarı Uranos imiş. Uranos gök anlamına geliyor zaten. Acımasız bir hükümdar olan Uranos, doğan çocuklarını doğruca yerin altına gönderir. Bu durumdan onun anası ve karısı Gaia (yer, toprak) da şikayetçidir. Uranos’tan doğan bütün oğullarını babalarına karşı kışkırtır. Ama biri dışında, hepsinin de ödü kopmaktadır Uranos’tan. İçlerinden yalnızca Kronos yürekli çıkar. Anasının ak çelikten döverek yaptığı tırpanı alır ve onunla babasının hayalarını keser. İşlediği bu cinayetle de babasının tahtına geçerek göklerin egemeni olur.
    Ne var ki, iş bu kadarla sona ermeyecektir. Kronos da –aynı olayın kendi başına geleceği düşüncesiyle- tedirginlik içindedir. Bu nedenle doğan her çocuğunu bir bir yutar. Ama nice uğraşsa da boşa olacaktır çabası. Çünkü karısı Rhea’nın hilesiyle kurtulan biri, sonradan tanrılar başbuğu olacak olan Zeus, sonunda babasına savaş açacak ve onu devirecektir.
    Hitit efsanesindeki Alalu-Anu-Kumarbi üçlemisini Theogonia’da yine ötekiler gibi birbirlerini izleyen Uranos-Kronos-Zeus üçlemesi karşılamaktadır. Bu savaş da yine Hitit efsanesindeki gibi gökyüzü egemenliğini ele geçirme tutkusundan kaynaklanıyor.




    Telepinu’nun Dönüşü

    Telepinu –ya da Telipinu- fırtınalar tanrısı Teşup’un oğludur ve toprağın veriminin de simgesidir. Günün birinde ül***i bırakıp gider. O zaman yaşam durur ya da çok yavaşlar. Çünkü Telepinu giderken gökyüzünün bereketini de alıp götürmüştür. Toprak ürün vermez, canlılar üremez olur. Ağılarda koyunlar boğulur, sığırlar ölür, inek buzağısını, koyun kuzusunu bırakır. Ül***i kıtlık kaplar. Ağaçlar kurur, filizler çürür, kaynaklar kesilir.
    Tanrılar bunun üzerine bir araya gelerek Telepinu’yu geri getirmeye çalışırlar. Ararlarsa da bulamazlar önce, bulurlarsa da Telepinu geri dönmeye yanaşmaz. Sonunda bir çok tanrı girer de araya, binbir yakarma ve ricayla dönmeye razı olur Telepinu. Onun dönüşüyle de yeryüzünde bolluk ve yaşam yeniden başlar.
    Telepinu’nun dönüşü Hititlerde bayramlarla kutlanırmış. Bu da Yunan mitologyasındaki “Demeter’in dönüşü” ya da “Adonis”in yeniden canlanmasını kutlayan türden bir bahar bayramı olmalı.



    İllujanka Ejderi

    Hititlerde düzenlenen bir başka önemli şenlik de İllujanka adındaki ejderhanın öldürülmesi onuruna kutlanan bayramlardı. Bunlara “Purulli bayramları” deniyordu.
    İllujanka (İlluyankaş, İlluviyanka da denilir) dev bir yılandır. Bir anlatıma göre Fırtına Tanrısı, bu korkunç ejderhaya karşı giriştiği kavgada bütün öteki tanrıları da yardıma çağırır. Tanrıça İnara bunun üzerine bir şölen düzenleyerek ejderha’yı davet eder. Bu şölen sırasında İllujanka’yı bir güzel sarhoş ederek onu silahlarından arındırır ve etkisiz duruma getirir.
    Bir başka anlatıma göre ise İllujanka, fırtına tanrısının kalbini ve gözünü almıştır. Tanrı’nın oğlu Telepinu, ejderhanın kızı ile evlenmiştir. Fırtına Tanrısı, gelini aracılığıyla yüreğine ve gözüne yeniden sahip olarak İllujanka’ya savaş açar. Yağmur, yıldırım ve şimşek gibi doğa güçlerini kullanarak Ejderha’yı yok eder ama bu arada kendi oğlunu da öldürür.
    Bu öykü iyiliğin kötülüğe zaferini simgeliyor. Ama Purulli şenliklerinin ilkbaharda düzenlendikleri göz önüne alınırsa, baharın kışa olan zaferi biçiminde yorumlamak da olanaklı.
    Bu efsanelerin Yunan mitologyasında karşılıkları vardır. Korkunç yılanlar, ejderhalarla boğuşma motiflerini yine Hesiodos’un Theogonia’sında görmekteyiz. Tanrılar başbuğu Zeus, Titanlar’ı ve Gigantes denilen devleri yendikten sonra Gaia ona karşı Typhon ejderhasını göndermiş, Zeus bu ejderhayı yıldırımlarıyla vurarak yok etmişti.
    Bu efsaneler ve daha birçokları, Yunan mitologya ve inançlarının asıl kaynakları konusunda şaşmaz ipuçları gösteriyor bizlere.



    Hititlerdeki Tanrı ve Tanrıçaların Diğer Kavimlerdeki Adları



    Arinna’nın Güneş Tanrıçası:
    Hurriler: Hepatu
    Hattiler: Vuruşemu
    Geç Hitit Dönemi: Kubaba
    Yunan ve Roma: Kubele-Kybele



    Teşup (Fırtına Tanrısı):
    Hurriler: Teşup
    Hattiler: Taru
    Luviler: Data
    Yunan: Zeus
    Hititlerde bu tanrının adı bilinmemektedir.


    İştar (Döl Verme ve Aşk Tanrıçası):
    Sümerler: İnanna
    Fenikeliler: Astarte (Aştoret)
    Kıbrıs: Aphrodites
    Yunan: Aphrodite
    Roma: Venus
    Sâmi Mezopotamya: İştar


    Şamaş (Güneş Tanrısı):
    Sümerler: Utu
    Sâmi Mezopotamya: Şamaş


    Ea (Su Tanrısı):
    Sümerler: Enki






    Sedat Alp - HİTİT GÜNEŞİ
    Alacahöyük Kral Mezarları, Boğa ve Geyik Kültü

    Alacahöyük kral mezarlarında bulunan eserlerde boğa ve geyik tasvirleri önemli bir yer tutar. M.Ö. 3. binde Anadolu’da boğa ve geyik kültü çok yaygındı, zoomorf bir din anlayışı vardı. Yani insanlar hayvan biçimli tanrılara da tapıyorlardı.
    Daha sonra Hitit çağı’nda, boğa ve geyik önemini korumuş, insan biçimli tanrıların kutsal hayvanı olmuştur. Hitit çağı’na ait sanat eserleri arasında gümüşten bir geyik ryton’u ve boğa ryton’u oldukça dikkat çekicidir. Bu tür ryton’lar dini törenlerde tanrılara sunulan içkiyi koymak amacıyla bir kap olarak tasarlanmış, gündelik kullanıma asla sokulmamış eşyalar arasındaydı. Ryton’un geyik biçiminde yapılmış olması, üzerindeki kabartmalarda da görüldüğü gibi, simgesi geyik olan bir tanrıya adandığına işarettir. Bu kabartmalar bir dini töreni tasvir etmekte ve geyik üzerinde duran tanrı, bu tasvirlerin içinde konu bütünlüğüne uygun olarak yer almaktadır. Geyik üzerinde duran tanrı bezemesinin bir başka örneği Yeniköy’de bulunan plaka üzerinde de görülür. Geyik üzerinde duran tanrı “kırların koruyucu tanrısı Dlamma” dır.
    Boğa tasvirleri de insan biçimli tanrının kutsal hayvanı olmuş, özellikle de Fırtına Tanrısı ile özdeşleştirilmiştir. Ayrıca bir Alacahöyük kabartmasında görüldüğü gibi boğaya tapılmaktaydı. Bir orthostat üzerindeki bu kabartmada Hitit kralı boğa önünde sol elini dua konumunda kaldırmış olarak adarasyon kutsama görevini yapıyordu. Boğaya hem tapılıyor, hem de eski bir Hitit ritüel’inde -dinsel törende- görüldüğü gibi boğa, tanrıya kurban ediliyordu. Aynı zamanda İnandık kült vazosunun üstten üçüncü sırasında boğa kurban sahnesi tasvir edilmiştir. İnandık vazosunda da Alacahöyük kabartmasında olduğu gibi boğa karşısında adarasyon kutsama yapılıyordu.




    Hitit Kültüründe Güneş Tanrısı ve Hitit Kralı’nın Öldüğü Zaman Tanrı Olması ya da Güneş Tanrısı Olması Düşüncesi

    Hitit kültüründe “Hitit Güneşi” var olmamakla birlikte Güneş Tanrısı çok önemli bir konumdadır. Hititler Güneş Tanrısı’nı Hattilerden aldılar ve Hattice EŞTAN, Hititçe İŞTANU oldu. Hititlerin düşüncesine göre, bin tanrıdan oluşan Hitit pantheon’u tanrılar yurdunda, örneğin antlaşmalarda, antlaşmaya tanık olarak gösterilen yemin tanrıları dizininde, Güneş Tanrısı’nın çok önemli bir yeri vardır. Hititlerin düşüncesine göre öldükleri zaman tanrı olan Hitit Kralları kendilerini Güneş Tanrısına bağlamaktaydılar. Hitit krallarının öldükten sonra tanrı oldukları, büyük olasılıkla da Güneş Tanrısı oldukları II. Murşili’nin yıllıklarından çok iyi anlaşılmaktadır.
    Kısa süre önce Tübitak’ın yayımladığı Hitit Çağında Anadolu adlı kitabımda Murşili’nin yıllıklarından bazı örneklerin Türkçelerini vermiştim. II. Murşili’nin on yıllık Anal’lerinde şöyle denilmektedir:
    Kahraman Büyük Kral Şuppiluliuma’nın oğlu, Hatti Ülkesinin Kralı, kahraman Büyük Kral (Majeste) Murşili şöyle der:
    Babamın tahtına henüz oturmadan önce çevredeki tüm düşman ülkeleri savaştılar. Babam tanrı olduğu zaman kardeşim Arnuvanda babasının tahtına oturdu. Arkadan o da hastalandı. Düşman ülkeleri kardeşim Arnuvanda’nın hasta olduğunu işitince aynı düşman ülkeleri savaşmaya başladılar.
    Kardeşim Arnuvanda tanrı olunca, o zamana kadar savaşmayan düşman ülkeleri o düşman ülkeleri de savaştılar. Çevredeki düşman ülkeleri şöyle dediler: Hatti ülkesinin kralı olan babası kahraman bir kral idi. O düşman ülkelerini yendi. O, tanrı oldu. Babasının tahtına oturan oğlu o da eskiden bir kahramandı. O, hastalandı. O da tanrı oldu.
    Şimdi babasının tahtına oturan ise, o bir çocuktur. Hatti ülkesinin topraklarını ve Hatti ülkesini koruyamayacak.
    Öldüğü zaman Güneş Tanrısı olan Hitit Kralı’na, sağlığındayken de “Güneşim” deniyordu. Kral yöneticilere gönderdiği mektuplarda kendinden “Güneşim” diye söz ediyordu. Yöneticiler de ona “Güneşim”, “Efendim” diyorlardı. “Güneşim” sözünün Hititçesi DUTUŞI, Akadçası (ŞAMŞI) idi. Bu söz günümüzdeki majeste kavramının karşılığı idi ve Hitit krallarının armalarında hiyerogliflerle ad yazılışları hemen hemen her zaman kanatlı güneşin altındaydı.



    Güneş Tanrısı’nın Giysisi ile Hitit Kralı’nın Giysisinin Benzerliği

    Yazılıkaya’nın A galerisinin 34 no’lu figüründe görülen Güneş Tanrısı’nın giysisi, A galerisindeki 64 no’lu kral figürünün giysileri ile karşılaştırılırsa, Hitit Kralı’nın giysisinin, bir tak***e benzeyen yassı başlığından uzun cübbesine ve kralın amblemi olan ucu kırık asaya kadar her şeyiyle Güneş Tanrısı’nın giysisiyle tamamen aynı olduğu görülür. Bu benzerlik, Hitit-Mısır Antlaşması’nın yer aldığı gümüş tablet üzerindeki III. Hattuşili mührünün deneme çiziminde de dikkate alınmıştır.
    1947 yılında, ucu kıvrık asanın yani lituus’un Hitit metinlerindeki adının GIŞKALMUŞ olduğunu bulmuş olmaktan dolayı mutluyum. A galerisindeki 64 numaralı figürde eski devlet ya da Orta Hitit Krallarında biri olan Tudhaliya tasvir edilmiş olabilir. Ayrıca B galerisindeki 81 no’lu figürde, Yazılıkaya Anıtı’nı vakfeden ve yaptıran IV. Tudhaliya’yı görmekteyiz. IV. Tudhaliya’nın tahta çıkmadan önceki Hurrice adının Taşmişarruma olabileceğini Uluslararası Hititoloji Kongresi’nde sunduğum bildiride belirtmiştim . Yazılıkaya’da A galerisindeki 34 no’lu figürde Güneş Tanrısı’nın başının üstünde iki kanatlı tasvirin arasında güneş simgesi görülmektedir. Uzun yıllar önce bu tanrının hiyerogliflerini “Göğün Güneş Tanrısı” diye okuyabildiğim için mutluyum. Hititoloji’nin kurucularından ve Yale Üniversitesi Profesörlerinden Albrecht Goetze, The Priestly Dress of The Hittite King adlı makalesinde Hitit Kralı’nın giysisini rahip elbisesi olarak değerlendirmişti . Oysa bizim araştırmalarımıza göre Hitit Kralı’nın giysisi Güneş Tanrısı’nınki gibidir ve Hitit Kralı ve Güneş Tanrısı arasında Hiçbir fark yoktur. Hitit Kralı tapınakta kraliçe ile birlikte kutsal yatak odasında kalktıkları zaman, banyo odasına gitmekteler, orada yıkandıktan sonra kral, TUGNIG.LAMMEŞ denilen bayram giysisini giymekte ve ondan sonra kült salonuna geçerek kült görevlerine başlamaktadır. Bu konuları Beitrage zur Erforschung des hethitischen Tempels adlı kitabımda ayrıntılarıyla anlattım. Hitit kralı’nın anıtlarda görülen giysisi rahip değil, tören elbisesidir. Yalnız Hitit Kralı’nın Fraktin Anıtı’nda görüldüğü gibi bir de savaş giysisi vardır. Bu anıtta Hitit Kralı III. Hattuşili kısa etekli olarak gösterilmiştir. Kısa eteğe Boğazköy’de Kral Kapısı’ndaki tanrı figüründe ve aynı zamanda, Amasya’da Doğantepe’de bulunan bronz heykelde de rastlanmaktadır.



    Tünelin Sonundaki Işık ve Kanatlı Güneş

    Hititlerden günümüze kalan arkeolojik eserler arasında “Hitit Güneşi”ne uyan bir tasvir olup olmadığını çok araştırdım. Umutlarımın tükenmesine ramak kala karanlık tünelin sonunda bir ışık belirdi. Bu ışık, Yazılıkaya’da A galerisinde bulunan Güneş Tanrısı’nın başının üstündeki kanatlı güneşti.
    Hitit krallarının adlarının hiyerogliflerle yazılışlarında üst bölümlerinde her defasında birer kanatlı güneş görülmektedir. Araştırmalarıma göre kanatlı güneş yalnız Hititlerde vardır. Bu nedenle kanatlı güneşin “Hitit Güneşi” olduğuna inanıyorum. Kanatlı Güneşin çivi yazılı metinlerdeki karşılığı DUTUŞI’dir.
    Çift başlı kartalın da “Güneş Tanrısı ile ilgisi açıktır. İki kanatlı güneş tasviri olasılıkla çift başlı ve iki kanatlı kartaldan alınmıştır. Yazılıkaya Kaya Anıtı’nda tanrı Teşup ile Hepat’ın karşılaştığı sahnenin hemen arkasında, Şarruma’dan sonra, altta çift başlı ve çift kanatlı kartal tasviri dikkati çekmektedir. Aynı biçimde Alacahöyük’te kapı Sfenksinin altında çift başlı kartal görülmektedir. Çift başlı kartal Erken Hitit Çağı’ndan beri Anadolu’da kullanılmaya başlanmıştır. Erken Hitit Çağı’na ait Konya-Karahöyük mühürlerinde ve Karum Çağı’na ait Kültepe Ib tabakası mühürlerinde ve yine Karum Çağı’na ait Boğazköy mühürlerinde çift başlı ve çift kanatlı kartala rastlanmaktadır. Kanatlı güneşi Alacahöyük’te bulunan plaket üzerinde de boğa adamları taşımaktadır. Buradaki hiyerogliflerden anladığımıza göre kanatlı güneş, göğün Güneş Tanrısı anlamına gelmektedir.
    Hiyeroglifler Yazılıkaya 34 numaradaki göğün Güneş Tanrısı’nın hiyeroglifleri ile aynıdır. Yazılıkaya 28-29 numaralı kabartmada boğa adamlar gök hiyerogliflerini taşımaktadırlar. Alacahöyük plaketi ile karşılaştırılırsa kanatlı güneş ile gök hiyeroglifi arasında bir ilişki kurmak gerekecektir. Alacahöyük plaketindeki kanatlı güneşle, Yazılıkaya’daki 28-29 numaralı kabartmalardaki boğa adamlarının aynı gök hiyerogliflerini taşıması, kanımca güneşin gökte olmasından ileri gelir. Kanatlı Güneşin Eflatunpınar’da da Alacahöyük plaketinde olduğu gibi aynı boğa adamlar tarafından taşındığı, Konya müzesi uzmanlarınca Eflatunpınar Anıtı’nın alt bölümü kazıldıktan sonra ortaya çıkmıştır. Aziz dostum Dr. Peter Neve, Almanya’dan gelerek Eflatunpınar’ı ziyaret etmiş ve anıtın meydana çıkarılan bölümünün fotoğrafını çekmişti. Dr. Neve’nin getirdiği ve lütfedip bana verdiği fotoğrafı ne yazık ki hastalığım sırasında yitirdim. Anımsadığıma göre ortaya çıkartılan bölümde bir dizi boğa adamı görülmektedir. Eflatunpınar Anıtı Prof. Kurt Bittel’in, Bibliotheca Orientalis dergisinde çıkan makalesinde incelenmiştir . Kanatlı Güneş Hitit Kralı’nı canlandırdığına göre, kralın boğa adamlar tarafından taşınırken gösterilmesi, Hitit Krallığı’nın ne kadar güçlü bir temeli olduğunu anlatmak içindir. Son zamanlarda, Hititlerin etki alanı içinde yer almış olan Megiddo’da açığa çıkartılan fildişi eserler üzerindeki bir plakette Eflatunpınar Anıtı’na mükemmel bir paralellik bulunmuştur. Bu yapıtta da kanatlı güneş boğa adamlarınca taşınmaktadır.
    Megiddo, İsrail’de ve Hititlerin etki alanında olduğu için bu eser, Hitit etkisiyle yaratılmıştır ve bir Hitit yapıtı gibi kabul edilebilir. Gerek Eflatunpınar’da, gerek Megiddo’daki yapıtta, bir dünya görüşünün yansıtıldığına inanıyorum. Kanatlı güneşin altında tasvir edilen kralın, Güneş Tanrısı’na benzer biçimde giyindiği ve elinde lituus taşıdığı görülmektedir. Kral tasvirinin öteki elinin üzerindeki hiyeroglifleri Tudhaliya’ya benzetmiştim. Eğer doğruysa Megiddo yapıtı, IV. Tudhaliya ile çağdaş bir döneme tarihlenmelidir. Kanatlı Güneş, Hititlerden başka bir kültürde bulunmadığına göre Hitit Güneşi için en iyi adayın kanatlı Güneş olduğunu kabul ediyorum.
    Ayrıca, çift başlı kartala Hitit Çağı mühürlerinde de sık sık rastlanmaktadır. Bu mühürler arasında Boğazköy’de bulunan Arma-pia mührünü anmalıyım. Boğazköy’de bulunan bulla parçalarından ve öteki Boğazköy mühürlerinden yararlanarak tamamladığım, Arma-pia’ya ait olan ve Hitit mühür sanatının başyapıtlarından olan bu eserde, diğer Boğazköy mühürlerinde de olduğu gibi çift başlı kartal görülmektedir . Örneklerden anlaşıldığı gibi çift başlı kartal tasvirini Hititler çok sevmektedir.
    Kanatlı Güneş Hitit Krallarına ait mühürlerde de mutlaka ad yazılışlarının üzerinde tasvir edilmektedir.
    Devletin gücünü simgeleyen çift başlı kartaldan gelen kanatlı güneş altındaki Hitit Kralı’nın adının hiyerogliflerle yazılışı, iki yanına konan büyük kral ya da büyük kraliçe hiyeroglifleriyle süslenmiş ve güzel bir kompozisyon oluşturmuştur. Burada görülen yazı tarzları kalite bakımından Osmanlıların padişah tuğraları ile karşılaştırılabilir.


    Arinna’nın Güneş Tanrıçası ve Arinna Kentinin Yeri
    Hitit Pantheonu’nun, tanrılar yurdunun en önemli tanrıçası, Arinna’nın Güneş Tanrıçası’dır. Bu tanrıçanın Hurrice karşılığı Hepatu, Hititlerin önemli açık hava kaya tapınağı Yazılıkaya kabartmalarında kadın tanrılar sırasında başı çekmektedir.Arinna’nın Güneş Tanrıçası Hititler için oldukça önemliydi. Murşili’nin yıllıklarında Hitit topraklarının ve Hitit ülkesinin bu tanrıçaya ait olduğu ileri sürülmektedir. Aynı yıllıklardan Güneş Tanrıçası’nın bayramlarının ihmal edilmesinin büyük bir noksanlık ve günah sayıldığı anlaşılıyor. Söz konusu yıllıklardan aktaracağımız bir bölüm bunu açıkça ortaya koymaktadır:
    Babam Mitanni ülkesinde oturarak kaldığından o, oturmasını geciktirdi. Bu yüzden hâkimem Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın bayramları bakakaldılar (ihmal edildiler).
    Ben majeste babamın tahtına oturunca, bana karşı savaşan çevredeki düşman ülkelerinin hiçbirine karşı henüz sefere gitmeden önce hâkimem Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın sabit bayramları ile ilgilendim ve onları yaptım. Hâkimem Arinna’nın Güneş Tanrıçası’na elimi kaldırdım ve şöyle dedim: ‘Hâkimem Arinna’nın Güneş Tanrıçası, beni çocuk diye çağıran, beni küçük gören ve senin Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın topraklarını almaya kalkışan etraftaki düşman ülkelerine karşı benim yanıma aşağıya gel ve o çevredeki düşman ülkelerini benim yanımda öldür!’ Arinna’nın Güneş Tanrıçası sözlerimi duydu ve benim yanıma aşağıya geldi. Babamın tahtına oturduğum zamandan itibaren çevredeki bu düşman ülkelerini on yıl içinde yendim ve onları yok ettim.
    Bu aktarmada görülen ilginç bir anlatım dikkati çekmektedir. Bu, Murşili’nin hâkimesi diye hitap ettiği Arinna’nın Güneş Tanrıçası’na elini kaldırmasıdır. Dua jesti olan el kaldırmak, Hitit Çağı’ndan günümüze değin sürmüştür.
    Karşısında Yazılıkaya’da erkek tanrıların başını çeken Fırtına Tanrısı Teşup vardır. Hititlerin görüşüne göre Arinna’nın Güneş Tanrıçası, Hurrice adı Teşup olan Fırtına Tanrısı ile evliydi. Bu evlilikten Nerik ve Zippalanda kentlerinin fırtına tanrıları ve ayrıca tanrı Şarruma Doğmuştur.
    Anadolu’dan Mısır’a gönderilen gümüş tabletin iki yüzündeki mühürlerin anlatımı; Arinna’nın Güneş Tanrıça’nın mührünün, Hitit-Mısır antlaşmasının yazdırıldığı gümüş tablette de bulunduğu, Akadça mühür lejantlarının Mısır diline çevirisinin Türkçe’sinde geçen şu anlatım sayesinde bilinmektedir :
    Gümüş tabletin arka yüzünde ortada: Hatti’nin prensesini koltuğunun altında tutan Hatti’nin tanrıçasının resmi. Çevresindeki yazıt:
    Ülkenin Hâkimesi Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın mührü ile tanrıçanın hizmetkârı, ülkenin hâkimesi, Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın Rahibesi, Kizzuvatna ülkesinin kızı, Hatti ülkesinin prensesi Puduhepa’nın mührü.
    Arinna Kentinin yeri hakkında eski öğrencim ve değerli meslektaşım Dr. Sedat Erkut benim için hazırlanan armağan kitap’ta, Hitit metinlerinde Arinna kentinin geçtiği bütün yerleri incelemiş ve haklı nedenlere dayanarak Arinna’nın yerinin Boğazköy’den uzak olmayan Alacahöyük olduğunu yazmıştır . Erkut’un görüşünü tanınmış İngiliz araştırmacısı ve Hitit coğrafyası konusunda en önde gelen uzmanlardan biri olan Oliver Gurney de desteklemiştir .
    Hititlerin kült kenti Zippalanda üzerine Polonyalı Hititolog Maciej Popko bir kitap yayımlamış ve Zippalanda’nın Alacahöyük’e yerleştirilmesi gerektiğini savunmuş ise de, sağlam temellere dayanmamıştır . Benim görüşüme göre ne yazık ki Popko, Erkut’un araştırmasını dikkate almamış, bu nedenle çok büyük bir yanlış yapmıştır.
    Hitit kralları Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın rahibi olmaktan her zaman gurur duyuyorlardı. II. Muvatali duasında kendisinin Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın rahibi olduğunu söylemekte ve o sıfatla tanrılara dua etmekteydi . Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nı, Tanrıça İştar ile özdeşleştiren III. Hattuşili, otobiyografisinde şöyle der:
    ..........Hâkimem Tanrıça İştar bana krallığı (daha) önceden vaat ettiği için o zaman hâkimem Tanrıça İştar karıma rüyada göründü ve şöyle dedi: “Kocanın önünde gideceğim. Bütün Hattuşa kocanın yanına dönecek. Onu ben büyüttüğümden onu kötü bir mahkemeye ya da kötü bir tanrıya hiçbir zaman bırakmadım. Şimdi onu kaldıracağım (yücelteceğim) ve onu Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın rahipliğine atayacağım.......”


    Hitit Anıtlarında ve Arkeolojik Tasvirlerde Bir Hitit Güneşi Var Mıdır?

    Anıtlarda ve arkeolojik buluntularda “Hitit Güneşi” olmaya en yakın aday kanımca Yazılıkaya’nın A galerisindeki 34 no’lu figürde gösterilen Güneş Tanrısı tasviridir. Bu Güneş Tanrısı’nın başı üzerinde gösterilen kanatlı güneşe de Hitit Güneşi denilebilir. Bu kanatlı güneş daima Hitit krallarının ad yazılışlarının üstünde görüldüğüne göre bu tasvirde Hitit Güneşi demek yanlış olmayacaktır.
    Buraya kadar yazdıklarımızı özetlersek şunları söyleyebiliriz: Hitit metinlerinde “Hitit Güneşi diye bir kavram yoktur. Hititoloji ile ilgili bilimsel yapıtların Hititoloji ile ilgili bilimsel yapıtların hiçbirinde de bir “Hitit Güneşi” kavramına rastlanmıyor. Sağlık bakanlığının karşısındaki anıt bir Hitit yapıtı olmadığı gibi bir Hitit yapıtına da dayanmıyor. Onun için bu anıta “Hitit Güneşi” demek doğru değildir. Bu anıt Hattı Uygarlığı’nın dikkate değer örneklerinden birine dayanılarak yapılmıştır. Hatti Uygarlığı eski bir Anadolu uygarlığıdır ve biz bu uygarlığın mirasçılarıyız. Ayrıca bu uygarlık bize düşündüğümüzden daha yakındır. Çünkü Hattililerin dili Türkçe gibi aglütinant bir dildir. Dilleri dilimize akraba olan ve yaşadığımız topraklarda uygarlık yaratmış olan Hattililere ait bir yapıtı, “Türk değildir” diye ortadan kaldırmak, anlamsız bir davranıştır.
    Artık Ankara’nın simgesi haline gelmiş olan bu anıtı yok etmek eski Anadolu Uygarlıkları’na karşı olduğu gibi, Alacahöyük kazılarını başlatan ve mali açıdan destekleyen Atatürk’e karşı da büyük bir saygısızlık olur. Anıtın yerinde kalması başkent halkının eski Anadolu Uygarlıkları’na saygısının ve sevgisinin önemli bir göstergesi olacaktır.


    Hitit Evleri ve Yaşantıları

    Boğazköy tabletlerinden elde ettiğimiz bilgilere göre, bir Hitit ailesi on kişiden oluşuyordu. On kişi arasında anne, baba, çocuklar, büyükanne ve büyükbaba vardı. Maşat tabletleri üzerinde yaptığımız incelemelere göre orta büyüklükteki bir Hitit kasabasının nüfusu üç bin kişi kadardı. Hattuşa ve Kargamış gibi büyük metropollerinin nüfuslarının otuzar bin kişi olduğunu sanıyorum. Boğazköy’de yapılan kazılarda sur içinde şimdiye kadar tapınaklar ve saraylar gibi resmi yapılar ortaya çıkartılmıştır. Yukarı şehir denilen bölgede otuz tapınak bulunmuştur. Bu tapınakları kazının başkanlığını yapmış olan Dr. Peter Neve incelemiş ve yayımlamıştır.
    Büyükkale’de sur içinde Hitit krallarının sarayları bulunmuştur. Ancak şu ana değin hiçbir özel ev ortaya çıkarılmamıştır: Halkın yaşadığı evler muhtemelen sur dışında olmalıdır. Kültepe’de aşağı şehirde, “karum” da tüccarların evleri bulunmuştur. Konya Karahöyük’te de bugüne kadar yaptığımız kazılarda halkın yaşadığı özel evlere rastlanmıştır. Erken Hitit Çağı’na ait olan Karahöyük’ün I. tabakasında paralel yollar arasında sırt sırta konuşlanan, aglütinant bitişik sistemde yapılar bulunmuştur. Bu evler, taş temel üstüne, üzerine ağaçtan bir hatıl konularak ve bunların da üstüne kerpiç duvarlar örülerek yapılmıştır. Kerpiç yapılar günümüzdeki Anadolu köylerinde olduğu gibi kışın soğuğa karşı, yazın sıcağa karşı insanları koruyordu. Evler genellikle tek katlıydı. Nadiren de olsa iki katlı evlere rastlanmıştır. Evlerin kapı ve pencere aksamları bulunamamıştır. Bunlar büyük olasılıkla ağaçtandı, birkaç yarde de kapılara ait söve taşları ele geçirilmiştir. Yapıların çatıları ağaçlarla örtülmüş, üzerlerine de bugünkü Anadolu köylerinde olduğu gibi ot ya da kamış serilmiştir. Kamışların üstüne de çamurdan düz bir çatı inşa edilmiştir. Yine günümüzün Anadolu köylerinde olduğu gibi yazın sıcak günlerde yaşam çatıda sürmüştür.
    Hitit aileleri, Hititlerde Dans ve Müzik kitabımda görüleceği gibi toplumsal etkinlikler düzenliyorlardı. Bunlar arasında dans ve müzik de vardı. Bu etkinlikler herhalde evlerin düz çatıları üzerinde gerçekleşiyordu. Yazın sıcak gecelerinde, Hitit aileleri çatının üzerine hasırlar seriyorlar, bunların üzerine koydukları yataklarda serinlik içinde uyuyor olmalıydılar. Gündüzleri de şarkı söylüyor, çalgı çalıyor ve oyunlar oynayarak dans ediyorlardı. Hititlerin birçok müzik aletini ve bu arada saz, lir ve çalpara çaldıklarını çok iyi biliyoruz.
    Günümüzdeki sazın Hitit Çağı’ndan kalma olduğunu sanıyorum. İnandık’ta bulunmuş vazonun üstten ikinci frizinde yer alan tapınak tasviri, Hititler dönemi’nde düz çatı üzerinde saz çalınmasına görsel örnek oluşturmaktadır.
    Karahöyük’te binaların birden fazla katlı olduğunu gösteren kerpiç merdivenler de bulunmuştur. Evlere, sokağa açılan bir avludan geçilerek girilmekteydi. Buradan kapılar aracılığıyla mutfak ve odalara ulaşılıyordu. Odaların içinde kerpiçten sekiler inşa edilmiş, ayrıca duvar kenarlarına tahıl küpleri dizilmiştir. Mutfakta ocaklar bulunmuştur ve yine aynı bölgede, pişmekte olan yemeğe ait bir seramik tencere de ele geçirilmiştir.
    Hititlerin çok zengin bir seramik repertuarı vardır. Bunların arasında çömlekler, çanaklar, tabaklar, bardaklar, fincanlar ve üzüm salkımı şeklindeki lambalar yer alıyordu. Lambaların içinde fitillerin kalıntıları bulunmuştur. Bu lambaların bazıları aplik biçiminde duvara asılıyordu. Günümüz avizelerinin öncülerinin üzüm salkımı biçimindeki Karahöyük lambaları olduğu düşünülebilir.
    Ayrıca iki kulplu kantharoslar ve tanrılara içki sunmaya yarayan gaga ağızlı testiler vardı. Gaga ağızlı testinin Hititçe’sinin İşpantua olduğunu saptadım; İşpantua “şipant” fiilinden türetilmiştir. Karahöyük kaplarını yaratan ustalar olağanüstü hünerli kişilerdi. Bunların kantharos örneklerinin bazılarının kâğıt kadar ince olması, bu ustaların ne kadar becerikli kişiler olduğunu göstermektedir.
    Karahöyük’ün en önemli buluntuları arasında at nalı biçimindeki ocaklar ya da altarlar sunaklar yer almaktadır. Kilden yapılmış olan bu sunakların içleri ve dışları konsantrik dairelerle bezenmiştir. Bu daireler de Karahöyük’te örnekleri bulunan iri mühürlerin damgalarından üretiliyordu. Karahöyük sunaklarının çok yakın benzerleri, Beycesultan ve Kussura kazılarında bulunmuştur. Bunlar Hitit evlerinin en kutsal bölümlerindeydi ve önlerinde, duvar önüne yerleştirilmiş mermerden, dikdörtgen biçimde bir yükseklik de bulunmaktaydı. Bu yüksekliğe belki de tanrılara sunulan kurban malzemesi konuluyordu.
    Hititlerin en önemli uğraşları arasında yiyecek ve içecek üretmek yer alıyordu. Kazılarda, tahıl ezmek için kullanılan havan taşları ve taştan topuzlara sık sık rastlanmıştır. İçecekler arasında su, bira ve şarap yer alıyordu. Boğazköy tabletlerinde tanrılara şarap, bira sunulduğuna dair pek çok kayıt vardır.
    Höyükler ve eski yerleşim bölgeleri su kaynaklarına yakın yerlerde kuruluyordu. Boğazköy’de su, yüksek yerlere künkler vasıtasıyla getiriliyordu ve yalnız içmek için değil, aynı zamanda yıkanmak içinde gerekliydi.
    Hitit tapınağında kralın yıkanması için bir banyo odası vardı. Kral ve kraliçe gün ağarırken iç ev denilen yatak odasından banyo odasında geçiyor ve kült görevlerine başlamadan önce yıkanıyorlardı. Hititçe warp-sözünün “yıkanmak, banyo yapmak” anlamına geldiğini biliyoruz. Kral ve kraliçe bundan sonra tören giysilerini ve renkli ayakkabılarını giyiyor, kulaklarına küpeler takıyorlardı.
    Tapınaklarda perdeler bulunuyordu, sabah ilk olarak kült salonu açılıyor ve deriden perdeler çekiliyordu. O devirde henüz cam yoktu.
    Karahöyük’teki erken Hitit Çağı’na (koloni dönemi) ait sarayın banyo odasında çok güzel bir banyo kabı bulunmuştur. Karahöyük’te bulunan bu banyo kabı Girit’te Phaistos sarayında bulunan banyo küvetlerini anımsatmıştır. Bir de bunun küçük örneği bulunmuştur. Kabın içinde bir oturma yeri, ayrıca banyo kabı içinde bir de su dökmek için seramikten bir tas ele geçmiştir. Bu çağda yıkanma gereksinimi herhalde taşıma suyla karşılanıyordu. Hititler, temizliğe çok önem veriyorlardı. Tanrılara yaklaşmak için temizlik bir koşuldu. Tırnakların kesilmesi gerekiyordu ve Hitit kralı, içme suyu içinde bir saç ya da bir kıl parçası bulduğu taktirde buna neden olanlar şiddetle cezalandırılıyordu.
    Karahöyük kazı buluntuları arasında, çekmece, sandık gibi çeşitli ahşap eşyanın üzerine takılan çok sayıda kemik şeride rastlanmıştır. Üzerleri değişik süslerle bezenmiş olan bu şeritlerin benzerleri Alişar ve Kültepe’de de bulunmuştur. Ancak mobilya parçaları ve ağaçtan yapılmış eşyalar ne yazık ki yangınlarda korunamamıştır.


    Samuel Henry Hooke, ORTADOÐU MİTOLOJİSİ
    Hitit Mitolojisi
    Geçtiğimiz (ondokuzuncu) yüzyılın ortalarına dek, Hititler hakkında tüm bilgimiz, Kitabı Mukaddes’in “Eski Ahit” bölümünde İsrail oğullarının yerleşmelerinden önce Kenan ülkesinde yaşamakta olan halklar sayılırken onların adlarının da geçmesiyle sınırlıydı. Abram (İbrahim) Hebron’un yakınındaki Magpela mağarasını Hititlerden satın aldı ve Hitit ordusunun yaklaşması, Suriyelilerin, İsrail krallığının Omri hanedanı zamanında, krallığın başkenti Samiriye (Samarra) üzerindeki kuşatmalarını kaldırmalarına neden oldu. Peygamber Hezekiel, Yeruşalim (Kudüs) halkını Hitit soyu olmakla kınadı. Ne var ki, son yarım yüzyıl içinde, Wincler’in Hattuşaş kentinde, yani Hitit imparatorluğunun eski başkentinin ören yeri olan Boğazköy’de yaptığı kazı ve birçok bilginin Hitit çivi yazısını çözüp çevirme yolunda verdiği büyük emekler, (kendileri bu adı kullanmamakla birlikte) Hititlerin M.Ö. 3. bin yılın başlarında Anadolu’ya yerleşen, M.Ö. 1225 yılına dek süren bir imparatorluk kuran ve eskiçağ Yakın doğusu politikasında çok önemli bir rol oynayan, Sami asıllı olmayan istilacılar olduklarını ortaya koymuş bulunmaktadır. Boğazköy arşivlerinde on binden fazla tablet bulundu ve bu önemli yazın yığını içinde, hakkında şimdi bazı açıklamalarda bulunmamızı gerektiren ilginç mitolojik malzeme de çıktı. Hitit çalışmalarının daha emekleme evresini aşmış olmadığı söylenebilir ve bugüne dek bulunmuş olanlardan daha fazla mithos gün ışığına çıkarılabilir; ama bugün elimize geçmiş bulunup Hitit bilginlerinin becerileriyle yararlanmamıza sunulanlar bile, Babilonya dilinin üzerlerindeki etkisini göstermektedir; söz konusu mithosların kendilerine özgü son derece farklı bir karakter taşımaları, bu gerçeği değiştirmez. Bu mithosların kendilerine özgü nitelikleri, içlerinde, buraya dek ele aldığımız ülkelerin mithoslarından çok daha fazla folklor öğesi bulunması ve bazı bildik Avrupa halk öykülerinin ve Marchen’inin geçmişlerinin, bu ilginç Hitit mithos ve efsanelerine dek izlenebilmesi gibi özellikler taşımalarıdır.
    Hititlerin kökenleri, dinleri, yazınları ve sanatları daha fazla bilgi edinmek isteyenler, Dr. O. Gurney’in The Hittites adlı, Pelikan basımı kitabında, konunun, hayran kalınacak bir yetkiyle kotarılan sunuluşunu bulacaklardır.
    Hitit mitolojisinin temel niteliklerini göstermek için burada ele alınan üç mithos, Profesör Albrecht Goetze tarafından çevrilmiş olup, özetlenmiş biçimleri, Pritchard’ın bu tür çalışmalarda onsuz edilemez derlemesi olan, The Ancient Near Eastern Texts Relating to the Old Testament başlığını taşıyan, buraya dek sık sık göndermede bulunduğumuz yapıtında görülebilir.


    Ullikummi Mitosu
    Bu mithosun temelinde yatan, daha önce Akad ve Ugarit mithoslarında karşılaştığımız, yabancımız olmayan motif, yaşlı ve genç tanrılar arasındaki rekabettir. Anus, yani Akadca’da adı Anu olarak geçen gök-tanrı, babası Alalus’u (Alalu) tahtından uzaklaştırmıştır; ve daha sonra da kendisi oğlu Kumarbis (Kumarbi) tarafından tahttan indirilmiştir. Kumarbi’nin Anu ile kavgaları sırasında, Fırtına-tanrının (Teşup) doğmasıyla sonuçlanan bazı gelişmeler görülür ve baba ile oğul arasındaki bitimsiz çatışma [bu kez Kumarbi ile oğlu fırtına tanrısı arasında] yenilenir. Mitos, Kumarbi’nin Fırtına tanrıya bir rakip yaratmak için bazı yollara başvururken gösterilmesiyle başlar. Habercisi (ulağı) İmbaluri’yi öğüdünü alabilmek için “Deniz”e gönderir. Deniz-Tanrıça Kumarbi’yi evine çağırır ve onun için bir şölen hazırlar. Tanrıçanın verdiği öğüdün bir ürünü olarak, Kumarbi, veziri, Nikisanu’yu “Sular” a gönderir. Bundan sonrası pek açık değildir; daha sonra Kumarbi’nin, olasılıkla Yer-Tanrıça’dan bir oğul sahibi olduğunu duyarız. Oğluna Ullikummis adını verir ve İmbaluri’yi, olasılıkla yer altı tanrıları olan İrsirra’lara gönderir ve bu tanrıların Ullikummis’i karanlık toprağa alıp, onu üzerinde ulu bir diorit taşı sütunu olana dek büyüyeceği yer olan Ubelluri’nin sağ omuzu üzerine koymalarını buyurur. Ubelluri, Atlas gibi, dünyayı omuzlarında taşıyan bir tanrıdır. Daha sonra Ullikummi’nin büyümesi anlatılır. Denizden, boyu 9000 fersah ve çevresi 9000 fersah olana dek bir kule gibi yükselir. Tanrıların dehşetle açılan gözleri önünde (başı) göğe ulaşır. [Öyle ki] Fırtına-tanrı’nın eşi Hepat [gittikçe büyüyen Ullikummi’nin iteleyip yerini doldurmasıyla] tapınağından sürülür. Kocasına bir haberci gönderir ve bu haberci, tanrıça’nın kocası Ea’nın evi olan Apsu’ya gidip, Ea’nın yardımını ister. Burada, Akad yaratılış destanından malzeme alma durumu apaçıktır. Tanrıların meclisinde, Ea tanrılara, insanlığın bu canavarca varlık tarafından yok edilmesine niçin izin verdiklerini sorar. Oysa Enlil nelerin olup bittiğini bilmemektedir. Ea, Ubelluri ile görüşmek üzere ona gittiğinde, Ubelluri’nin de sırtında taşımakta olduğu fazladan yükün ne olduğunu bilmediğini görür; bunun üzerine sağ omuzunda dikilmekte olan diorit-adamı görebilmesi için, Ubelluri’yi kendi çevresinde onu görmesini sağlar. Daha sonra Ea, tanrıların ambarlarından, geçmişte yer ile göğü birbirlerinden ayırmış olan eski bakır bıçağı getirmek için yaşlı tanrılara başvurur. Bu yolda Ea’nın şunları söylediğini görürüz: “Dinleyin, siz ey eski tanrılar, siz eski sözleri bilen eski tanrılar. Babaların ve ataların eski ambarını açın.babaların eski mühürlerini getirsinler ve sonra onlar [kapılar] gene o mühürle mühürlensin. Gök ile yeri kesip birbirinden ayırdıkları eski bakır bıçağı çıkarsınlar. Kumarbi’nin tanrılara karşı koyacak bir rakip olarak yarattığı diorit-adam Ullikummi’nin ayaklarını kesip koparsınlar.” Daha sonra Ea, korkuya kapılmış tanrıların meclisinde, Ullikummi’yi sakatladığını bildirir ve kendilerinin öne çıkıp bu dev ile savaşmalarını önerir. Fırtına-tanrı, savaş arabasına atlar ve arabasını Ullikummi ile savaşmak üzere ileri sürer. Tablet burada kopuktur; ama yitik bölümünde Fırtına-tanrının kazandığı zaferin anlatıldığından kuşkulanmak için ortada bir neden yok. Burada, Kitabı Mukaddes’in “Daniel” kitabında karşılaştığımız, Nebukadretzar’ın ulu heykelinin, dağdan, el değmeden kesilmiş taş tarafından yıkılışının anlatıldığı düşü anımsatan bir yankı bulunsa gerek. Orada taş, heykeli, demirden ve balçıktan yapılmış ayaklarından vurup, onu yıkmaktadır. Ullikummi mithosu aynı zamanda, insanlığın yok edilmesi girişiminin bir başka versiyonunu sunmaktadır; ve bu girişimin, Ea’nın işe karışmasıyla başarıya ulaşamadığı anlatılmaktadır.


    İlluyanka Mithosu
    Bu mithos, bir daha eski, bir de daha yeni versiyonu olmak üzere, iki versiyonuyla elimize geçmiş olup, Ejder İlluyankas’ın öldürülüşüyle ilgilidir. Bir önce ele aldığımız Hitit mithosunda olduğu gibi, bunda da birçok folklor motifi bulunmaktadır. Daha eski versiyonunun başındaki sunuş niteliğindeki notta, bunun, göğün fırtına-tanrısının Purilli Şenliği’nin kült efsanesi olduğu ve bu versiyonun artık anlatılmadığı söylenmektedir. Söz konusu olan [Purilli] olasılıkla yeni yıl şenliğidir ve söz konusu mithosun Babilonya yaratılış destanında kutlanan, ejder Tiamat’ın öldürülüşü mithosu ile bağlantısı vardır. Eski versiyonda Ejder İlluyankas, fırtına-tanrıyı yenilgiye uğratmaktadır. Bunun üzerine bu tanrı, yardım istemek için tanrılar meclisine başvurur; ve tanrıça İnaras, ejdere karşı bir tuzak hazırlar. Birçok kabı şarapla ve çeşitli içkilerle doldurur ve kendisine yardımcı olması için Hupasiyas adında birini çağırır. Adam, tanrıçanın kendisiyle uyuması (yatması) koşuluyla ona yardımcı olmayı kabul eder. Buna uygun olarak, Tanrıça onun kendisiyle uyumasına izin verir; tanrıça daha sonra onu ejderin kovuğunun yanında bir yere saklar; kendisi ise, süslenip güzelleşir ve ejderi çocuklarıyla birlikte dışarı çıkmaya kandırır. Ejder ve çocukları tüm kapları dibine dek içip boşaltırlar [şiştiklerinden ya da sarhoşluklarından] kovuklarına geri dönemeyecek duruma gelirler. Bunun üzerine Hupasiyas, saklandığı yerden çıkar, ejderi bir ip ile bağlar ve fırtına-tanrı, öteki tanrılarla gelip, ejder İlluyankas’ı öldürür. Bundan sonra, mithosun geri kalan bölümüyle hiçbir ilişkisi görülmeyen ve salt folklor niteliği gösteren bir episod gelir. Buna göre, tanrıça İnaras, Tarukka ülkesinde bir kayanın üzerinde kendisine bir ev yapar ve Hupasiyas’ı içine yerleştirir. Kendisi evde değilken pencereden dışarı bakmaması yolunda onu uyarır; çünkü bakarsa karısını ve çocuklarını görecektir. Tanrıça’nın evde bulunmadığı yirmi gün geçtikten sonra, Hupasiyas pencereden dışarıya bakar ve karısını ve çocuklarını görür. İnaras dönünce, Hupasiyas, ondan, karısına ve çocuklarına geri dönmesine izin vermesini diler; bunun üzerine Tanrıça, buyruklarına uymadığı için onu öldürür. Mithosun bu eski versiyonunun bundan sonraki bölümünde neyin anlatıldığı anlaşılır durumda değildir; ama kralın Purilli şenliğinde, olayların çevresinde döndüğü odak konumunda önemli bir yere sahip olduğuna değinişte bulunuyor görünür. Bir ölümsüzün ölümlüye karşı duyduğu aşk ve ölümlünün ülkesine dönme isteği, birçok ülkenin folklorunda karşılaşılan bir temadır.
    İlluyankas mithosunun daha sonraki bir tarihten kalma versiyonu, daha önceki versiyonunda bulunmayan bazı özellikler gösterir. Bu versiyonda ejder, fırtına-tanrıyı yenince, onun yüreğini ve gözlerini alıp götürür; ki bu Horus ile Set arasındaki, Horus’un gözlerinden birini yitirmesine yol açan kavgayı anlatan Mısır mithosunda yankısı bulunan bir ayrıntıdır. Ejderden öcünü alabilmek için fırtına-tanrı, yoksul bir adamın kızını eş olarak alır ve ondan bir oğlu olur. Bu oğlan büyüyünce ejder İlluyanka’nın kızı ile evlenir. Fırtına-tanrı oğluna, karısının evine gittiği zaman yüreğini ve gözlerini istemesini söyler. Oğlu, babasının dediğini yapar; babasının yüreği ve gözleri kendisine verilir; o da bunları babasına geri verir. Fırtına-tanrı yitirdiği organlara yeniden kavuşunca, silahlanır ve ejder ile savaşmaya gider; tam ejderi öldürecekken, oğlu “Beni de onunla birlikte öldür; beni esirgeme” diye bağırır. Bunun üzerine fırtına-tanrı, ejder İlluyanka’yı öldürdüğü gibi kendi oğlunu da öldürür ve böylece ejderden öcünü almış olur. Tablette burada uzunca bir kopukluk vardır ve metin yeniden göründüğünde, içinde sonucunda tanrıların rütbelerinin ve mertebelerinin saptanacağı bir rekabetin ya da yarışın bulunduğu bir ritüelden söz edilmekte olduğu görülür. Babilonya yeni yıl şenliği ritüelinin nasıl yürütüleceğini açıklayan parçada, Marduk’un oğlu Nabu’nun, tanrı Zu’yu yendiği bir koşu yarışına değinilir; ki bu, ölen tanrının dirilişiyle bağlantılı bir olaydır. Bu durumda, İlluyankas mithosunun hem eski, önceki, hem sonraki versiyonu, Babilonya’nın, yeni yıl şenliğinde okunan ejder Tiamat’ın öldürülmesi mithosunun, Hitit Purilli şenliği ritüelini etkilediğini gösterdikleri söylenebilir.


    Telepinu Mithosu

    Bu mithos, Tammuz’un yer altı dünyasında başından geçenleri anlatan mitosla ve Ugarit mitolojisinde Baal’in ortalıktan yok oluşuyla aynı temayı işlemektedir. Tanrının yok oluşu, hem bitkilerde hem sığırlarda olmak üzere, verimliliğin her alanda düşüşüne, doğurganlığın yok oluşuna yol açar. Mithos, ortalıkta birkaç biçimiyle dolaşmış görünür; ve yok olan tek, belli bir tanrı değildir (çeşitli versiyonlarında) içlerinde Güneş-tanrının da bulunduğu, çeşitli tanrıların yok oluşundan söz edilir; ama burada verilen anlatımın dayandığı ana metinde, mithosun ana kahramanı Telepinu’dur. Bu mithos, içinde yok olan tanrının geri dönmesini sağlamak için yapılan ritüelde bulunduğu için, aynı zamanda ritüel mithosları içine sokulabilir.
    Metnin başlangıcı kırıktır; dolayısıyla tanrıyı neyin öfkelendirdiğini bilmeyiz. Öykünün örgüsü, Telepinu’nun öfkeden köpürür durumda gösterildiği noktada bilgimiz içine girer. Tanrı, ne yaptığını bilmeyecek derecede kızgın olduğunu belirten bir davranışla, ayakkabısının [çarığının] solunu sağ ayağına, sağını sol ayağına giyerken gösterilir. Telepinu, böylece bozkırın içlerine doğru uzaklaşır ve yiter. Kendisi yorgunluktan bitkin düşmüş ve uyuya kalmıştır. Sonra, Tanrı’nın yokluğunun etkilerini anlatan bir betimlemeyle karşılaşırız; ül***i bir sis kaplar; ocakta kütükler sönmüştür; sunaklarda [tapınaklarda] tanrılar suskundur; koyun kuzusuyla ilgilenmez ve inek buzağısına bakmaz olmuştur; ülkede kuraklık ve açlık vardır; öyle ki insanlar ve tanrılar açlıktan kırılmaktadır. Fırtına-tanrı, oğlu Telepinu hakkında kaygılanmaya başlar ve aramaya çıkar. Güneş-tanrı, her bir dağı ve her bir vadiyi araması buyruğunu vererek çevik kartalı gönderir; ama kartal yitik tanrıyı bulamadan döner. Sonra, tanrıça, Hannahannas, fırtına-tanrıyı, bir şeyler yapması için sıkıştırır. Fırtına-tanrı Telepinu’nun evine gider ve evin giriş kapısını döver; çekicini kırmaktan başka bir şey elde edemez; yitik tanrıyı bulamayıp aramaktan vazgeçer. Bunun üzerine, tanrıça Hannahannas, Telepinu’yu araması için Arı’nın gönderilmesini önerir; ama fırtına-tanrı bu düşünceyi alaya alır ve Arı’nın, büyük tanrıların bile başaramadıkları bir işi başarabilecek kadar büyük olmadığını söyler. Gene de Hannahannas, Telepinu’yu ellerinden ve ayaklarından sokup, gözlerine ve ayaklarına balmumu sıvayıp, onu temiz pak yapıp, tanrılara geri getirmesi buyruğuyla, Arı’yı gönderir. Uzun bir arayıştan sonra Arı, Tanrı’yı bulur ve Tanrıça’nın buyruklarını yerine getirir. Telepinu, uykusundan uyanmıştır; ama eskisinden daha da öfkelidir ve tanrılar ne yapacaklarını bilemezler. Bunun üzerine Güneş-tanrı, “insanı alıp getirin! O Ammuna dağı üzerindeki genç [kartal] Hattara’yı alsın, o tanrıyı taşısın! Onu kartalın kanadı ile taşısın” der. Burada bir tür ritüel söz konusu olabilirse de, bu ritüelin anlamı açık değil. Metinde karşılaştığımız, içinde sağaltma tanrıçası, Kamrusepas’ın çağırtılıp getirildiğinden söz edildiği anlaşılan bir kopukluktan sonra, bu tanrıçanın arınma ritüelini yürütüşü anlatılır. Telepinu, kartalın kanadında taşınarak ve gök gürültüsü ve şimşeğin eşliğinde döner. Kamruspas onu sakinleştirir ve öfkesini yatıştırır. Bu tanrıça, on iki koçun kurban edileceği bir tören yapılmasını buyurur. Meşaleler yakılıp, Tanrı’nın öfkesinin sönüşünü simgeleyerek, söndürülür. Daha sonra Telepinu’nun öfkesinin getirebileceği her türlü kötülüğün yer altı dünyasına sürülmesi amacıyla, anlaşılan daha önce sözü edilen “insan tarafından bir afsun okunur. Bu afsunun sözleri şöyledir “Kapı bekçisi yedi kapıyı açtı, yedi sürgüyü çekti. Kara toprağın dibinde tunç kazanlar duruyor; kapakları abaru metalinden, kulpları demirden. Oraya her kim giderse gitsin bir daha dışarı çıkamaz; orada yok olur. Telepinu’nun öfkesini, kızgınlığını, kötülüğünü ve çılgınlığını da alsınlar, oraya kapatsınlar!” Metin, Telepinu’nun evine dönüşü ve [ülkede] gönencin yeniden kuruluşu ile sona erer. Telepinu, kralla ve kraliçeyle ilgilenir ve onlara uzun ömür ve güç verir. Ritüelin sonunun ilginç bir özelliği, üzerine bir koyun postu asılmış bir direğin tanrının önüne dikilmesidir. Metnin son satırlarında, üzerinde asılı post ile bu direğin koyunların yağı, buğdayın taneleri, şarap, sığır, koyun, uzun yaşam ve çok çocuk anlamına geldiği açıklanır.
    Telepinu’nun önüne dikilen direğin bir benzeri, yapraklarla süslenmiş ağaç biçiminin yanı sıra, genellikle her iki yanda bir tür ritüel eyleminde bulunan kimselerin gösterildiği Asur ve Babilonya mühürlerinde görülebilir. Bu bağlamda, Osiris ritüellerinde, ded ağacı yetiştirilmesinden söz eden metin de anımsatılabilir.
    En önemli Hitit mithosları bunlardır. Dr. Gurney’in yetkin yapıtı Pelican basımı The Hittites adlı kitabında sözünü edip, konularını anlattığı başka mithos parçaları da bulunmuştur; ama burada anlatılanlar Hitit mitolojisinin karakterini yansıtmaya yetecek. Bunlar, Hitit mitolojisinin Babilonya mitolojisine olan apaçık bağımlılığını gösterdikleri gibi, aynı zamanda, Yunan ve Batı mitolojisinin ve folklorunun köklerinin büyük ölçüde bu ilginç Hitit malzemesine dek dayandığını da göstermektedir.
İşlem Yapılıyor
X