1923-2003-Türkiye Cumhuriyeti'nin Dış Ticaret Politikaları

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • Sniper®
    Senior Member
    • 22-06-2005
    • 12987

    1923-2003-Türkiye Cumhuriyeti'nin Dış Ticaret Politikaları

    M.Murat TAŞKIN

    DT Uzmanı

    Ekonomik Araştırmalar ve

    Değerlendirme Genel Müdürlüğü


    Türkiye Cumhuriyetinin 80 yıllık ekonomi politikaları tarihi, geri kalmış bir tarım ekonomisini sanayi ekonomisine dönüştürmek ve çağdaş Dünyanın ekonomik ve ticari bütünleşmelerine katılarak küresel ve bölgesel karar alma mekanizmalarının içerisinde yer almak yolunda harcanan çabaların tarihidir. Bu kapsamda, sanayileşme ekonomi politikalarının temel hedefi olurken, dış ticaret politikaları da Cumhuriyet tarihinde sanayileşme hedefine giden yolda en önemli araçlardan biri olarak kullanılmıştır. Söz konusu dönem boyunca sanayileşme politikaları dış ticaret politikalarının yönünü belirlerken, dış ticaret politikaları da sanayileşme politikalarının tamamlayıcısı olmuştur.

    Cumhuriyet tarihinde dış ticaret politikaları zaman zaman kendine yeterli bir ekonomi yaratmanın araçlarından biri olmuş, zaman zaman da karşılaştırmalı üstünlükler çerçevesinde dışa açılmanın ve dışa açık kalkınma politikalarının temel araçları arasında yerini almıştır. Cumhuriyetin kuruluşunu takip eden yıllarda, dış ticaret politikalarının belirlenmesinde Osmanlı İmparatorluğundan devralınan ekonomik ve siyasi miras ile, Osmanlı döneminde imzalanarak Cumhuriyet dönemine uzanan anlaşmalardan kaynaklanan sınırlamalar etkili olmuştur. Diğer taraftan, dış ticaret politikaları Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar içinde bulunulan ekonomik ve siyasi ortama bağlı olarak değişken bir seyir izlemiş, söz konusu politikaların tayininde ülke içi ve uluslararası siyasi ve ekonomik koşullar belirleyici olmuştur.

    1923-2003 döneminde Türkiye Cumhuriyeti’nde izlenen dış ticaret politikaları ülkenin temel öncelikleri, sanayileşme politikaları, uluslararası siyasal ve ekonomik konjonktür, doğrultusunda belirlenmiştir. Bu çerçevede dış ticaret politikaları dönem boyunca söz konusu öncelikler ve süregelen siyasi ve ekonomik koşullar açısından değerlendirilerek yeniden şekillendirilmiş ve uygulamaya konulmuştur.

    Cumhuriyetin kuruluşunu takip eden dönemde Cumhuriyetin genel dış ticaret politikalarını ve dış ticaretinin görünümünü değerlendirebilmek açısından, Osmanlı İmparatorluğu döneminde uygulanan dış ticaret politikalarına ve Osmanlı dış ticaretinin yapısına genel bir bakış faydalı olacaktır.

    I- Osmanlı İmparatorluğunda Dış Ticaret Politikaları ve Cumhuriyetin Devraldığı Miras
    Osmanlı ekonomisinde iç ve dış ticaretin önemli bir yeri vardı. İç ticaret kırsal ve kentsel alanlar arasında mal değişimini arttırırken, bu bölgeler arasında işbölümünün de gelişmesine yardımcı olmuştur. Dış ticaret yoluyla ise, Osmanlı sınırları içerisinde üretilemeyen mallar temin edilmiş, bu da çeşitli kentlerde dış pazarlar için üretim yapan birimlerin gelişmesine yardımcı olmuştur.

    15 ve 16. yüzyıllarda İmparatorluğun dış ticaret hacmi ve dış ticarete konu olan malların toplam üretim içerisindeki payı oldukça düşüktür. Bunun temel nedenleri taşımacılığın yeterince gelişmemiş olması, taşımacılık maliyetleri ve oldukça geniş alana yayılan sınırlarından dolayı İmparatorluk içerisinde bölgeler arası gelişmiş bir iş bölümünün varolması sayılabilir. Temel üretim politikası İmparatorluğun kendi kendine yeterli olması iken, dış ticaret politikalarının amacı ise, ülkenin temel gereksinimleri açısından bir darlığa düşmesinin önlenmesi olmuştur. Bu kapsamda ithalat, üretimi yetersiz ürünlerin temini amacıyla teşvik edilirken, ihracat ise halkın temel gereksinimlerinde bir darlığa sebep olmaması için zaman zaman yasaklanıyordu. 15 ve 16. yüzyıllarda Osmanlıların dış ticareti Doğu Akdeniz, Doğu Avrupa ve Orta Doğu bölgelerine yoğunlaşmışken, Orta ve Batı Avrupa ile ticaret oldukça sınırlı kalmıştır.

    17 ve 18. yüzyıllarda Avrupa devletleri, milli serveti oluşturan altın ve gümüş miktarının artırılması ve bu amaçla dış ticaret fazlası verilmesi şeklinde tanımlanan ve ihracatı teşvik etmek, ithalatı sınırlamak, yerli üreticileri dış rekabetten korumak gibi araçlarla şekillendirilen merkantilist politikaları uygularken, Osmanlılar sadece 15 ve 16. yüzyılda değil, 17 ve 18. yüzyıllarda bile bu politikaların tersine politikalar izlemişlerdir. Osmanlı dış ticaret politikasının amaçları ülkenin temel gereksinimlerinde bir darlığın önüne geçilmesi ve vergi gelirlerinin artırılması olmuştur. Bu amaçlardan dolayı ül***e mal temininin bir vasıtası olarak görülen ve gümrük vergileri yoluyla devlet gelirlerine katkıda bulunan ithalat her zaman desteklenmiş, ihracat ise darlık zamanlarında sınırlandırılmıştır. Diğer taraftan, yerli üreticilerin dış rekabete karşı korunması Osmanlı yönetiminin öncelikleri arasında yer almazken, söz konusu dönem ithalatında mamul malların oranının sınırlı kalması ve yerli üreticileri tehdit edecek boyutlara ulaşmamış olması korumacılığın dış ticaret politikaları arasında yer bulamamasına yol açmıştır. Osmanlı İmparatorluğu dış ticareti dış politikanın bir aracı olarak görmüş, yapılan ticaret anlaşmaları, çeşitli ülkelere verilen ekonomik imtiyazlar hep dış politikadaki öncelikler göz önüne alınarak uygulamaya konulmuştur.

    Avrupa’nın merkantilist politikalarının tam tersine Osmanlılar ticareti özendirebilmek amacıyla 14. yüzyıldan itibaren Avrupa ülkelerinin ticaret gemilerine ve tüccarlarına çeşitli ayrıcalıklar tanımıştı. 16. yüzyılda ticari, mali ve siyasi nedenlerle kapitülasyonlar adı altında Avrupa ülkeleri vatandaşlarına karşılıklı olmak üzere tanınan ayrıcalıkların olumsuz etkileri, İmparatorluğun güçlü olduğu dönemlerde sınırlı kalmakla beraber, daha sonraları İmparatorluk siyasal açıdan zayıf düştükçe, Avrupalıların söz konusu ayrıcalıkları genişletmeleri neticesinde Osmanlı Devletine büyük sorunlar yaratmıştır.

    18. yüzyılın sonuna gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu büyük ölçüde kendi kendine yeterli bir üretim hacmine sahipti. Söz konusu dönemde Avrupa ile yapılan ticaret, toplam üretim ve tüketim içerisinde oldukça sınırlı bir düzeyde bulunmaktaydı ve Avrupa mamul malları Osmanlı pazarını henüz istila etmemişti.

    19. yüzyılda ise Osmanlıların dış ticareti hızla genişlemiş ve ithal mallar yoğun bir şekilde Osmanlı pazarına girmeye başlamıştır. 19. yüzyıl başlarında dış ticaretin hacmi toplam üretimin yüzde 1-2’sini geçmezken, 1820’lerden I. Dünya Savaşına kadar geçen sürede Osmanlı ekonomisinin Batı ve Orta Avrupa ülkeleri ile ilişkileri de artmış ve İmparatorluğun dış ticareti 10 kat büyümüştür. Bu büyümede 1838’de imzalanan Balta Limanı Ticaret Anlaşmasının yarattığı ticaret ortamının da payı bulunurken, sanayi devrimini tamamlamış Avrupa ülkeleri ile Osmanlının üretim yapıları arasındaki farklılıklar ve Avrupa mallarının rekabet gücünün yüksekliği de etkili olmuştur.

    Balta Limanı Ticaret Anlaşması ile, Osmanlı Devleti uygulayacağı gümrük vergilerini Avrupa devletleriyle beraber saptamayı kabul etmiş ve bağımsız bir dış ticaret politikası izleme hakkından vazgeçmişti. İmparatorluğun söz konusu anlaşmanın hükümlerinden kendini kurtarması ve bağımsız bir dış ticaret politikası izlemesi ise, ancak I. Dünya Savaşının başlamasının ardından savaşın yarattığı olağanüstü koşullar altında mümkün olabilmiştir. Cumhuriyet hükümetinin tam bağımsız bir dış ticaret politikasına kavuşması ise ancak 1929’dan sonra mümkün olmuştur.

    20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğunun dış ticaretinin kompozisyonuna bakıldığında, temel ihracat mallarını tütün, üzüm, incir, ham ipek, tiftik, afyon, meşe palamudu, fındık, pamuk, zeytinyağı oluştururken, mamul mal olarak ihracatta ağırlığı olan tek ürün grubu ise elde dokunmuş halı ve kilimdir. İthalatın ise yarıdan fazlası mamul mallardan özellikle pamuklu ve yünlü tekstil ürünleri ile silah, cephane, çeşitli makineler ve demiryolu malzemelerinden oluşmaktaydı. Gıda ithalatı içerisinde ise şeker çay ve kahve gibi İmparatorlukta üretilemeyen ürünler ile buğday, un ve pirinç yer almaktaydı. İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya ve Rusya Osmanlı İmparatorluğunun dış ticaretinde önde gelen ülkeler arasındaydı.

    I. Dünya Savaşı döneminde İmparatorluğun uygulamakta olduğu dışa açık ekonomi politikaları terk edilmiş, korumacı politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Savaşla beraber imparatorluğun toplam tüketiminin yaklaşık beşte birini oluşturan mamul mallar ve gıda mamulleri ithalatı tümüyle durmuştur. Bu gelişme ithal ikameci üretim politikalarının gündeme gelmesine yol açmıştır. Terk edilen liberal ekonomi politikaları yerine, kendi kendine yeterli ve korumacı bir ekonomi oluşturmak çerçevesinde kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırılmış ve yerli üretimi korumayı amaçlayan yeni ticaret politikaları uygulamaya konulmuştur.

    Osmanlı sınırlarında ulusal nitelikte bir kapitalizmin yaratılabilmesi ve kapitalist bir devletin kurumsallaşması için gerekli yasal düzenlemeler, sanayileşme ve şirketleşmenin özendirilmesi çabaları, ekonomik bağımsızlık yolunda atılan adımlar ve savaş ekonomisi uygulamaları İmparatorluğun 1908-1922 dönemi ekonomi politikaları üzerinde belirleyici olmuştur.

    1920’li ve 1930’lu yıllarda Türkiye geri kalmış bir tarım ekonomisi durumundaydı. 1927 yılında fiilen çalışan nüfus içerisinde tarım alanında çalışanların oranı yüzde 82 dolaylarında iken, tarım sektörü ülke dış ticaret gelirlerinin yüzde 83’ünü sağlamaktaydı. Sanayi sektörü ise yurt içi talebin bile çok düşük bir kısmını karşılamaktaydı. Tekstil sektörünün en gelişmiş sanayi sektörü olarak toplam yurt içi talebin yüzde 25’ini karşılayamamakta olduğu göz önüne alınırsa, Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayi sektörü ve Osmanlı İmparatorluğundan devralınan ekonomik mirasın durumu daha net anlaşılır.

    II- Cumhuriyet Kuruldu: 1923-1929

    1923 yılı Anadolu’da yeni bir devletin kurulduğu ve Osmanlı İmparatorluğunun tarihe karıştığı bir yıl olarak siyasi anlamda büyük bir dönüşümü, bir devrimi temsil ederken, iktisadi anlamda geçmişle bir kopuş niteliği taşımaz. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra İmparatorluğun 1922 yılına kadar izlediği ekonomi politikaları ile 1923 sonrası ekonomi politikaları varolan koşulların elverdiği ölçüde tam bir süreklilik ve tutarlılık içindedir. 1923 sonrasında, devlet desteğinde milli burjuvazi yetiştirilmesini ve söz konusu yerli sermayedarların büyüme ve kalkınmanın itici gücünü oluşturmasını amaçlayan “milli iktisat” okulunun ekonomi politikaları uygulanırken, bu okulun yerli sanayiyi korumacı ve sanayileşmeci politikaları Lozan Anlaşması ile gümrük politikaları üzerine konulan sınırlamalar nedeniyle uygulamaya konulamamıştır.

    Cumhuriyetin kuruluşundan 1929 Dünya buhranına kadar olan dönemi, dışa açık ekonomi politikaları ile ekonominin yeniden yapılandırıldığı bir dönem olarak nitelendirmek mümkündür. 1923-1929 döneminin temel özelliği dış ticaret politikaları üzerinde Lozan Anlaşması hükümlerinden kaynaklanan sınırlamaların varlığıdır. Lozan Anlaşmasına ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi uyarınca, Türkiye’nin 5 yıl süre ile diğer ülkelere karşı uygulayabileceği ekonomi politikaları dondurulmuş, bazı istisnalar haricinde ihracat ve ithalat yasaklarının kaldırılması, yenilerinin konmaması, gümrük tarifelerinin ise 5 yıl boyunca değişmemesi kabul edilmiştir. Bu kapsamda 1916 yılının Osmanlı gümrük tarifesi esas alınmış ve yeni Cumhuriyetin gümrük gelirlerini artırmak ve sanayisini dış rekabetten korumak amacıyla kullanabileceği politika araçları elinden alınmıştı. Lozan Anlaşması ile saptanan gümrük tarife oranları ile ulusal ekonominin korunma oranı sadece yüzde 12,9’da kalmıştır. Söz konusu sınırlamalar 1928’de son bulurken, 1929’da Türkiye gümrük tarifelerini değiştirme olanağına kavuşmuştur. 1925’den itibaren üzerinde çalışılan yeni gümrük tarifesi oranları ile ortalama koruma oranı yüzde 45,7’ye yükseltilmiştir. Diğer taraftan söz konusu dönem itibarıyla tütün, kuru üzüm, pamuk, incir, fındık, yün, afyon ve yumurtanın toplam ihracatın yüzde 60-72’sini, sınai tüketim malları ise toplam ithalatın önemli bir kısmını oluşturmaktadır. 1923-1929 döneminde ithalatın GSYİH’ya ortalama oranı sadece yüzde 14,4, ihracatın oranı ise 10,6 olmasına rağmen, 1929 sonrası dönemin korumacı ve sanayileşmeci ekonomi politikaları nedeniyle, söz konusu dönem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu takip eden yarım yüzyılın en dışa açık dönemi olmuştur.

    1923 ile 1925 yılları arasında I. Dünya Savaşı buhranını atlatan dünya ekonomisinin hızlı büyümesi ve Kurtuluş Savaşının ardından Türkiye ekonomisindeki canlanmanın etkisiyle dış ticaret hacmi önemli oranlarda büyümüştür. 1926’dan itibaren ise dünya ekonomik buhranına paralel olarak dış ticaret hacminde daralmalar meydana gelmiştir. Söz konusu daralmaların en önemli sebebi, tarım ürünleri ihracatının en önemli bölümünü oluşturan tütünün (toplam ihracat değerinin yüzde 36,2’si) fiyatında dünya pazarlarında yaşanan düşüşlerdir.

    Cumhuriyetin kuruluş döneminde, tarıma dayalı ekonomik yapı ihracatın da kompozisyonunu belirlemekteydi. 1923-1929 yılları arasında sanayi ürünlerinin ihracat içerisindeki payı yüzde 8,6 iken, tarım ürünlerinin payı yüzde 86,3, madencilik ürünlerinin payı ise, yüzde 4 dolaylarındaydı. Kuruluş yıllarını takip eden dönemde ihracatın ezici bir şekilde tarım ürünleri ağırlıklı yapısında bir değişiklik olmazken, ithalatta ise ithal ikameci eğilimleri yansıtan ve ithal ikameci politikalara götüren bir süreç yaşanmıştır. 1924 yılında, yatırım mallarının bir göstergesi olarak, madeni eşya ve makine ithalatının toplam ithalat içerisindeki payı yüzde 11,8 iken, 1928’de yüzde 21,9’a yükselmiştir. Bu durum, Cumhuriyetin kuruluşunu takip eden dönemde, üretim hacmini genişletmek amacıyla yapılan ithalatın arttığına ve ülkenin sanayileşme çabalarına işaret etmektedir.

    1928 yılında Ticaret ve Tarım Bakanlıkları birleştirilerek kurulan İktisat Vekaleti ekonomi politikalarının belirlenmesi ve uygulanması açısından yeni bir örgütlenme anlamına gelmektedir. Diğer taraftan 1929 yılında ithalat ve ihracat alanında dünya ekonomisindeki gelişme ve değişiklikleri takip ederek ülkemiz tüccar ve sanayicilerini haberdar etmek, ihraç malları için mevcut kaynakların araştırılması, Türk ve Dünya tüccarları arasında ticaret bağlarının kurulması için imkan yaratılması doğrultusunda “Harici Ticaret Dairesi” kurulması amacıyla T.B.M.M.’ye sevk edilen kanun tasarısı kanunlaşmamıştır. Ancak söz konusu çabalar dönemin ekonomi, özellikle dış ticaret alanlarında ekonomi politikası arayışlarının önemli göstergeleri olmuştur. Sanayileşme çabaları içerisinde 1927 yılında çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun özel bir yeri vardır. Geniş bir teşvik politikası uygulanması amacı ile çıkarılan kanunun amaçlarından biri; “...Sanayi-i milliyemizin teşvik ve himayesine memleketimizde dahili istihlakımıza kifayet ettirdikten başka, belli başlı ihracat yapan sanayi müesseleri vücuda getirilmesi...” idi. Söz konusu Kanunla sağlanan birçok ayrıcalık ve desteğe ek olarak verilen bir diğer ayrıcalık da işletmeleri yurt içinde üretilen bir mal dışardan gelen ikame mala göre yüzde 10 pahalı olsa bile yerli malını kullandırılmaya zorlamasıdır. Bu politika ile gümrük tarifelerinin artırılamadığı bir dönemde başka önlemlerle yerli üretimin korunması sağlanmıştır.

    Lozan Anlaşması hükümleri ile yeni Türk devletinin dış ticaret politikasındaki temel araçlarından olan gümrük tarifelerini değiştirme gücü elinden alınsa da, 1929’a kadar ithalatı düzenleme ve yerli üreticiyi koruma amacıyla başka politika araçlarından yararlanılmıştır. Örneğin, tüketim vergilerinin artırılması yoluyla ithal mallarının iç piyasa fiyatlarının artırılması ve tüketiminin azaltılması dolayısıyla ithalat miktarının düşürülmesi, devlet tekelleri oluşturulması suretiyle yeni üretim alanları yaratarak ithalatın kısılması ve Lozan’da imzası olmayan ülkelere daha yüksek gümrük vergileri uygulanması gibi yöntemlere başvurulmuştur.

    Lozan Anlaşması çerçevesindeki kısıtlamaların kalkmasıyla, 1929 yılı Haziran ayında çıkarılan Gümrük Tarife Kanunu ile korumacı bir gümrük politikasına geçilmiştir. Söz konusu kanunun hangi nitelikte çıkarılacağı uzun zamandır yürütülen hazırlık çalışmaları çerçevesinde bilindiği için, kanun çıkarılmadan önce ithalatın spekülatif olarak aşırı boyutta artması dış ticaret açığının önemli oranda büyümesine yol açmıştır. Ancak Kanunun çıkmasının ardından alınan önlemlerin Dünya ekonomik buhranının gerektirdiği politikalarla uyumu göz önüne alındığında, Kanunun önemi ortaya çıkar.

    Dış ticaret açığı üzerinde bazı malların ihracatında yaşanan düşüşler önemli olmakla beraber, dış ticaret hadlerinde yaşanan gelişmeler de önem taşımaktadır. 1900’lerin başından beri tarım ürünleri ve sanayi ürünleri fiyatlarında meydana gelen değişiklikler dış ticaret hadlerinin Türkiye aleyhine değişmesine yol açmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan 1929’a kadar geçen süreçte yaşanan dış açıklarda savaş döneminde kısıtlanmış ithal talebinin harekete geçmesi ve düşük gümrük tarifeleri etkili olurken, 1929’da bunlara ek olarak dış ticaret hadlerinde yaşanan gelişmeler de açığa katkı yapmıştır.

    III- Buhran Yılları ve Genç Cumhuriyetin Dış Ticaret Politikaları

    1929 Dünya buhranının Türkiye’yi etkilemesi öncelikle Türk parasının değerinin düşmesiyle başlamıştır. Bu düşüşün temel nedenleri arasında; 1929 yılında meydana gelen spekülatif ithalat artışı sonucunda dış açığının yüzde 100’den fazla büyümesi, dünya ticaretindeki daralma, tarım ürünlerinin uluslararası fiyatlarında yaşanan düşüşler gibi nedenler vardı. Büyük Buhranın Türkiye üzerindeki ikinci etkisi, 1929 ve izleyen yıllarda hammadde ve tarım ürünlerinin Dünya pazarlarındaki fiyatları aşırı düşmesi nedeniyle ülkenin ihracat gelirlerinde yaşanan önemli daralmaydı. Dışa açık ekonomik yapı içerisinde 1929 Ekonomik Buhranına gidiş sürecinin etkilerini 1926’dan beri hissetmeye başlayan Türkiye ekonomisi böylece dışa kapanmaya başlamış, 1929 sonrasında Türkiye ekonomisi için yeni bir dönem başlamıştır. Devletin ekonomik yapı içerisindeki rolü oldukça artmış ve devletçi ekonomi politikaları uygulanmaya başlanmıştır. 1930 yılından 1939’a kadar olan dönem, korumacı ve devletçi politikaların egemen olduğu bir dönem olmuştur. Dünya ekonomisinde büyük bir buhranın yaşandığı söz konusu dönem, Türkiye açısından 1908’den beri süreklilik arz eden ekonomi politikalarında keskin bir dönüşümü temsil ederken, bu dönemde Türkiye ekonomisi dışa kapanmış ve devlet desteği ile milli bir sanayileşme hareketine girişilmiştir.

    1929 Büyük Buhranı, hammadde ihracatçısı ve çoğunlukla tüketim mallarından oluşan sanayi malı ithalatçısı olan ve Dünya ticaretine serbest ticaret koşulları altında katılan Türkiye ve Türkiye benzeri tüm azgelişmiş ülkeleri benzer biçimde etkilemiştir. Büyük Buhran sırasında Dünya ticaretinde hammadde fiyatları sanayi malı fiyatlarından daha fazla düşmüş, böylece ihracatın reel alım gücü azalırken, şeker, un ve kumaş gibi zorunlu sanayi tüketim mallarının ithalatındaki daralmalar toplumsal yaşamda problemler yaratmıştır. Lozan Anlaşmasının gümrük vergileri üzerindeki sınırlayıcı hükümlerinin kalkması ve Buhran koşullarının etkisiyle Türkiye ekonomisi dışa kapanmaya başlamış ve özellikle un, şeker ve kumaş gibi sanayi mallarından başlayan ithal ikameci yatırımlara hız verilmiştir.

    Bu kapsamda 1929 ile 1931 dış ticarette korumacılığın ve kambiyo denetimlerinin etkinlik kazandığı, 1932 ise devletçi politikaların uygulanmaya başlandığı yıllar olmuştur. Devletçi politikaların temel niteliği, devletin tarım dışındaki üretim alanlarına doğrudan üretici olarak girmesidir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında desteklenen ve sanayileşmenin itici gücü olması beklenen özel sektörden beklenen atılımın çıkarılamaması, devleti doğrudan üretici olarak piyasaya girmek zorunda bırakmış ve 1930 sonrası sanayileşme çabalarının odağına devlet eliyle oluşturulan teşebbüsler oturtulmuştur. 1929 Buhranının Türkiye ekonomisini etki altına almasının ardından oluşan ekonomik ortamda yabancı sermaye girişlerinin yetersizliği, yerli özel sermayenin zayıflığı, devlet eliyle gerçekleştirilen yatırımları ve devletçi sanayileşmeyi 1930’lu yıllarda ekonomi politikalarının temel ekseni durumuna getirmiştir. Söz konusu politikalar doğrultusunda ve ithalatın kısılması ile Türkiye 1930-1945 arasında dış ticaret dengesinde yalnızca 1938 yılında açık vermiştir. Dış ticarette verilen açıktan fazlaya geçilmesinin 1923 ile 1929 yılları arasındaki dönem göz önüne alındığında esas olarak ithalatın kısılmasından kaynaklandığı anlaşılır.

    Dünya buhranı ve bu buhranın ülkemiz üzerine yansımaları ekonomi politikaları ve ekonomi ile ilgili kurumlar açısından değişiklikler yapılması sonucunu doğurmuştur. “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun” ile spekülasyona yönelik girişimler denetim altına alınmış, “Ticarette Tağşiş’in Men-i ve İhracatın Murakebesi ve Korunması Hakkında Kanun” ile ihraç mallarının kalitesinin artırılması, ihracatta standartlara uygunluk sağlanması, ihracatçılara ambalajlama ve benzeri konuların öneminin anlatılması hedeflenmiş, “Ticaret Mukavelesi ve Modüs Vivendi Aktedmeyen Devletler Ülkesinden Türkiye’ye Yapılacak İthalata Memnuiyetler veya Tahdit veyahut Takyitler Tatbikine Dair Kanun” ile de Türkiye ile ticaret anlaşması yapmamış veya anlaşma konusunda Türk hükümetinin önerilerini sonuçlandırmamış ya da Modüs Vivendi yapmaktan kaçınan ülkelerden yapılacak ithalatı yasaklama, sınırlandırma veya müsaadeye bağlama konularında Bakanlar Kurulu’na yetki verilmiştir. Söz konusu kanunla, ithalat kotalarının önü açılarak ithal ikameci yapılanma konusunda yeni bir politika aracı kazanılmıştır. Söz konusu kanunlar yoluyla hükümetin dış ticaret üzerindeki kontrolleri artırılmış, devletçi politikaların uygulanması kolaylaştırılmıştır. Yeni dönemde Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti ile Merkez Bankasının kuruluşları da dönemin ekonomi politikaları açısından önem taşımaktadır. Cemiyetin amaçları kitleleri tasarrufa yönlendirmek, yerli malı kullanımını özendirmek, yerli mallarının kalitelerinin artırılmasını sağlamak iken, Merkez Bankası ile Türk parasına istikrar kazandırarak, ekonomik kalkınmaya yardımcı olmak amaçlanmıştır.

    1930’larda ekonomi politikalarında yeni bir dış ticaret örgütlenmesinin gerekliliği de ön plana çıkmıştır. Önceleri dış ticaret dengesiyle ilgili önlemler (ithalatın sınırlandırılması ve takas yoluyla ithalatın ihracatı artırmanın bir aracı olarak kullanılması gibi) ithalat üzerine kurulmuşken, bu dönemde dış ticaret dengesini düzeltmenin diğer bir aracı olan ihracatı artırmak doğrultusunda, dış piyasalarla ilgili bilgi girişinin sağlanması ve Türk mallarının dış pazarlarda tanıtımının yapılması da dış ticaret politikaları içerisinde önem kazanmıştır. Türkiye’nin ihracatını geliştirebilmesi amacıyla tüm önemli ihracat pazarlarında ticaret ataşelikleri kurulması ve Türk mallarının tanıtılması amacıyla uluslararası fuarlara katılım sağlanması, ekonomi ve dış ticarette yeni bir örgütlenmeye gidilmesi söz konusu dönemin üzerinde durduğu önlemler arasında yer almıştır. Bu düzenlemeler doğrultusunda 1934 yılında kurulan Türkofis, yeni teşkilatlanmanın en önemli aracı olarak tanıtılmış ve Türkofis ile, Türk mallarının dış pazarlarda sürümünü kolaylaştıracak yolları araştırmak ve ticaretle uğraşanlara yardımcı olmak gibi konular hedeflenmiştir. Söz konusu örgütlenme ile ilgili yasa 1934 yılında kabul edildikten sonra Türkofis kurulmuş, böylece dış ticarette özel girişimciye yol gösterme amaçlı bir örgütlenmeye gidilmiştir.

    IV- II. Dünya Savaşı ve Sonrası

    Türkiye Cumhuriyeti II. Dünya Savaşı döneminde savaş ekonomisi koşullarını bütün ağırlığıyla hissetmiştir. Büyük Buhran sonrası ekonomi politikaları ile önemli oranda daralmış olan ithalat, Savaş başladığında yarı yarıya azalmış, savaş yıllarında da dış ticaret dengesi fazla vermeye devam etmiştir. Üretime giden hammadde, ara malı ve yatırım malları ithalatının azalması ve üretimin düşmesi ile, ülke ekonomisinin daralması ve enflasyonist ort*** savaş dönemi ve sonrasındaki politikaların biçimlendirilmesinde etkili olmuştur.

    II. Dünya Savaşı’nın ardından başlayan süreç Türkiye Cumhuriyetini siyasi olarak çok partili parlamenter rejime götüren bir dönem olurken, iktisadi politikalar açısından da önemli bir dönüşümün yaşandığı bir dönem olmuştur. Söz konusu dönemde 1930 sonrasında izlenen dışa kapalı, korumacı, dış dengeye önem veren politikalar terk edilerek serbest ticaretçi iktisat politikaları uygulanmaya başlanmıştır. İthalatın serbestleştirilmesiyle birlikte 1947’den itibaren ithalatta önemli artışlar yaşanmış ve dış ticarette açık vermeye başlanmıştır. Bu tarihten sonra dış ticaret açıkları kronik bir hal almış, dış ticaret açıklarının dış yardım, kredi ve yabancı sermaye yatırımları ile karşılanması süreci de Türkiye Cumhuriyeti iktisadi hayatına yerleşmiştir.

    1930’lara damgasını vuran korumacı dış ticaret politikaları, 1946 yılında Türk lirasının yüzde 100’den fazla değer kaybetmesi ve liberalizasyon listelerinin saptanarak ithalatta kota uygulamasının sınırlandırılması ile terk edilmeye başlanmıştır. 1950 yılında ilan edilen ithalat rejimi ile ithalatı serbestleştirme hareketinde önemli bir aşama kaydedilmiş ve koruma önlemlerinin büyük ölçüde gümrük tarifeleri ile yürütüldüğü dış ticaret politikalarına geçiş yapılmıştır. Söz konusu politikalarla II. Dünya Savaşı sırasında ve savaş dönemini takip eden birkaç yıl süresince verilen toplam 500 milyon dolar dış ticaret açığı ise dış yardımlar ve krediler yoluyla karşılanmıştır.

    1954-1961 yılları arasında II. Dünya Savaşının ardından uygulanan serbest ticaret politikaları terk edilmiş ve ihraç mallarına yönelik talebin düşmesi ve ithalat için kullanılabilir dış kaynakların yetersizliği nedeniyle ithalatta önemli boyutta kısıtlamalar yapılmıştır. Savaş sonrası dönemde serbest ticaret ortamında dış dengenin sağlanamayacağı görülünce, dış ticarette kontrollü bir rejim uygulanmaya başlanmış ve tüketim malı ithalatındaki düşüşlerinin devlet eliyle gerçekleştirilen yatırımlar ve ithal ikameci politikalarla karşılanması amaçlanmıştır. Bu dönemde söz konusu politika değişikliğinin öncesinde toplam ithalatın yüzde 20-25’ini oluşturan tüketim malları ithalatı yüzde 10’un altına düşmüştür.

    1953 yılında çıkarılan kararnamelerle dış ticaret ve kambiyo rejimlerinde serbestliğin kaldırılması politikası, 1954 yılında dış ticarete getirilen yeni kontrol ve sınırlamalar ile devam ettirilmiştir. Dış ticarette liberal politikaların terk edilmesinin ve korumacı politikalara başvurulmasının temelinde yatan, kronikleşen ve büyüyen dış ticaret açıkları ile bu açıkların karşılanmasında kullanılan dış kaynak yetersizliği olmuştur. 1958’e gelindiğinde ithalattaki büyük düşüş ve dış baskılar neticesinde gerçekleştirilen devalüasyon sonrasında, dış ticaret üzerine konulan sınırlamalar azaltılmış ve dışarıdan sağlanan kaynaklar yoluyla da ithalat yeniden artmıştır. 1953-1961 yılları arasındaki dönemde istikrarlı bir şekilde hareket eden ve büyük ölçüde tarım ürünlerinden oluşan ihracat sayesinde, dış ticaret açıkları daraltılmış ve sürdürülebilir olmuştur.

    V- Planlı Dönem

    1960’larda ekonomi politikalarında planlama dönemi başlamış, 1961’de başlayan yeni dönem; ithal ikameci, korumacı dış ticaret politikalarının sürdürüldüğü ve iç piyasaya yönelik bir sanayileşme politikasının benimsendiği bir dönem olmuştur. İthal ikameci yatırım politikalarının zaman içerisinde ekonominin dışa bağımlılığını azaltması beklenirken, söz konusu dönemde uygulanan politikalar tam aksi bir sonuca götürmüş, ekonomi daha çok dışa bağımlı bir hale gelmiştir. İthal ikameci politikaların ithalat üzerinde daraltıcı bir etki yaratmaması ve iç piyasaya yönelik üretim yapan sanayinin ithalata bağımlılığı ile ihracatın milli gelir içerisindeki payının oldukça düşük düzeyde kalması bir araya geldiğinde dış açıklar bu dönemde önemli oranda artmıştır. Söz konusu dönemde ihracatta gelişme sağlanamamasının en önemli nedenleri; dış ticaret politikalarının iç piyasaya üretim yapan, ithal girdilere bağımlı sanayiyi destekleme amacı taşıması ve ihracatın geleneksel tarım ürünlerinden oluşmasıydı. İhracatın dış açıkların kapanması yönünde önemli bir kalem olabilmesinin yolu sanayi ürünlerinin ihracat içerisindeki payının artırılması, bu artışın yolu ise sanayileşme sürecinin belirli bir aşamaya gelmiş olması ve sanayi yatırımlarının ileri teknoloji ile üretim yapan, düşük maliyetli üretim ölçeklerine ulaşmış olmasıydı. Bu koşullar ise ancak belli sanayi kollarında kısmen gerçekleştirilmiş ve 1960’larda toplam ihracat içerisinde sanayi ürünlerinin payı yüzde 13-18 arasında değişirken, 1970’lerde yüzde 20-39’lara yükselmiştir.

    Planlı dönemin dış ticaret politikaları ve ithal ikameci sanayileşme politikaları ile, ödemeler dengesi üzerindeki baskıyı azaltmak amacıyla çeşitli ürünlerin ül***e girişi yasaklanmıştı. Söz konusu yasaklamalarla bir taraftan dış ticaret açıklarının azaltılması diğer taraftan sanayileşmenin özendirilerek hızlandırılması beklenmekteydi. İthal ikamesi doğrultusunda yerli sanayiyi özendirmek amacıyla; yatırım indirimleri, gümrük muafiyetleri, yatırım malları ithalatına tanınan kolaylıklar, sanayiye ucuz ve uygun vadeli krediler, sanayi ürünleri ihracatına vergi iadesi getirilmesi, ihracata yönelik sanayilere proje safhasında döviz tahsisi, yatırımlarda yerli sanayi ürünü kullanımının teşvik edilmesi ve benzeri birçok destekler sağlanmıştır. Ancak ihracata yönelik sanayilere ek kolaylıklar sağlanması yoluyla üretimi ihracata yönlendirmek istense de, dış rekabete karşı korunan hazır bir iç pazarın cazibesi karşısında üretimin dışarıya yönlendirilmesi mümkün olmamıştır. Diğer taraftan ithal ikameci politikalardan beklenenin aksine, ithal ikameci sanayilerin dışa bağımlılığı sebebiyle ithalat önemli oranda artmış, ihracatta önemli bir gelişme olmayınca da dış açık büyük çapta genişlemiş ve ödemeler dengesi sürekli açık vermiştir. 1965’lerden 1980’lere gelindiğinde ithalatın GSYİH’a oranı önemli ölçüde artarken, söz konusu oran ihracat için değişmemiş hatta düşmüştür. Ayrıca bu periyodda dış ticaret hadleri de sürekli olarak Türkiye’nin aleyhine gelişmiştir.

    Türkiye ekonomisi 1962-1976 yılları arasında ithalata bağımlıyken ve ihracatı durgun bir seyir izlerken, istikrarlı ve yüksek oranlı büyümelerin gerçekleştirilmesinin temel nedeni, söz konusu dönemde ül***e giren önemli boyuttaki dış kaynaktır. Bu dönemde dış ticaret açıkları işçi dövizleri, kısa ve uzun vadeli krediler gibi dış kaynaklar yoluyla karşılanmıştır.

    1960’lı yıllar boyunca dış ticaret politikaları sabit döviz kuru, kambiyo kontrolleri ve kotalar aracılığıyla yürütülmüştür. Beş yıllık planlar çerçevesinde ve söz konusu planların öncelikleri doğrultusunda, politika önlemleri sektörler arasında seçici bir şekilde uygulanmıştır. Katlı kur sistemi, ithal vergileri, ithalattan alınan damga resimleri, ithalatçıların Merkez Bankasına yatırdıkları teminat miktarları gibi araçlar kullanılarak bazı malların ithalatı sınırlandırılmaya çalışılırken, yatırım malları ve sanayi hammaddeleri ithalatı ise vergiden muaf tutularak özendirilmiştir. Diğer taraftan 1970 yılında ithalattan alınan teminatlar ve damga resimleri düşürülmüş ve hazırlanan daha geniş liberasyon listeleri yoluyla dış ticaretin serbestleştirilmesi yönünde politikalar izlenmeye başlanmıştır. Söz konusu politikalar uluslararası ekonomik kuruluşların tavsiyeleri doğrultusunda alındığından 1970-1974 arasında dış krediler açısından bir rahatlama dönemi yaşanmış ve işçi dövizleri girişi de arttığı için, dönem dış ticaret dengeleri açısından sorunsuz atlatılmıştır. 1974 sonrasında petrol fiyatlarındaki beklenmedik artış neticesinde Dünya ekonomisinin yaşadığı bunalımın Türkiye ekonomisine etkileri ül***e dış kaynak girişi ile ertelenmiş ve ithalattaki artış devam ettirilmiştir. Dünyadaki ekonomik bunalıma rağmen Türkiye ekonomisi 1975-1976 yıllarında yüzde 8 civarında büyürken, 1976 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 33’lere düşmüştür.

    Sonuç itibariyle 1962 ile 1976 yılları arasındaki dönemde ithalatın GSMH’deki payı önemli oranda artmış, ihracatın ithalatı karşılama oranı ise aynı şekilde düşmüştür. Söz konusu dönem itibariyle ithalat artışı göz önüne alındığında, sürdürülen ithal ikameci politikalar ile beklenen amaçlara ulaşılamadığı görülür. Bu dönemde ekonomi dış kaynaklar yoluyla büyümüş, sanayi ürünleri ihracatında gereken sıçrama zamanında yapılamamış ve dış ticaret açıkları artmıştır.

    VI- Dünya Petrol Krizi; Türkiye 24 Ocak’a Doğru

    1970’lerde artan petrol fiyatlarının Dünya ekonomisini bunalıma sürüklediği bir dönemde, kısa dönemli borçlanmalarla büyüyen ve ithalatı artmaya devam eden Türk ekonomisinin, 1977’de dış dengeleri büyük çapta bozulmuştur. 1977’de ihracat önemli oranda gerilerken, ithalat yüzde 13 artmış, böylece dış ticaret açığı 4 milyar doları aşarken, ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 30’lara düşmüştür. Dengelerin bu denli bozulması dış kredilerin kesilmesini ve ithalatın tümünün peşin ödeme ile karşılanması gereğini doğurdu. Bu şekilde dış kaynakların önünün kesilmesi, 1978 ve 1979 yıllarında ithalatın durgunlaşmasına ve büyümenin durmasına yol açmış, ihracatta ise artış eğilimi başlamıştır.

    1974’de OPEC’in petrol fiyatlarını artırması ödemeler dengesi üzerindeki baskıyı önemli ölçüde artırmış, enflasyonist baskı yaratmış, kriz ortamında dış kaynakların azalması da ekonomiyi olumsuz yönde etkilemiştir. Ham petrol fiyatlarındaki artış ham petrolün toplam ithalat içerisindeki payını sürekli olarak artırmıştır. 1980 yılında ham petrol ithalatı 2,9 milyar dolar olurken, aynı yılın toplam ihracat değerinin de 2,9 milyar olduğu göz önüne alınırsa ham petrol ithalatının büyüklüğü daha net ortaya çıkar.

    Diğer taraftan ihracat; 1960-1970 yılları arasında ortalama yüzde 1,6 oranında, 1970-1977 arasında ise yılda binde 8 oranında büyümüştür. İthalat ise söz konusu dönemlerde sırasıyla ortalama yüzde 5,5 ve yüzde 13,1 oranında artmıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı 1950’de yüzde 91,9 iken, 1975’de yüzde 29,5’a düşmüş, 1980 de ise yüzde 38 olmuştur. Bu durumun temel üç nedeni olarak; uygulanan sanayileşme modelinin sürekli artan bir ithalat düzeyi gerektirmesi, ithal edilen yatırım ve ara malları fiyatlarının yükselmesi ve ihracatın kompozisyonunda bir değişiklik yaratılamayarak, tarım ürünlerinin ağırlığının 1970’li yıllarda da sürmesi sayılabilir.

    1974 yılından sonra ödemeler dengesinde meydana gelen bozulmalar 1977’de kritik bir hal almıştır. 1977’de ithalat 5,8 milyar dolar, ihracat 1,7 milyar dolar iken işçi dövizi girişi 1 milyar dolar olmuş ve döviz dengesi 3,1 milyar dolar açık vermiştir. Söz konusu sorunlara çözüm bulmak amacıyla 1977-1980 arası dönemde ekonominin dengelerini düzeltmek yolunda birçok önlemler alınmıştır. Uygulanan ekonomi politikalarının hedefleri; ihracatın artırılması, enflasyonun düşürülmesi ve KİT açıklarının bütçe üzerindeki yükünün ortadan kaldırılması idi. Ancak alınan önlemler ekonomideki kötüye gidişi durduramamış ve 24 Ocak 1980’de alınan kararlarla Türkiye ekonomisinde yeni bir dönem başlamıştır.

    24 Ocak Kararları ile, serbest piyasa koşullarında işleyen ve dışa açık bir ekonomi modeli uygulamaya konmuştur. Söz konusu Kararlar doğrultusunda oluşturulan politikalar ile ihracatın artırılması, fiyat sisteminin serbestleştirilmesi, yabancı sermaye girişinin artırılması ve faizlerin serbest bırakılması amaçlanmıştır. 24 Ocak Kararları ile amaçlanan, iç piyasaya dönük, ithal ikameci politikalarla kurulmuş bir sanayi yapısını, dışa dönük, ihracat amaçlı bir yapıya dönüştürmek idi.

    Bu anlamda 24 Ocak 1980 Türkiye ekonomi politikaları açısından bir dönüm noktasıdır. 24 Ocak 1980 tarihinde yürürlüğe giren İstikrar Programı ile kambiyo politikası serbestleştirilerek günlük kur ayarlamaları ile TL’nin sürekli değer kaybettiği bir sürece girilmiş, ithal kotalarının kaldırılmaya başlanması ile ithalat rejimi serbestleşmeye başlamış, ihracat destekleri ekonomi politikalarının temel araçlarından biri olmuştur. 1980 sonrası politikalarla ihracat, 1980-1984 arasındaki dönemde yüzde 314 oranında artmış, ancak ithalatta da artış olması sebebiyle dış açıklar 1980 sonrası dönemde de devam etmiştir. 1980 sonrasında ihracat; esnek kur politikası ile sürekli değer kaybeden bir Türk Lirası politikası, ihracata düşük faizli kredi, ihracatçı sanayinin kullandığı girdilerin gümrük indirimleri ve muafiyetleri ile ucuz tutulması ve döviz tahsisinde kolaylıklar yoluyla sürekli desteklenmiştir.

    Öte yandan, 24 Ocak Kararları ile başlayan yeni dönemde ithalat rejiminde de önemli değişiklikler yapılmış, gümrük vergileri önemli oranda düşürülmüştü. 1983 yılında ithalatın serbestleştirilmesi politikaları doğrultusunda fon uygulamasına geçilerek önceleri izne bağlı mallar listesinde yer alan birçok ürünün ithalatı Toplu Konut Fonu kesintisi ödenmesi suretiyle serbest bırakılmıştır.

    Diğer taraftan, 1980 sonrası ekonomi politikaları çerçevesinde Dünya ile bütünleşme ve dışa dönük serbest piyasacı kalkınma amaçları doğrultusunda, 1984 yılında kambiyo rejiminin serbestleştirilmesi amacıyla “30 sayılı Karar” yayımlanmıştır. Serbest Bölge uygulaması dış ticaret politikaları araçlarından biri haline gelmiş ve 15 Haziran 1985 tarihinde yürürlüğe giren 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunuyla serbest bölgelerin tabi olduğu yasal düzenlemelerin çerçevesi çizilmiştir.

    1987’de Türkiye AT’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuş ve bu başvurunun gerekleri çerçevesinde hazırlık ve AT’a uyum çalışmaları başlatılmıştır. 1989 yılında “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 30 Sayılı Karar”la yabancı sermayeye teşvikler sağlanmış, bürokrasi azaltılarak sermaye hareketleri serbestleştirilmiştir. 1990’da Türk parasının konvertibilitesi ilan edilmiştir.

    VII- 1990’lar; Türkiye-AB İlişkileri ve DTÖ Süreci
    20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ülkelerin dış ticaret politikaları üzerinde, üyesi bulundukları veya üyeliğini hedefledikleri uluslararası ekonomik ve ticari bütünleşmelerin etkileri sürekli olarak artarken, 1990’larda ve 2000’li yıllarda Türkiye’nin dış ticaret politikalarını şekillendiren iki temel bütünleşme DTÖ üyeliği ve Avrupa Birliği ile girilen Gümrük Birliği olmuştur.

    Türkiye 1959 yılında “uzun dönemde Batı Avrupa’da kurulabilecek siyasi bir birliğin dışında kalmamak ve gümrük birliği içerisinde Yunanistan’a verilecek ticari tavizlerden yoksun olmamak” için, AET’ye ortaklık amacıyla başvuruda bulunmuş ve Türkiye ile AET arasında bir Ortaklık kurmuş olan Ankara Anlaşması 1963’de imzalanarak 1964’de yürürlüğe girmiştir.

    Ankara Anlaşması ile Türkiye ve Topluluk arasında hazırlık, geçiş ve son dönem olarak adlandırılan üç kademede tamamlanacak bir Ortaklık ilişkisi kurulmuştur. 1970 yılında Geçiş döneminin koşullarını, süre ve sıralarını belirlemek üzere bir Katma Protokol imzalanmıştır. Katma protokol ile Ortaklık sürecinin geçiş dönemine ve kurulması amaçlanan gümrük birliğine ilişkin şartlar belirlenmiş, Türkiye ile Topluluk arasında bir gümrük birliğinin yerleştirilmesi ve Ortaklığın işleyebilmesi için tarafların ekonomi politikalarının yaklaştırılması ve ortak faaliyetlerin artırılması ilke olarak kabul edilmiştir.

    14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye AT’a erken tam üyelik başvurusunda bulunmuş, 9 Kasım 1992’de Ortaklık Konseyi Toplantısı’nda Toplulukla ilişkilerini tam üyelik doğrultusunda geliştirmek amacı taşıdığını ve 1995 yılı itibariyle tamamlanması hedeflenen Gümrük Birliğine ilişkin yükümlülüklerini yerine getireceğini beyan etmiştir. Bu doğrultuda Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği’nin tamamlanması ve uygulanmasına ilişkin usul, esas ve süreleri belirleyen 1/95 sayılı karar 6 Mart 1995’de Ortaklık Konseyi toplantısında kabul edilmiştir. 1/95 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Kararı çerçevesinde sanayi ürünleri ile işlenmiş tarım ürünlerinin serbest dolaşımına imkan veren Gümrük Birliği 22 yıllık bir geçiş döneminin ardından 1 Ocak 1996 tarihinde tamamlanmıştır. 11-12 Aralık 1999’da Helsinki’de gerçekleştirilen Avrupa Konseyi Zirve Toplantısında Türkiye'ye adaylık statüsü tanınmış ve taraflar arasındaki ilişki tam üyelik hedefi doğrultusunda yönlendirilmiştir.

    AB ile gerçekleştirilen Gümrük Birliği ve sonrasında tam üyelik doğrultusunda uygulanan politikalar, Türkiye’nin dış ticaret politikalarının şekillendirilmesi açısından önemli bir çerçeve çizmektedir.

    Türkiye’nin dış ticaret politikalarına yön veren bir diğer önemli iktisadi bütünleşme ise Dünya Ticaret Örgütüne üyeliğidir. Türkiye, 1947’de imzalanan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasına (GATT) 1950-1951 Torquay Tarife Görüşmeleri sonucunda 21.12.1953 tarih ve 6202 sayılı yasa ile taraf olmuştur. GATT, imzalanmasının ardından 1994’e kadar Dünya ticaretine genel bir çerçeve çizmiş ve ticareti uluslararası kabul gören kurallara bağlayarak ticaretin serbestleştirilmesine katkıda bulunmuştur. Uluslararası ticaretin serbestleştirilmesini ve düzenli işleyişini amaçlayan bir anlaşma niteliğindeki GATT, kurumsal bir yapıya kavuşturularak 01.01.1995 tarihi itibariyle Dünya Ticaret Örgütü’ne dönüştürülmüştür. Gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Türkiye, DTÖ üyeliğinin gerekleri doğrultusunda belirli bir takvim çerçevesinde sanayi ürünlerinde tarife indirimleri gerçekleştirmiş, tarım ve tekstil sektörlerinin kademeli olarak mevcut kurallara uygun faaliyet göstermelerini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapmış, ticaretle bağlantılı yatırım tedbirleri, fikri mülkiyet hakları ve hizmet ticareti konularında DTÖ tarafından oluşturulan uluslararası ticaret sistemine dahil olmuştur. Bugün, tarım ve sanayi mallarının ticaretine yönelik yeni düzenlemelerden, ticaretin kolaylaştırılması çabalarına, yatırım, çevre,rekabet, kamu alımları, elektronik ticaret ve fikri mülkiyet haklarına kadar birçok konu DTÖ bünyesinde uluslararası platformlarda ele alınmaktadır. 1990’lı ve 2000’li yıllarda DTÖ üyesi olarak Türkiye’nin ticaret politikaları da söz konusu platformlarda alınan kararlar doğrultusunda şekillendirilmektedir.

    VIII- Sonuç Olarak

    2000’li yılların Türkiye’sinin üretimi ve dış ticaretinin yapısı incelendiğinde, 1923’lerin geri kalmış tarım ekonomisini sanayi ekonomisine dönüştürme çabalarının ve 80 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca uygulanan dış ticaret politikalarının başarısı ortaya çıkar. Söz konusu süreçte, Türkiye çağdaş Dünyanın ekonomik ve ticari, küresel ve bölgesel bütünleşmelerinin içerisinde yerini almış ve dışa açık kalkınma politikaları benimsenerek, ihracat artışı büyüme politikalarının en temel araçlarından biri olmuştur.

    Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar, içinde bulunulan dönemin koşullarına bağlı olarak değişken bir seyir izleyen dış ticaret politikaları, bugün Türkiye’nin siyasi ve ekonomik öncelikleri ve menfaatleri, DTÖ üyeliği, AB ile gerçekleştirilen Gümrük Birliği ve AB’ye tam üyelik hedefinin gerekleri çerçevesinde şekillendirilmektedir. Cumhuriyetin 80. yılını kutladığımız bugünlerde, dış ticaret sunduğu küresel perspektifler ve fırsatlar ile, geçmişte olduğu gibi bundan sonra da Türkiye’nin ekonomik ve siyasal geleceğine damgasını vuracaktır.

    Kaynakça

    Avrupa Birliği ve Türkiye, DTM, Ankara, 1999

    BAŞKAYA, F., Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Birlik Yayıncılık, 1986

    BORATAV, K., Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, Gerçek Yayınevi, 1990

    Dış Ticaret Dergisi, DTM, Ankara, Ekim-1998

    PAMUK Ş., Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi 1500-1914, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1990

    TEKELİ, İ. ve İLKİN, S., 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, ODTÜ-Ankara, 1983
İşlem Yapılıyor
X