Yenilik Üretmek Niçin Zordur?

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • Sniper®
    Senior Member
    • 22-06-2005
    • 12987

    Yenilik Üretmek Niçin Zordur?

    Yenilik üretmek, hayatın her safhasında zaman zaman ihtiyaç duyulan insanî bir faaliyettir. Zîrâ değişen şartlar ve insanlığın çeşitli alanlarda elde ettiği birikimler, bazen hayatı sürdürebilmek için yenilenmeyi ve yeniliği kullanmayı mecburi kılar. Yenilik üretmek; fert, şirket, topluluk ve milletleri ileriye götüren bir unsur olduğu gibi, yenilik üretmemek de insan ve toplumları geri bırakan unsurlardandır. Hattâ fert ve toplumların uzun ömürlü olabilmesinin bir şartı da, düşünce, duygu ve aksiyon plânında sürekli yenilenmek ve zamanın ruhunu yakalayacak şekilde inanç ve geleneklerini çağın idrakine söyletebilmektir. Günümüzde yenilik üretmeye odaklı AR-GE (araştırma-geliştirme) faaliyetleri o kadar vazgeçilmez hâle gelmiştir ki, büyük mâliyetlerle ortaya konan yenilikler, marka ve patent adı altında tescillenmektedir. Böylece hem üreten kişi ve kurumların emekleri korunmaya alınmakta, hem de o toplumun kalkınmışlık endeksi, ürettiği yeni ürünlerle hesaplanmaktadır. Bundandır ki, günümüzde topluluk ve işletmelerin rekabet gücü, bünyelerindeki fertlerin yenilik üretme kapasite ve performanslarına bağımlı hâle gelmiştir. Çok çalışmak ve üretmekten ziyade, verimli çalışmak ve katma değeri yüksek şeyler üretmek daha önemlidir.
    Bir toplumun düşünce zenginliği, teknoloji ve kültür sahasında gelişmişliği; mevcudu sorgulayan, yenilikçi fıtratların o toplumda yaşama imkânı bulmasına, her sahada ortaya konan nüans ve yeniliklerin çokluğuna, yenilik üretme faaliyetlerinin destek ve teşvik görme derecesine bağlıdır. Günümüzde AR-GE çalışmalarını mecburi kılan sağlıklı büyüme ve gelişmeyi, toplumlar kendilerini yeniliğe kapatarak değil, yenilik üretim merkezleri kurarak ve üretilen yeniliklerin muhtemel yan tesirlerini analiz merkezlerinde kabul edilebilir risk seviyelerinde tutarak gerçekleştirebilirler.
    Yenilik; ilgili sahada var olan bilgide nüans ortaya koymadır. Doğurgan, ufuk açıcı yenilik, ‘farkı’ fark ettirir. Üretilen yeni bilgi veya ürünün, var olanı yeniden düzenleme ve tesir katsayısı, nispeten büyük özelliklerdedir. Ait olduğu sahada nüans oluşturabilecek bilgi veya teknolojik ürünlerin üretimi de bir nevi yenilik üretme işlemidir. ‘Yenilik üretmek’ kavramı çok geniş mânâlara sahiptir. Meselâ yeni bir bakış açısı, model, teori, fikir, kavram, bilginin doğrusal olmayan sentezi ve tasarım yenilik üretmeye dâhil olduğu gibi; cihaz üretimi, kimyevî madde sentezi, saflaştırma, ayrıştırma ve ölçüm usulleri de yeniliğe dâhildir. Her yenilik üretim faaliyeti bir tür risktir. Risk almadan katma değeri yüksek gelişme, büyüme ve açılımın olmayacağı temel bir hakikat olduğundan, risk alma kapasiteniz ve risk yönetimi becerileriniz ne kadar fazla ise, ilgili sahada o nispette büyüme ve gelişme sağlayabilirsiniz.
    Fen ve mühendislik bilimlerinde maddî ve pratik faydası olan yenilikler daha ağırlıklı iken, sosyal ve insanî bilimlerde kavram üretimi, üretilen yeni kavramın eski bilgi ve kavramlarla irtibatlandırılması gibi yenilikler, daha çok anlayışları değiştirmeyi hedef alır. Bu açıdan insanî ve sosyal bilimlerde yapılan yenilik üretme ile fen ve mühendislik sahalarındaki teknolojik ağırlıklı yenilikler, ***fiyet ve tesirleri bakımından farklıdır. Maddî ve teknolojik yenilikler, toplumda daha kolay kabul görebilirken, düşünceleri, inançları veya bakış açılarını değiştirme potansiyeli olan yeniliklerin hem üretimi, hem de toplum tarafından benimsenmesi nispeten zordur. Geçmişte el emeğinden makine ağırlıklı üretime geçiş sürecinde, toplumlarda teknolojik ürünleri kullanmaya karşı direnç çok yüksekti. Ancak teknolojinin nimetlerini ve sağladığı kolaylığı derinden hisseden kitleler, günümüzde bunu daha kolay kabullenmektedir. Fakat sosyal ve insanî bilimlerde yeniliğe karşı sergilenen negatif tutum ve davranışlarda çok fazla şey değişmemiştir. Çünkü sosyal ve beşerî bilimlerdeki yeniliklerin, toplumun inanç ve değer hükümlerini değiştirme riski veya mevcut otoritenin statüsünü sorgulama ihtimali daha yüksektir.

    Yenilik üretmenin basamakları
    Kâinatta her şeyin bir oluş prensibi olduğu gibi, yenilik üretmenin de kendine has bir sistematiği vardır. Eğer yenilik üretim mantığı ve süreci bilinir ve ona uygun aksiyon stratejileri üretilirse, yeniliğin topluma yayılmasında hem direnç azaltılmış, hem de görüş ayrılıkları en aza indirgenmiş olur. Bunun için hem yenilik üreten kişiler hem de bu yeniliği kullanan grup ve toplulukların, risk yönetimi kabiliyetlerini güçlendirmeleri gerekir. Bu basamaklar genellikle birbiri ardınca;
    a- Yeniliğin üretimi,
    b- Bunun inanca, kültüre ve coğrafyaya uyumu
    c- Yeniliğin hayatın içinde kullanılmaya başlanmasından itibaren oluşabilecek yan tesirlerinin izlenmesi, şeklinde gerçekleşir. Her basamağın kendine has dinamik ve süreçleri vardır.

    Yenilik üretimi
    Yenilik üretme, yeni bir kimyevî molekül bulmaya benzetilebilir. Yenilik üretim aşamasındaki süreçler, evrenseldir. Günümüzde, AR-GE lâboratuvarları, atölye çalışmaları, yenilik üretmeye yönelik kuluçka evleri (incubator, innovation center), teknoparklar, bilim-araştırma köyleri, birinci safhanın gerçekleştiği yerlere birer örnektir. Bu dönemde rol alan kimseler; üretecekleri şeylerin, onları nerelere götürebileceğini ve ne gibi tesirlere yol açabileceğini düşünemez. Bu safhada sezgileri güçlü insanlar istihdam edildiğinden, ilhamların, sezgilerin öne çıktığı bu kademede, kişiler, kendilerini yeniliğin çoşkusuna ve pozitif katkılarına kaptırmıştır. “X elden gidiyor!” gibi kaygı ve korkular bahane edilerek, bu aşamada vazife alan insanların yenilik üretimi engellenemez, sorgulanamaz. Çünkü, problemleri yenilik üreterek çözmeye çalışan fertler, yeni bir şey üretmenin, ilham ve sezgilere açık olmanın getirdiği çoşku ve konsantrasyon içinde olduklarından, kendilerinde korku ve endişe çok azdır. Zaten şuuraltında korku ve endişe olan kişiler, kendini yeniliğe kapatacağı için bu aşamada rol almazlar.
    Yeni fikir, yaklaşım, bilgi ve tasarım sınırlı sayıdaki kişinin zihninde sera denebilecek sosyal çevrelerde gerçekleşir. Kimyevî bileşiklerin içindeki aktif maddeyi saflaştırmak, bir cevheri kullanılabilir hâle getirmek, üç-beş kademeli ayrıştırma, saflaştırma işlemlerini mecburi kılıyorsa, benzer şekilde üretilen yeniliğin de kullanıma hazır hâle getirilmesi için saflaştırılıp süzülmesi gerekir.

    Yeniliğin inanç kültür ve coğrafyaya uyumu
    Bu safha, üretilen yeniliğin kullanım çerçevesinin tespitini ve buna kültürel elbise dikimini ihtiva ettiğinden buradaki inanç ve kültür dünyasına uyum, izâfîdir. Yeniliğin çıkıntılarını, sivri yanlarını düzeltip, nasıl ve ne şekilde kullanılacağını belirlemek gerekir. Özellikle bu yeniliği hayatın içinde kullanırken, uyulması gereken kırmızı ve beyaz çizgileri taşıyan kullanma kılavuzunun hazırlanması bu safhada asla ihmal edilmemelidir. Pilot uygulamaların da gerçekleştirildiği bu aşama, genellikle yeniliği üreten kişilerin de içinde bulunduğu bir komite tarafından yürütülür. Ön testler yapılır. Bulunan cevher veya müessir madde, sosyal lâboratuvarlarda ayrıştırılmaya, saflaştırılmaya çalışılır. Bilhassa yan tesirlerinin belirlenmesine ve en aza indirilmesine gayret edilir. Bu safhada toplumun bütün kesimlerine ulaşılmaz. Yeniliğin alfa ve beta test sürümleri yapılarak, mahzurlu yönler tespit edilir. Yenilik ve ona bağlı ürünler tekrar gözden geçirildikten sonra, sürüm 1.0 olarak piyasaya arz edilir. Bu aynı zamanda üçüncü basamağın da başlaması demektir. İkinci ve üçüncü basamaklar eş zamanlı devam eden iki süreç olduğundan, bu dönemde de AR-GE çalışmaları devam ettirilmelidir. Çünkü ortaya çıkan hatalar, yanlışlar, yan tesirler, sürekli tashih edilerek, yeniliğin muhtemel zararları kontrol altında tutulmaya çalışılır. Yeniliğin sürekli izlenmesi ve iyileştirilmesinin en temel gerekçesi şudur: Hiçbir yenilik, mutlak iyi, doğru ve güzel olmadığı gibi; mutlak kötü, yanlış ve çirkin de değildir. Her yeniliğin olumlu ve olumsuz getirileri olduğu gibi, riskleri de vardır. Bu yüzden sosyal ve beşerî bilimlerde üretilen yenilikleri, içinde zararlı unsurlar var diye, toptan reddetmek doğru olmadığı gibi, süzüp saflaştırmadan kullanıma sokmak da doğru değildir.

    Yeniliğin hayatın içinde kullanılmaya başlanmasından itibaren oluşabilecek yan tesirlerinin izlenmesi
    Bu devre, yeniliğin kullanımını izleme ve değerlendirme kademesi olup, yapılacak çalışmalar, birinci ve ikinci basamaklardaki işlerden farklıdır. Zîrâ pratikte kullanıma giren yeniliğin açığa çıkan olumlu ve olumsuz tesirlerinin tespit edilip izlenmesi, istenmeyen yan tesirlerin en aza indirilmesi için ne gibi tedbirlerin alınması gerektiği konusunda da çalışmalar yapılmalıdır. Bu dönemde yeniliğin gücünü ve muhtemel açılım tesirlerini gören iktidardaki kişiler arasında yeniliği kimin yöneteceği ve meşruiyet problemi de ciddi seviyede gün ışığına çıkar.
    Yenilik üretmedeki bu üç safhanın tamamının tek bir kişi veya grup tarafından yapılmasını beklemek zulümdür. Çünkü yeniliğin topluma mal olması, toplumun yenilik üretme kapasitesinin dünya standartlarının üstüne çıkması, bu üç basamağın birbirinden farklı işleyen dinamiklerini doğru algılamaya ve ona göre bir aksiyon belirlemeye bağlıdır.
    Yeniliğin birinci ve ikinci basamağında ciddi problem yaşanmaz. Çünkü yeni durum, sınırlı sayıdaki kişilerce bilinmektedir. Ancak yeniliklerin geniş halk kitleleri tarafından kabul görmeye başladığı üçüncü basamağa geçildiğinde, toplumda değişik bilgi alanlarını elinde tutan alt gruplar, yeniliğin gelenekten gelen bilgi ve mânâ dünyasını ne ölçüde değiştireceğini veya meşruiyetini tartışmaya açarlar. İnsanlardaki haset, kıskançlık ve gıpta damarı uyanmaya başlar. İlgili ilgisiz, bilgili bilgisiz herkes tartışmaya veya hâdiseye taraf olmaya davet edilir. İnsanlar sağlıklı bilgi edinmeden yargı ve kanaat sahibi olmaya başlar.
    Akl-ı selimle düşünen, basiret sahibi, soğukkanlı, mutedil fıtratlar veya bilgi-güç münasebetlerinin tepesinde oturan yetkili kişiler, duruma müdahale etmek mecburiyetinde kalırlar. Bu yetkili kişiler, bir yandan kitleleri ve ilgili kesimleri, akl-ı selime, mutedil ve müspet hareket etmeye, ölçülü olmaya davet ederlerken, yeniliği de ya soğumaya (bekletmeye) alırlar veya kullanılma alanlarını sınırlandırırlar.
    Üçüncü basamağa girildikten belli bir müddet sonra, sular durulur. Fıtraten yeniliğe açık, aklını, mantığını kullanabilen, sorgulama cesaret ve kabiliyeti yüksek, ferdiyeti çiçek açmış kişiler, ‘yeniliği’ kullanmaya devam ederler. Ancak insanların rahatsız olabileceği kırmızı ve beyaz çizgilere saygı duymaya daha fazla hassasiyet gösterirler. Toplum içindeki alt gruplar yeniliği belli ölçüde benimseyerek, yeni bir denge durumunda hayatlarını sürdürmeye devam ederler.

    Yenilik üretebilmenin gerekli şartları
    1- Fıtraten yeniliğe açık, iç motivasyonu ilham arayan bir kişiliğe sahip olmak. Çünkü iç motivasyonu onay arama olan kişilikler mevcutla iktifa ettiklerinden, yeniliklere karşı mesafeli davranırlar.
    2- Özgüveni ve cesareti yüksek olmak, eleştirilere dayanma gücünü kendinde hissetmek.
    3- Çalışılan mevzuda zihinde herhangi bir sınırlama, korku ve yasak hissinin olmaması. Zîrâ “Ben bunu yaparsam veya üretirsem, dışlanırım, güvenliğim tehli***e girer.” endişesi olan kişi, yeni fikirlere yelken açamaz. Fikri durgunluğu ve statükoculuğu tercih eder.
    4- Yenilik (fikir, model, marka, patent, yaklaşım vb) üzerinde çalışan kişi, ortaya çıkacak olan yeni bilgi veya ürünün nelere yol açabileceğini üretim aşamasında tam olarak tahmin edemez. Kendini bu konuda daraltamaz ve daraltmamalıdır. Çünkü bu endişeler birinci basamağın değil, ikinci ve üçüncü basamağın problemleridir.
    5- Yenilik üreten kişiler, ürettiklerini tartışmaya ve kullanıma açmadan önce, yeniliğin topluma sunum şeklinin de, inanca, kültür ve coğrafyaya uygun olması için yetkilileri uyarmalı ve ikinci sürecin başlatılmasını teklif etmelidirler.
    6- Birinci basamakta yer alan kişiliklerin, ikinci ve üçüncü safhada yer alan fıtratlarla aynı olmayacağının farkında olunması gerekir. Bu yüzden birinci basamaktaki kişilerin ikinci ve üçüncü basamaktaki süreçlere müdahale etmeleri de önlenmelidir. Çünkü yenilikçi fıtratlar, ürettikleri yeniliklerin hangi ölçüler içinde kullanılacağını kamu vicdanına ve uygulayıcılara bırakmalıdırlar ki, yeniliğin kitlelere taşınmasında problem yaşanmasın.

    Yenilik iki yanı keskin bir bıçak gibidir.
    Yeniliğin geniş kitlelerce kullanımı artarken, ortaya konan yenilikler, farklı zihinlerde farklı şekillerde algılanır. Bazıları hâdisenin olumlu, güzel yanlarını hemen fark edip, yeniliği kolayca benimser. Bu benimseme o noktaya varır ki, yeniliğin savunucuları ve dostları yeniliği anlatırken haddi aşan beyanlarda bulunurlar. Bunlar ifrat derecesinde coşku yaşarlarken, temkinli konuşmayı unutarak yeniliğin ‘her şeyin dermanı, ilâcı ve çözümü’ olduğunu ileri sürerler.
    Bazıları da yeniliğin var olan mevcut yapının işleyişinde, bilgi birikiminde yapabileceği olumsuz tesirleri kolayca algılayarak, onu kendilerine karşı bir tehdit olarak görür ve onunla mücadeleyi mukaddes bir vazife sayar. Bu kişiler şeytanın avukatlığını üstlenmişcesine, yeniliğin değişik parçalarını ***iflerine göre kesip yapıştırarak hilkat garibesi bir montaj ve tasarımla, yeniliği kötülemede, hayalî tehlikeler üretmede ve etrafa korku yaymada ısrarcı olurlar. Yeniliği savunan ve yenilikten fayda görenler de, inadına pozitif bir bakış açısıyla, sadece yeniliğin getirdiği ve getireceği olumlu tesirlere odaklanırlar. Tam bu sırada hâdiseyi tahrik etmek isteyen provokatörler devreye girer. Farklı gruplar tarafından yenilik, âdeta kutsallaştırılırcasına ya müdafaa edilir veya yenilik karşıtları paranoyak denecek ölçüde yargısız infaza girişir.
    Bu durum ‘Yeniliğe karşı sağlıklı tutum ve tavır geliştirememe sendromu’ olarak tanımlanır. Her yenilik üretildiğinde bu sendrom, çeşitli seviyelerde gözlenir. Bu sendroma yakalanan kişilerin ayırt edici özellikleri şunlardır:
    1- Entelektüel açıdan, sadece kendi yorumlarının doğru olduğunu düşünürler.
    2- Kendi algılamalarını merkezî referans noktası gördüklerinden, literatürden sadece kendi düşüncelerine uyan bilgileri seçmeye, dezenformasyon yapmaya meyilli tiplerdir.
    3- Yeniliğin getirdiği nüanslara karşı duyarsız ve peşin hükümlüdürler.
    4- Farkı fark edebilme kapasiteleri düşük olduğundan, siyah-beyaz mantığıyla hâdiselere bakarlar. Aradaki gri tonları algılama özürlüdürler.
    5- Yeniliğin ya sadece olumlu yahut sadece olumsuz yönlerini ve yan tesirlerini görürler. Bunu da anlatırken keskin bir dil ve uslûp kullanırlar.
    6- Yeniliklere karşı, çok katı doğmatik inançlara sahiptirler.
    7- Yeniliğe karşı çıkarken, konuyla hiç alâkası olmayan şeyleri tuhaf şekilde birbiriyle ilişkilendirme gibi alışkanlıkları vardır.
    8- Sahih kaynaklardan ve birinci elden bilgi sahibi olmadan, kanaat ve hüküm oluşturup, bunu keskin bir dille medyaya taşıma temâyülündedirler. İfrat ve tefrit tavırlarından dolayı, mutedil davranmazlar.
    9- Her yeniliği, kendi inanç ve düşüncelerine karşı hareket eden, tehlikeli bir güç olarak görürler. Bu yüzden her şeye şüpheyle yaklaşırlar.

    Gelenek ve yenilik arasındaki ince çizgi
    Gelenek geçmişin mirasını korumayı, köklere bağlı kalmayı öne çıkarırken; yenilik, zamanın ruhunu, çağın ihtiyaçlarını dikkate alarak, geleneği çağın renkleri, kokuları ve tatlarıyla yeniden ifade etme arayışlarını temsil eder. Değişerek geleneği devam ettirmek, geleneği koruyarak değişmek, gelenekle yenilik arasındaki hassas bağlantıyı ifade eder. Zıtlar arasındaki siyah-beyaz keskinliğin giderek gri ve puslu geçişlere yerini bıraktığı günümüzde, geleneği korurken yenilik üretmeye çalışmak, daha da riskli hâle gelmiştir. Ayrıca beşerî bilimlerde şimdiye kadar temel hakikatlerin hemen hemen tamamının değişik üslûplarla söylendiği dikkate alındığında, sosyal bilimlerde yenilik üretmek, hem daha zordur, hem de yanlış anlama ve şüphelere daha açıktır. Doğru ile yanlış, hak ile batıl, güzel ile çirkin, iyi ile kötü arasındaki çizgileri kaybetmeden gri tonlar içinde yenilik üretmek, bu yüzden ancak “ufuk ötesi” düşünebilen ve risk alma kapasitesi yüksek insanların, kolektif çalışmalarına bağlıdır. Böyle bir dönemde, yenilik üretme teşebbüsleri, hem geleneğin ağır bastığı çevrelerde hem de fıtraten şüpheci, gelenekçi ve tutucu insanlarda hem tereddütle karşılanır, hem de geleneği bozucu bir tehdit olarak algılanır. Bu açıdan yenilik üretmenin, hür düşüncenin hâkim olduğu, ferdî hürriyetin garanti altına alındığı ve ferdin çiçek açtığı topluluklar içinde mümkün olduğu asla unutulmamalıdır. Eğer böyle bir zemin yoksa, her türlü yenilik, tabana ve geniş kitlelere ulaşırken, belli grupların ciddi direncine ve saldırısına maruz kalır. Daha da ilginci, yeniliği üreten kişiler, her türlü iftira ve saldırıya uğrar. Tarih sayfalarına gidildiğinde buna hem Doğu, hem de Batı’da binlerce örnek bulmak mümkündür. Bunun önemli bir sebebi, her yeniliğin, hitap ettiği alanda var olan kurulu düzeni ve bağlantıları bozma potansiyeli taşıması ve insanlarda ‘Bir şeyler elden gidiyor.’ korkusunu tetiklemesidir. Çünkü yenilikler statükoyu, var olan iktidar-güç münasebetlerini ve yönetim sistemini değişime zorladığından, tabiatı gereği korkutucu ve endişe vericidir. Yenilik ve risk yönetimi becerileri gelişmemiş topluluklar, yenilikleri veya farklılıkları tehlike olarak algıladıklarından, kendilerini yeniliğe kapatarak, statükoculuğa daha çok prim verme temayülündedirler.
    Netice olarak, yenilik üretmek ile üretilen yeniliklerin toplum tarafından kabul edilme süreçleri ve insanların yeniliğe uyum sağlama kapasiteleri farklı şeylerdir. Türk toplumu, yenilikleri tüketmeye ve kullanmaya daha yatkındır. Toplumumuzda üretilen yenilikleri destekleme ve teşvik etme alışkanlığı pek olmadığından ve yenilikler sosyo-kültürel sistem tarafından da desteklenmediğinden, AR-GE kültürü de pek gelişmemiştir. Bunun bir sebebi, toplumun yenilik üretmenin asgari şartları konusunda bilgi sahibi olmaması ve olanların da bu riski göze almayıp mevcut durumla iktifa etmesidir. Bir diğer sebebi de, Türk toplumunda yeniliğe ve risk almaya mütemayil insan sayısının çok az olmasıdır. Özellikle eğitim, medya ve yönetimde korku eksenli, baskıcı bir anlayışın yaygın olması, toplumda yeniliğe ve risk almaya kapalı insanların sayısında artışa yol açmıştır.
    Eğer Türk toplumu her seviyede ve her alanda yenilik üretmenin bu üç basamaklı farklı dinamiklere göre işleyen mantığını anlamaz, stratejiler üretmez, buna uygun adımlar atmazsa, çağı yakalaması ve aşması oldukça zor olacağı gibi, bu konuda çok büyük zâyiatlar vermesi de kaçınılmazdır.
İşlem Yapılıyor
X