20. yüzyıl başlarında izlenmiş olan toplumsal-siyasal ve ekonomik değişimler iki büyük ve birçok yerel savaşın yaşanması bilim ve teknolojideki hızlı değişmeler imparatorlukların dağılmasıyla yerine doğan ulus devletlerinin oluşumuyla liberal ekonomilerin ve demokrasinin yaygınlaşması, içinde bulunduğumuz çağın ilk yarısında yaşanan önemli gelişmelerdir.
20. yüzyılın ikinci yarısında ise uzaya açılmayla başlayan uzay çağı bilgi birikiminin hızla artması ve bilgi teknolojisinin hızla büyümesi ikilisinin günümüz teknolojisine egemen olması dünyanın küçük bir köy olduğunu göstermiştir.
Eski Sovyetlerin dağılımı ile sol söylemlerin tükendiğini, Marksist ideolojilerin ser bulduğunu, liberal demokrasinin ve piyasa ekonomisinin toplumsal örgütlenmede tek biçim olduklarını kanıtlamaya çalışmaktadır.Siyasal ve etnik ayrımcı ideolojilerin yerini dinsel, etnik ayrımcı, ideolojilerin almaya çalıştığını söyleyebiliriz.
3. bin yıla girerken bölgesel boyutlarda ekonomik ve mali krizlere, kronik işsizliğe, gelişmiş ülkelerde hızla tırmanan, şiddet ve suç oranlarına, ilk doğan anarşizm ve terörizme, savaşlara tanık olurken dünya boyutunda da tüm toplumlarda gözle görülür bir huzursuzluğa tanık olmaktayız.
ÇAÐDAŞLAŞMA SÜRECİNDE 20. YÜZYIL FELSEFE, SANAT, BİLİM VE TEKNOLOJİ OLAYLARINA GENEL BİR BAKIŞ
Çağdaşlık toplum yaşamının bütün alanlarını etkiler. Ekonomik düzeyle sanayileşme biçiminde ortaya çıkarken siyasal ve toplumsal örgütlenmede birbirinden farklı modellerle bağdaşabilir.
Çağdaş toplumları geleneksel toplumlardan ayıran bazı ortak özellikler vardır.
- Bunlar: Bilgi alanının sürekli ve artan hızla genişlemesi
- Bilginin teknolojiye dönüşerek üretime aktarılması
- Yeni ve üstün enerji kaynaklarının bulunmasıyla verimliliğin artırılması gibi özellikler olup bunların temelinde de insan etkinliğinin geleneksel, dinsel değerlerine bağlılıktan kurtulması yatmaktadır.
Çağdaşlaşmanın başlıca öğeleri arasında bireyselliğe önem vermesi, bilgiyi mantığa dayalı deneysel bilime dönüştürmesi, büyüme ve gelişme olanaklarını, kendi içinde barındıran bir sistem yaratabilmesi, geleceğe açık olması gibi ilkeleri sayabiliriz.
Ulusal burjuvazinin geç ortaya çıktığı ve güçlenemediği ülkemizde özellikle ulusal devletin ve bağımsızlığın, ilk aşamasında asker, bürokrat, kapitalist merkez çevre ilişkilerini belirleyici olmuştur.Sanayileşme tam olarak gerçekleşememiş ve gecikmeye uğramıştır.Nüfus dengeli ve kararlı bir siyasal ve toplumsal sistemle bütünleştirilememiştir.
Geç ve ağır bir tempoda çağdaşlaşan ülkemizde ölüm oranının kısmen de olsa düşürülmesine karşılık doğum oranının yüksek olması nüfus patlamasını ortaya çıkarmış ve ekonomik gelişme, nüfus artışının sanayileşmenin ve kentselleşmenin gerisinde kalmıştır. Ülkemiz kent toplumu oluşumundan çok köy toplumu görünüşünü sürdürmüştür. Her çağ içinde bulunduğu koşullardan doğan ve yorumlayan felsefeleri meydana getirir. 20. yüzyıl başlıca üç düşünsel eğilim meydana getirmiştir.
Bunlardan ilki spekülatif eğilimli felsefelerdir. Genelde toplum, insan ve dünyaya ilişkin konular gözlem ve deneylerin ötesinde kavramsal bir bağlamda kuramsal olarak yorumlanırsa bu tür düşünme biçimlerine spekülatif düşünme felsefesi denir.
20. yüzyılın ikinci önemli felsefe eğilimi ise analitik felsefelerdir. Genelde duyumu, mantık ilkelerini, yada dili temel alarak bilim ve felsefe önermelerinin çözümlenmesine kendisini verir.
20. yüzyılın üçüncü eğilimi ise genelde yeni olguculuk adı altında toplanır.
Bilimdeki gelişmeleri göz önünde bulunduran bilimsel felsefedir. Farklı bağlamlar ve çeşitlemeler içeren bu bilim ve teknoloji felsefelerini yapan pek çok kimse aslında bilim adamı olup kendi uğraş alanlarının sınır problemlerini felsefeye taşımışlardır.
20. yüzyıl düşünce akımları 3. Bölümde incelenmiştir.
I. BÖLÜM
KURGUSAL FELSEFELER
A- Metafizik Kurmalar Olarak Bağımsız Felsefeler
- Henry Bergson ve Sezgicilik Felsefesi
- Edmunt Husserl ve Fonomenoloji Felsefesi
- Nicolai Hartman ve Yeni Ontoloji
- Max Scheler ve Felsefi Antropoloji yada İnsan Felsefesi
B- Varoluş Kavramından Varoluşçuluk Düşüncelerin
- Martin Heidegger ve Varoluşçu Ontoloji
- Jean-Paul Storte ve Fenomolojik Ontolojik Varoluşçuluk
- Gabriel Morcel ve Varoluşçu Din Anlayışı
C- Frankfurt Okulu ve 20. Yüzyılla Yeni Marksizm Açısından Bakış
- Thedor W. Adermo ve Eleştirel Toplum Kuramı
II. BÖLÜM
YENİ OLGUCULUK İLE ÇÖZÜMLEYİCİ FELSEFELER
A- Olguculuktan Yeni Olguculuğa
- Rudolf Cornap ve Viyana Çevresi
- Hans Reichenback ve Uzay Zamanının Göreceli Felsefesi
B- Çözümleyici Dil Felsefeleri
- Ludwing Wittergenstein ve Dilin Saltık Egemenliği
III. BÖLÜM
BİLİM TEKNOLOJİ FELSEFELERİ VE BİLİMLER TARİHİ
A- Bilgi- Bilim- Bilgi Kuramı
B- Doğa Felsefesinden Fizik Felsefesine
C- Bilim Teknoloji ve Bilimler Tarihi Felsefeleri
Felsefeyi yerinde yorumlayan adam:
- Jackues Dernida
BÖLÜM I
METAFİZİK KURMALAR OLARAK BAÐIMSIZ FELSEFELER
Henri Bergson ve Sezgicilik Felsefesi
20. yüzyılın kendine özgü bir filenotuda onun öğretisi gerçeklikten yalnızca katı cisimleri düşünceden yalnızca kavramları, bilincinde yalnızca biçimi göz önünde tutar. Görüşleri yeni deneyciliği, usçuluğu ve göreceliği bir yere bırakarak hem zekanın bir eleştirisini, hem de insan deneyinin başlangıcını sezgiyle kavramaya yönelik bir yöntemdir. Psikolojik bir temele dayanır. Bergson’a göre eşya bu çeşit bir eklenmenin sonucudur. Bergson’a göre bilimler kendi içinde büyük ve ciddi bir yetersizliğe sahiptir. Çünkü onlar hiçbir zaman evrenin tam ve uygun bir görünümünü yansıtmamaktadır.
Bergson felsefelerinde temel sorun zamandır. Zaman ise genelde ölçülen yada ölçülebilen süre, uzaysal boyutları olmayan süreç demektir.Bergson’a göre zaman ise insan bilincinin bir oluşumu ve yaratıcı gelişimidir. Bundan dolayı insan bilincinin dışında değil, gelişim süreci içindedir. İnsan bilinci ise belleğin oluşturduğu ayrı bir varlıktır.Belleğin kökeni de geçmişin şimdiki sürede uzamasıdır.Bellek bu özelliği yüzünden durağan değildir. Geçmişten günümüze uzayan bir akıştır.Bergson zamanı hakiki ve psikoloji ve matematiksel olarak ikiye ayırır. Matematiksel zamanın çevrimi uzayda hakiki ve psikolojik zamanın çevrimi ise bilinçte gerçekleşir. Zamanın yada anların peş peşe gelişi süreci oluşturur.Süre kendini bellekte ortaya koyar. Bellek zihnin kesişim noktasıdır.
Bellek iki kısımdan oluşur:
1- Hareket ettirici mekanizmalar
2- Bağımsız anımsatmalar
Bergson’un zaman ve uzay görüşü: Bergson’a göre sayılar ve soyut düşünceler ile mantık uzaydan türerler.
Bergson’a göre bilginin kaynağını üç öbekte toplama mümkündür:
1- Deneycilik, Maddecilik ve Doğalcılık
2- İdealizm, Rasyonalizm ve Spiritüalizm
3- Sezgicilik
Bergson felsefesi bir telkin bir ikna felsefesi olarak görülebilir.
Bergson’un büyüklüğü onun güçlü bir biçimde, insanın dünya ve ruh karşısındaki tutumuna yeni bir yön vermiş olmasındandır.
Edmond Hussrel ve Fenomonoloji Felsefesi
20. yüzyılda büyük yankılar uyandıran Edmond Hussrel’e göre varlıkların kurucu yaratıcılığı, ilk ve asıl anlamda yapılaştığı özüne inmek isteyen bir yöntemdir.
Fenomen görünüşü duyularla algılanabilen her şeydir. Bilinçte kendini gösteren duyulara, verilen şey demektir. Hassrel’e göre herhangi bir şeyin bilinci zihindeki düşünce nesnesinin imgenin düşüncenin kendisinden hiçbir biçimde ayırt edilememektedir.Ona göre bilincin daima bir nesneye çevrilmiş olma özelliğine yönelmişlik denir. Hussrel Fenomonolojiyi deneye dayanmayan zorunlu geçerlilikteki önermeler tabanında yükselen bir bilincin olduğunu söyler.
Hussrel’e göre iki tür bilim mevcuttur:
1- Olgu yada gerçeklik bilimleri. Psikoloji- Fizik- Kimya- Biyoloji
2- Öz Bilimler. Mantık- Geometri. Fenomonoloji’de Hussrel’in yöntembilimsel fenomonolojisinin kat ettiği dört aşama vardır.
a- Psikolojizmi elemek: Emprik bir bilim olarak duyusal-deneysel sonuçlara sahip olan psikolojizmin aynı zamanda önyargıları ve ön kavramları vardır.
Kuşkucu bir göreceliği de içeren bu psikolojizmin elenmesi gerek
b- Genel kavramlar gerçekten varoldukları ve bu nedenle de mantıksal yada ideal varoluş veya varlık kavramlarının kabulünün zorunluluğuna dikkate almaktadır.
c- Zihinsel edimlerin çözümlenmesini sağlamak, bunu içinde yönelmişlik yargı, bilgi gibi edimlerimizi bilincin fenomonoloji aracılığı ile incelemek
d- Yeni bir yöntemle verimli bir araştırma temelinde kalarak özlerin felsefeye kazandırılması
Nicolai Hartman ve Yeni Ontoloji
Varlık kuram yada felsefesi olarak bilinen N. Hartman tarafından yeniden temellendirilen etnoloji, bir bütün olarak varlığı ele alan, varolanların en temel niteliklerini inceleyen felsefe dalıdır. N. Hartman’a göre değişik nitelikler taşıyan varlık alanlarını kavrayabilmek için evren bir bölümüyle değil bütünüyle ele alınmalıdır.
Varlık kendi bütünlüğü ile ortadadır ve iki temel kategorisi vardır:
Birincisi: Zaman ve mekan boyutlarının dışında kalan ve değişmeyen ideal varlık
İkincisi: Mekan ve zaman boyutları içinde yer alan real varlık kategorisidir.
Real varlık olarak değişir, ideal varlık değişmez. Nicolai Hartman’a göre Real Dünya ayrı yasaları ve yapısı olan birbiri üstüne gelen dört varlık tabakasından oluşur.
I. Katman : Cansız nesnelerin bulunduğu varlık alanı olup buna inorganik tabaka yada madde katmanı adı verilir.
II. Katman : Canlı varlıkların bulunduğu alandır. Bu organik tabaka biyolojinin konusunu oluşturur.
III. Katman : Burası bilinçli varlıkların alanıdır. Bu alanda da psikoloji ilgilenir.
IV. Katman : Tinsel varlıkların oluşturdukları bu alanla da felsefe uğraşır.
Fenomonolojik gerçek bu değerlerde olduğu gibi fenomonolojik yöntem değerlerin bulunduğu alana yeni ahlaka özellikle önem vermiştir. Ülkemizde de N. Hartman’ın felsefesini temsil eden ve sürdüren Takiyettin Mengusoğlu onun düşüncelerini özgür bir biçimde toplumumuza uygulaması ve bu felsefeye kafalarda bulmuştur.
Max Scheler ve Felsefesi
Antropoloji yada insan felsefesi insanı hem yaşadığı çevrenin üyesi hem de kendi değerlerinin yaratıcısı olarak tanımlamaya yönelik bir felsefedir.Bilim için bilim değil insan için bilim, bilimin insanlaştırılması bilim ahlakı gibi ilkeleri de bize bu konuda bize bilgi vermektedir.Max Scheller’in bütün felsefe sorularına çerçevesinde topladığı odak konusu insandır. Ona göre insan us ve tinden oluşur.Scheller’e göre insan tadıyor, düşünüyor, davranıyor. Ancak değeri ve davranışla ilgisi vardır.
Davranışlarda insan öylesine özgürdür ki ne duyu ne us onu bağlayabilir. Max Scheler’in felsefi düşüncesi seltik değerlerin gerçekliğine olan inanç ve insanlık durumunun yapısının göreli anlaşılır arasındaki bir çatışmanın güçlü ve iç tepkisel yaşam eğiliminin ince, aydınlık, bir özgürlük arasındaki bir yansımanın üzerine odaklanır.Onun temel sorunu insanın varoluşu ile onun dünyadaki durumu problemidir. Ona göre insan dünyaya gelen ve dünyada yaşayan temel varlıktır. İnsan yalnız kendinde varlıktır. İnsanı niteleyen varlık kişiliktir.
Martin Heidegger ve Varoluşçu Ontoloji
Heidegger’in felsefesi bir varolanın felsefesi yeni insan varoluşunun felsefesi değil, ama bir var olan varlığın felsefesidir.
Varlık olarak bütünlüğü içindeki varlık demektir. Heidegger’e göre varlık bilimi kurarken iki türlü çözümlemeye gerek vardır.
1- İnsana ilişkin varoluşsal çözümleme
2- Varlığa ilişkin çözümleme, varlığın analizi
Bilimin konu edindiği varoluş kendi niteliklerinin oluşturduğu bütünlük içinde vardır. Onu kavramak için önce insan varoluşundan başlamak insanı anlamaya çalışmak gerekir.İnsan yaşamı iki aşamalı olarak karşımıza çıkar:
1- Günlük yaşa
2- Kararlı yaşam
Heidegger’in felsefesinin temel kavramını;zaman, kaygı, sıkıntı, ölüm, özgürlük, bilgi, evren oluşturmaktadır.
Zaman : Kendi kendinin üzerine yığılarak uzayıp giden bir oluştur.
Kaygı : İncelenmesi gereken kişi belli bir kimse değildir, herkestir.
Sıkıntı : Kendi yapısı gereği yeni bir sorun çıkarır.
Ölüm : Varlığın tümüdür.
Özgürlük : Kişinin kendini olduğu gibi ortaya koymasına dayanan kuramdır.
Bilgi : İnsan sorununa varoluşla beraber ele alan Heidegger’e göre bilgi bağımsız bir kuram değildir.
Evren : Varoluşu içerir.
Jean-Paul Starte ve Fenomonolojik-Ontolojik Varoluşçuluk
Fenomonolojik bir idealizmden bir praksis maddeciliğine varan Sartre, klasik dünya ve ben ilişkilerini, görüşünü HUSSREL’ci bir eleştiriyle başlar. Ben’in aşkınsallığı yönelmişliğin aynı zamanda bir olumsuzlukta olduğunu öne sürerek bilincin bir şeyin bilinci olduğu yolundaki düşünceye öncelik verir. Dolayısıyla bilinci nesnelerinden kurtararak ve bilinci dünyanın kurucu ilkesi olarak ele almak suretiyle HUSSLE’nin aşılması gereğine inanır. Sartre insana ilişkin tüm kavramları psikolojik terimlere başvurarak açıklamaya çalışmış felsefesini psikolojik temelli bir insan davranışları biçiminde kurmuştur. Çağın tüm sorunlarının dökümünü yapmış ancak çözüm önermemiştir.
Gabriel Marcel ve Varoluşçu Din Anlayışı
İnsan duygularının ve durumlarının betimlenişi üzerine temellendirilen varoluşçuluk anlayışına bağlı olan Marcel bu tutumunu bir Hıristiyan bakış açısıyla gerçekleştirilir. Onun düşüncesi sadakat kavramı gibi temel bir kavrama dayalı insan ilişkileri ile bireyi tanrıya götüren (başkası) kavramı üzerine yoğunlaşmıştır. Marcel’e göre dinsel inançlar bilimsel doğruların yerini almamak koşuluyla kişiseldirler. Marcel’in felsefesi varlığa ulaşmayı amaç edinen temelinde Ben ve başkası gibi iki kuram bulunan bir düşünce dizgisidir. İnsanın temel varlığı Ben’dir. Onun karşısında bulunan nesneler ben olmayandır. Düşünce ve anlatımda açık ve sezgiye önem veren bir yöntem kullanmış olan Marcel umut, bağlılık, tanıklık gibi belli terimlerin anlamlarını irdeler ve sorgular. Marcel gerçek yaşam durumlarını örnek vererek aratırmış olduğu dile getirilmesi güç deneyimleri ve gerçekleri açık bir biçimde ortaya koymuştur. 20. yüzyıl felsefesinde görülen önemli bir eğilimin fenomenolojinin kendine özgü bir biçimde temsilcisi olmuştur.
Frankfurt Okulu ve 20. Yüzyıla Yeni Marksizm Açısından Bakış
1930’lu yıların başında Frankfurt Johann Folfark Goeth Üniversitesine bağlı sosyal araştırma enstitüsü çevresinde alman aydınlar topluluğun geliştirilmiş olduğu bağımsız Marksist düşünce akımıdır. Geleneksel Marksist’ten ayıran görüşleri nedeniyle eleştirel toplum kuramı olarak da bilinir. Bu çevrenin bir araya gelme amaçları Marksistçiliği eleştirel bir bakışta yenilemek, varoluşçuluk ve yeni oluşçuluk akımlarını geliştirmektir. Eleştirel toplum kuramının tarihinde ç evreden söz eldir. 1930’lardan 1939’lara 1. evre, savaş yıllarından 1960’lara değin uzanan dönem 2. evre, 1960’lardan sonraki dönem 3. evre denir. 1971’den Hebermas’ın Frankfurt’tan STARUBERG enstitüsüne geçmesi sonucu Frankfurt okulu son buldu. Ancak bu akımın düşünceleri hala etkilerini sürdürmektedir.
Theodor Wisegrund Adorno ve Eleştirel Toplum Kuramı
Çağdaş Alman felsefesi düşünürlerinden olan Adorno’nun düşünsel gelişiminin izleri dönemim tarihsel olaylarıyla bir koşutluk içindedir. Düşünürün felsefe alanında ilerleyişini onun daha sonraki dönem karşılaştığı önem ve olaylar etkileyecektir. Adorno’nun felsefesinin sistemli bir serilmemesini yapmak en azında iki güçlüğü aşmayı gerektirir. 1. tek bir disiplinle sınırlı olmayan yapıtlarının kendine özgü yanlarından kaynaklanır. Müzikolog, piyanist ve besteci olan Aborno aynı zamanda filozof ve yazardır. Sanatın ve kültürel endüstrileşmesi sanat yapıtlarının bir endüstri ürünü bir ticari meta haline sokulması sanatın bir krizi ve geri dönülmez bir gerileyişi olarak değerlendirilir.
20. yüzyılın ikinci yarısında ise uzaya açılmayla başlayan uzay çağı bilgi birikiminin hızla artması ve bilgi teknolojisinin hızla büyümesi ikilisinin günümüz teknolojisine egemen olması dünyanın küçük bir köy olduğunu göstermiştir.
Eski Sovyetlerin dağılımı ile sol söylemlerin tükendiğini, Marksist ideolojilerin ser bulduğunu, liberal demokrasinin ve piyasa ekonomisinin toplumsal örgütlenmede tek biçim olduklarını kanıtlamaya çalışmaktadır.Siyasal ve etnik ayrımcı ideolojilerin yerini dinsel, etnik ayrımcı, ideolojilerin almaya çalıştığını söyleyebiliriz.
3. bin yıla girerken bölgesel boyutlarda ekonomik ve mali krizlere, kronik işsizliğe, gelişmiş ülkelerde hızla tırmanan, şiddet ve suç oranlarına, ilk doğan anarşizm ve terörizme, savaşlara tanık olurken dünya boyutunda da tüm toplumlarda gözle görülür bir huzursuzluğa tanık olmaktayız.
ÇAÐDAŞLAŞMA SÜRECİNDE 20. YÜZYIL FELSEFE, SANAT, BİLİM VE TEKNOLOJİ OLAYLARINA GENEL BİR BAKIŞ
Çağdaşlık toplum yaşamının bütün alanlarını etkiler. Ekonomik düzeyle sanayileşme biçiminde ortaya çıkarken siyasal ve toplumsal örgütlenmede birbirinden farklı modellerle bağdaşabilir.
Çağdaş toplumları geleneksel toplumlardan ayıran bazı ortak özellikler vardır.
- Bunlar: Bilgi alanının sürekli ve artan hızla genişlemesi
- Bilginin teknolojiye dönüşerek üretime aktarılması
- Yeni ve üstün enerji kaynaklarının bulunmasıyla verimliliğin artırılması gibi özellikler olup bunların temelinde de insan etkinliğinin geleneksel, dinsel değerlerine bağlılıktan kurtulması yatmaktadır.
Çağdaşlaşmanın başlıca öğeleri arasında bireyselliğe önem vermesi, bilgiyi mantığa dayalı deneysel bilime dönüştürmesi, büyüme ve gelişme olanaklarını, kendi içinde barındıran bir sistem yaratabilmesi, geleceğe açık olması gibi ilkeleri sayabiliriz.
Ulusal burjuvazinin geç ortaya çıktığı ve güçlenemediği ülkemizde özellikle ulusal devletin ve bağımsızlığın, ilk aşamasında asker, bürokrat, kapitalist merkez çevre ilişkilerini belirleyici olmuştur.Sanayileşme tam olarak gerçekleşememiş ve gecikmeye uğramıştır.Nüfus dengeli ve kararlı bir siyasal ve toplumsal sistemle bütünleştirilememiştir.
Geç ve ağır bir tempoda çağdaşlaşan ülkemizde ölüm oranının kısmen de olsa düşürülmesine karşılık doğum oranının yüksek olması nüfus patlamasını ortaya çıkarmış ve ekonomik gelişme, nüfus artışının sanayileşmenin ve kentselleşmenin gerisinde kalmıştır. Ülkemiz kent toplumu oluşumundan çok köy toplumu görünüşünü sürdürmüştür. Her çağ içinde bulunduğu koşullardan doğan ve yorumlayan felsefeleri meydana getirir. 20. yüzyıl başlıca üç düşünsel eğilim meydana getirmiştir.
Bunlardan ilki spekülatif eğilimli felsefelerdir. Genelde toplum, insan ve dünyaya ilişkin konular gözlem ve deneylerin ötesinde kavramsal bir bağlamda kuramsal olarak yorumlanırsa bu tür düşünme biçimlerine spekülatif düşünme felsefesi denir.
20. yüzyılın ikinci önemli felsefe eğilimi ise analitik felsefelerdir. Genelde duyumu, mantık ilkelerini, yada dili temel alarak bilim ve felsefe önermelerinin çözümlenmesine kendisini verir.
20. yüzyılın üçüncü eğilimi ise genelde yeni olguculuk adı altında toplanır.
Bilimdeki gelişmeleri göz önünde bulunduran bilimsel felsefedir. Farklı bağlamlar ve çeşitlemeler içeren bu bilim ve teknoloji felsefelerini yapan pek çok kimse aslında bilim adamı olup kendi uğraş alanlarının sınır problemlerini felsefeye taşımışlardır.
20. yüzyıl düşünce akımları 3. Bölümde incelenmiştir.
I. BÖLÜM
KURGUSAL FELSEFELER
A- Metafizik Kurmalar Olarak Bağımsız Felsefeler
- Henry Bergson ve Sezgicilik Felsefesi
- Edmunt Husserl ve Fonomenoloji Felsefesi
- Nicolai Hartman ve Yeni Ontoloji
- Max Scheler ve Felsefi Antropoloji yada İnsan Felsefesi
B- Varoluş Kavramından Varoluşçuluk Düşüncelerin
- Martin Heidegger ve Varoluşçu Ontoloji
- Jean-Paul Storte ve Fenomolojik Ontolojik Varoluşçuluk
- Gabriel Morcel ve Varoluşçu Din Anlayışı
C- Frankfurt Okulu ve 20. Yüzyılla Yeni Marksizm Açısından Bakış
- Thedor W. Adermo ve Eleştirel Toplum Kuramı
II. BÖLÜM
YENİ OLGUCULUK İLE ÇÖZÜMLEYİCİ FELSEFELER
A- Olguculuktan Yeni Olguculuğa
- Rudolf Cornap ve Viyana Çevresi
- Hans Reichenback ve Uzay Zamanının Göreceli Felsefesi
B- Çözümleyici Dil Felsefeleri
- Ludwing Wittergenstein ve Dilin Saltık Egemenliği
III. BÖLÜM
BİLİM TEKNOLOJİ FELSEFELERİ VE BİLİMLER TARİHİ
A- Bilgi- Bilim- Bilgi Kuramı
B- Doğa Felsefesinden Fizik Felsefesine
C- Bilim Teknoloji ve Bilimler Tarihi Felsefeleri
Felsefeyi yerinde yorumlayan adam:
- Jackues Dernida
BÖLÜM I
METAFİZİK KURMALAR OLARAK BAÐIMSIZ FELSEFELER
Henri Bergson ve Sezgicilik Felsefesi
20. yüzyılın kendine özgü bir filenotuda onun öğretisi gerçeklikten yalnızca katı cisimleri düşünceden yalnızca kavramları, bilincinde yalnızca biçimi göz önünde tutar. Görüşleri yeni deneyciliği, usçuluğu ve göreceliği bir yere bırakarak hem zekanın bir eleştirisini, hem de insan deneyinin başlangıcını sezgiyle kavramaya yönelik bir yöntemdir. Psikolojik bir temele dayanır. Bergson’a göre eşya bu çeşit bir eklenmenin sonucudur. Bergson’a göre bilimler kendi içinde büyük ve ciddi bir yetersizliğe sahiptir. Çünkü onlar hiçbir zaman evrenin tam ve uygun bir görünümünü yansıtmamaktadır.
Bergson felsefelerinde temel sorun zamandır. Zaman ise genelde ölçülen yada ölçülebilen süre, uzaysal boyutları olmayan süreç demektir.Bergson’a göre zaman ise insan bilincinin bir oluşumu ve yaratıcı gelişimidir. Bundan dolayı insan bilincinin dışında değil, gelişim süreci içindedir. İnsan bilinci ise belleğin oluşturduğu ayrı bir varlıktır.Belleğin kökeni de geçmişin şimdiki sürede uzamasıdır.Bellek bu özelliği yüzünden durağan değildir. Geçmişten günümüze uzayan bir akıştır.Bergson zamanı hakiki ve psikoloji ve matematiksel olarak ikiye ayırır. Matematiksel zamanın çevrimi uzayda hakiki ve psikolojik zamanın çevrimi ise bilinçte gerçekleşir. Zamanın yada anların peş peşe gelişi süreci oluşturur.Süre kendini bellekte ortaya koyar. Bellek zihnin kesişim noktasıdır.
Bellek iki kısımdan oluşur:
1- Hareket ettirici mekanizmalar
2- Bağımsız anımsatmalar
Bergson’un zaman ve uzay görüşü: Bergson’a göre sayılar ve soyut düşünceler ile mantık uzaydan türerler.
Bergson’a göre bilginin kaynağını üç öbekte toplama mümkündür:
1- Deneycilik, Maddecilik ve Doğalcılık
2- İdealizm, Rasyonalizm ve Spiritüalizm
3- Sezgicilik
Bergson felsefesi bir telkin bir ikna felsefesi olarak görülebilir.
Bergson’un büyüklüğü onun güçlü bir biçimde, insanın dünya ve ruh karşısındaki tutumuna yeni bir yön vermiş olmasındandır.
Edmond Hussrel ve Fenomonoloji Felsefesi
20. yüzyılda büyük yankılar uyandıran Edmond Hussrel’e göre varlıkların kurucu yaratıcılığı, ilk ve asıl anlamda yapılaştığı özüne inmek isteyen bir yöntemdir.
Fenomen görünüşü duyularla algılanabilen her şeydir. Bilinçte kendini gösteren duyulara, verilen şey demektir. Hassrel’e göre herhangi bir şeyin bilinci zihindeki düşünce nesnesinin imgenin düşüncenin kendisinden hiçbir biçimde ayırt edilememektedir.Ona göre bilincin daima bir nesneye çevrilmiş olma özelliğine yönelmişlik denir. Hussrel Fenomonolojiyi deneye dayanmayan zorunlu geçerlilikteki önermeler tabanında yükselen bir bilincin olduğunu söyler.
Hussrel’e göre iki tür bilim mevcuttur:
1- Olgu yada gerçeklik bilimleri. Psikoloji- Fizik- Kimya- Biyoloji
2- Öz Bilimler. Mantık- Geometri. Fenomonoloji’de Hussrel’in yöntembilimsel fenomonolojisinin kat ettiği dört aşama vardır.
a- Psikolojizmi elemek: Emprik bir bilim olarak duyusal-deneysel sonuçlara sahip olan psikolojizmin aynı zamanda önyargıları ve ön kavramları vardır.
Kuşkucu bir göreceliği de içeren bu psikolojizmin elenmesi gerek
b- Genel kavramlar gerçekten varoldukları ve bu nedenle de mantıksal yada ideal varoluş veya varlık kavramlarının kabulünün zorunluluğuna dikkate almaktadır.
c- Zihinsel edimlerin çözümlenmesini sağlamak, bunu içinde yönelmişlik yargı, bilgi gibi edimlerimizi bilincin fenomonoloji aracılığı ile incelemek
d- Yeni bir yöntemle verimli bir araştırma temelinde kalarak özlerin felsefeye kazandırılması
Nicolai Hartman ve Yeni Ontoloji
Varlık kuram yada felsefesi olarak bilinen N. Hartman tarafından yeniden temellendirilen etnoloji, bir bütün olarak varlığı ele alan, varolanların en temel niteliklerini inceleyen felsefe dalıdır. N. Hartman’a göre değişik nitelikler taşıyan varlık alanlarını kavrayabilmek için evren bir bölümüyle değil bütünüyle ele alınmalıdır.
Varlık kendi bütünlüğü ile ortadadır ve iki temel kategorisi vardır:
Birincisi: Zaman ve mekan boyutlarının dışında kalan ve değişmeyen ideal varlık
İkincisi: Mekan ve zaman boyutları içinde yer alan real varlık kategorisidir.
Real varlık olarak değişir, ideal varlık değişmez. Nicolai Hartman’a göre Real Dünya ayrı yasaları ve yapısı olan birbiri üstüne gelen dört varlık tabakasından oluşur.
I. Katman : Cansız nesnelerin bulunduğu varlık alanı olup buna inorganik tabaka yada madde katmanı adı verilir.
II. Katman : Canlı varlıkların bulunduğu alandır. Bu organik tabaka biyolojinin konusunu oluşturur.
III. Katman : Burası bilinçli varlıkların alanıdır. Bu alanda da psikoloji ilgilenir.
IV. Katman : Tinsel varlıkların oluşturdukları bu alanla da felsefe uğraşır.
Fenomonolojik gerçek bu değerlerde olduğu gibi fenomonolojik yöntem değerlerin bulunduğu alana yeni ahlaka özellikle önem vermiştir. Ülkemizde de N. Hartman’ın felsefesini temsil eden ve sürdüren Takiyettin Mengusoğlu onun düşüncelerini özgür bir biçimde toplumumuza uygulaması ve bu felsefeye kafalarda bulmuştur.
Max Scheler ve Felsefesi
Antropoloji yada insan felsefesi insanı hem yaşadığı çevrenin üyesi hem de kendi değerlerinin yaratıcısı olarak tanımlamaya yönelik bir felsefedir.Bilim için bilim değil insan için bilim, bilimin insanlaştırılması bilim ahlakı gibi ilkeleri de bize bu konuda bize bilgi vermektedir.Max Scheller’in bütün felsefe sorularına çerçevesinde topladığı odak konusu insandır. Ona göre insan us ve tinden oluşur.Scheller’e göre insan tadıyor, düşünüyor, davranıyor. Ancak değeri ve davranışla ilgisi vardır.
Davranışlarda insan öylesine özgürdür ki ne duyu ne us onu bağlayabilir. Max Scheler’in felsefi düşüncesi seltik değerlerin gerçekliğine olan inanç ve insanlık durumunun yapısının göreli anlaşılır arasındaki bir çatışmanın güçlü ve iç tepkisel yaşam eğiliminin ince, aydınlık, bir özgürlük arasındaki bir yansımanın üzerine odaklanır.Onun temel sorunu insanın varoluşu ile onun dünyadaki durumu problemidir. Ona göre insan dünyaya gelen ve dünyada yaşayan temel varlıktır. İnsan yalnız kendinde varlıktır. İnsanı niteleyen varlık kişiliktir.
Martin Heidegger ve Varoluşçu Ontoloji
Heidegger’in felsefesi bir varolanın felsefesi yeni insan varoluşunun felsefesi değil, ama bir var olan varlığın felsefesidir.
Varlık olarak bütünlüğü içindeki varlık demektir. Heidegger’e göre varlık bilimi kurarken iki türlü çözümlemeye gerek vardır.
1- İnsana ilişkin varoluşsal çözümleme
2- Varlığa ilişkin çözümleme, varlığın analizi
Bilimin konu edindiği varoluş kendi niteliklerinin oluşturduğu bütünlük içinde vardır. Onu kavramak için önce insan varoluşundan başlamak insanı anlamaya çalışmak gerekir.İnsan yaşamı iki aşamalı olarak karşımıza çıkar:
1- Günlük yaşa
2- Kararlı yaşam
Heidegger’in felsefesinin temel kavramını;zaman, kaygı, sıkıntı, ölüm, özgürlük, bilgi, evren oluşturmaktadır.
Zaman : Kendi kendinin üzerine yığılarak uzayıp giden bir oluştur.
Kaygı : İncelenmesi gereken kişi belli bir kimse değildir, herkestir.
Sıkıntı : Kendi yapısı gereği yeni bir sorun çıkarır.
Ölüm : Varlığın tümüdür.
Özgürlük : Kişinin kendini olduğu gibi ortaya koymasına dayanan kuramdır.
Bilgi : İnsan sorununa varoluşla beraber ele alan Heidegger’e göre bilgi bağımsız bir kuram değildir.
Evren : Varoluşu içerir.
Jean-Paul Starte ve Fenomonolojik-Ontolojik Varoluşçuluk
Fenomonolojik bir idealizmden bir praksis maddeciliğine varan Sartre, klasik dünya ve ben ilişkilerini, görüşünü HUSSREL’ci bir eleştiriyle başlar. Ben’in aşkınsallığı yönelmişliğin aynı zamanda bir olumsuzlukta olduğunu öne sürerek bilincin bir şeyin bilinci olduğu yolundaki düşünceye öncelik verir. Dolayısıyla bilinci nesnelerinden kurtararak ve bilinci dünyanın kurucu ilkesi olarak ele almak suretiyle HUSSLE’nin aşılması gereğine inanır. Sartre insana ilişkin tüm kavramları psikolojik terimlere başvurarak açıklamaya çalışmış felsefesini psikolojik temelli bir insan davranışları biçiminde kurmuştur. Çağın tüm sorunlarının dökümünü yapmış ancak çözüm önermemiştir.
Gabriel Marcel ve Varoluşçu Din Anlayışı
İnsan duygularının ve durumlarının betimlenişi üzerine temellendirilen varoluşçuluk anlayışına bağlı olan Marcel bu tutumunu bir Hıristiyan bakış açısıyla gerçekleştirilir. Onun düşüncesi sadakat kavramı gibi temel bir kavrama dayalı insan ilişkileri ile bireyi tanrıya götüren (başkası) kavramı üzerine yoğunlaşmıştır. Marcel’e göre dinsel inançlar bilimsel doğruların yerini almamak koşuluyla kişiseldirler. Marcel’in felsefesi varlığa ulaşmayı amaç edinen temelinde Ben ve başkası gibi iki kuram bulunan bir düşünce dizgisidir. İnsanın temel varlığı Ben’dir. Onun karşısında bulunan nesneler ben olmayandır. Düşünce ve anlatımda açık ve sezgiye önem veren bir yöntem kullanmış olan Marcel umut, bağlılık, tanıklık gibi belli terimlerin anlamlarını irdeler ve sorgular. Marcel gerçek yaşam durumlarını örnek vererek aratırmış olduğu dile getirilmesi güç deneyimleri ve gerçekleri açık bir biçimde ortaya koymuştur. 20. yüzyıl felsefesinde görülen önemli bir eğilimin fenomenolojinin kendine özgü bir biçimde temsilcisi olmuştur.
Frankfurt Okulu ve 20. Yüzyıla Yeni Marksizm Açısından Bakış
1930’lu yıların başında Frankfurt Johann Folfark Goeth Üniversitesine bağlı sosyal araştırma enstitüsü çevresinde alman aydınlar topluluğun geliştirilmiş olduğu bağımsız Marksist düşünce akımıdır. Geleneksel Marksist’ten ayıran görüşleri nedeniyle eleştirel toplum kuramı olarak da bilinir. Bu çevrenin bir araya gelme amaçları Marksistçiliği eleştirel bir bakışta yenilemek, varoluşçuluk ve yeni oluşçuluk akımlarını geliştirmektir. Eleştirel toplum kuramının tarihinde ç evreden söz eldir. 1930’lardan 1939’lara 1. evre, savaş yıllarından 1960’lara değin uzanan dönem 2. evre, 1960’lardan sonraki dönem 3. evre denir. 1971’den Hebermas’ın Frankfurt’tan STARUBERG enstitüsüne geçmesi sonucu Frankfurt okulu son buldu. Ancak bu akımın düşünceleri hala etkilerini sürdürmektedir.
Theodor Wisegrund Adorno ve Eleştirel Toplum Kuramı
Çağdaş Alman felsefesi düşünürlerinden olan Adorno’nun düşünsel gelişiminin izleri dönemim tarihsel olaylarıyla bir koşutluk içindedir. Düşünürün felsefe alanında ilerleyişini onun daha sonraki dönem karşılaştığı önem ve olaylar etkileyecektir. Adorno’nun felsefesinin sistemli bir serilmemesini yapmak en azında iki güçlüğü aşmayı gerektirir. 1. tek bir disiplinle sınırlı olmayan yapıtlarının kendine özgü yanlarından kaynaklanır. Müzikolog, piyanist ve besteci olan Aborno aynı zamanda filozof ve yazardır. Sanatın ve kültürel endüstrileşmesi sanat yapıtlarının bir endüstri ürünü bir ticari meta haline sokulması sanatın bir krizi ve geri dönülmez bir gerileyişi olarak değerlendirilir.
Yorum