Osmanlı'dan ABD'ye Deve Yardımı

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • baymarti
    Member
    • 12-05-2005
    • 944

    Osmanlı'dan ABD'ye Deve Yardımı

    Osmanlı'dan ABD'ye Deve Yardımı


    Amerika'da eğitim görmemiş bir ekonomist, Amerika'yı ziyaret etmemiş bir siyasetçi henüz mesleki olgunluğa erişmemiş demektir.Bugün ülke olarak bir ince köprüden geçtiğimiz için Amerika bizim dayımızdır. Üstelik ilişkilerimiz çok eskilere dayanır. Ama Bahr-i Muhit-i Garbinin ötesindeki bu dev ülkenin cemaziyel emelim de çok iyi biliriz. Bundan 150 sene öncesine kadar, devletlerin kurulmasına veya yıkılmasına mutlaka İstanbul'dan yön verilirdi. Amerika Birleşik Devletleri'nin kurulmasında da İstanbul kaynaklı katkılar görürüz. 1700'lü yıllarda Amerikan-İngiliz savaşlarında kırmızı urbalı İngilizlere karşı bu ülkeye gemilerle yardım taşınmıştı. Bunun yanı sıra ticari ilişkilere de girilmiş ve 7 Mayıs 1830'da dostluk, ticaret ve turizm alanlarında diplomatik münasebetler geliştirilmişti.

    O dönemde Başkan Andrew Jackson'ın Sultan II. Mahmud Han'a göndermiş olduğu mektuplar, Amerika gibi himmete muhtaç bir devletin, Osmanlı gibi bir cihan devletine duyduğu hayranlığın en güzel belgeleriydi... 2 Ekim 1861 tarihinde Başkan Abraham Lincoln'un yazmış olduğu bir mektup da aynı özellikleri taşıyordu. Mektup, Sultan Abdülmecid Han'ın vefatı münasebetiyle, yeni padişah Abdülaziz Han'a yazılmıştı.


    Amerika Birleşik Devletleri'nin dostluk cilveleri, mektuplarla sınırlı değildi tabii... 1868 senesinde Başkan seçilen General Ulysses Grant, işbaşına geldiğinde ilk uluslararası icraatı, Türk Ordusu'na 600 bin "Martini" tüfeğini sudan ucuza satmak olmuştu. Halk ozanlarımıza; "At martini Debreli/Hasan dağlar inlesin " dedirtecek kadar hayatımıza giren martini tüfeklerinden hemen sonra 50 bin "Springfield" tüfeği İstanbul'a sevkedilmişti. Sultan Abdülaziz Han, bu dostluk cilvelerine güzel bir jestle karşılık vermişti. Beyaz Saray'ın kabul salonuna uyacak şekilde 26,5 yarda uzunluğunda ve 13 yarda genişliğinde çok kıymetli bir Uşak halısı imal ettirerek hediye göndermişti. Bir sonraki dönemde yeniden Birleşik Devletler başkanlığına seçilen Grant'ın ilk icraatı yine istanbul'a yönelik olmuştu. Aynı yılın ilkbahar ayında İstanbul'u ziyaret etmişti. Sultan Abdülaziz Han, muhteşem bir misafirperverlikle karşılamıştı generali... Birleşik Devletler Başkanı, sadece İstanbul'da değil, Bursa, Çanakkale, İzmir ve Aydın'da da ağırlanmıştı. İstanbul'da Beylerbeyi Sarayı'nda, mükellef ziyafetler, Alem Dağı'nda ise büyük bir kır gezisi düzenlenmişti. Başkan, bu durumdan o kadar etkilenir ki, Amerika'ya dönüşünde, Türk Elçisi Blak Bey'i evine kadar giderek Beyaz Saraya davet eder ve hediyelere boğar. İstanbul-Washington arasındaki bu trafik, II. Abdülhamid Han döneminde de devam eder. Sultan Abdülhamid, bu yeni devletin süratle kuvvetlendiğini çok iyi gözlemiş ve ileride burada bir Müslüman lobisi oluştura
    bilmek için bir grup alperen göndermişti. Çalışmalar kısa zamanda semeresini vermiş, özellikle ezilen zenciler arasında İslâmiyet çığ gibi büyümüştü. Bugün Amerikalı Müslüman zencilerin taşıdıkları ayyıldızlı bayrak, o muhteşem politikanın hatırasıdır.


    Amerikan devlet sistemine ve kurumlarına bakıldığında şaşılacak kadar Osmanlı'yı çağrıştırdığını görürüz. Devleti kuranların, gelmiş geçmiş en muhteşem devlet Osmanlı'yı örnek aldıkları kesindir. Hâlâ da Osmanlı'yı çözmeye çalışıyorlar. Şu sıralar cevabını aradıklan soru şu: "Osmanlı 60 kadar farklı milleti ve bir o kadar da etnik alt kültür toplumları hır-gür olmadan 600 sene nasıl idare etmişti." Bu sorunun cevabı bugünkü Amerika için çok önemli... Zira Amerika'nın yumuşak karnı, ülkesinde yaşayan değişik millet ve etnik gruplara mensup insanlardır. Her neyse...
    Amerika ile Osmanlı arasındaki ilişkiler yalnızca devletler arasında olmamıştı. Hür teşebbüs sahibi bazı insanlarımız da, bu ilişkileri fırsat bilerek Batının en batısına yollanmışlardı. Neden mi? Köşe dönmek için tabii...

    Develer Amerika yolunda


    Birleşik Devletler henüz yeni kuruldüğü yıllarda halk, akın akın Batı'ya doğru göç ediyordu. Altın madenlerine sahip olma hülyasıyla koşuşturan bu insanlara ordu eşlik edemiyordu. Sebebi, yavaş giden yük katırlarıydı. Katırlar, Birleşik Devletler süvarilerine ayak uyduramıyorlardı. Bu yüzden çevik, süratli midillilere binmiş savaşçı Kızılderililer karşısında ordu aciz durumlara düşüyordu. Bütün bunların yaşandığı 1851 senesinde Senato Askeri İşler Komisyonu Başkanı Jefferson, çöl bölgelerinde ordu malzemelerinin develerle taşıtılması fikrini ileri sürer. Tabii, komisyon da birbirine girer ve iki gruba ayrılır. Bir grup develeri savunurken diğeri, resmini bile ilk defa gördükleri eğri-büğrü hayvanlara şiddetle karşı çıkar. Neticede deveciler galip gelirler. Ordunun keşif, kurye ve nakliye işlerinde kullanılmak için, hecin develerinden satın alınmak üzere Savunma Bakanlığına gerekli parayı verirler. Neticede Binbaşı Wayne soluğu Türkiye'de alır.

    Efendim, malumunuz olduğu üzere o günlerde bütün Kuzey Afrika ve Ortadoğu, Türkiye sınırları içindeydi. Wayne, önce Tunus'a, sonra İzmir'e, oradan da İstanbul'a geçer. Payitaht'a ayak basmasıyla birlikte Türkiye'de ilk ve tek deve buhranı patlak verir. Zira bir-iki tane değil, düzinelerce satın aldığı için deve borsasında bileşik endeks tavan yapar. Üstelik o yıllarda, yurtdışına bir tek devenin bile çıkarılması yasaktır. Yani, develere ihracat yasağı konmuştur. Zira Kırım Harbi daha yeni bitmiştir ve paşalar, yeni bir savaş ihtimaline karşı deve filolarını elden çıkarmak istememektedirler.Sultan ise 'tam tersini 1 düşünmektedir. Bir an önce demiryolları inşaatlarına başlanılmasını ister. Askerler ise Kırım Harbi'nde durumdan çıkardıkları ders gereği, malum sebeplerle buna karşı çıkıp Sultan'a tavsiye mektubu verirler. İşte tanı bugünlerde İstanbul'u karıştıran Binbaşı Wayne, derdest edilip Sultan Abdülmecid Han'ın huzuruna çıkarılır. Sultan, sadece ihracat iznini vermekle kalmaz, şahsına ait çok kıymetli, beyaz renkli 6 adet deveyi de eşantiyon olarak verir sarıbenizli Wayne'e... istanbul'daki develeri elden çıkardığı gibi de derhal demiryolu inşaatını başlatır.

    Binbaşı Wayne, bu sıralar tanıştığı genç bir Türk'ü çok sevmiştir. Deve ticaretinden ve kervancılıktan anlayan bu delikanlıyı yanında götürmek ister. Tophane rıhtımından kalkan deve yüklü bir gemiyle Amerika'nın yolunu tutarlar. Bu Türk, daha sonra Amerika tarihine geçecek kadar etkili olan Hacı Ali'dir. 1857 yılının 10 Şubat'ında 22 yaşında olduğu halde yeni dünyada karaya ayak basar Hacı Ali... Hem de bir daha dönmemek üzere...

    Bu Türk, Amerikalılar'a biraz garip gelir. Zira, hem manyaklık derecesinde gözü karadır hem de çok neşeli bir kişiliği vardır. Sığır çobanları tarafından kısa zamanda çok sevilir ama ismini bir türlü Hacı Ali diye telaffuz edemezler; Hijolly elerler. Hacı Ali, Amerikan ordu birliklerine brifingler verir. Bir deve nasıl çövdürülür, nasıl koşturulur, nasıl beslenir, nasıl yük taşıtılır? Hepsini öğretir. Develer de bütün hünerlerini ortaya koyarlar. Geçtikleri yerlerde, özellikle kızılderililer, develeri görünce şaşkına dönerler.

    Aradan uzun yıllar geçer. Bu sıralar Amerika'nın batısı hâlâ altına hücum etmekle meşguldür. Hacı Ali'nin de gözünü altın burur. Ama yaşı hayli ilerlemiştir. Meksikalı bir kızla evlenmiştir. Peş peşe doğan iki kızına rağmen göçebelik damarı yeniden kabarır, tekrar yollara düşer altın aramak için... Bulabilmiş mi dersiniz? Ne gezer. Colorado'da 67 yaşındayken hayata gözlerini yumduğunda cebinde sadece 60 sent vardır. Quartzsite bölgesinde küçük bir mezarlığa gömerler.Arizona Eyaleti, Hacı Ali'nin hâtırasına bir de anıt diker. Tepesine bakırdan bir deve oturtulmuş bu anıtın plâkasında şunlar yazılıdır:

    "Hi Jolly'nin son kampı. 1828'de Suriye'de doğdu. Bu ülkeye 10 Şubat 1857'de gelmiştir. Deveci, denkçi ve kılavuz olarak 30 yıldan fazla Birleşik Devletler Hükümeti'ne doğrulukla hizmet etmiştir. 12 Aralık 1902'de Quartzsite'de ölmüştür."

    Evet, Hacı Ali, İstanbul'un siluetini son gördüğünde 22 yaşındaydı. Arizona çöllerinde, İstanbul'u sayıklaya sayıklaya öldüğünde ise 67'sindeydi.Günümüzde, Amerika'nın güneybatısında halk arasında hâlâ şu hikaye anlatılır: "Ay ışığı altında kırmızı bir deve, korkusuz binicisiyle sabaha kadar çöllerde koşuşturmaktadır. "
    İşte bu korkusuz binici, bundan 140 sene evvel Amerika'ya göç etmiş sevimli, maceracı ve gözükara bir İstanbul delikanlısı olan Hacı Ali'ydi.....
İşlem Yapılıyor
X