Türkler 600 Yıldan Beri Avrupalı

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • frantic
    Senior Member
    • 26-01-2004
    • 3696

    Türkler 600 Yıldan Beri Avrupalı

    Türkler 600 Yıldan Beri Avrupalı02.01.2006 Türk Silahlı Kuvvetleri'nin AB'ye karşı olduğu yönündeki iddialara ordunun en tepesindeki isimlerden karşılık geldi: "Türkler 600 yıldan beri Avrupalı'dır!"
    Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Avrupa Birliği’nin (AB) taahhüdüne uyarak 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlamasının ‘bir gelişme’ olarak kaydedilmesi gerektiğini açıkladı.
    Türkiye’nin Avrupa’ya katkı sağlayacağını belirten Özkök, “Osmanlı’nın Rumeli’ye ayak bastığı günden bu yana Türkler Avrupalıdır.” dedi. Türkiye Emekli Subaylar Derneği’nin ‘Birlik’ adlı dergisine konuşan Özkök, “Türklerin Avrupalılığı, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya ayak basmasıyla başlamıştır ve yaklaşık 600 yıllık bir geçmişe sahiptir.” diye konuştu. Özkök, Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, çok kısa bir zamanda Türk milletini demokrasi, insan hakları, laiklik ve hukukun üstünlüğü gibi Batı’nın da savunduğu evrensel değerler sisteminde buluşturduğuna dikkat çekti. “Çağdaş Avrupa değerleri Türkiye’nin de değerleridir.” diyen Genelkurmay Başkanı, Türkiye’nin gerek coğrafi açıdan gerekse Batı değerlerini özümsemiş bir ülke olarak AB’ye şu anda üye olmasa bile zaten Avrupalı olduğunu vurguladı. AB’nin 17 Aralık 2004 zirvesinde Türkiye ile 3 Ekim 2005’te üyelik müzakerelerine başlanması kararı aldığını hatırlatan Özkök, “AB’nin taahhütüne 3 Ekim 2005’te ülkemizle müzakerelere başlanması bir gelişme olarak kaydedilmelidir.” ifadelerini kullandı.
    Türkiye’nin 1999’da AB’ye tam üyelik için aday ülke konumuna geçtiği dönemde, Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) üyelik sürecinde bir engel olmadığını dile getirdi. Milliyet Gazetesi’nden Fikret Bila’ya konuşan Kıvrıkoğlu, TSK’nın ve Atatürkçülüğün AB üyeliğine engel olduğu biçimindeki tezin doğru olmadığını vurguladı. Türkiye’nin tam, düzgün, onurlu bir şekilde AB üyesi olmasını savunduklarının altını çizen Kıvrıkoğlu şöyle devam etti: “AB’ye tam üyelik hedefine TSK hiçbir zaman karşı olmadı. Engel gibi gösterilmesi yanlıştır. Ancak, bizim o zaman söylediğimiz; bu süreçte önemli olanın Türkiye’nin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünün zarar görmemesiydi. Bu konuda Avrupa’nın samimi olmasıydı. AB’nin çifte standart uygulamaması gerekir. Onurlu üyelikten bunu kastediyordum. Bu nedenle sorun veya engel TSK değil, AB’nin tutumu olur.” Öte yandan Foreign Affairs dergisinde Ersin Aydınlı, Nihat Ali Özcan ve Doğan Akyaz imzasıyla yer alan ‘Türk Ordusunun Avrupa Yürüyüşü’ adlı makalede TSK’nın ‘AB’ye karşı olmadığı vurgulanarak, “Genelkurmay’ın üst kademesi, bunun İslami köktendincilik ve ayrılıkçı terörizmle başa çıkmanın en iyi yolu olduğunu biliyor. TSK, imtiyazlarından tümüyle vazgeçmek için AB sürecinin geri dönülmez olduğunu görmek ister. Bu sürecin sonunda üyelik olmayacaksa, daha da bölünmüş bir Türkiye’yi toparlamaya çalışma işinin kendisine düşeceğini biliyor.” deniliyor.
  • Mehmet Tunçer
    Junior Member
    • 30-03-2006
    • 4

    #2
    Avrupa herşeyini - tanrılarını bile Helenlilerin - Anadolu'dan aldılar..


    Bence Avrupalı'ların medeniyeti Anadolu'da gördüler ve Anadolu'dan aldılar her şeylerini -tanrılarını dahi Helenli'ler-
    Bu uygarlıklar merkezi Anadolu'muzun kültürel değerlerini korumaya yönelik görüş ve önerilerim aşağıdadır. Eğer biz bu kültürel varlıklarınımızı, tarihsel değerlerimizi korur ve gereği gibi sunarsak biz Avrupalı olmak yerine onlar Anadolu'lu olmak isteyeceklerdir..

    TÜRKİYE’DE TARİHSEL VE KÜLTÜREL ÇEVRELERİ KORUMA OLGUSU
    Dr. Mehmet TUNÇER


    GİRİŞ

    Türkiye, binlerce yıllık bir geçmişe dayanan zengin uygarlıkların yaşadığı bir ülke olarak insanlığın kültürel mirasının korunması konusunda evrensel sorumlulukları yüksek olan ülkelerin başında gelmektedir. Kültür mirasının korunmasındaki önemi sadece geçmiş değerlerimizi gelecek kuşaklara tanıtabilmek amacıyla sınırlandırılamaz. Geçmiş birikimin geleceğin yaratılmasında en önemli kaynak olarak değerlendirilmesi yaşamsal bir zorunluluktur. Kişilikli bir toplum olarak gelişebilmek için ulusların kültürel kimliklerini yeni yaşam çevreleriyle entegre etmeleri önem kazanmaktadır. Mimarlıkta ve şehircilikte ulusal ve tarihsel değerleri dikkate almadan gerçekleştirilen modern oluşumlar toplumda yabancılaşmayı süratlendirmektedir. Farklı kültürlerin kültürel mirasını, aynı dikkat ve saygınlık içinde korumak, globalleşen dünyada barış ve kardeşlik duygularının kökleşmesini sağlayacak , hem de farklı kültürlerin birbirlerine olan etkileşimi ile zengin ve çok renkli bir kültür mozağinin gelişmesinde itici bir güç oluşturacaktır.

    Ülkemizde bu güne kadar 2425 adet arkeolojik sit, 269 adet doğal sit, 146 adet kentsel sit, 17 adet tarihi sit olmak üzere 2857 adet sit alanı ile 44406 adet korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı tescil edilmiştir (*).
    1970’li yıllardan beri uluslararası platformlarda yoğunlaşarak sürdürülen çabalarda ülkemiz de yerini almıştır. UNESCO’ ya üye ülkelerle birlikte ülkemizin de 1983 yılında benimsediği “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması Sözleşmesi” hükümlerine göre taraf devletler toprakları dahilindeki kültür ve doğa varlıklarının korunmasını taahhüt etmiştir. Ülkemizden de Pamukkale, Göreme, Kapadokya, İstanbul, Boğazköy Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon, Patara ve Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası kültürel miras olarak Dünya Kültürel Miras Listesine alınmıştır. Avrupa Konseyi ülkeleri ile Ülkemizce 1985 yılında imzalanan “Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi” 13.04.1989 Gün ve 3534 Sayılı Kanun ile yürürlüğe girmiştir. Akdeniz’in Kirletilmesine Karşı Korunması (Barselona) Sözleşmesi gereğince Akdeniz’de ortak öneme sahip 100 tarihi sitin içinde ülkemizden de 17 adet sit korumaya alınmıştır.

    Batılı ülkelerin, kültürel değerleri, özel mülkiyetçi koruma anlayışı ile kendi ülkelerine götürmelerine ilk karşı çıkış Asar-ı Atika Nizamnamesi ile olmuştur.

    Daha sonraları Gülhane Hattı Hümayunu ile Osmanlı İmparatorluğu’nun Batıya açılması ile kültürel mirası kurma anlayışı da değişmiştir. Bu dönemde tüm İmparatorluk Batının sanayi ve ticaret burjuvazisinin pazarı haline gelmiş, kültürel mirasın korunması müzeci koruma anlayışı ile bilinçsizce sürdürülmüş ve anıtsal değeri olan yapıların bile korunmasında aciz kalınmıştır.

    1923 sonrası ülkenin ekonomisini düzene koyma çabalarına yani sosyoekonomik yapıdaki değişimlere paralel bir koruma anlayışı, belirli ilkelerin ortaya konması ile sürdürülmüştür. 1944 senesinde eski eserler ve müzeler I. Danışma Komisyonu raporunda eski eserlerin imar planları ile korunmasının gerekliliğini ortaya koymuştur. Kültürel ve Doğal çevrenin korunması ile ilgili tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de ve yasal düzeltmeler ve kurumsal örgütlemeler gerçekleştirilmiş ve halen bu konu üzerindeki çalışmalar devam ettirilmektedir.

    Kültürel ve Doğal değerler bakımından ülkemiz oldukça zengindir. Bu zenginliklerini korunması da ancak yasalarla mümkün olabilir. 10 Nisan 1322 / M.1904 tarihli "Asarı Atika Nizamnamesi"nden sonra 3 Mayıs 1973 yılında yürürlüğe giren 1710 sayılı "Eski Eserler Kanunu" 21 Temmuz 1983 gün ve 2863 sayılı "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile bu kanunun 3386 sayılı değişik şekli Eski Eserler Hukukunun oluşmasına imkan veren ve bu konuda belli başlı kanun ve düzenlemelerdir.

    Zaman içinde değişen koşullara ve kültürel değerlerin özellik gösteren doğasına uygun mevzuat arayışı (birbirinin yeri alacak ) yeni yasal düzenlemeleri gerekli kılmaktadır. Bu bakımdan 1923 yılından yani Cumhuriyet'in ilanından bugüne kadar oluşturulmuş kanun niteliğindeki iki esas düzenlemeye şöyle bir göz atalım:

    II.1. 1710 Sayılı "Eski Eserler Kanunu"

    3 Mayıs 1973 yılında yürürlüğe giren bu kanun ile eski eserlerin korunması ve bu çerçevede eski eser kaçakçılığını ve ticaretini önlemek hedef alınmıştır. Bu kanun kapsamına bilim, din, kültür ve güzel sanatlarla ilgili taşınabilir ve taşınamaz bütün eşyaları, Arkeolojik ve Etnografik bütün eserleri, Sanat tarihi ile ilgili tüm malzeme ve belgeleri almaktadır.

    1710 Sayılı Eski Eserler Kanunu tarihten önceki ve tarihî devirlere ait olan bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili yer altında ve yer üstünde fertlerin mülkiyet haklarını ya yok edecek kadar geniş ölçüde kısıtlamakta yada tamamen ortadan kaldırmaktadır.

    Kanun ve bu kanunun uygulaması ile ilgili yönetmelikler hem Anayas'ya hem de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ndeki ilkelere aykırıdır. Yapılan yanlışlıklar hukuk açısından olduğu kadar sanat bakımından da çeşitli sakıncalar doğurmuştur.

    Eski eserlerin korunması elbette gereklidir. Ancak bunu için tutulacak yol kişilerin temel hak ve hürriyetlerine tecavüz etmek ve onları sanat zevklerinden mahrum etmek değildir. Böyle bir yaklaşım amacın dışına çıkar. Özellikle tarihî ve kültürel çevrenin ve gerek taşınabilir gerekse taşınamaz eserler ve potansiyel bakımından bu derece zengin bir ülkede devletin tek başına saptama, araştırma, bulma, koruma, onarma ve yaşatma gibi çok kapsamlı bir çalışmayı birde fertlerin desteği olmaksızın layıkı ile yürütebilmesi çok zordur. Tarihî ve kültürel çevredeki özelikle taşınmaz mallar en iyi olarak, sergilenmekle değil günlük hayata entegre edilip yaşatılarak korunabilir. Bunun içinde özellikle bu bilinçte olan fertlerin çalışma ve arzularına köstek olmak yerine denetleyici bir yaklaşımla destek verilmelidir.

    Aksi tutum eski eserlerin korunmasından uzak bir yaklaşımı ortaya koyar. Taşınır veya taşınmaz eserler ilgili tüm mülkiyet haklarının kaldırılması bu eserlerin aranması, bulunması, onarılması ve kaybolmaktan kurtarılması ile ilgili fertlerin duyacağı istek ve hevesi de ortadan kaldırır. Bu da kamu yararına aykırı sonuçlar doğurur.

    II.2. 2863 Sayılı "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu"

    Kanun tasarısı “Genel Gerekçesinde “ insanlığın kültürel mirasının korunması konusunda evrensel sorumlulukları yüksek olan ülkelerin başında Türkiye’nin geldiği vurgulanmaktadır. Merkezi ve Yerel Yönetimleri kapsayan bir "Koruma Politikası" olması gerektiği belirtilmekte, tasarıda genel olarak "Yerel Yönetimler" korumada ya çok az yer almakta, ya da dışlanmaktadır. Yeterli yasal, örgütsel ve parasal altyapının oluşturulması gerektiği belirtilmesine rağmen oluşturulan örgütler "Koruma Eğitim-Araştırma ve Dokümantasyon Merkezi" , "Uygulama Teknik Denetim Birimleri" gibi daha çok denetlemeye ve dokümantasyona yönelik görülmektedir. Halbuki bu örgütlenmenin, daha çok sit alanlarında yaşayanların uygulamadaki güncel sorunlarını (röleve çıkarılması, restorasyon p***esi üretilmesi, onarıma ilişkin teknik ve mali sorunlar) çözmeye yönelik olması gerekli görülmektedir.

    Oluşturulması öngörülen "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Fonu" olumlu bulunmasına rağmen, fonun merkezden kullanılması politik amaçların devreye girebileceği endişesini doğurmaktadır. Özellikle kültür ve tabiat varlıklarının tahribatının çok hızlı ve yoğunlukla yaşandığı kıyılar, turistik yöreler ve hızlı kentleşen metropolitan kent merkezlerine öncelik ve aciliyet tanınmalıdır.

    Yerel sorunlar yerel halkın ve yöneticilerinin aktif ve bilinçli katılımı ile çözülebilecektir. Koruma alanlarında mahalle ve sokak ölçeğinde örgütlenmeler de düşünülebilir. Ülkemizde 2425 arkeolojik sit, 269 doğal sit 146 kentsel sit, 17 tarihi sit olmak üzere 2857 adet sit alanı ile 44406 adet korunması gerekli kültür varlığı tescil edilmiştir.

    Görüldüğü gibi, Arkeolojik sit olgusu büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle; arkeolojik sit alanları özelinde örgütlenme, finansman ve uygulama/denetlemeye yönelik kararların alınması, yasa ve yönetmeliklerle öneminin vurgulanması gerekli görülmektedir. Kazı ve araştırma politikaları, arkeolojik alanların planlanması ve düzenlenmesine ilişkin yeni ve etkin politikalar geliştirilmelidir. Mevcut müze ve ören yerlerindeki kadroların desteklenmesi, etkin hale getirilmesi gereklidir.

    Doğal sit alanlarının korunma ve geliştirilmesinde, Çevre Bakanlığı ve Başbakanlık Özel Çevre Koruma Dairesi Başkanlığı ile işbirliği ve eşgüdüm içinde, yerel yönetimlerin desteği ve katılımı sağlanarak uygulamada başarılı olunabilir.

    Kentsel Sit Alanlarında ise, "Koruma Yerel Kurulları"nın oluşturulması ve Koruma Kurulları denetiminde uygulamalara girilmesi büyük önem taşımaktadır. Ancak, bu sayede alınan kararlar ve yapılan plan ve p***eler uygulamaya geçebilecektir. Kentsel sit alanlarının kent bütününden ayrı düşünülmemesi, kentin tüm hizmetlerini sağlayan yerel yönetimlere bu konuda da görevler verilmesi büyük önem taşımaktadır.

    Kanun ile, Toplu Konut Fonu benzeri bir “Koruma Fonu “ oluşturulmuştur. Bu fonun yanısıra, yerel yönetimlerin, sit alanında yaşayanların mülk sahipleri ve kiracıların, sivil toplum örgütlerinin (vakıflar, şirketler, dernekler, kooperatifler, bankalar, partiler vb) katılımı ile yerel ve gönüllü kaynakların devreye sokulması büyük önem taşımaktadır. Ayrıca yurt dışı kurum ve kuruluşlardan kaynak, kredi, hibe vb. aktarılması önemlidir.

    Özellikle, tek yapı onarımı, altyapı, çevre düzenleme çalışmaları yerel yönetimlerin organizasyonunda, kurulların denetimi altında gerçekleşmelidir. Altyapı çalışmaları ve Çevre düzenlemeleri yapılmadan tarihsel doku içerisindeki yapıların onarımı yapılmamalıdır.

    Denetim ve maddi cezalar yanı sıra, sosyal boyuta önem veren, barınma ve arsa sorununun çözümü, rant artışlarının denetim altına alınmasına yönelik, kıyıların korunmasına yönelik kapsamlı çözümler geliştirilmelidir.

    Yerel yönetimler bilinçlendirilerek, teknik ve mali açılardan güçlendirilerek koruma konusunda aktif hale getirilmelidir.
























    (*) Bu bölümün hazırlanmasında aşağıdaki kaynaklardan yararlanılmıştır:

    - TARİHİ ÇEVRE KAYGISI TARİHİNE GİRİŞ, C.Erder, 1971, Ankara.
    - TARİHSEL VE DOÐAL ÇEVRENİN KORUNMASI, TMMOB Mimarlar Odası Yaynları, 1979, İstanbul.
    - 1710 SayIlI Eskİ Eserler Kanunu Yorumlar - İncelemeler, 1976, İstanbul.
    - TARİHSEL ÇEVRE KORUMA YAZILARI, M.TUNÇER, 1996, Ankara.
    n TAŞINMAZ KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARI MEVZUATI, T.C. KÜLTÜR BAKANLIÐI, 1996, Ankara.



















    III. ÜLKEMİZDE TARİHSEL VE KÜLTÜREL ÇEVRE’ NİN KORUNMASINA İLİŞKİN GÜNCEL POLİTİKALAR, UYGULAMALAR VE SORUNLAR (*)

    “Benim gözlem ve yargılarım doğru ise, ortadoks koruma öğretisinin gösterdiği yöntemlerle Türkiye’de özellikle kentsel koruma olanaksızdır. Kenarda köşedeki cılız, tesadüfi uygulamaları örnek gösterip kendimizi aldatmamalıyız. Antalya limanı, Soğukçeşme Sokağı ya da Safranbolu’da korunmadan saklanan bir yöre, İstanbul’un, İzmir’in, Kütahya’nın, Kayseri’nin, Urfa’nın, Erzurum’un, Gaziantep’in, Konya’nın, Antakya’nın ve sayısısz kent ve kasabanın yok edildiğini unutturamaz..”

    Prof. Doğan KUBAN (**)

    Sayın Kuban’ın da belirttiği gibi, Türkiye’de günümüze kadar sürdürülen tarihsel ve kültürel çevre koruma politikalarının başarılı olduğunu söylemek olası değildir. Özellikle 1950 sonrası yaşanan kırsal alandan kentlere yaşanan göç ve hızlı kentleşme, 1980 sonrası ikinci konut ve turizm amaçlı kıyı yağması ile, 1990 sonrası Doğu ve Güney - Doğu Anadolu Bölgesinden güvenlik ve ekonomik nedenlerle göç olgusu kentlerin yüzlerce yılda oluşmuş dengelerini alt üst etmiştir. Kentlerin önce varoşlarında başlayan yasal olmayan yapılaşma (gecekondu), giderek imar aflarıyla kentleri bir kanser gibi sarmış ve günümüzdeki başlıca kentsel sorunlardan biri haline gelmiştir.

    Kentlerin hızlı büyümesiyle, tarihsel kent dokularında ve tarihsel kent merkezleri üzerinde aşağıda özetlenen olgular ortaya çıkmıştır;

    · “İmar” adı altında geleneksel dokuya uyumsuz yol açma, imar haklarını arttırma vb koruma hedefi olmayan, hatta tamamen yıkıp ortadan kaldırmayı amaçlayan planlamalar yapılması,
    · Bu planlar doğrultusunda, spekülasyon amaçlı olarak kentlerde geleneksel kent dokularının yıkılarak yerine dokuya aykırı taban alanları ve yükseklikler ile çevreye uyumsuz yeni yapılaşmalar oluşturulması,
    · Sit kararı verilmesi ile eski plan uygulamalarının durdurulması, ancak korumaya yönelik planlama ve uygulama çalışmalarının yetersizliği nedeniyle geleneksel dokularda ve tarihsel kent merkezlerinde bakımsızlık, korunamama, köhneleşme, terk edilme ve çöküntü bölgesine dönüşme olgusu,
    · Giderek aşırı yapı ve nüfus yoğunlaşması nedeniyle oluşan ulaşım ve otopark sorunları,
    · Mülk sahiplerinin geleneksel dokuları terk etmesi ile bu alanlarda oluşan sosyal dönüşüm, gecekondulaşma ve sosyal çöküntü bölgesi niteliği.

    Yukarıda saptanan sorunlar yöreden yöreye nitelik değiştirmekle birlikte genel sorunlar olarak gözlenmektedir. Kentlerin göç alma hızı, gelişme potansiyelleri, geleneksel dokunun niteliği (yapı malzemesi ve dokunun yeni gelişen kent kesimleri ile olan ilişkileri) turizm potansiyeli ve yerel yönetimlerin yaklaşımları her kentte tarihsel ve kültürel çevrenin korunmasını farklı kılmaktadır. 2863 sayılı yasa uyarınca “Koruma Amaçlı Planların” Belediyeler tarafından yapılması gerekmektedir. Ancak, gerekli görüldüğünde Belediyeler Kültür Bakanlığı’ndan teknik ve parasal yardım alabilmektedir. Bazı kentlerde (İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya vb) koruma amaçlı planlama çalışmaları, yerel yönetimlerin kendi bünyelerinde oluşturdukları birimler aracılığı ile yapılmış ve halen yapılmaktadır. Bu planlama çalışmaları esnasında, yerel yönetimler teknik yönden yetersiz oldukları için ihale etme ya da p***e yarışması açarak koruma amaçlı planlar elde etmektedirler. Bunlara örnek olarak;
    · Ankara / Ulus Tarihi Kent Merkezi Koruma Geliştirme P***e Yarışması (Ankara Büyük Şehir Belediyesi),
    · Ankara Kalesi Koruma Geliştirme İmar Planı P***e Yarışması (Altındağ Belediyesi / Kültür Bakanlığı),
    · Antalya / Kale kapısı Düzenleme Yarışması,
    · Gaziantep Hanlar Bölgesi Kentsel Tasarım Yarışması.verilebilir.
    Kültür Bakanlığı, 1970’lerin başından buyana (1710 Sayılı Eski Eserler Yasası ve 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası) geleneksel dokularda ve arkeolojik alanlarda saptama, belgeleme (tesbit ve tescil) ve sit alanlarının sınırlarını belirlemek işlevini sürdürmektedir. Bu alanların planlanmasına ilişkin çabalar bir iki özel örnek dışında (Kapadokya, Pamukkale vb) 1980’lerin sonuna kadar etkin olamamıştır. 1980’lerin sonunda Kültür Bakanlığı geç de olsa büyük bir atılım yapmış, yasa ile Yerel Yönetimlere bırakılmış olan koruma amaçlı planlama çalışmalarını (ihale yöntemi ile) başlatmıştır.

    (*) Bu bölüm, M.TUNÇER, “Sürdürülebilir Kalkınma İçin Tarihsel Çevreyi Koruma Politikaları : Ankara, Bergama, Şanlıurfa” başlıklı yayınlanmamış Doktora Tezinden yararlanılarak hazırlanmıştır, A.Ü., SBF, Kamu Yönetimi ve Siyaset Ana Bilim Dalı, Kent ve Çevre Bilimleri, 1995.

    (**) KUBAN, D., 1993, “Türkiye’ye Özgü Bir Koruma Politikası Olabilir mi?” , 1. Kentsel Koruma ve Yenileme Uygulamalar Kolokyumu, 7-8 Nisan 1993, MSÜ, Mim. Fak. Şehir ve Bölge Planlama Bölümü.



    Bu ihaleler ile yapımı tamamlanmış ve halen sürmekte olan p***eler bulunmaktadır. Ancak bu p***elerin tamamlanması çok uzun sürmekte, bazıları da Belediye ya da müellif tarafından dava konusu edilmektedir. Tarihi çevre koruma alanlarının bir kısmı da Özel Çevre Koruma Alanı sınırları içine alındığından (Patara, Xanthos, Pamukkale, Dalyan, Göcek vb) çok başlı bir planlama ve uygulama yönetimi söz konusudur. Bu nedenle, bu alanlarda planlama yapma ve yaptırma yetkisi Çevre Bakanlığına bağlı Özel Çevre Koruma Kurumu’nda, bu alanlarda yer alan arkeolojik ve kentsel sit alanlarında yapılacak uygulamaya ilişkin onama yetkisi de Kültür Bakanlığı ile özerk olduğu varsayılan (!) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Bölge Kurullarındadır. Bu iki kurum arasındaki çatışmaya yörenin esas sahibi olan yerel yönetimler (valilik, belediyeler, köy tüzel kişilikleri) de katılınca ortaya içinden çıkılması güç bir karmaşa çıkmaktadır. Koruma amaçlı planın kimin tarafından yapılacağı, kimin tarafından onanacağı ve hangi etabın kim tarafından uygulanacağı hakkında sonu gelmez yazışmalar ve tartışmalar yapılmaktadır. Buna en güzel örnek Pamukkale ve Patara’daki güncel uygulamalardır. Bu örneklerin her birinin detayda incelenmesi koruma politikalarının günümüzdeki acıklı hatta trajik komik durumunu ortaya koymaktadır.

    Sorunlar bununla da bitmemektedir. Bir kurumun yaptığını öbürü beğenmemekte, koruma alanları yaz boz tahtasına dönmektedir. Böylece zaten kısıtlı olan kaynaklar da heba edilmektedir.

    III.1. Arkeolojik Sit Alanlarındaki Sorunlar ve Çözüm Önerileri

    · Arkeolojik sit alanlarında sınırlar belirsizdir ve sürekli değişkenlik göstermektedir, Koruma kurulu kararlarıyla I., II. ve III. Derece Arkeolojik sit alanları arasında kaydırmalar ve değiştirmeler yapılmakta, bu da kişiler arasında bu kararların değişebilir olduğu düşüncesini getirmektedir. Bu nedenle, bilimsel çalışmalara dayalı sınır saptamalarının bir kez yapılması, yeni bilgi ve belgelere, buluntulara dayalı olmadan bu sınırlarda değişiklik yapılmaması gereklidir,
    · Arkeolojik sit alanlarının bazılarında çevre denetimi tam değildir, girişler kontrol altına alınmamıştır ve tam bir başıbozukluk hakimdir, bu durum da kaçak kazıları ve eski eser hırsızlıklarına yol açmaktadır. Arkeolojik sit alanlarının ve ören yerlerinin, höyük ve tümülüslerin çevre denetiminin sağlanması, çit ile çevrilmesi ve önemli olanlarına bekçi denetimi getirilmesi gereklidir.
    · Arkeolojik alanların korunmasına yönelik planlama çalışmaları ya yetersizdir, ya da hiç yoktur. Bergama, Perge, Pamukkale, Efes, Patara vb antik kentlerin korunmasına yönelik koruma amaçlı planlama çalışmaları ancak son yıllarda gündeme gelebilmiştir. Bu planlama çalışmalarının bir an önce tamamlanması, politik ve kurumlar arası çekişmelerin bir tarafa bırakılarak bilimsel çalışmalarla planlama ve p***elendirmelerin yapılması gerekmektedir. Ülke genelinde önceliklerin saptanması ve buna göre planlama ve yatırımların yönlendirilmesi gerekmektedir.
    · Yerel yönetimlere bırakılmış kontrol ve koruma mekanizmaları parasal ve teknik olanaksızlıklar nedeniyle yetersizdir, Kültür Bakanlığı yeterli denetimi yapamamakta ve yeterli desteği sağlayamamaktadır. Merkezden tüm alanların denetimi, bakımı ve onarımı olanaksızdır. Bu nedenle, önemli alanlarda yerel bürolar oluşturulması, teknik ve parasal olanaklarla donatılacak bu büroların etkin planlama, p***elendirme ve uygulama yapmasının sağlanması gereklidir.
    · Arkeolojik alanlara ve ören yerlerine giriş düzenlemeleri, tur güzergahı düzenlemeleri, dinlenme ve servis noktaları düzenlemeleri genellikle çok yetersiz, ilkel ve bilimsellikten uzaktır. Turizme açılan birçok ören yerinde bu yetersizlikler gözlenmektedir. Bu nedenle, öncelikle tip p***elerle (wc, giriş yeri, dinlenme noktası, hediyelik eşya satış üniteleri vb), daha sonra da yöreye özgü mimari tasarımlarla uygulamaya girecek tasarımlar elde edilmelidir. Bu tasarımlar için yarışmalar yolu ile p***e elde edilmesi de önemli sonuçlar verebilecektir.
    · Kaçak kazıların önlenmesi, yurt dışına kaçırılan eski eserlerin geri getirilmesi, kazıların denetimi ve bulunan eserlerin sergilenmesi her biri başlı başına zorlu ve uğraş gerektiren konulardır. Var olan müzelerin geliştirilmesi, antik kentlerin açık hava müzeleri olarak sergilenmesine yönelik çalışmalar Kültür Bakanlığı ile Turizm Bakanlığının ortaklaşa çalışmalarını gerektiren konulardır. Bu çalışmanın kısıtlı süresi içinde bu ve benzeri konulara daha fazla değinilememiştir.

    III.2. Kentsel Sit Alanlarındaki Sorunlar ve Çözüm Önerileri

    · Arkeolojik sit alanlarında gözlenen, sınır değişmeleri, tescile alınma/tescilden düşme, plansızlık, denetimsizlik vb sorunlara kentsel sit alanlarında da rastlanmaktadır.
    · Bütün bunların yanı sıra; ülkemizdeki hızlı nüfus artışı ve kentleşme, kırdan kente göç olgusu, kentlerin plansız büyümesi, arsa spekülasyonu kentin korunması gerekli konut dokusu üzerinde büyük ölçüde olumsuz etkiler yapmaktadır. Kent merkezlerinde yer alan tarihsel kent merkezleri ve geleneksel kent dokuları, kentin hızlı büyümesi, yoğunluk artışı ve çok katlı olarak yıkılıp yapılaşmalardan etkilenmekte, geleneksel kent dokuları tüm çabalara ve yasal sınırlamalara rağmen yer yer yok olmaktadır.
    · Kentsel ölçekte (doku ölçeğinde) koruma olgusunun ülkemizde gecikerek ele alınması, İstanbul, Bursa, Edirne, İzmir, Kayseri gibi pek çok kentimizin pitoresk görünümlerini kaybetmesine neden olmuştur. Gecikerek de olsa 1980’lerden sonra korumaya yönelik planlama ve p***elendirme çalışmaları yaygınlaşmıştır. Yetkilerin yerel yönetimlere verilmesi sonrasında ise bir çok yerel yönetim kendi kentlerine sahip çıkmaya başlamış, koruma amaçlı planlama çalışmalarına girişmişlerdir.
    · Bu çalışmaların yeterli olduğunu söylemek olası değildir. Ancak, turizmin de etkisi ile belirli bir tarihi çevre bilincini oluştuğu söylenebilir. Kültür Bakanlığı’nın 1990’ların başından itibaren koruma amaçlı planlama çalışmalarını ihale yöntemi ile başlatması ne kadar gecikmiş olunduğunun bir göstergesidir. Önemli olan Koruma planı yapmak değil onun uygulanmasına yönelik bir takım organizasyonel ve parasal önlemleri almak ve uygulamaktır.
    · Kültür Bakanlığı’nın sürekli değişken politik kararlara sürekli bağımlı bu günkü yapısı ile bunun olabileceğini düşünmek pek olası değildir. Ne yazık ki, Koruma Kurul üyelerini görevden alarak, başka yerlere sürerek ya da sürekli olarak yerlerine “Bilimsel Koruma” konusunda bilgisiz ve uzmanlaşmamış kişileri atayarak oluşturulmakta olan bir “KAOS” ortamında, yakıp yıkmak isteyenleri, spekülatörleri koruyan kararların yaygınlaştığı gözlenmektedir.
    ·
    · “Sürdürülebilir Koruma Politikaları” olarak nitelendirebileceğimiz aşağıdaki önerileri görüşünüze sunuyoruz:

    1. Tarihsel çevreler, geleneksel konut dokuları, “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı doğrultusunda sadece kültürel varlıklarımız olarak değil, birer konut stoğu olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir.
    2. Bu doğrultuda, sadece koruma değil, sağlıklaştırma ve yenilemeyi de içeren planlama ve p***elendirme çalışmaları yapılmalıdır.
    3. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nın 1997 yılına kadar geliştirdiği ve geleneksel kent dokularını birer konut dokusu / stoğu olarak gören yaklaşımı ile hazırlanan “Yönetmelik” bir an önce gerçekleştirilmelidir.
    4. Kültür Bakanlığı’nın günümüzdeki hantal, bürokratik, ağır işleyen, sorun çıkaran, iş yapmayan, teknik olarak zayıf niteliği mutlaka iyileştirilmelidir. Politikalara (Bakan’a, Müsteşar’a ya da Genel Müdür’e) göre günden güne değişen politikalar yerine uzun vadeli, ülke kaynaklarını ve önceliklerine göre saptanan politikalar oluşturulup uygulamaya konmalıdır. Kültür Bakanlığı’nın yerel birimleri olan Koruma Kurulları ve Büro Müdürlükleri günümüzdeki edilgen, hantal, sorunları çözemeyen, korumayı geciktiren yapılarından kurtarılarak, etkin, teknik ve parasal donanımlı, aktif mekanizmalar haline getirilmelidir.
    5. Koruma konusunda yasalardaki ve örgütsel yapıdaki çok başlılık mutlaka önlenmelidir. Yetki ve sorumluluk dağılımı yeniden gözden geçirilerek tek bir “Kent ve Çevre Koruma Yasası” oluşturulmalıdır.
    6. Yerel Yönetimlere (Belediyeler) teknik ve parasal destek arttırılarak ve yaptıkları hizmetler denetlenerek yerinde koruma ve geliştirme politikaları uygulanmalıdır.
    7. Yörede yaşayan halkı tarihsel çevre konusunda bilgilendirmek ve bilinçlendirmek, onların koruma konusuna olumlu katkı ve katılımlarının sağlanması en önemli uygulama aracı olarak görülmektedir. Çocuk yaştan başlayarak ülkedeki kültür çeşitliliğinin ve kültür varlıklarının öğretilmesi, tanıtılması ve sevdirilmesi büyük önem taşımaktadır.

    Sonuç olarak; ülkemizde binlerce yılda oluşmuş tarihsel ve kültürel varlıkların korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması konusunda on yıllardır süregelen ihmal ve yağmanın sonucunda gelinen nokta bu varlıkları tümüyle olmasa bile büyük kısmını kaybetme noktasıdır. Buna önlem alması gerekli yerel ve merkezi yönetimin bugün bu konularda yetersizlikleri gözlenmektedir. Her aydına düşen çaba da kültürel ve tarihsel değerlerin korunması çabalarında aktif yer almaktır kanısındayız.

    Dr. Mehmet TUNÇER

    Yorum

    İşlem Yapılıyor
    X