Deneyimli Eğitimci
Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır.
Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirir ama sonra ders yılı başlar.
Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp
bidonunu tekmelerler, bağırıp, çağırarak...
Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam bir önlem almaya karar verir. Ertesi gün
çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapısının önüne çıkar, onları durdurur
ve, 'Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum
sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım,
bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız
size her gün 1 lira vereceğim' der.
Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı
adam yine çocukların önüne çıkar ve onlara şöyle der, 'Çocuklar enflasyon beni de
etkilemeye başladı, bundan böyle size sadece 50 kuruş verebilirim.' Çocuklar pek
hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye. Aradan bir kaç gün daha geçer ve yaşlı
adam yine karşılar onları.
'Bakın' der, 'Henüz maaşımı alamadım bu yüzden size günde ancak 25 kuruş verebilirim,
tamam mı?'
'Olmaz dede' der içlerinden biri, 'Günde 25 kuruş için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız
yanılıyorsunuz. Biz işi bırakıyoruz.
Doğu’da İletişim
Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul
ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan
açıklayabilmekti.
Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya
zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist, kapıda duran yabancıya baktı.
Bir selamlaşmadan sonra söz'süz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve
burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu
kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne
bıraktı. Gül yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist saygıyla
eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
İBNİ SÎNA
“Eğitiminin bir döneminde Cebir ve Geometriyi bir türlü başaramayan İbni Sîna, okuldan
kaçarak bir kervana katılır. Bir vahada kervan konakladığında, İbni Sîna’yı su
getirmesi için kuyuya yollarlar. Kuyuda küçük Sîna’nın bir şey dikkatini çeker: Kuyunun
ipi sürtündüğü taşı kesmiştir. ‘İpin taşı kesmesi aklın alacağı bir şey değil, ama
devamlı gidip gelme, devamlı çalışmakla ip taşı kesmiş olmalı’ diye düşünür. O
zaman ‘neden gidi gelmekle ip taşı kessin de, benim aklım çalışarak Cebir ve Geometriyi
kesmesin’ der. Kuyuyu, kovayı ve kervanı orada bırakarak okuluna döner.”
LANDAU
Rus Fizikçi Landau, çok çalışır ve öğrencilerinden de aynı gayreti beklerdi.
Engels’in ‘insanı maymundan ayıran çalışmaktır’ sözünü hep tekrar ederdi. Bir keresinde
tembellik eden bir öğrencisine ‘bak kuyruğun çıkmak üzere’ diye sitem etmişti. Doktora
öğrencileri tez konusunda kendileri fikir geliştiremeyip ona geldiklerinde şöyle
derdi: ‘Ben bir elma ağacıyım, ama elmaların düşmesini istiyorsan, önce ağacı
silkelemen gerek’.”
İlişki Yönetimi
Yönetim bilimi mastır öğrencileri ile Zaman Yönetimi dersi profesörü arasında
geçer: Profesör sınıfa girip karsısında duran dünyanın en seçilmiş öğrencilerine
kısa bir süre baktıktan sonra,
"Bu gün Zaman Yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız" dedi.
Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı. Arkadan, kürsünün
altından bir düzine yumruk büyüklüğünde tas aldı ve tasları büyük bir dikkatle
kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka tas almayacağına emin
olduktan sonra öğrencilerine döndü ve
"Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan "Doldu" diye
cevapladılar. Profesör "Öyle mi?" dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır
çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak
mıcırın tasların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilerine dönerek bir kez
daha
"Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu.
Bir öğrenci "Dolmadı herhâlde" diye cevap verdi.
"Doğru" dedi profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş
yavaş tüm kum taneleri taslarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü. Gene
öğrencilerine döndü ve
"Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Tüm sınıftakiler bir ağızdan "Hayır" diye
bağırdılar.
"Güzel" dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz
ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek
"Bu deneyin amacı neydi" diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen "Zamanımız ne kadar
dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır" diye
atladı.
"Hayır" dedi profesör, "bu deneyin esas anlatmak istediği "Eğer büyük tasları bastan
yer-estirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiç bir zaman kavanozun içine
koyamazsın" gerçeğidir". Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör
devam etti:
"Nedir hayatınızdaki büyük taslar? Çocuklarınız, esiniz, sevdikleriniz,
arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayâlleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak, başkalarına
faydalı olmak, onlara bir şey öğretmek! Büyük taslarınız belki bunlardan birisi, belki
bir kaçı, belki hepsi. Bu aksam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük
taslarınız hangileridir iyi karar verin. Bilin ki büyük taslarınızı kavanoza ilk
olarak yerleştirmezseniz hiç bir zaman bir daha koyamazsınız, o zaman da ne
kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olursunuz. Bu da iyi bir
is adamı, gerçekte de iyi bir adam olamayacağınızı gösterir".
Profesör, ders bittiği hâlde konuşmadan, oturan öğrencileri sınıfta bırakarak
çıktı...
(Alıntıdır. Sevdiğim Bir Hocamdan...)
Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır.
Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirir ama sonra ders yılı başlar.
Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp
bidonunu tekmelerler, bağırıp, çağırarak...
Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam bir önlem almaya karar verir. Ertesi gün
çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapısının önüne çıkar, onları durdurur
ve, 'Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum
sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım,
bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız
size her gün 1 lira vereceğim' der.
Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı
adam yine çocukların önüne çıkar ve onlara şöyle der, 'Çocuklar enflasyon beni de
etkilemeye başladı, bundan böyle size sadece 50 kuruş verebilirim.' Çocuklar pek
hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye. Aradan bir kaç gün daha geçer ve yaşlı
adam yine karşılar onları.
'Bakın' der, 'Henüz maaşımı alamadım bu yüzden size günde ancak 25 kuruş verebilirim,
tamam mı?'
'Olmaz dede' der içlerinden biri, 'Günde 25 kuruş için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız
yanılıyorsunuz. Biz işi bırakıyoruz.
Doğu’da İletişim
Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul
ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan
açıklayabilmekti.
Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya
zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist, kapıda duran yabancıya baktı.
Bir selamlaşmadan sonra söz'süz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve
burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu
kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne
bıraktı. Gül yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist saygıyla
eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
İBNİ SÎNA
“Eğitiminin bir döneminde Cebir ve Geometriyi bir türlü başaramayan İbni Sîna, okuldan
kaçarak bir kervana katılır. Bir vahada kervan konakladığında, İbni Sîna’yı su
getirmesi için kuyuya yollarlar. Kuyuda küçük Sîna’nın bir şey dikkatini çeker: Kuyunun
ipi sürtündüğü taşı kesmiştir. ‘İpin taşı kesmesi aklın alacağı bir şey değil, ama
devamlı gidip gelme, devamlı çalışmakla ip taşı kesmiş olmalı’ diye düşünür. O
zaman ‘neden gidi gelmekle ip taşı kessin de, benim aklım çalışarak Cebir ve Geometriyi
kesmesin’ der. Kuyuyu, kovayı ve kervanı orada bırakarak okuluna döner.”
LANDAU
Rus Fizikçi Landau, çok çalışır ve öğrencilerinden de aynı gayreti beklerdi.
Engels’in ‘insanı maymundan ayıran çalışmaktır’ sözünü hep tekrar ederdi. Bir keresinde
tembellik eden bir öğrencisine ‘bak kuyruğun çıkmak üzere’ diye sitem etmişti. Doktora
öğrencileri tez konusunda kendileri fikir geliştiremeyip ona geldiklerinde şöyle
derdi: ‘Ben bir elma ağacıyım, ama elmaların düşmesini istiyorsan, önce ağacı
silkelemen gerek’.”
İlişki Yönetimi
Yönetim bilimi mastır öğrencileri ile Zaman Yönetimi dersi profesörü arasında
geçer: Profesör sınıfa girip karsısında duran dünyanın en seçilmiş öğrencilerine
kısa bir süre baktıktan sonra,
"Bu gün Zaman Yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız" dedi.
Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı. Arkadan, kürsünün
altından bir düzine yumruk büyüklüğünde tas aldı ve tasları büyük bir dikkatle
kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka tas almayacağına emin
olduktan sonra öğrencilerine döndü ve
"Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan "Doldu" diye
cevapladılar. Profesör "Öyle mi?" dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır
çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak
mıcırın tasların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilerine dönerek bir kez
daha
"Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu.
Bir öğrenci "Dolmadı herhâlde" diye cevap verdi.
"Doğru" dedi profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş
yavaş tüm kum taneleri taslarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü. Gene
öğrencilerine döndü ve
"Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Tüm sınıftakiler bir ağızdan "Hayır" diye
bağırdılar.
"Güzel" dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz
ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek
"Bu deneyin amacı neydi" diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen "Zamanımız ne kadar
dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır" diye
atladı.
"Hayır" dedi profesör, "bu deneyin esas anlatmak istediği "Eğer büyük tasları bastan
yer-estirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiç bir zaman kavanozun içine
koyamazsın" gerçeğidir". Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör
devam etti:
"Nedir hayatınızdaki büyük taslar? Çocuklarınız, esiniz, sevdikleriniz,
arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayâlleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak, başkalarına
faydalı olmak, onlara bir şey öğretmek! Büyük taslarınız belki bunlardan birisi, belki
bir kaçı, belki hepsi. Bu aksam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük
taslarınız hangileridir iyi karar verin. Bilin ki büyük taslarınızı kavanoza ilk
olarak yerleştirmezseniz hiç bir zaman bir daha koyamazsınız, o zaman da ne
kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olursunuz. Bu da iyi bir
is adamı, gerçekte de iyi bir adam olamayacağınızı gösterir".
Profesör, ders bittiği hâlde konuşmadan, oturan öğrencileri sınıfta bırakarak
çıktı...
(Alıntıdır. Sevdiğim Bir Hocamdan...)
Yorum