Müslüman “örnek insan”dır
Kudüs’te medfun olan “İbrahim bin Ali” hazretleri, bir gün sevdiklerine;
- Kardeşlerim, “örnek insan” olmaya bakın, buyurdu.
- Örnek insan kimdir? dediler.
- Eshâb-ı kiramdır, İslâm âlimleridir. Onlar gibi olmaya çalışın. En kötü kimse, insanlara göre şekillenen kişidir.
- Nasıl yâni efendim?
- Şöyle ki, bu gibiler, insanlara göre tavır alır, Alah’ın rızasını düşünmezler. Halbuki “Müslüman”, her yerde Müslümandır. “Altın”, her yerde altın olduğu gibi.
Ve sordu onlara:
- Altın, kâfirin elinde de altındır, Müslümanın elinde de, öyle değil mi?
- Evet efendim.
- İşte Müslüman da “hava” ve “su” gibidir. Onsuz yaşanmaz.
Şöyle devam etti:
- Müslüman sevilir. Hattâ âşık olunur ona. Çünkü onun maksadı dünya değil, “âhiret”tir. Âhirete döndürmüştür yüzünü. O, Müslüman olanlardan herkesi sever. Yalnız bir kimseyi sevmez.
- Kimi sevmez hocam?
- Kendisini. Kendini sevmediği içindir ki herkes onu çok sever.
Şöyle bitirdi:
- Hakiki Müslüman, herkes tarafından sevilen insandır.
Bilmek, yapmak
içindir
Bir gün de sohbetinde;
- Cenab-ı Hak bizleri boş lâftan kurtarıp, hayırlı işler yapmayı nasib eylesin, buyurdu. İlim, amel etmek içindir. Hak teâlâ, hepimizi “amelsiz ilim”den, işe yaramayan bilgilerden korusun.
Şöyle devam etti:
- Bu dünya âhiretin tarlasıdır kardeşlerim. Burada tohum ekmeliyiz.
- Ne tohumu? dediler.
- İyi iş ve ibadet. Burada “hayırlı iş” yapılırsa, yarın mükâfatına kavuşulur. Ancak bir şartla.
- O hangi şart hocam?
- Usulüne uygun yapmak. Yâni ibadetleri emredildiği gibi yapmalıyız. Onun için de bilmemiz lâzım. İslâmiyet, “bilmek dîni”dir. Bilmeden Müslümanlık olmaz.
Şöyle bitirdi:
- İslâmiyeti öğrenmek, kadın erkek her Müslümana farz-ı ayndır.
Kudüs’te medfun olan “İbrahim bin Ali” hazretleri, bir gün sevdiklerine;
- Kardeşlerim, “örnek insan” olmaya bakın, buyurdu.
- Örnek insan kimdir? dediler.
- Eshâb-ı kiramdır, İslâm âlimleridir. Onlar gibi olmaya çalışın. En kötü kimse, insanlara göre şekillenen kişidir.
- Nasıl yâni efendim?
- Şöyle ki, bu gibiler, insanlara göre tavır alır, Alah’ın rızasını düşünmezler. Halbuki “Müslüman”, her yerde Müslümandır. “Altın”, her yerde altın olduğu gibi.
Ve sordu onlara:
- Altın, kâfirin elinde de altındır, Müslümanın elinde de, öyle değil mi?
- Evet efendim.
- İşte Müslüman da “hava” ve “su” gibidir. Onsuz yaşanmaz.
Şöyle devam etti:
- Müslüman sevilir. Hattâ âşık olunur ona. Çünkü onun maksadı dünya değil, “âhiret”tir. Âhirete döndürmüştür yüzünü. O, Müslüman olanlardan herkesi sever. Yalnız bir kimseyi sevmez.
- Kimi sevmez hocam?
- Kendisini. Kendini sevmediği içindir ki herkes onu çok sever.
Şöyle bitirdi:
- Hakiki Müslüman, herkes tarafından sevilen insandır.
Bilmek, yapmak
içindir
Bir gün de sohbetinde;
- Cenab-ı Hak bizleri boş lâftan kurtarıp, hayırlı işler yapmayı nasib eylesin, buyurdu. İlim, amel etmek içindir. Hak teâlâ, hepimizi “amelsiz ilim”den, işe yaramayan bilgilerden korusun.
Şöyle devam etti:
- Bu dünya âhiretin tarlasıdır kardeşlerim. Burada tohum ekmeliyiz.
- Ne tohumu? dediler.
- İyi iş ve ibadet. Burada “hayırlı iş” yapılırsa, yarın mükâfatına kavuşulur. Ancak bir şartla.
- O hangi şart hocam?
- Usulüne uygun yapmak. Yâni ibadetleri emredildiği gibi yapmalıyız. Onun için de bilmemiz lâzım. İslâmiyet, “bilmek dîni”dir. Bilmeden Müslümanlık olmaz.
Şöyle bitirdi:
- İslâmiyeti öğrenmek, kadın erkek her Müslümana farz-ı ayndır.
Yorum