? menkıbeler

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • baymarti
    Member
    • 12-05-2005
    • 944

    ? menkıbeler

    Çöplükten yiyecek toplayan kız!..

    29 Temmuz 2005 Cuma
    Bursa velilerinden Tokatlı Hayreddin Efendi, çok şefkatli, çok cömert ve yardım sever bir zattı.
    Şöyle ki...
    Umre için yola çıktı bir gün. Yol arkadaşları da vardı yanında. Henüz şehirden çıkmamışlardı ki, yolda bir kız çocuğu görüp, acıdı haline. Üstü başı yırtıktı zavallının. Bir çöplükten yiyecek artıklarını topluyordu ki, mübarek yaklaşıp sordu:
    - Evladım, niçin bunları topluyorsun?
    Kızcağız büktü boynunu.
    - Amca, biz yetim iki kardeşiz. Bir de annemiz var. Üçümüz de, üç gündür açız.
    - Öyle mi yavrum?
    - Evet amca. Buradan yiyecek bir şeyler bulabilir miyim diye bakıyordum.

    Bütün parasını verdi!
    Büyük velînin gözleri yaşardı. O anda vazgeçti umreden. Bütün parasını çıkarıp verdi o kızcağıza. Yol arkadaşları şaşırıp merakla sordular:
    - Hocam siz ne yaptınız?
    - Ne yaptım ki?
    - Bütün paranızı o çocuğa verdiniz.
    - Evet, verdim.
    - İyi de birlikte umreye gitmiyor muyduk?
    - Öyle ama ben vazgeçtim.
    - Neden?
    - Benim umrem de bu olsun.
    - Bu, ömrenin yerini tutar mı hocam?
    - Hem de fazlasıyla.
    Yol arkadaşları çok şaşırmıştı.
    - Hocam, doğrusu hiçbir şey anlamadık.
    Mübarek zat, izah etti:
    - Bakın kardeşlerim, biz nafile hacca gidiyorduk, değil mi?
    - Evet hocam.
    - Yani farz değildi üstümüze.
    - Evet.

    “Siz devam edin!”
    - İşte ben, bu acıklı manzarayı görünce vazgeçtim bu nafile ibadetten. Bu, daha mühim geldi bana. Siz gidin.
    Ve onlar gittiler.
    ***
    Bir gün de;
    - Bu dinde en kıymetli şey nedir? diye sordular bu zata.
    - İstikamettir, buyurdu.
    - İstikamet nedir hocam?
    - Doğru yolda yürümekte sebat etmek ve hiç taviz vermemektir.
    - Öyle mi hocam?
    - Evet. Hud suresinde, “Ey Habibim, emr olunduğun istikamet üzere ol!” buyuruluyor ki, bu âyet-i kerime gelince, Efendimizin mübarek sakalına ak düştü o gece.
  • baymarti
    Member
    • 12-05-2005
    • 944

    #2
    Konu: ? menkıbeler

    Doğru vasıta...

    01 Ağustos 2005 Pazartesi
    Horasan bölgesinde yetişen velilerden Ebu Bekr-i Ebherî hazretleri, bir gün bir dağın eteğinde oturmuş talebesiyle sohbet ediyordu. Derken namaz vakti geldi. Abdest almak için yakındaki çeşmeye gittiler. Ancak çeşme akmıyordu. Çocuklar heyecanlandı.
    - Hocam n’apacağız şimdi?
    - Telaş etmeyin.
    - Ama hocam namaz vakti geçiyor.
    Mübarek;
    - Haklısınız, buyurup ayağa kalktı. Sonra çeşmeye doğru dönerek,
    - Ey su! Allah’ın izniyle ak! diye nida etti.
    O anda çeşme akmaya başladı. Abdest alıp namazlarını kıldılar.

    “Biz aciz bir kuluz”
    Duadan sonra talebeler;
    - Hocam, akmayan suyu akıttınız! dediler.
    Buyurdu ki:
    - Hâşâ, biz aciz bir kuluz.
    - Ama hocam...
    - Evlatlarım, şu kâinatta olan her şey, Allahü teâlânın kudretiyle vukua gelmiyor mu?
    - Evet hocam.
    - Cenab-ı Hak kuvvet ve fırsat vermedikçe, kullar hiçbir şey yapabilirler mi?
    - Yapamazlar elbet.
    - Öyleyse bu suyu akıtan da Allahü tealadır.
    - Ya siz hocam?
    - Biz sadece dua ettik. Yaratmak Allaha mahsustur ancak.
    ***
    Bir gün de genç birisi sordu bu zata:
    - Hocam, Cennete gitmek isteyen bir kimse ne yapmalı?
    - Doğru vasıtaya binmeli.
    - Anlamadım hocam.

    Cennete gitmek isteyen!
    - Bak evladım, herhangi bir yere gitmek isteyen kimse ne yapar?
    - O yere giden bir vasıtaya biner.
    - Ya başka bir vasıtaya binerse?
    - O zaman istediği yere değil de, o vasıtanın gittiği yere gider.
    - Pekii, Kâbe’ye gitmek isteyen biri de, mesela Türkistan’a giden bir kervana katılırsa sonunda nereye varır?
    - Tabii ki Türkistan’a.
    - Yani Kâbe’ye varamaz değil mi?
    - Elbette.
    - İşte Cennete gitmek isteyenin de Cennete giden bir vasıtaya binmesi gerekir.
    - O hangi vasıtadır ki hocam?
    - Ehl-i sünnet vel cemaat. Bu, doğrudan Cennete giden tek vasıtasıdır.

    Yorum

    • baymarti
      Member
      • 12-05-2005
      • 944

      #3
      Konu: ? menkıbeler

      Bir garip hasta...

      02 Ağustos 2005 Salı
      Halep’te yetişen velilerden Ebu Bekir bin ebu Vefâ hazretleri zamanında fakir bir Müslüman hastalandı bir gün. Kimsesi yoktu garibin. Hastalığı günden güne ağırlaştı. Çaresizlik içinde kıvranırken, rüya gördü bir gece. Nur yüzlü bir kişi gelip oturdu baş ucuna. Tanımadığı bu sevimli zat, bu büyük veliden başkası değildi. Elini hastanın başına koyup;
      - Cenab-ı Hak sana şifa versin! diye dua etti.
      O anda ağrıları dindi adamcağızın. Sevinç içinde baktı bu mübarek zata.
      - Siz ne iyi insansınız.
      - Estağfirullah. Hasta olduğunu işittim, dua etmeye geldim yanına.

      “İyi ama siz kimsiniz?”
      - İsminizi bağışlar mısınız?
      - Adım, Ebu Bekir, deyip kayboldu gözden.
      Adamcağız uyanıp fırladı ayağa. Turp gibiydi artık. Sanki hiç hasta olmamıştı.
      ***
      Bu zat bir günkü sohbetinde, “Kul hakkı”nın çok mühim olduğunu anlattıktan sonra buyurdu ki:
      - Ben şahsen beş vakit namazdan sonra, “Yâ Rabbî! Bütün herkese doğmuş, doğacak bütün haklarımı helal ettim” diyorum. Siz de bana helal edin.
      Cemaat bir ağızdan,
      - Helal ettik, dediler
      ***
      Bir gün de bazı sevdikleri gelip;
      - Hocam, rahat ve huzurlu olmak istiyoruz, ama olamıyoruz. Sebep nedir acaba? diye sordular.
      Buyurdu ki:
      - Bunun bir tek çaresi var.
      - O nedir hocam?
      - İslamiyete uymak.
      - Onu biliyoruz hocam.
      - Bilmek kâfi değil ki.

      “İlacı kullanmak lazım”
      - Ya ne gerekiyor?
      - O ilacı kullanmak lazım. İslâma göre yaşamadıkça ne dünyada, ne de ahirette saadete kavuşulamaz.
      ***
      Bir gün de şöyle sordular:
      - Hocam, büyük zatların isimleri yazılı olan levhaların evde bulunması faydalı mıdır?
      - Elbette.
      - Ne faydası var hocam?
      - Levhaya bakılınca o zatlar hatırlanır.
      - Evet.
      - Onlar hatırlanınca ruhları biiznillah orada hazır olur. Hazır olunca da feyz verirler.
      - Feyz nedir hocam?
      - Feyz, nur demektir. Kalpleri temizler.

      Yorum

      • baymarti
        Member
        • 12-05-2005
        • 944

        #4
        Konu: ? menkıbeler

        Rabbimiz bizi davet ediyor”
        03 Ağustos 2005 ÇarşambaIrak’ta yetişen velilerden Ebu Bekr Ensarî hazretlerinin bir grup talebesi gemiyle sefere çıktılar bir gün. Ancak bir müddet sonra şiddetli bir fırtına çıktı denizde. Gemi sallanmaya başladı.
        Ard arda çarpan dağ gibi dalgalar, gemiyi batırmak üzereydi ki, talebeler ellerini açıp yalvardılar:
        - Yâ Rabbî! Hocamızın hürmetine kurtar bizi bu afetten!
        Gençlerin duası henüz bitmişti ki, birden sakinleşti deniz. Geminin sallanması durdu.
        Talebeler;
        - Yâ Rabbî! Sana şükürler olsun ki, kurtardın bizi boğulmaktan! diyerek şükrettiler.


        Ne için yaratıldık?
        Bu zat bir gün sordu cemaatine:
        - Allahü teala insanları niçin yarattı, biliyor musunuz?
        - Kendisine ibadet etsinler diye mi hocam?
        - Evet.
        - Elhamdülillah.
        - Pekii niçin böyle istiyor, bunu da biliyor musunuz?
        - Hayır hocam, niçin?
        - Cennete girsinler diye.
        - Öyle mii.
        - Evet. “Kullarım bana ibadet etsin ki, onlara Cenneti vereyim” buyuruyor.
        - Maksat bu mu yani?
        - Evet. Rabbimiz bizi Cennetine davet ediyor. Kullarım Cennete girsin de sonsuz rahat etsin, hiçbir sıkıntı görmesinler istiyor.
        ***
        Bir gün de buyurdu ki:
        - Ahirette hepimiz hesaba çekileceğiz. Fakaaat...
        - Fakatı ne hocam?
        - Orada “Nasıl yaptın?” değil, “Niçin yaptın?” diye sorulacak.

        Niyet çok mühim
        - Yani niyet mi önemli hocam?
        - Evet. Allah için mi yaptık, yoksa nefsimiz için mi?
        - Allah için yapmışsak?
        - O amelin faydasını görürüz ahirette.
        - Ya nefsimiz içinse?
        - O zaman hiçbir menfaatini göremeyiz. Eski paçavra gibi çarpılır suratımıza.
        ***
        Bir gün de sordular bu zata:
        - Hocam, namaz kılarken kalp ne ile meşgul olmalı?
        - Namazla.
        - Namazın nesiyle?
        - Farzlarını, vaciplerini, sünnetlerini ve müstehaplarını en mükemmel şekilde yapmayı düşünmekle.

        Yorum

        • baymarti
          Member
          • 12-05-2005
          • 944

          #5
          Konu: ? menkıbeler

          Dini dünyaya alet etmek!

          04 Ağustos 2005 Perşembe
          Anadolu velilerinden İsmavlı Dede zamanında, yeterince bilgisi olmayan bir hoca vardı ki, ehliyeti olmadığı halde dini kitaplar yazıyor ve bunları satarak para kazanıyordu. Bu hoca, bir gün geldi zatın sohbetine.
          - “Bakayım ne anlatıyor?” diyordu içinden.
          Oturdu bir köşeye. O girince, büyük veli mevzuyu değiştirip sordu cemaate:
          - Dünyada en zor iş nedir, biliyor musunuz?
          - Bilmiyoruz, nedir hocam?
          - Din kitabı yazmaktır. Yani İslâmı anlatmaktır insanlara.
          - İslamı anlatmak neden zor ki?
          - Çünkü mes’uliyetli iştir.
          - Ne mes’uliyeti?
          - İyi bilmeden söyler ve yazarsa, insanları yanlış yönlendirip günah işlemelerine sebep olabilir. Hem sonra...

          “Bu işte ihlas şart”

          - Sonra ne hocam?
          - Bu iş, yalnız Allah rızası için olmalıdır. Eğer içinde ufak bir dünya menfaati yatıyorsa, zehir olur her kelimesi.
          - Nasıl yani?
          - Yani para için yazılmışsa, okuyana zarar verir.
          - Yazdıkları doğru olsa da mı?
          - Evet, çünkü dinden para kazanılmaz.
          - Hocam, hem dini anlatsa hem de para kazansa, olmaz mı?
          - Hayır. Çünkü İslâmiyette türlü kazanç yolları var. Ticaret, ziraat, san’at ve memuriyet gibi.
          - Bunları yapamıyorsa?
          - Hiçbirini yapamıyorsa, dilenebilir.
          - Onu da yapamıyorsa?
          - O zaman yazdığı din kitabından cüz’i bir kâr alması caiz olur. Hani ölmeyecek kadar.
          - Yani din kitabı, ancak Allah için yazılır öyle mi?
          - Elbette. Böyle olmazsa, bu, dini dünyaya alet etmek olur ki, felakete götürür o kimseyi.
          Adam bu konuşmaları işitince anladı hatasını. Vazgeçti hemen o işten. Haddini bildi ve başka yoldan sağladı geçimini.
          ***

          “En kötü hal nedir?”

          Bir gün de sordular bu zata:
          - Bir mümin için en kötü hal nedir hocam?
          - Yanına rahat gidilmemesidir.
          - Nasıl yani?
          - Yani bir kişi, bir arkadaşının yanına, korkarak, çekinerek gidiyorsa, bu hal, onun için çok tehlikelidir.
          - Ne tehlikesi?
          - Onun son nefesinden korkulur.

          Yorum

          • baymarti
            Member
            • 12-05-2005
            • 944

            #6
            Konu: ? menkıbeler

            Gündüz hayalinde gece düşünde!..

            05 Ağustos 2005 Cuma
            Anadolu evliyasından “İsmavlı Dede” zamanında bir genç, yolda bir kız gördü. Kızın güzelliği yaktı gönlünü. Âşık oldu bir anda. Ancak bir daha da göremedi. Göremedi ama, gündüz hayalindeydi o kız, gece rüyasında. Unutmak istiyordu ama, ne mümkün! Bir türlü söküp atamıyordu onu kalbinden. Tam bunalıma girmek üzereydi ki, açtı ellerini, yalvardı:
            - Yâ Rabbî! Kurtar beni bu sıkıntıdan. Dayanamıyorum artık!
            Sonra çıktı dışarı. Yolda bu büyük zatla karşılaştı birden. İsmavlı Dede, onu görür görmez anladı derdini. Yaklaşıp sordu:
            - Senin bir derdin mi var evladım?
            Genç büktü boynunu:
            - Evet efendim, çok dertliyim.
            Mübarek, açtı ellerini, dua etti:
            - Allah kurtarsın evladım.
            - Amin.


            Çıkarsın onu gönlünden
            - Unuttursun sana o kızı. Çıkarsın gönlünden.
            - Amin.
            Ve devam etti yoluna.
            Genç, o anda kurtuldu derdinden. Unuttu o kızı. Kuş gibi hafiflediğini hissetti.
            Kendi kendine;
            - Allah Allah! dedi, bu zat kimdi ki, bir bakışta anladı derdimi ve bir duasıyla kurtuldum bu dertten.
            Koşup yetişti arkasından.
            - İsminizi bağışlar mısınız?
            - Bana, İsmavlı Dede derler.
            Hürmetle elini öpüp, talebesi olmakla şereflendi.
            ***
            Bu zat bir gün buyurdu ki:
            - Kardeşlerim, öğrenmek amel etmek içindir.
            - Amel ne için hocam?
            - O da Allah içindir yalnız.
            - İnsanların takdiri de düşünülürse?

            “Gizli şirk olur”
            - Hiç kıymeti olmaz. Hatta...
            - Hatta ne hocam?
            - Gizli şirk olur.
            ***
            Bir gün de buyurdu ki:
            - Kardeşlerim, zengin olana bir defa hacca gitmek farzdır ve gitmesi elbette lazımdır. Amaaa.
            - Aması ne hocam?
            - Ondan sonrakiler nafile olur.
            - Hocam, yirmi defa, otuz defa hacca gidenler oluyor. Buna ne dersiniz?
            - Allah için gidiyorsa ne âlâ.
            - Ya değilse?
            - Filan kimse yirmi defa hacca gitti, desinler diye giderse, riya olur.
            - Yani gösteriş mi?
            - Evet. Sevap yerine günah kazanır.

            Yorum

            • baymarti
              Member
              • 12-05-2005
              • 944

              #7
              Konu: ? menkıbeler

              Çölde tek başına!

              08 Ağustos 2005 Pazartesi
              Anadolu erenlerinden “Yaren Dede”nin talebesinden biri, hacca gitmek için katıldı bir kafileye. Ancak bir müddet sonra atı yoruldu ve çöküp kaldı. Diğerleri beklemeyip gittiler. Çölün ortasında kalakaldı yalnız başına. Kaldıramadı hayvanını. Sıkıldı, bunaldı. Sonunda çaresiz açtı ellerini, yalvardı:
              - Yâ Rabbî! Sevdiğin bir kulunu bana imdada gönder!
              Elini yüzüne sürerken, hocasını gördü yanıbaşında.
              Mübarek sordu:
              - Hayrola evladım, beni niçin çağırdın?
              Talebe büktü boynunu,
              - Kafileden geri kaldım hocam.
              - Neden?
              - Hayvanım yürümüyor.

              “Bu mu yürümüyor?”
              Mübarek, geldi yatan hayvanın yanına.
              - Bu mu yürümüyor?
              - Evet hocam. Bir türlü kaldıramadım.
              Yaren Dede, atın sırtını sıvazlayıp seslendi:
              - Haydi kalk artık!
              Hayvan fırlayıp kalktı. Canlandı, dirildi bir anda. Büyük veli döndü talebeye.
              - Haydi bin ve şu yöne doğru koştur atını!
              Sonra kayboldu gözden. Talebe o yöne doğru az gidince yetişti kafileye.
              ***
              Bu zat, bir gün sordu cemaatine:
              - Bir kimse Allaha itaat etmiyorsa, Onu sevmiş olur mu?
              - Olmaz tabii hocam.
              - İşte Resulullahı sevmek de böyledir. Onu seven, Onun dinine uyar. Ona benzemeye çalışır.
              - Hocasını sevmek de böyle midir?
              - Elbette.
              - Anladık hocam, babasını seven de babasının sözünü dinler.
              - Evet. Aynen öyle.

              Birinci vazifemiz
              Bir gün de sordular bu zata:
              - Hocam, Müslümanın birinci vazifesi nedir?
              - İtikadını düzeltmektir.
              - Neye göre düzeltecek hocam?
              - Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine göre. Yoksa ahirette kurtulamaz.
              Sordular yine:
              - Müminin hakiki bayramı hangi gündür hocam?
              - Rabbinin huzuruna, yüz akıyla çıktığı gündür.
              - Bu, nasıl mümkün olur ki?
              - Büyüklerin vasıtasına binmekle.
              - Nasıl yani?
              - Allah adamlarını sevip onların kitaplarını okuyan kimse, onların vasıtasına binmiş olur.

              Yorum

              • baymarti
                Member
                • 12-05-2005
                • 944

                #8
                Konu: ? menkıbeler

                Sevginin alameti!

                09 Ağustos 2005 Salı
                Kuhistan’da yetişen velilerden “Ebu Bekr-i Kisâî” hazretlerinin dergahı her gün dolup taşardı insanlarla. Ancak zamanla dar geldi dergah. Genişletmek istedi mübarek. Ama şu işe bakın ki, dergahın iki yanındaki evlerde oturanlar, kıymetini bilmiyorlardı bu zatın. Satmadılar evlerini. Büyük veli çok para teklif ettiyse de yine razı edemedi. Talebeler geldiler hocalarının yanına.
                - Çok üzgünüz hocam.
                - Üzülmeyin çocuklar, Sevinin.
                - Sevinelim mi, neden?
                - Çünkü çok yakında hallolacak bu iş.
                - İnşallah hocam.
                O gece seher vaktinde mübarek açtı ellerini, yalvardı:


                Aynı rüyayı gördüler!
                - Yâ Rabbî! Senin rızan için istiyoruz bu yerleri. Çevir kalplerini bu kişilerin.
                O böyle dua ettiği esnada rüya görüyordu o komşular. Hatta aynı rüyayı görüyordu ikisi de.
                Şöyle ki:
                Kıyamet kopmuş, insanların amelleri tartılıyordu. Sıra bu ikisine gelince, melekler, bunlara döndüler.
                - Siz Cennete gidecektiniz. Ama şimdi Cehenneme götüreceğiz sizi.
                Korkuyla sordular:
                - Neden?
                - Evinizi o Allah dostuna satmadınız.
                - Satsaydık Cennete mi girecektik?
                - Evet, ama...
                Ve ikisini tutup Cehenneme götürüyorlardı ki, uyandılar. Sabah birbirlerini görünce, ikisinin de aynı rüyayı gördüğü anlaşıldı. Tabii çok pişmandılar. Anlamışlardı hatalarını. Koştular hemen bu zatın huzuruna.
                - Hocam affedin bizi.
                - Hayrola, n’oldu?
                - Biz hata ettiğimizi anladık.


                “Evlerimiz sizindir”
                - Yoksa Cehenneme mi gidiyordunuz?
                - Evet hocam, hata ettik. Evlerimiz sizindir. Para da istemiyoruz. Yeter ki affedin bizi.
                Sonra rüyayı anlatıp, talebesi oldular bu büyük velînin.
                ***
                Bir gün de;
                -Sevginin alameti nedir? diye sordular bu zata.
                - İtaat etmektir, buyurdu.
                - Söz dinlemek mi yani?
                - Evet.
                - İtaat yoksa?
                - O zaman sevgi de yoktur.
                - Pekii sevginin derecesi ne ile ölçülür hocam?
                - İtaatteki sürat ile.

                Yorum

                • baymarti
                  Member
                  • 12-05-2005
                  • 944

                  #9
                  Konu: ? menkıbeler

                  Kendinizi tenkit edin!”
                  11 Ağustos 2005 Perşembe

                  Edremit toprağını nurlandıran velilerden “Sağma Dede”nin vefat şekli enteresandır.
                  Şöyle ki:
                  Ömrünün son gününde namaza durdu odasında. Az sonra hanımı girdi odaya. Bir şey soracaktı.
                  Ancak girdiğinde namazda gördü onu. Çıkıp, bir saat sonra tekrar girdi. Ama yine namazdaydı.
                  - “Allah Allah” dedi kendi kendine, “Hiç böyle uzun namaz kılmazdı”.
                  Birkaç defa girdi çıktı. Her girdiğinde namazda otururken gördü onu. Son defa yine böyle görünce meraklanıp vardı yanına.
                  Fakat o da ne?
                  Nefes almıyordu.
                  Vefat etmişti seccadesi üzerinde...

                  “Ben” demek, bid’attir
                  Bir gün, mahallede birkaç kişiyle sohbet ederken buyurdu ki:
                  - Kardeşlerim, “Ben” demek bid’attir. Bid’at ehli ise Cehennemin köpekleridir.
                  Sordular:
                  - “Ben” demekten murat, kendini beğenmek mi hocam?
                  - Evet. Bid’atlerin başı, ben demektir. “Ben bilirim, ben yaparım” demek ne kadar çirkin.
                  ***
                  Bir gün de buyurdu ki:
                  - “Ben” demek, Allahü teâlâdan ve büyüklerden gelen feyzi keser. Feyze kavuşmak isterseniz, kendinizi beğenmeyin. Ve kimseyi tenkit etmeyin.
                  - Hiç kimseyi mi hocam?
                  - Evet. Tenkit edecekseniz, kendinizi tenkit edin. İğrenin kendinizden. Tiksinin hatta.
                  - Neden hocam?
                  - Çünkü böyle yapmayan, çok sıkıntı çeker.

                  Birinci vazifemiz...
                  Bir gün de;
                  - Hocam, birinci vazifemiz nedir? diye sordular bu zata.
                  - Dinin emirlerine uymaktır, buyurdu ve ekledi:
                  - Fakat buna maniler var.
                  - Ne manisi hocam?
                  - İnsanın dışında şeytan ve kötü arkadaş, içinde ise kendisi.
                  Şaşırdılar.
                  - Kendisi mi?
                  - Evet. En büyük engel, insanın kendisidir.
                  -Nefsine uyması mı yoksa?
                  - Evet. Nefse uymak en büyük engeldir.
                  - Nefs, şeytandan da mı şerlidir hocam?
                  - Elbette. Nefs, yüzbin şeytandan şiddetlidir.

                  Yorum

                  • baymarti
                    Member
                    • 12-05-2005
                    • 944

                    #10
                    Konu: ? menkıbeler

                    En büyük keramet, istikamet”
                    12 Ağustos 2005 Cuma

                    Edremit velilerinden “Sağma Dede”, kalp gözü açık bir zattı. Şöyle ki;
                    Bir gün, bir sevdiğini ziyarete gitti. Evde başkaları da vardı. Ancak içlerinden biri, bu zatın evliyadan olduğuna pek inanmıyordu.
                    Kendi kendine;
                    - “Bu zata evliya diyorlar. Ama bir kerametini görmeden inanmam” diye düşündü.
                    O sırada ev sahibi şerbet getirip dağıttı herkese. O şüpheci adam;
                    - “Eğer şerbetin yarısını içip, kalanını bana verirse, inanırım evliya olduğuna” diye geçirdi içinden.
                    Ve beklemeye başladı.

                    “İşte tam yarısı”
                    Sağma Dede, şerbetin yarısını içip uzattı o kimseye;
                    - Buyurun! İşte tam yarısı.
                    Adam alıp içti şerbeti. Ama çok mahcup olmuştu. Büyük veli, ordakilere dönerek;
                    - En büyük keramet nedir, biliyor musunuz? diye sordu.
                    - Bilmiyoruz, dediler.
                    Buyurdu ki:
                    - En büyük keramet, istikamettir.
                    - İstikamet nedir hocam?
                    - İstikamet, her işinde İslamiyete uymak ve buna ölünceye kadar aynen devam etmektir.
                    O adam, artık kaçırmıyordu bu zatın sohbetlerini.
                    ***
                    Bir gün de şunu anlattı cemaatine:
                    Peygamber Efendimiz bir kabristana uğrayıp yan yana iki mezarın arasında durdular ve yanındakilere,
                    - “Eğer ümmetim dayanabilseydi bu kabirdekilerin çektiği azabı görmelerini Allahü teâlâdan isterdim” buyurdular.
                    Dinleyenler;
                    - Kabir azabının sebebi nedir? diye sordular.

                    “İdrar sıçratmaktan”
                    - Erkeğinki, üzerine idrar sıçratmaktan, buyurdu.
                    - Ya kadınların ki?
                    - Onlarınki ise namazları son vakte bırakmalarından ve gıybetten.
                    ***
                    Bir gün de bir sevdiği gelip,
                    - Hocam, dualarımın kabul olması için ne yapayım? diye sordu bu zata.
                    - Ağzına dikkat et, buyurdu.
                    - Nasıl yani hocam?
                    - Yani haram yeme ve yalan söyleme.
                    - Haram yiyenin duası kabul olmaz mı ki?
                    - Hayır. Kırk gün kabul olmaz.
                    - Kırk gün mü?
                    - Evet. Zaten insanda kan değişimi, kırk günde tamamlanır

                    Yorum

                    • baymarti
                      Member
                      • 12-05-2005
                      • 944

                      #11
                      Konu: ? menkıbeler

                      Dua almaya bakın!

                      29 Ağustos 2005 Pazartesi
                      Balıkesir velilerinden Muhyiddin-i Rumî hazretleri, bir günkü sohbetinde; - Dua almaya bakın! buyurduktan sonra şunu anlattı cemaatine:
                      Büyüklerden biri, gençliğinde her gördüğü kimseden dua istermiş. Bir gün, yine bir esnaftan alışveriş yapıp ayrılmış. Ama unutmuş ondan dua istemeyi. Üç günlük yol gidince, hatırlayıp geri dönmüş.
                      Esnaf onu görünce sormuş:
                      - Hayrola arkadaş, malımda bir bozukluk mu var?
                      - Hayır, beğendim malını.
                      - Alış verişte bir hata mı oldu yoksa?
                      - Hayır, her şey tamam.
                      - Ee... niye geri döndün öyleyse?
                      - Bir şeyi unuttum da!
                      - Hayırdır, neyi unuttun?
                      - Dua istemeyi.

                      “Benden mi yoksa?”
                      - Kimden, benden mi yoksa?
                      - Evet, niye şaşırdın?
                      - Arkadaş, ben cahilin biriyim. Benim duamdan ne olur ki?
                      - Olsun, sen yine de dua et bana.
                      Adamcağız, “Peki” deyip açmış ellerini, yalvarmış:
                      - “Yâ Rabbî! Her ne ise ver bu kulunun muradını!”
                      Meğer kalp gözünün açılmasını istermiş o genç. O anda açılmış kalp gözü. Bir dua ile kavuşmuş muradına.
                      ***
                      Bu zat, bir gün sevdiklerine;
                      -Çocuklarınızla ilgilenin, buyurdu.
                      Sordular:
                      - Nasıl ilgilenelim hocam?
                      - Kur’anı kerim okutun mesela. Ehli sünnet itikadını ve ilmihal bilgilerini öğretin.
                      - Bunlar, anne babanın vazifesi, değil mi hocam?
                      - Elbette.
                      - Ya ihmal edersek?

                      “Cehenneme giderler”
                      - O zaman çocuğunuz Cehenneme gider. Ama sizi de beraber götürür!
                      ***
                      Bir gün de;
                      - Hocam, âlim kime denir? diye sordular bu zata.
                      Buyurdu ki:
                      - Işığı ve karanlığı gören kimsedir.
                      Dinleyenler pek bir şey anlamadılar.
                      - Nasıl yani hocam?
                      - Yani âlim, hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırabilen kimsedir.
                      - Özelliği nedir bu âlimlerin?
                      - Kendinden önceki âlimlerden nakil yapar, kendi kafalarından hiçbir şey eklemezler.
                      - Eklerse hocam?
                      - Eklerse, ona âlim denmez.

                      Yorum

                      • baymarti
                        Member
                        • 12-05-2005
                        • 944

                        #12
                        Konu: ? menkıbeler

                        Sonsuz saadete kavuşmak için

                        31 Ağustos 2005 Çarşamba
                        Balıkesir’de yaşayan velilerden Muhyiddin-i Rumî hazretleri, bir günkü sohbetinde;
                        - Bu dünya, ahiretin hayalidir, buyurdu.
                        - Hayali mi? diye sordular.
                        - Evet, buyurdu. Bu dünyada ne görüyorsanız, ahiretteki aslının bir sureti, görüntüsüdür.
                        - Yani hocam, bu dünyada olan her şeyin ahirette hakikati mi var?
                        - Evet.
                        - Pekii, biz kar ve deniz manzarasını çok seviyoruz. Cennette bunlar da olacak mı?
                        - Elbette. Hem de hakikisi olacak. Fakat...
                        - Fakatı ne?
                        - Cennette, böyle şeylere bakmaya vaktimiz olmayacak ki!..

                        Daha cazip şeyler var
                        - Neden?
                        - Çünkü orada, bu dediklerinizden çok daha cazip şeyler olacak.
                        - Ne mesela hocam?
                        - Mesela Peygamber Efendimizin, eshab-ı kiramın ve evliyaların emsalsiz sohbetleri olacak.
                        - Öyle mii, ne güzel.
                        - Tabii ya. Düşünün bir kere, Peygamber Efendimizin sohbeti varken, başka şeyler hatıra gelir mi?
                        - Gelmez elbette.
                        - Şimdi anladınız mı?
                        - Anladık hocam.
                        ***
                        Bir gün de sordu talebelerine:
                        - Ahirette Cennete girip sonsuz saadete kavuşmak için ne lazım, biliyor musunuz?
                        - Bilmiyoruz, ne lazım hocam?
                        - Ahirete imanla gitmek. Ama...
                        - Aması ne?
                        - Bu, o kadar kolay değil çocuklar.


                        “Pervasızca günah işlenir”
                        - Neden hocam?
                        - Çünkü bu dünyada pervasızca günah işlenir, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ehemmiyet verilmezse, son nefeste imanla gitmek çok güç olur.
                        ***
                        Bir gün de;
                        - Hocam, günah işlemekle iman gider mi? diye sordular bu zata.
                        Buyurdu ki:
                        - Gitmez ama, küçük günaha devam etmek, büyük günaha sebep olur.
                        - Evet hocam..
                        - Büyük günaha devam da insanı küfre sürükler.
                        - Öyle mii, çare ne peki?
                        - Kim imanla ölmek istiyorsa, farzları yapıp haramlardan kaçınsın. Ancak böyle kurtarır imanını.

                        Yorum

                        • baymarti
                          Member
                          • 12-05-2005
                          • 944

                          #13
                          Konu: ? menkıbeler

                          Rüyada bildirilen ilaç!..

                          01 Eylül 2005 Perşembe
                          Bağdat’ta yetişen velilerden “Ebu Cafer Haddad El-Kebir” hazretleri zamanında bir adamın dilinde tutukluk vardı. Konuşmada güçlük çekiyordu garip. Bir gece yatmadan önce dua etti:
                          - Yâ Rabbî! Bu hastalığımın şifası neyse, o şeyi bana bildir!
                          Rüyasında bu zatı görüp arzetti hemen:
                          - Hocam, bende dil tutukluğu var. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?
                          Büyük veli biraz düşündükten sonra;
                          - Şöyle şöyle yap, inşallah şifaya kavuşursun! buyurdu.
                          Adam uyandı ve o tavsiyeyi unutmamak için kaydetti hemen. Ancak rüya olduğu için, pek ehemmiyet vermedi. Aradan bir ay kadar geçmişti ki, bu zatın huzuruna gitti bir gün ve arzetti:
                          - Hocam, benim dilimde biraz tutukluk var. Ne tavsiye edersiniz acaba?

                          “Söyledik ya!..”
                          Mübarek mânâlı mânâlı gülümsedi.
                          - Söyledik ya kardeşim.
                          Adamcağız rüyayı unutmuştu bile. Sordu hemen:
                          - Ne zaman söylediniz hocam?
                          - Bir ay kadar oluyor.
                          O anda hatırladı.
                          - Haa rüyada mı?
                          - Evet. Sen de uyanınca kaydetmiştin hani.
                          - Tamam hocam, hatırladım.
                          - İşte o dediklerimi yaparsan, inşallah şifaya kavuşursun.
                          Adam çok duygulanmıştı. Mübareğin elini öpüp çıktı huzurdan. O denilenleri yapınca kavuştu şifaya.
                          ***
                          Bir gün sordular bu zata:
                          - Hocam riya ile yapılan ibadete sevap verilir mi?
                          - Hayır, buyurdu. Cenab-ı Hak ahirette amellerimize bakıp, kendine ait olanları ayıracak.

                          “İhlaslı olanları mı?”
                          - Yani Onun rızası için yaptıklarımızı mı?
                          - Evet. O amelleri kabul edip, bize ait olanı bize bırakacak ve “Ey kulum! Sen bu amelleri kim için yaptınsa, git ücretini onlardan iste. Benden ne istiyorsun?” buyuracak.
                          ???
                          Bir gün de talebesiyle sohbet ederken;
                          - Hiç kimsenin kalbini incitmeyin, buyurdu. Velev ki kâfir bile olsa.
                          Gençler şaşırdılar.
                          - Kâfirlerin de mi hocam?
                          - Elbette, onların da kalbini kırmayacağız.
                          - Neden ki?
                          - Çünkü onlar da Allah’ın kulu.
                          - Ama onlar Allahı inkâr ediyor.
                          - Olsun. Kim olursa olsun, hiç kimsenin kalbini kırmaya hakkımız yoktur. Kalp kırmak haramdır dinimizde.

                          Yorum

                          • baymarti
                            Member
                            • 12-05-2005
                            • 944

                            #14
                            Konu: ? menkıbeler

                            Onyedi hurma!..

                            02 Eylül 2005 Cuma
                            Onbirinci asırda yetişen velilerden Ebu Cafer El-Meczum hazretlerinin sevdiklerinden biri, Peygamber Efendimizi rüyada gördü bir gece.
                            Şöyle ki;
                            Efendimiz, bu zatın dergahına teşrif etmişler, önlerinde de bir tabak “Hurma” duruyordu. O gelince, hurmadan bir avuç alıp, buna verdiler. Adam alıp saydığında, “onyedi tane” olduğunu gördü ve uyandı. Çok heyecanlıydı.
                            - “Hayırdır inşallah” dedi. “Bakalım neye çıkacak?”
                            O sabah, namazdan sonra dergaha gitti. Gördüğü rüyayı anlatacaktı bu büyük velîye. Ancak dergaha girdiğinde, gördüğü manzara karşısında çok şaşırdı. Zira bu mübarek zat da, aynen Resulullahın rüyada oturduğu yerde oturuyor, önünde de bir tabak hurma duruyordu.

                            Rüyadaki gibi!..
                            - “Allah Allah!” dedi kendi kendine. “Aynen rüyadaki gibi bir hal!..”
                            Huzuruna varınca, mübarek, bir avuç hurma alıp uzattı bu kimseye. Adam aldı ve rüyadaki gibi saydı hemen. Tam “onyedi tane” olduğunu görünce hayreti bir kat daha arttı. O, bu şaşkınlık içindeyken büyük zat ona sevgiyle baktı ve,
                            - Şaşırdın mı? diye sordu.
                            - Evet hocam, dedi. Çok şaşırdım.
                            - Neden?
                            - Hurmalar tam onyedi tane de.
                            - Daha fazla mı bekliyordun yoksa?
                            - Yok hocam, ondan değil.
                            - Kardeşim, Resulullahın verdiği kadar verdim. O daha çok verseydi, ben de çok verirdim.
                            Çok duygulanmıştı. Elini öpüp, sevinçle ayrıldı huzurundan.

                            Herkesin bir üstadı var
                            Bu zat, bir gün Sevgili Peygamberimizden bahsederken;
                            - Kardeşlerim, herkesi yetiştiren, terbiye eden birisi vardır, öyle değil mi?diye sordu.
                            - Evet efendim, dediler.
                            Buyurdu ki:
                            - Bu, ya anne babasıdır o kimsenin, ya da hocası, değil mi?
                            - Evet hocam.
                            - Yani herkesi yetiştiren bir üstad vardır.
                            - Elbette.
                            - Pekii, Resulullah Efendimizi kim yetiştirdi dersiniz?
                            Birbirlerine baktılar.
                            - Kim yetiştirdi hocam?
                            - Allahü teâlâ yetiştirdi. Nitekim kendileri de bir hadis-i şerifte, “Beni, Rabbim terbiye etti” buyuruyor.

                            Yorum

                            • baymarti
                              Member
                              • 12-05-2005
                              • 944

                              #15
                              Konu: ? menkıbeler

                              “Siz beni buldunuz!”

                              05 Eylül 2005 Pazartesi
                              Basra’da yetişen velilerden Ebu Said bin El-arabî hazretleri zamanında, civar köylerden birinde “Saat tamirciliği” yapan bir genç vardı ki, mürşit arıyordu yana yana. Gece, seher vakitlerinde kalkar;
                              - Yâ Rabbî, beni sevdiğin bir kuluna kavuştur! diye dua ederdi.
                              Olacak bu ya, o günlerde dergahın saati bozuldu aniden. Ebu Said hazretleri, talebeden birini gönderdi o köye. O genci tarif edip;
                              - Onu al, buraya getir, buyurdu. Şu saati tamir ettirelim!
                              Talebe;
                              - Başüstüne! deyip gitti ve getirdi o genci. Delikanlının duası kabul olmuş, aradığı zatın dergahına gelmişti. Ama onun, aradığı mürşit olduğunu nereden bilsin?
                              Saati tamir edip duvara astı.

                              “Saat çalışıyor!..”
                              - “Tamam” dedi. “Saat çalışıyor”.
                              Ancak mübarek zat bir nazar etti saate. Çalışmakta olan saat durdu yine. Delikanlı şaşırdı. Ancak buna bir mânâ veremedi.
                              Tekrar indirdi saati. Tamir edip astı yerine. Fakat büyük velinin bir nazarıyla tekrar durdu saat.
                              Genç iyice şaşırmıştı.
                              Üçüncü defa yine çalıştırıp astı. Ancak yine öyle olunca, kavradı meseleyi. Kendi kendine,
                              - “Tamam”, dedi. “Ben aradığımı buldum. Benim bozuk kalbimi tamir edecek usta bu galiba!..”
                              O böyle düşünürken, büyük zat;
                              - Evet evladım, buyurdu. Aradığını buldun, mübarek olsun.
                              Genç zeki ve kabiliyetliydi. Sarıldı ellerine;
                              - Efendim, ben sizi değil, siz beni buldunuz, dedi.
                              Mübarek, tasdik manasında gülümsedi sadece. Gerçekten de çoğu zaman böyle olurdu. Talebe hocayı değil, hoca talebeyi bulurdu.

                              Dünya nedir?
                              Bir gün, bazı kimseler;
                              - Dünya nedir? diye sordular bu zata.
                              Cevabında;
                              - İnsana Allahü tealayı unutturan her şey dünyadır, buyurdu.
                              - Bize ne tavsiye edersiniz? dediler.
                              Buyurdu ki:
                              - Dünyanın malına, mevkiine düşkün olmayın. Gönül vermeyin şu faniye.
                              Sordular:
                              - Neye gönül verelim hocam?
                              - Ahirete gönül verin, buyurdu.Ahiretin güzelliklerine talip olun. Cenneti isteyin. O, sonsuzdur, elden çıkmaz.
                              Şöyle bitirdi sözlerini:
                              - “Sonsuz” nimetler varken “Geçici” olana dönüp bakar mı insan?

                              Yorum

                              İşlem Yapılıyor
                              X