? menkıbeler

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • baymarti
    Member
    • 12-05-2005
    • 944

    Konu: ? menkıbeler

    Ne büyük nimet

    19 Ocak 2006 Perşembe
    Hindistan evliyasından “Hacı Hıdır Efgan” hazretleri, sevdikleriyle müsafeha ederken birden durdu ve müsafeha ettikleri elleri göstererek;
    - Bu iki el birbirinden ayrılmadan günahlar dökülür, buyurdu. Bu, ne büyük nimettir. Bunları duymak bile insana huzur veriyor.
    - Huzurlu olmak, günahsız olmaya mı bağlı? dediler.
    - Evet, buyurdu. Günah işlenmeyen yerde huzur vardır. Günah işlenirse huzursuzluk başlar.
    - Günah işlememenin yolu nedir hocam?
    - Allah adamları ile sohbet etmek veya onların kitaplarını okumaktır. Bu nimete kavuşan kimse günah işleyemez. Çünkü günahlar iğrenç gelir ona.

    Müminin tek gayesi
    Bir gün de bazı sevdiklerine;
    - Kardeşlerim, her müminin yegâne gayesi, Rabbimizin rızasını ve sevgisini kazanmak olmalıdır, buyurdu.
    Sordular:
    - Allah tarafından sevilmenin yolu nedir efendim?
    - Dünyayı sevmemektir.
    - İnsanlar tarafından sevilmenin yolu?
    - Kendini sevmemektir.
    - Başka hocam?
    - Bir de insanların elindekini sevmemektir. Görmez misiniz, insanlar arasındaki kavgaların çoğu, “Almak” yüzünden çıkar. “Vermek” yüzünden kavga edildiği duyulmuş mudur?

    Kızmamak için
    Bir gün de sevdiği bir genç;
    - Efendim, ben çok çabuk kızıyorum. Ne yapayım?diye sorunca;
    - Ölümü hatırlarsan kızmazsın, buyurdu.
    - Peki hocam, son nefeste Allah diyebilmek için ne yapayım?
    - Hemen başla evladım.
    - Neye?
    - Allah demeye.
    - Hocam ben şimdi değil, son nefesimde Allah demek istiyorum.
    - İyi ya evladım. Şimdiden başla söylemeye. Alıştır ağzını. Şimdi söylemezsen, can çekişirken, o sıkıntılı anda nasıl diyeceksin?
    - Diyemem mi?
    - Çok zor. Çünkü o anda şuur kalkar. Allah demek çok çetin olur.

    Yorum

    • baymarti
      Member
      • 12-05-2005
      • 944

      Konu: ? menkıbeler

      Ahiret yolcusuyuz

      20 Ocak 2006 Cuma
      Erzincan evliyasından “Hacı Muhammed Sami Efendi”, bir gün sevdiklerine:
      - İnsan uzak bir yere gitmek istediğinde ne yapar? diye sordu.
      - Bir vasıtaya biner,dediler.
      - Biz de çok uzak bir yere varmak için yola çıkan yolcularız, buyurdu. “Ahiret yolcusu”yuz yani. Bu yolculuğun son durağı ya “Cennet”tir, ya da “Cehennem”.
      Ve ekledi:
      - Biz de bu yolculukta hedefe selametle varabilmek için bir vasıtaya, bir gemiye binmişiz kardeşlerim.
      - O hangi gemi efendim?
      Buyurdu ki:
      - Bu gemi, “Ehl-i sünnet gemisi”, kaptanı da “İmam-ı azam”hazretleridir.

      İnsanların en akıllısı
      Bir gün de bazı sevdikleri bu zata gelip;
      - İnsanların en akıllısı kimdir?diye sordular.
      - Akıllı insan, ölüme hazırlanandır, buyurdu.
      - En ahmak kimdir efendim?
      - Ahiret için hazırlık yapmayandır.
      - İhlas nedir?
      - Samimiyet, yani her işi sırf Allah için yapmaktır.
      - Bu niyetin yanında biraz da dünya menfaati olsa hocam?
      - O zaman berbat olur işte.
      - Nasıl yani?
      - Bir bardak zemzemi düşünün. Bunun içine bir damla idrar karışsa ne olur?
      - Pis olur .
      - Yani içilmez mi artık?
      - Tabii hocam. Hiç kimse içemez.
      Buyurdu ki:
      - Bu da öyledir işte. Halis niyete az dünya menfaati karışsa, o iş on para etmez.

      Nefsi kıran şey
      Bir gün de;
      - Dinimizin temeli, nefse karşı gelmek, kibrini kırmaktır, buyurdu.
      - Nefsi, en ziyade kıran şey nedir? dediler.
      - Birine bir şey sormaktır, buyurdu.
      - Hikmeti ne acaba?
      - Çünkü nefs sormayı sevmez. Her şeyi bilirim zanneder. “O da benim gibi bir adam. Benden iyi mi bilecek?”der ve sormaz. Kibri yüzünden sıkıntıya düşer.

      Yorum

      • baymarti
        Member
        • 12-05-2005
        • 944

        Konu: ? menkıbeler

        Sevmek, söz dinlemektir

        23 Ocak 2006 Pazartesi
        Kastamonu velilerinden “Hacı Ramazan Efendi”, bir günkü sohbetinde;
        - Bütün kemâlât ve faziletler, “Allah dostları”nı sevmekte ve onlara uymaktadır, buyurdu.
        - Allah dostları kimlerdir? dediler.
        Buyurdu ki:
        - Peygamberler, eshab-ı kiram, mezheb imamlarımız ve binlerce ehl-i sünnet âlimi, veliler, hepsi de Allah dostu zatlardır.
        - Pekii sevmek nasıl olur hocam?
        - Sevmek, “itaat etmek”tir. Söz dinlemektir yani. Bir kimse bu büyüklere itaat etmiyor, sözlerini dinlemiyorsa, onları sevmiyor demektir.

        Îman, ışık gibidir
        Bir gün de;
        - Efendim, îman azalıp çoğalır mı?diye sordular.
        - Îman ışık gibidir, buyurdu. Azalır ve çoğalır. Fakat azalıp çoğalan, îmanın kendisi değil, parlaklığıdır.
        - Îman ne ile parlar ki hocam?
        - İslamiyete uymakla. Mümin, farzları yapıp haramlardan kaçtığı nisbette îmanının parlaklığı artar. Günah işlediği ölçüde de azalır.
        - Ne zaman yok olur hocam?
        - Mazallah küfre düşerse îman gider. Küfre düşmek de her zaman çok kolaydır. Her sözde ve her işte, îmanını kaybetmek ihtimali çokdur.
        - Nasıl yani?
        - Mesela bir farzın yapılmasına veya bir haramdan sakınmaya ehemmiyet vermeyenin îmanı gider. Bu halde ölürse, ahirette Cehenneme girer ve orada sonsuz olarak yanar. Ama küfürden kurtulmak da çok kolaydır.
        - Nasıl?
        - Tövbe ederse, affolur. Onun için her gün muhakkak tövbe ve istiğfar etmelidir.

        Başarı nedir?
        Bir gün de;
        - Başarı nedir?diye sordular bu zata.
        - Başarı, ahirette faydası olacak şeylerdir, buyurdu.
        Ve şöyle izah etti:
        - Kendisini Cehennemde yanmaktan kurtaramayan bir kimse, bütün dünyaya malik olsa bile, ne kıymeti vardır ki? Zira ölünce, hepsi elinden çıkacaktır.

        Yorum

        • baymarti
          Member
          • 12-05-2005
          • 944

          Konu: ? menkıbeler

          Kişi, sevdiğiyle beraberdir

          24 Ocak 2006 Salı
          Denizli evliyasından “Hacı Şam Dede” hazretlerine, bir gün sevdikleri gelip;
          - Efendim, “El mer’u mea men ehabbe” hadis-i şerifi ne manaya geliyor? diye sordular.
          Buyurdu ki:
          - Herkes bu dünyada kimi severse, ahirette de onunla beraber olacak demektir. Bu hadis-i şerif, Maide suresindeki, “Müşrikleri ve Yahudileri severseniz, onlardan olursunuz” mealindeki ayet-i kerimenin açıklamasıdır.
          - Burada, “Müşrikler” kelimesiyle kimler kastediliyor hocam?
          - Hıristiyanlar. Çünkü onlar, -hâşâ- “Allah üçtür” dedikleri için müşrik olmuşlardır.

          Nimete nankörlük
          Bir gün de;
          - Efendim, bir nimetin elden çıkmasına sebep olan şey nedir?diye sordular.
          - O nimetin kıymetini bilmemektir, buyurdu.
          Ve ekledi:
          - Kur’an-ı kerimde mealen, “Nimetlerimin kıymetini bilir, şükrederseniz onları artırırım. Kıymetini bilmez, nankörlük ederseniz, elinizden alır, şiddetli azab ederim” buyuruluyor.
          - Şükretmek nasıl olur hocam?
          - Şükretmek, günah işlememekle olur. Yani her nimeti Rabbimizin izin verdiği ve emrettiği yerde kullanmalıyız.
          - Dil ile “Elhamdülillah” veya “Çok şükür” demek de şükür olur mu ki?
          - Asıl şükür beden ile yapılandır.
          - Bir misal verseniz hocam.
          - Mesela “Göz” nimetine şükretmek için Allahü teâlânın bakmamıza izin verdiği yerlere bakılır, haram ettiği şeylere bakılmaz.
          - Îman nimetine nasıl şükredilir?
          - Bunun için Müslümanları sevmek ve bu nimeti, Allahü teâlânın diğer kullarına da ulaştırmak gerekir.

          Niçin ölmek
          istenmez?
          Bir gün de;
          - Efendim, insanlar neden ölmek istemezler?diye sordular bu zata.
          Buyurdu ki:
          - Çünkü o insanlar dünyalarını mâmur, ahiretlerini harab ettiler. İnsan, mamur yerden harap bir yere gitmek ister mi? Onun için ölmek istemiyorlar.

          Yorum

          • baymarti
            Member
            • 12-05-2005
            • 944

            Konu: ? menkıbeler

            En mühim dört şey

            25 Ocak 2006 Çarşamba
            Çeşt şehrinde vefat eden büyük velîlerden “Hacı Şerif Zendenî” hazretleri, bir günkü sohbetinde;
            - Kardeşlerim, salih bir Müslüman şu dört şeyi mutlaka yapmalıdır, buyurdu.
            - Onlar nedir? dediler.
            Buyurdu ki:
            - Önce ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup dînini iyice öğrenmeli. İkincisi, okuduklarını doğru anlamalı. Üçüncüsü, öğrendiklerini bizzat yaşamalıdır.
            - Ya dördüncüsü efendim?
            - Dördüncüsü de, bu öğrendiklerini diğer insanlara, eşe dosta, tanıdıklara, öncelikle de kendi yakınlarına, hanımına ve çoluk çocuğuna öğretmelidir.

            Cahillikten maksat
            Bir gün de;
            - Efendim, insanı Cehenneme götüren şey nedir? diye sordular.
            - Cahilliktir, buyurdu.
            - Cahillikten maksat nedir hocam?
            - İslâmiyeti bilmemektir. Öğrenmek farzdır çünkü. Her Müslümanın birinci vazifesi, dînini doğru olarak öğrenmektir. Bilmeden müslümanlık olmaz. Büyüklerimiz; “Dînini bilmeyenin dîni yoktur” buyurmuşlardır.

            En güzel emr-i maruf
            Bir gün de “Emr-i maruf” yapmanın ehemmiyetini anlatırken;
            - Allahın dînini, Onun kullarına öğretmeğe giderken basılan yerlere, melekler kanatlarını sererler, buyurdu.
            Sordular:
            - Emr-i maruf nasıl yapılır? dediler.
            - Alimleri, insanlara anlatarak veya kitaplara yazarak bu hizmeti yaparlar, buyurdu.
            - Biz nasıl yaparız hocam?
            - Biz de o İslam âlimlerinin yazmış olduğu kitaplardan alıp, eşe dosta, tanıdıklara vermekle, dağıtmakla yapabiliriz ancak.
            Ve ekledi:
            - Bu devirde en güzel emr-i maruf şekli, kitap vermektir.

            Pişmanlık tövbedir
            Bir gün de;
            - Allahü teala, günah işleyip de pişman olan kulunu, istiğfar etmeden önce affeder, buyurdu.
            - Tövbe etmeden mi? dediler.
            - Evet, buyurdu. Pişmanlık tövbedir zaten. Ama diliyle de istiğfar ederse daha iyi olur.

            Yorum

            • baymarti
              Member
              • 12-05-2005
              • 944

              Konu: ? menkıbeler

              Müminin alameti

              26 Ocak 2006 Perşembe
              Harput’un büyük velilerinden “Hacı Tevfik Rıfkı Efendi”ye, bir gün bazı sevdikleri gelip;
              - Efendim, müminin alameti nedir?diye sordular.
              Cevabında;
              - Güler yüzlü ve tatlı dilli olmaktır, buyurdu.
              - Ya münafığınki hocam?
              - Münafıklar, asık suratlı, çatık kaşlı ve somurtkan olurlar.

              Îmanın şartı nedir?
              Bir gün de;
              - Îmanın şartı nelerdir? diye sordu bir genç.
              - Îmanın bir tek şartı vardır, buyurdu.
              Delikanlı şaşırdı.
              - Îmanın şartı altı değil mi efendim?
              - O altı şart inanılacak şeylerdir oğlum. Îmanın esas şartı birdir. O da, “Hubb-i fillah” ve “Buğd-i fillah”tır. Bu şart olmadıkça, o altı şeye inansa da îman etmiş olmaz.
              Şöyle bitirdi:
              - Bir mümini, mümin olduğu için sevmeyen, bir kâfiri de kâfir olduğu için seven kimsenin îmanı yoktur.

              İşin temeli kalbdir
              Bir gün de;
              - Kardeşlerim, Cenab-ı Hak bizleri, her şeyden yüz çevirip, kendisine dönmemizi nasib eylesin, buyurdu. Biliniz ki, işin temeli kalbdir, gönüldür. Bu gönül, Allah’tan başkasına tutulmuş ise, yıkılmış demektir. Bir işe yaramaz.
              Şöyle devam etti:
              - Niyet güzel ve halis olmadıkça, yapılan hayır ve ibadetlerin hiç faydası olmaz. Her şey “Allah için” olmalıdır.
              - Allah için olmalı ne demek? dediler.
              Buyurdu ki:
              - Yani ameller, O emrettiği için, O beğendiği için yapılmalıdır. İnsanlar beğensin diye yapılırsa on para etmez. Ahirette suratına çarpılır o insanın.
              Sordular yine:
              - Gerçek Müslüman nasıl olur hocam?
              - Gerçek Müslüman, her ne iş yaparsa “Allah için” yapar. İnsanların beğenip beğenmediğini düşünmez. Onun işi, yalnız “Allah” iledir çünkü. Allahü teâlâ beğendi mi, tamamdır. Başkaları ilgilendirmez onu.

              Yorum

              • baymarti
                Member
                • 12-05-2005
                • 944

                Konu: ? menkıbeler

                Hubb-i fillah nedir?

                27 Ocak 2006 Cuma
                Kayseri evliyasından “Hacı Torun Efendi”ye, bir gün, bir talebesi gelip;
                - Efendim, “Hubb-i fillah” nedir? diye sordu.
                - “Hubb-i fillah”, ehli sünnet yolunda olan Müslümanları ve Allah’ın dinine hizmet edenleri Allah için sevmektir, buyurdu.
                Sordu yine:
                - “Buğd-i fillah” nedir hocam?
                - “Buğd-i fillah”, kâfirleri, yani Allahü tealanın düşmanlarını, Allah için sevmemektir. Ama bu, sadece sevmek ve sevmemektir. Yoksa dövüşmek ve münakaşa etmek değildir.
                - Hiç mi münakaşa etmeyeceğiz?
                - Hayır. Dostla da, düşmanla da münakaşa etmeyeceğiz.
                - Neden efendim?
                - Çünkü münakaşa dostla yapılırsa, dostluğu azaltır, düşmanla yapılırsa düşmanlığı artırır. Ayrıca kalp kırılmasına da sebep olur ki, kâfirin de kalbini kırmak günahtır dinimizde.

                Dünya, ne demektir?
                Bir gün de sevdiği bir talebesi;
                - Efendim, büyükler, “Dünyadan sakınınız!” buyuruyorlar. Bu ne demek? diye sordu.
                Cevabında;
                - Burada dünya demek, “haram” ve “günahlar”dır, buyurdu. Dünyadan sakınmak, haram ve günahlardan sakınmak demektir.
                - Ama haram işlemek tatlı geliyor hocam.
                - Evet, ama nefse tatlı geliyor. Nefs günahtan zevk alır çünkü. Ama İslâmiyete uyulursa, bu zevk gittikçe azalır. Günahtan kaçmaya devam edilirse, giderek tatsız ve zevksiz gelir.
                - Yine devam edilirse hocam?
                - O zaman haramlar “İğrenç” gelmeye başlar. Nefret eder, tiksinir günahtan. Haram işlemek arzusu hiç kalmayınca, kalbine “Allah sevgisi”dolar.
                Ve ekledi:
                - Böyle temizlenen kalbte, bilmediğimiz his uzuvları hasıl olur.
                - Ne gibi mesela?
                - Mesela “Kalb gözü”ve “Kalp kulağı” açılır o kimsenin. Bu göz ve bu kulakla, dünyanın her tarafını, hatta kabir hayatını görür ve her yerdeki sesleri işitir.

                Yorum

                • baymarti
                  Member
                  • 12-05-2005
                  • 944

                  Konu: ? menkıbeler

                  Mümine bakmak ibadettir

                  30 Ocak 2006 Pazartesi
                  Kayseri evliyasından “Hafız Osman Efendi”, bir günkü sohbetinde;
                  - Müminlerin, özellikle Allah adamlarının yüzüne severek bakmak ibadettir, buyurdu. İşin aslı muhabbettir çünkü.
                  - Efendim, evliya vefat ettikten sonra da ruhlarından feyz alınır mı?dediler.
                  - Elbette, buyurdu. Veliler vefat edince, kınından çıkmış kılıç gibi olurlar ki, daha çok feyz verirler. Ama şartları var. Birincisi, o zata sevgi ve muhabbet beslemektir.
                  - Başka hocam?
                  - Ehli sünnet itikadında olmak, haram işlememek ve beş vakit namazını kılmaktır. Bu şartlar varsa, feyz artarak gelir.

                  Öyle gün gelecek ki!..
                  Bir gün de sevdiklerine;
                  - Peygamber Efendimiz, içinde bulunduğumuz şu ahir zaman için ne buyuruyor, biliyormusunuz? diye sordu.
                  - Bilmiyoruz, ne buyuruyor? dediler.
                  - “Ahir zamanda öyle günler gelecek ki, dînini îmanını muhafaza etmek, avcunda ateşi tutmak gibi olacaktır” buyuruyor.
                  - Bize ne tavsiye edersiniz efendim?
                  - Ahir zamanda kurtulmanın bir tek çaresi vardır, iki değil.
                  - O nedir ki hocam?
                  - İyilerle beraber olmak. Arkadaşınız iyiyse, siz de iyisiniz. Nitekim hadis-i şerifte, “Kişinin dîni, arkadaşının dîni gibidir” buyuruluyor.

                  En sevgili iş
                  Bir gün de;
                  - Allahü teâlânın en sevdiği şey nedir? diye sordular.
                  - Önce “doğru îman”, buyurdu. Bu olmazsa, Cehennemden kurtuluş olamaz.
                  - Ondan sonra nedir hocam?
                  - Allahü tealanın kullarına hizmet etmektir. Bu da iki türlü olur. Biri, dünyalarıyla ilgilidir ki, bir mümini bir “dünya sıkıntısı”ndan kurtarmak, yüz sene nafile ibadetten daha sevaptır.
                  - Öbürü nedir efendim?
                  - İkincisi de ahiretleriyle ilgilidir ki, onlara “dinlerini öğretmek”tir. Bu sayede ebedi saadete ererler. Bu sevap yanında öncekinin sevabı, deniz yanında damla gibi kalır.

                  Yorum

                  • baymarti
                    Member
                    • 12-05-2005
                    • 944

                    Konu: ? menkıbeler

                    Îmanı gideren şeyler

                    31 Ocak 2006 Salı
                    Hindistan velilerinden” Hafız Sadullah Efendi”, bir gün sevdiklerine;
                    - Ramazân-ı şerifte açıktan oruç yiyenin îmânı gidebilir, buyurdu.
                    - Hikmeti nedir? dediler.
                    - Çünkü âşikâre oruç yemek, Allahü teâlânın emrini hafife almak, ehemmiyet vermemek alâmetidir, buyurdu. Allahın emrine ehemmiyet vermeyenin îmanı gider.
                    - Namaz da öyle midir efendim?
                    - Elbette. Namaza ehemmiyet vermeyenin de îmanı gider. Çünkü namaz kılmak da Allahın emridir. Kur’anı Kerimde; “Namaza ehemmiyet vermeyenlere lânet olsun” buyuruluyor.
                    Sordular:
                    - Ehemmiyet vermemek nasıl anlaşılır hocam?
                    - En bariz işareti, kılmamak ve kılmadığına üzülmemektir.
                    - Kılamadığı için üzülüyorsa hocam?
                    - Üzülürse, îmanı olduğu anlaşılır.
                    Şöyle bitirdi:
                    - Beş vakit farz namazı, severek, özenerek ve şartlarına uygun olarak kılmalıdır ki, Müslüman olana da bu yakışır.

                    Kalb temizliği için
                    Bir gün de;
                    - Efendim, kalbleri temizlemenin ilacı nedir?diye sordular bu zata.
                    Cevabında;
                    - Ehl-i sünnet âlimlerinin, Allah dostlarının sohbetidir, buyurdu.
                    Sordular:
                    - Bizzat sohbetlerinde bulunmak şart mıdır hocam?
                    - Hayır. O zatların kitaplarını okumak da kalbleri temizler. Zira kitap okumak, sohbet gibi feyz verir. Her gün, bir iki sayfa olsun, mutlaka okumalıdır.
                    Sordular yine:
                    - Dualarımızın kabul olması için bize ne tavsiye edersiniz efendim?
                    - Haram yemeyin ve haram konuşmayın.
                    - Hikmeti ne efendim?
                    - Çünkü harâm giren ve haram çıkan ağızla yapılan duayı Allahü teâlâ kabul etmez. Ayrıca bir şey daha var.
                    - O nedir hocam?
                    - Bir de Allah dostlarını, evliya zatları vesile ederek dua edin. Bu da, duanın kabulüne en mühim sebeptir.

                    Yorum

                    • baymarti
                      Member
                      • 12-05-2005
                      • 944

                      Konu: ? menkıbeler

                      Tevekkül nedir?

                      01 Şubat 2006 Çarşamba
                      İstanbul’da medfun bulunan büyük velilerden “Hakîm Çelebi” hazretleri, bir günkü sohbetinde;
                      - Müslüman, her işinde Allahü teâlâya tevekkül eder, buyurdu.
                      Dinleyenler;
                      - Tevekkül nedir?diye sordular.
                      - Tevekkül, çalışmadan yatıp beklemek değildir, buyurdu. Tevekkül, sebebine yapışıp, fakat o sebebin tesirini Allahü teâlâdan beklemektir.
                      Sordular:
                      - Yani çalışmadan dua edilmez mi efendim?
                      - Hayır. Bu, neye benzer biliyor musunuz?
                      - Neye benzer hocam?
                      - Namaz kılmadan, “Yâ Rabbî günahlarımı affet” demeye benzer ki, kabul olmaz tabii.
                      - Neden hocam?
                      - Çünkü namaz kılmayanın duası kabul olmaz kardeşlerim.

                      Bizim ilk mürşidimiz
                      Bir gün de gençten biri, bu zata gelerek anne babasından şikâyette bulundu. Büyük veli, ona şefkatle bakıp;
                      - Evladım, hazret-i Ali ne buyuruyor, biliyor musun? diye sordu.
                      Genç adam;
                      - Bilmiyorum, dedi. Ne buyuruyor?
                      - O Allahın arslanı, ilim şehrinin kapısı olan büyük sahabî; “Bana bir kelime öğretenin kölesi olurum”, buyuruyor.
                      Ve sordu kendisine:
                      - Annen baban sana hiçbir şey öğretmediler mi evladım?
                      - Öğrettiler tabii efendim.
                      - Hem de kaç bir kelime öğrettiler değil mi? Bizim ilk mürşidimiz annelerimiz ve babalarımızdır oğlum.
                      Şöyle devam etti:
                      - Ninni söylerken, annelerimiz “Allah”demeyi öğretmişti bize, öyle değil mi?
                      - Evet efendim.
                      - Biraz büyüyüp bazı şeyleri anlayacak yaşa geldiğimizde, “Peygamber Efendimiz”i anlatırdı babalarımız.
                      - Doğru hocam.
                      - Öyleyse onların kulu kölesi olmamız gerekmez mi oğlum?
                      Delikanlı mahcup olmuştu.
                      - Haklısınız efendim, dedi ve elini öpüp ayrıldı huzurundan.
                      Bir daha da üzmedi onları.

                      Yorum

                      • baymarti
                        Member
                        • 12-05-2005
                        • 944

                        Konu: ? menkıbeler

                        Abdülazîz Bekkine hazretleri
                        Abdülazîz Bekkine hazretleri Mehmed Zâhid Efendi vâsıtasıyla Tekirdağlı MustafaFeyzî Efendi ile tanıştı ve sohbetlerine devâm etti. Yirmi yedi yaşındayken 1922'de mânevî ilimlerde irşâd selâhiyeti mertebesine ulaştı. Râmûz el-Ehâdis kitabını okutma icâzeti aldı. Bütün hayatı boyuncaİslâmiyeti öğrenmek ve öğretmekle meşgûl oldu. pek çok talebe yetiştirdi. Sohbetleri tatlı bir hava içinde geçerdi. Konuşmaları kısa, mânâlı ve özlü idi. Bir gece, sohbetinde talebelerine dedi ki:
                        "Bir gün gelir danışacak hocalarınız da bulunmaz. Öyle bir günde seçeceğiniz insanda arayacağınız vasıf nedir?"
                        Orada bulunanlar değişik şeyler söylediler. Fakat bu cevapları yeterli bulmayan Abdülazîz Bekkine şöyle söyledi:
                        "O kimsenin sabrını kontrol edersiniz. İnsanlarda riyânın karışamıyacağı, anlaşılabilir tek vasıf sabırdır. Sabır musîbet geldiği an (ilk anda) hiç şikâyet edilmeden sîneye çekebilme hâlidir. Şâyet o kimse ilk anda feverân eder de sonra sîneye çekerse, ona sabırlı değil tahammüllü insan denir."
                        Bir sohbetinde de şöyle dedi:
                        "Müminin dünyâya bakışı öyledir ki, dünyâdaki zevk ve sefâya bakar, arkasında Cehennem'i görür. Meşakkate, hizmete bakar, arkasında Cennet'i görür. Yâni müminin nazarı dünyâya takılmaz."
                        Abdülazîz Bekkine iki defâ hacca gitti. İkinci gidişinde hacdan döndükten sonra rahatsızlandı. Yakalandığı rahatsızlıktan kurtulamıyarak 57 yaşında 2 Kasım 1952 (H.1372) senesinde İstanbul'da vefât etti. Edirnekapı Sakızağacı kabristanında defnedildi.
                        Abdülazîz Bekkine zekî bir kimse idi. Hangi meslekten, tahsîl ve kademeden olursa olsun sohbetinde bulunan herkes, zekâ ve ilmine hayran kalırdı. Hoş sohbet olup, meclisinde bulunanlar ondan ayrılmak istemezlerdi. Sohbetleri umûmiyetle sualli-cevaplı geçerdi. Sohbetlerinde zaman da mevzubahs değildi. Umûmiyetle yatsı namazından sonra oturulur, bâzan sabaha kadar devâm edilirdi.
                        Buyurdular ki:
                        "Bu işin (âhiret yolculuğunun) mihveri Allah'ın muhabbetidir."
                        "Seni Mevlâdan alıkoydu ise, dünyâ bir çöp de olsa dünyâdır."
                        "Peki, demesini öğrenmek lâzımdır."
                        "İslâmiyet baştanbaşa mes'ûliyet ve mükellefiyettir. Ondan kaçamayız."
                        "Tâlib başkasının yükünü yüklenip, kimseye yük olmayan kimsedir."

                        Yorum

                        • baymarti
                          Member
                          • 12-05-2005
                          • 944

                          Konu: ? menkıbeler

                          “Bu kitapları okuyor musun?”

                          06 Şubat 2006 Pazartesi
                          Şam’da vefat eden “Halîmî Çelebi” hazretleri, bir gün mahalleden bir gencin evine gitmişti. Kitaplıkta dizilmiş dînî kitapları göstererek;
                          - Bunları okuyor musun evladım? diye sordu gence.
                          - Hayır efendim, dedi. Okuyamıyorum.
                          - Neden?
                          - Okumaya pek vaktim olmuyor.
                          - Pekâlâ, buyurdu. Sana bir şey soracağım oğlum. Mesela hasta olan birisi doktora gidip ilaçlarını alsa,
                          - Evet efendim.
                          - O ilaçları getirip ilaç dolabının raflarına güzelce dizse.
                          - Evet.
                          - Onları kullanmadığı müddetçe o ilaçların ona bir faydası olur mu?
                          Delikanlı düşünmeden cevap verdi:
                          - Olmaz tabii efendim.
                          - Pekii, bir kimse de dînî kitapları alıp kitaplığın raflarına dizse. Onları okumadığı müddetçe o kitaplardan istifade edebilir mi?
                          Genç büktü boynunu.
                          - Edemez tabii hocam.
                          - Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi?
                          - Evet efendim, çok iyi anladım. Bu günden itibaren okuyacağım inşallah.

                          Çok yaşamak istiyorum
                          Bir gün de bir kimse bu zata gelip;
                          - Efendim, ben uzun yaşamak istiyorum, acaba ne yapmalıyım? diye sorduğunda;
                          - Öyleyse ölümü unutma, buyurdu.
                          O kimse şaşırmıştı.
                          - Efendim ben ölmeyi değil, çok yaşamayı istiyorum.
                          - İyi ya, çok yaşamak istiyorsan, ölümü hatırından çıkarma.
                          - Anlamadım, neden böyle söylüyorsunuz hocam?
                          - Ölümü hatırlamak, ömrü uzatır da onun için kardeşim.
                          - Öyle mii, ölümü hatırlamak ömrü mü uzatır?
                          - Evet öyledir.
                          - Pekii, ya ölümü unutmak?
                          - Ölümü unutanın ömrü kısa olur. Böyleleri üç şeye hasret giderler. Topladığına doymaz, umduğuna kavuşamaz, ahiret yolculuğu için yeterli hazırlık yapamazlar.

                          Yorum

                          • baymarti
                            Member
                            • 12-05-2005
                            • 944

                            Konu: ? menkıbeler

                            “Halinden şikâyet etme!”

                            07 Şubat 2006 Salı
                            Nişabur’da yaşayan velilerden “Hamdun-u Kassar” hazretlerine, bir gün bir tanıdığı gelip de;
                            - Efendim, bütün sıkıntılar beni buluyor, çok bunaldım, diye dert yanınca;
                            - Hâlinden şikâyet etme, buyurdu. Şükredici ol!
                            - Nasıl şükredeyim efendim. Sıkıntıların biri bitip öteki başlıyor. Artık dayanamıyorum.
                            - Olsun kardeşim. Beterin beteri vardır. Sen buna şükret yine.
                            Böyle deyince utandı, mahcup oldu ve başını öne eğip sessizce mırıldandı:
                            - Galiba haklısınız hocam. Tövbe ediyorum. Yine de şükürler olsun bu halimize.
                            Sonra kaldırdı başını.
                            - Bir şey sorabilir miyim efendim?
                            - Tabii kardeşim, sor.
                            - Herkese iyilik yapmak zorunda mıyız?
                            - Hayır. Kimseye iyilik yapmaya mecbur değiliz. Ama hiç kimseye de kötülük yapmaya hakkımız yoktur.

                            Acele şeytandandır
                            Bir gün de sevdiği bir gence;
                            - Sana bir nasihatte bulunayım mı evladım? diye sordu.
                            Delikanlı memnun olmuştu.
                            - Tabii hocam, çok sevinirim.
                            Buyurdu ki:
                            - Hiçbir işinde acele etme evladım, teenni ile hareket et. Teenni Rahmandan, acele şeytandır.
                            - Acele şeytandan mıdır?
                            - Evet. Hadis-i şerifte; “Teenni eden isabet eder, acele eden hata eder” buyuruldu.
                            - Teennî nedir efendim?
                            - Teennî, acele etmemektir.

                            Akıllı insan
                            kimdir?
                            Bir gün de;
                            - Akıllı insan kimdir? diye sordular bu zata.
                            - Akıllı insan, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir, buyurdu.
                            - Nelerin kıymetini bilmeliyiz? dediler.
                            - İhtiyarlıktan önce gençliğin, hastalıktan önce sağlığın, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin, ölümden önce hayatın kıymetini bilin, buyurdu.

                            Yorum

                            • baymarti
                              Member
                              • 12-05-2005
                              • 944

                              Konu: ? menkıbeler

                              “Akarsu” gibi ol!

                              08 Şubat 2006 Çarşamba
                              Nişabur’da yaşayan velilerden “Hamdun-u Kassar” hazretleri, nasihat isteyen bir gence;
                              - Evladım, cömertlikte akarsu gibi, şefkatte güneş gibi ol, buyurdu.
                              Delikanlının hoşuna gitti bu nasihat.
                              - Başka efendim?
                              - Kusurları örtmekte gece gibi, öfkede ölü gibi, tevazuda toprak gibi, müsamahada deniz gibi ol evladım.

                              Arkadaş,
                              insanın aynası
                              Bir gün de komşu bir genç bu zata gelerek;
                              - İnsanın aynası nedir? diye sordu.
                              Cevabında;
                              - Arkadaşıdır, buyurdu.
                              - Ahmaklık nedir?
                              - Hatada ısrar etmektir.
                              - Akıllı insan kimdir?
                              - Allah’tan korkandır.
                              - Arkadaşın en iyisi?
                              - Ona Allah’ı hatırlatandır.
                              - Asıl zenginlik?
                              - Gönül zenginliğidir.

                              Güzel ahlâk nedir?
                              Bir gün de;
                              - Güzel ahlâk nedir?diye sordu bir talebesi.
                              - Güzel ahlâk, güler yüzlü ve cömert olmak ve kimseyi üzmemektir, buyurdu. İnsanlara ferahlık ver evladım, sevindir onları. İçi aydınlık olan, dışına ışık verir.
                              Delikanlı sordu yine:
                              - Vaktimi ne ile değerlendireyim efendim?
                              - Önce dînini mükemmel öğren evladım. Bunun için ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından mutlaka her gün oku. Arkadaşlarına ver, onlar da okusunlar. Böyle yaparsan, vaktini en güzel şekilde değerlendirmiş olursun.

                              Melekler kâtip olsa...
                              Bir gün de, bazı sevdiklerine;
                              - Kardeşlerim, namazlarınızı mutlaka cemaatle kılın, buyurdu.
                              - Neden? dediler.
                              - Çünkü sevabı çoktur.
                              -Nasıl çok mesela?
                              Buyurdu ki:
                              - Mesela cemaate ilk rekatte yetişmenin sevabını yazmak için bütün ağaçlar kalem, denizler mürekkep, melekler kâtip olsalar ve kıyamete kadar yazsalar, yine bitiremezler.

                              Yorum

                              • baymarti
                                Member
                                • 12-05-2005
                                • 944

                                Konu: ? menkıbeler

                                Doğruyu bulmak için...

                                09 Şubat 2006 Perşembe
                                Hindistan âlim ve velilerinden “Hamidüddin Nagurî” hazretleri bir günkü sohbetinde;
                                - Kardeşlerim, çok kitap okumakla doğruyu bulmak mümkün değildir, buyurdu.
                                Ordakiler anlayamadılar.
                                - Doğru, başka nasıl bulunur ki efendim?
                                - Doğru kitabı çok okumakla.
                                - Nasıl yani hocam?
                                - Yani rastgele yüz kitap okuyacağınıza, bir doğru kitabı yüz defa okuyun.
                                - Pekii, doğru kitap hangisidir ki efendim?
                                - Ehl-i sünnet âlimlerinin Allah için yazdığı kitaplardır. O kitapları okuyan, hem dînini doğru öğrenir, hem de kalbi temizlenir.

                                İlle edeb, ille edeb
                                Bir gün de sevdikleriyle sohbet ederken;
                                - Kardeşlerim, bizim yolumuzun başı da, ortası da, sonu da “Edeb”dir, buyurdu. Çünkü edebe riayet etmeyen kimse, Allah’ın dostu olamaz. İlle edeb, ille edeb...
                                - Peki edeb nedir? dediler.
                                - Edeb, haddini bilmektir, buyurdu.

                                Ey insanlar, uyanın!
                                Bir gün de, şunu anlattı sevdiklerine:
                                Evliyadan birini vefatından sonra sevdikleri rüyada görüp;
                                - Dünyaya geri dönmek ister misiniz? diye sormuşlar.
                                O zat cevabında;
                                - Dünyanın tamamını bana verseler, yine istemem. Ama tek şey için geri dönerim, buyurmuş.
                                Sormuşlar:
                                - O nedir ki?
                                - Geri döndüğümde, ayağıma demirden bir ayakkabı giyer, elime bastonumu alır bütün dünyayı kapı kapı dolaşırım, buyurmuş.
                                - Niçin? demişler.
                                Buyurmuş ki:
                                - Kapıya çıkanlara; “Ey insanlar uyanın!” der ve onlara ölüm acısının şiddetini, kabrin sıkmasını, mahşerin dehşetini, Mizanın korkusunu, Sırattan geçmenin zorluğunu anlatırım.

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor
                                X