Sağlık ile ilgili her konu

Kapat
Önemli Konu
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    Konu: Sağlık ile ilgili her konu

    Cinsel gücünüzü artırın!

    Eski çağlarda aşk çiçeği olarak ün salan karanfil afrodizyakların en etkililerinden biridir.

    Romalılarda baştanrı Jüpiter’in çiçeği olarak kabul ediliyor, aşıklara özel yapılan törenlerde kullanılıyor, Ortaçağ’da nişanlılığı simgeliyordu.

    Eski Yunanlılar karanfili “Gök Baba”ya adamış ve ona çiçeklerin çiçeği adını vermişlerdi. Endonezya’da yetişen baharat çeşidi, Mersin bitkisiyle akrabadır ve kışları yapraklarını dökmeyen bir ağacın tomurcuklarıdır. Karanfil yemeklere tat ve koku vermek amacıyla uzun yıllardır kullanılmaktadır. Çiçekleri şekerlemelerde, taç yaprakları çorba, sos, şurup, likör ve şaraplara eklenir.

    Kadın ve erkeklerde cinsel arzuyu arttıran karanfil, ayrıca kadınların hamile kalmasını kolaylaştırır ve doğuma yardım eder. Güçlü bir mikrop kırıcıdır. Mide ve bağırsakta gaz oluşumunu engeller. Mideyi çalıştırıp, iştah açar, sindirime faydası vardır. Bunların yanında hafızayı güçlendirir ve sinirsel baş ağrılarını giderir.

    Nelere faydası var?

    • Cinsel gücü arttırır ve cinsel isteksizliği azaltır

    • Kadınların hamile kalmasını kolaylaştırır ve doğuma yardımcı olur

    • Çok kuvvetli bir mikrop kırıcıdır

    • Mide ve bağırsakta gaz oluşumunu engeller

    • Mideyi çalıştırır ve iştah açar

    • Sindirimi kolaylaştırır

    • Sinirleri kuvvetlendirir

    • Zihni rahatlatır ve unutkanlığı engeller

    • İshale iyi gelir

    • Sinirsel baş ağrısına iyi gelir

    • İdrar söktürür

    • Özellikle hasta bakan insanların mikroplardan korunmasını sağlar.

    Nasıl kullanılır?

    Sofrada


    Çiçeğinin taç yaprakları salata, çörek ve sandviçlerde kullanılır. Şeker, reçel, sirke ve şaraba tat vermesi için eklenir.

    Karanfil Şurubu

    25 ml. Kaynar su taze taç yapraklarının üzerine dökülür ve 12 saat bekletilir. Süzgeçten geçirilip 225 gram şeker eklenir ve karıştırılır. Hazır olduğunda cam bir şişede saklanabilir.

    Sağlık için

    Çay gibi demlenen taç yapraklarının suyu, şaraba katılıp içilir. Karanfil baharatı ise dövülüp toz olarak içeceklere katılabilir. Ya da diş ağrısında ağrıyan dişin üzerine konulabilir

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      Konu: Sağlık ile ilgili her konu

      Kadınlarda cinsel isteksizlik

      Cinsel isteksizlik bir cinsel işlev bozukluğudur ve uygun terapi yöntemleriyle genellikle kısa süreler içinde düzelebilen bir rahatsızlıktır.

      Memorial Hastanesi'nden Uzman Psikolog Aslıhan Tokgöz kadınlarda cinsel isteksizlik ile ilgili şu bilgileri verdi:

      Cinsel isteksizlik, yeterli cinsel uyarı olmasına rağmen kadının cinsel arzu duymaması durumudur. Cinsel isteksizlik bir cinsel işlev bozukluğudur ve uygun terapi yöntemleriyle genellikle kısa süreler içinde düzelebilen bir rahatsızlıktır. Terapi seçeneği olarak ilaç tedavileri değil de, bilişsel davranışçı tekniklerle yürütülen terapiler öncellikli olarak kullanılır.

      Her ne kadar bazı teoriler bireylerin cinsel istek düzeylerinin fiziksel (genetik, biyolojik) olduğunu idda etseler de yapılan bazı araştırmalar sonucu; eğer cinsellik yaşam olaylarıyla veya eğitimle kısıtlanmaz, kötülenmez ya da saptırılmaz ise cinsel dürtüler herkes tarafından yaşanır.

      Bu doğrultuda cinsellik konusunda yanlış ya da eksik eğitim, kronik fiziksel sağlık problemi, depresyon, anksiyete, olumsuz yaşam olayları (cinselliğe bağlı olan ya da olmayan), evlilik problemleri, madde bağımlılığı (eg. alkol), doğum kontrol haplarının kullanımı, hamilelik ve doğum sonrası, hamile kalma korkusu, fiziksel yorgunluk ve açıklanmayan ve karşılanmayan cinsel arzular cinsel isteksizliğe sebep olabilir.

      Cinsel isteksizliğin ortaya çıkmasında cinselliğin nasıl algılandığı da önemlidir. Eğer kadın cinselliği sadece çocuk yapmak ve eşinin cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan bir aktivite olarak algılarsa (ki çoğu zaman karşılaşılan durumdur) cinsel isteksizlik ortaya çıkabilir. Ayrıca eşler arasındaki duygusal bağ da önemlidir.

      İnsanlar sergiledikleri davranışlar sonucunda ödül (cinsellik de bu ödül haz duymak ya da orgazm olmak olabilir) alırlarsa bu davranışı tekrarlamaya yatkındırlar ve aynı zamanda bunun tersi de olur; eğer davranışlarımızın sonucu bizi rahatsız ediyorsa bu davranışları sergilemekten kaçınırız. Yani insan cinsellikten ne kadar çok haz alırsa o kadar çok istekli olur.

      Cinsel isteksizlik tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır. Eşler bu durumlarda anlayışlı ve paylaşımcı olarak cinsel isteksizliğe sebep olan nedeni araştırıp çözümleyebilirler. Ancak bazı durumlarda bunu gerçekleştirmek için profesyonel yardıma ihtiyaç duyabilirler.

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        Konu: Sağlık ile ilgili her konu

        Yataktaki kabusa son

        Aşırı zorlama ve değişik pozisyon denemeleri sonucunda ve 40-60 yaş arası grubunda Peyroni hastalığı olarak ortaya çıkan penis eğriliği yapılan bir operasyon ile düzeltilebiliyor.

        Penis eğriliklerinin aşağıya doğru, yukarı doğru ya da yanlara olmak üzere çeşitli tipleri olabilir. Doğuştan olan penil eğriliklerinde penisin iç dokularında kısmi doku yapışıklıkları nedeniyle yapışıklığın bulunduğu yöne doğru eğriliğiyle görülür. Özellikle ergenlik çağında penisin boyutlarının büyümesiyle ortaya çıkar. Eğriliğin derecesine göre penisin şekli cinsel ilişkiyi zorlaştırabilir veya ilişkiye engel olabilir. Tanı, ereksiyon halindeki penis’in görülmesi ile rahatlıkla konur. Doğuştan olan penil eğriliklerin ilaçla tedavisi mümkün değildir. Bu hastalarda cerrahi tedaviyle penis düzeltilebilir. Sonuç tam başarılıdır.

        Penisin edinsel eğrilikleri genellikle 2 nedenle oluşabilir:

        - Ereksiyon halindeki penisin cinsel ilişki sırasında değişik pozisyonlarda veya aşırı zorlamalarıyla maruz kaldığı travmalar sonucu kavernöz dokularda yırtılmalar oluşması. Bu hastalarda hemen cerrahi tedavi ile dokuların tamiri yapılmazsa genellikle peniste eğriliğe neden olabilir. Bu tip eğrilikler daha sonra gene bazı özel cerrahi teknikler kullanılarak ameliyatla düzeltilebilir.

        - Peyroni hastalığı özellikle 40-60 yaş hasta grubunda oluşur. Bu hastalığın oluşum mekanizması tam olarak aydınlatılamamıştır. Nedenleri arasında: Cinsel ilişki sırasında oluşabilecek mikrovasküler travmalar, E vitamini yetersizliği vücuttaki büyüme faktörlerinden oluşacak patolojiler vardır. Hastalığın yaklaşık 12 ayı bulan akut döneminde peniste ereksiyonla oluşan şiddetli ağrılar ve eğrilik olabilir.Hastaların az bir kısmında semptomlar kendiliğinden düzelebilir. (ilk 12 ayda). Ancak bu dönemin sonrasında önemli bir hasta grubunda belirtiler ilerler ve ağrılar kaybolsa da peniste eğirlik giderek artabilir. Bazen de her iki yanda oluşabilecek lezyona bağlı olarak kum saati gibi boğumlu bir penis görünümüne neden olabilir. Peyroni hastalığının ilk döneminde (1 yıl) ağızdan alınabilecek bazı ilaçlar % 30-40 civarında düzelme sağlayabilir. Lezyonun içine yapılan bazı enjeksiyonlar ile de kısmi düzelmeler görülmüştür. Eğriliği düzeltmeye yönelik asıl tedavi cerrahidir. Bu amaçla çeşitli cerrahi teknikler kullanılabilir. Bu belirtilen ameliyatlar hastalarda ereksiyonun normal olduğu durumlarda uygulanır. Ancak eğer ereksiyon sorunu mevcut ise penis eğriliği penil protez ameliyatı ile tedavi edilir.

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          Konu: Sağlık ile ilgili her konu

          Çocuklarınızın yedikleri alerji yapar mı?

          Son yıllarda yapılan araştırmalar, katkı maddelerinin küçük çocuklardaki hiperaktivite ve dikkat eksikliği gibi psikolojik bozukluklarda da rolü olabileceğini ortaya koydu.

          Yiyeceklerimize, içeceklerimize renk, koku, tat vermek ve onların uzun süre bozulmalarını önlemek için kullanılan binlerce katkı maddesi var. İlaçlarda ve kozmetik ürünlerde de yaygın olarak kullanılan bu katkı maddelerinin, duyarlı kişilerde başta allerjiler olmak üzere, astım, migren tipi baş ağrıları, karaciğer büyümesi, kanser, depresyon ve çeşitli ruhsal bozukluklar… gibi pek çok hastalığa, neden olabilecekleri ileri sürülmüştü.

          Son yıllarda yapılan araştırmalar, katkı maddelerinin küçük çocuklardaki hiperaktivite ve dikkat eksikliği gibi psikolojik bozukluklarda da rolü olabileceğini ortaya koydu. Aslında, ilk kez 30 yıl önce çeşitli yiyeceklerin ve katkı maddelerinin çocuk psikolojisini etkileyebileceği ileri sürülmüş ve o zamandan beri yapılan bir çok araştırmada çelişkili sonuçlara ulaşılmıştı.

          EN SON ARAŞTIRMA
          Bu araştırmaların en yenisi, geçtiğimiz günlerde İngiltere’de Southampton kentinde 3 yaşındaki çocuklar üzerinde tamamlandı ve sonuçları tüm dünyada dikkatleri tekrar katkı maddelerinin üzerine çekti.

          Araştırma kapsamına alınan 277 çocuğun, 75’inde hiperaktivite, 79’unda allerji ve 36’sında hiperaktivite ve allerji birlikte bulunurken, 87 çocukta ise ne allerji ne de hiperaktivite vardı.

          Araştırma, çeşitli cips, şekerlemeler ve gazozlarda çok sık kullanılan tartrazin(E102), karmen kırmızısı(E122), günbatımı sarısı(E110) ve ponceau 4R(E124) gibi renk verici maddelerin ve koruyucu bir madde olan sodyum benzoatın (E211) çocukların davranışları üzerindeki etkilerini saptamak için düzenlenmişti.

          Araştırmada, çocukların diyetinden yapay renklendiriciler ve sodyum benzoat çıkarıldığında, çocuklardaki davranış bozukluklarının düzeldiği, bu maddeleri içeren içeceklerin verilmesiyle davranış bozukluklarının tekrar ortaya çıktığı belirlendi.

          Elbette, tek bir araştırmanın sonuçlarına dayanarak bu tür katkı maddelerinin yasaklanması söz konusu değildir. Çünkü, Avrupa Birliği, katkı maddeleri için çok sıkı denetimler uygulamaktadır. Bu ülkelerde, yiyecek ve içeceklerde, E-sayıları ile tanımlanan katkı maddelerinin kullanılmasına izin verilmiştir. Ancak, yine de, özellikle allerji ya da hiperaktivite sorunları olan çocukların katkı maddesi içeren ürünlerden uzak tutulmaları daha doğrudur.

          KATKI MADDELERİ VE NEDEN OLDUKLARI RAHATSIZLIKLAR
          En çok kullanılan katkı maddeleri ve bunların neden oldukları hastalıkların başlıcaları şunlardır:

          Aspartam
          Şeker yerine tatlandırıcı olarak pek çok yiyecek ve içecekte bulunan bir maddedir. Aspartam, %40 aspartik asit, %50 fenilalanin ve %10 metanol karışımından oluşur.

          Aspartam yan etkileri bakımından en çok suçlanan katkı maddesidir. Bunlar, kaşıntı, döküntü, baş ağrısı, baş dönmesi, bulantı, uyuşukluk, kas spazmları, yorgunluk, depresyon, solunum güçlüğü, çarpıntı ve çeşitli allerjik reaksiyonlardır. Benzoik Asit
          Özellikle işlenmiş yiyeceklerde bulunan bir katkı maddesidir. Çikolata, çeşitli meyve suları, şekerlemeler, dondurma, kremalar ve jiklette bulunur.

          Benzoik asit, astım, deri döküntüleri… gibi çeşitli allerjik raksiyonlara neden olur. Aspirin allerjisi olan kişilerin daha dikkatli olmaları gerekir. BHA ve BHT
          Sıvı ve katı yağların ve içinde yağ bulunan yiyeceklerin kokuşmalarını önlemek için kullanılan antioksidan maddelerdir.

          Bu maddelerin, karaciğer büyümesi, deri döküntüleri yapabildikleri gibi kanser riskini artırabilecekleri de ileri sürülmüştür. Karmen kırmızısı
          Bir çok yiyecek, içecek, ilaç ve kozmetiğe pembe, kırmızı, mor renk vermek için yüzlerce yıldan beri kullanılan bir maddedir. Karmen kırmızısı, sentetik bir boya olmayıp bir böcekten elde edildiği için doğal bir katkı maddesi olarak kabul edilir.

          Karmen kırmızısı, derideki basit döküntü ve kaşıntılardan, ölüme kadar gidebilen anaflaktik şoka neden olduğu bilinen bir maddedir.

          Glutamat
          Uzak-Doğu mutfağında çok kullanılan, kendine özgü tadı olan bir çeşit baharattır. Glutamat, doğal olarak az miktarda et, balık, domates ve bazı sebzelerde bulunabilir. Glutamata bağlı reaksiyonlar Çin Lokantası Sendromu ismiyle bilinir.

          Glutamat aç karına çok miktarda ya da sıvı şeklinde alındığında baş ağrısı, boynun arka tarafında, önkolda ve göğüste yanma hissi, kol ve bacaklarda, yüzde veya başta sızlama ve karıncalanma, göğüs ağrısı veya göğüste sıkışma hissi, çarpıntı, bulantı, ishal, terleme…gibi şikayetlere neden olur. Sinir sisteminin aşırı uyarımına bağlı olarak allerjik reaksiyonlar görülebilir ve hatta Alzheimer ve Parkinson gibi nörolojik hastalıkların ortaya çıkmasını kolaylaştırır.

          Nitrat ve nitritler
          Nitrat ve nitritler, botulizmi önledikleri gibi ve kırmızı et, kümes hayvanları ve balık eti ile sosis, salam, pastırma… gibi işlenmiş etlerin renk ve tadını artırıcı özellikleri de vardır. Bunlar, baş ağrısı ve deri döküntülerine yol açarlar.

          Parabenler
          Parabenler, yiyecek, ilaç ve kozmetiklerde küflenmeyi önlemek için çok yaygın olarak kullanılan koruyucu katkı maddeleridir. Mayonez, salça, keççap, salata sosları, hardal, jöle, reçel, alkolsüz içecekler, şekerlemeler… başlıca kullanıldıkları yiyeceklerdir. Ayrıca, çeşitli dermatolojik kremlerde, göz, kulak, burun damlalarında, fitillerde, bandajlarda da bulunurlar.

          Parabenler, deride kızarma, kaşıntı şişme gibi reaksiyonlara ve duyarlı kişilerde anaflaktik şoka neden olabilirler.

          Sülfitler
          Besinlerin bozulmasını önlemek ve daha uzun süre taze kalmalarını sağlamak için kullanılan koruyucu katkı maddeleridir. Toplumun %1’inde sülfit allerjisi vardır.

          Astım krizleri, kusma, ishal, karın ağrıları… gibi allerjik reaksiyonalara neden olurlar. Şarap içilmesine bağlı baş ağrılarının nedeni de sülfitlerdir.

          Tartrazin
          Yiyecek ve içeceklere sarı renk vermek için yararlanılan bir katkı maddesidir. Alkolsüz içecekler, dondurma, şekerlemeler, pudding, spagetti… başlıca bulunduğu besinlerdir. Deri döküntüleri ve astım krizlerine yol açarlar. Aspirin allerjisi olanlarda astım krizleri çok ağır ve tedaviye dirençlidir.

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            Konu: Sağlık ile ilgili her konu

            Gıda Katkı Maddeleri Gerçeği

            Gıda katkı maddeleri gıdalarla mikrobiyolojik bozulmayı önleme ve dayanıklılığı arttırma, besleyici değeri koruma, teknolojik işlemlere yardımcı olma, renk, görünüş, lezzet, doku gibi duyusal özellikleri düzeltme gibi pek çok amaçla katılan maddelerdir.

            Gıda katkı maddelerinin kullanılması ile ilgili tarihsel gelişmeler incelendiğinde, M.Ö. 3000 yıllarında et ürünlerini kürlemeden tuzdan yararlandğı, M.Ö. 900 yıllarında ise tuz ve odun tütsüsünün gıda saklama yöntemleri olarak kullanıldıkları görülmektedir. Ortaçağlarda etlere koruyucu amaçla tuz ve tütsünün yanısıra katılan nitratın etin rengini olumlu yönde değiştirmek ve botulizmi önlemek amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. M.Ö.50 yılda baharatlardan lezzet verici olarak yararlanılmış, gıda boyaları ise günümüzden yaklaşık 3500 yıl kadar önce Mısırlılar tarafından renklendirici amaçla kullanılmışlardır. 19yy. daki hızlı şehirleşmesinin paralelinde katkı maddelerinin kullanımları, özellikle gıdaları bozulmalara karşı koruma amacıyla yaygınlaşmış olup günümüzde ise bu maddeler gelişen gıda teknolojisinin vazgeçilmez bir parçasını oluşturmuşlardır.

            Tüketicilerini bilinçlendirilmeleri paralelinde de katkı maddelerinin özellikler ve sağlıkla olan ilişkileri gıda satın almada dikkati çeken ve özen gösterilen bir konu haline gelmiştir. Katkı sağlık ilişkisinde şüpheler özellikle 3 konuda yoğunlaşmış olup, bunlar şunlardır:

            Katkı maddelerinin kimyasal madede olmaları,
            E numaraları ile ifade edilmeleri,
            Allerji yapmaları ,

            Bu şüphelere açıklık getirmek amacıyla aşağıda maddeler halinde açıklamalar yapılmıştır:

            Katkı maddeleri kimyasal maddeler olduğu için sağlığa zararlıdır.
            Katkı maddeleri gerçekten de kimyasal maddelerdir, ancak gıdalarda bulunan ve yaşamamız için gerekli olan yağlar, karbonhidratlar ve mineraller gibi maddeler, diğer bir ifadeyle gıdaların kendileri de kimyasal maddelerden oluşmaktadır. İçtiğimiz su, soluduğumuz hava ve vücudumuzun da kimyasal maddelerden oluştuğu yüzyıllardır bilinen bir gerçektir. Gıda biliminde kimyasal madde kavramı içinde hava, su, tuz ve laboratuvarda sentezlenen kimyasallar gibi değişik maddeler yer almaktadır. Bu maddeler arasında yukarıda belirtilen ve gıdanın yapısında doğal olarak bulunan maddeler dışında, gıdalara istenilmeden bulaşan kontaminant niteliğindeki maddeler ve gıdaya belirli amaçlar için istenilerek katılan katkı maddeleri yeralmaktadır. Kontaminant gıdalarda istenilmeyen iz elementler, aflatoksinler, nitrozaminler vb. gibi oldukça toksik maddeler olup, gıdalara bulaşma yollarının önlenmesi için çeşitli çalışmalar yapılmakta ve gıdalarda bulunabilecek sınırları yasalarla belirlenmektedir. Gıda katkı maddeleri ise gıdalara istenilerek katılan maddeler olup, bu maddelerin özellikler ve gıdalarda kullanım sınırları dünyada uluslararası düzeyde araştırmalarla ele alınan bir konudur. Bu amaçla Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) ve Gıda Tarım Örgütü (FAO) nun oluşturduğu gıdalarla ilgili komisyon (CAC) ve bu kuruluşun gıda katkı maddeleri ile alt komitesi olan Birleşik Gıda Katkı Uzman Komitesi (JECFA) katkı maddelerinin insan sağlığı açısından güvenilirliği konusunda çalışmalar yapmakta ve belirli dozlarda kullanımında sakınca olmadığı belirlenen maddelerle ilgili listeler hazırlanmaktadır. JECFA komisyonunda görev alan tarafsız uzmanlar gerçekleştirdikleri uzun süreli ve detaylı toksikolojik değerlendirmeler sonucunda, sözkonusu katkı maddesinin deney hayvanlarına zarar vermeyen dozunu (NOEL) saptamaktadır. Bu değer, insanlar için bir ömür boyu vücut ağırlığının mg başına alındığında zararlı etki yapmayacak doza (ADI) çevrilirken ise güvenlik faktörü olan 100 rakamına bölünmektedir. Bu verilere dayanarak hazırlanan listelere katkının ADI değeri ve bu değer esas alınarak değişik gıdalarda izin verilerek maksimum miktarları (ML) belirtilmekte, sakıncalı olabilecek maddeler (Butter Yellow, Hidrojen Peroksit, vb.) liste dışı bırakılmaktadır. CAC tarafından önerilen listeler Avrupa Topluluğu (EC) tarafından da benimsenmiş olup, bu topluluğun da benzer listeleri mevcuttur. Dünyadaki çeşitli ülkeler listeleri esas alarak kendi ülkelerinde kullanımına izin verilen katkı maddelerinin listelerini düzenlemektedirler. Ülkemizde de kullanımı uygun görülen gıda maddeleri CAC ve EC tarafından oluşturulan listelerden titizlikle seçilmektedir.

            CAC in tanımına göre gıda katkı maddesi tek başına gıda olarak kullanılmayan ve gıdanın tipik bir bileşini olmayan, besleyici değeri olsun veya olması, imalat, işleme, hazırlama, uygulama, paketleme, ambalajlama, taşıma, saklama ve depo aşamalarında, gıdalara teknolojik (organoleptik dahil) amaçla katılan veya bu gıdaların içinde ya da doğrudan yan ürünlerinde doğrudan ve dolaylı olarak bir bileşeni haline gelen veya bunların karekteristiklerini değiştiren maddeler olarak ifade edilmektedir.

            Gerek CAC gerekse Avrupa Topluluğu tarafından gıda katkı maddelerinin kullanımında uyulması gereken ilkeler aşağıda özetlenmiştir:

            Halen kullanılmakta olan veya kullanılması önerilen tüm katkı maddelerine toksikolojik değerlendirme uygulanmalıdır. Bu değerlendirmede, katkı maddelerinin kullanımı ile oluşabilecek birikim yapıcı ve sinerjist etkiler de dikkate alınmalıdır.

            Yalnızca bugüne kadar yapılan araştırmalarda tüketici sağlığına zarar vermeyen katkı maddelerinin kullanımına izin verilmelidir. Tüm katkı maddeleri sürekli kontrol altında tutulmalı ve kullanım durumları yeni bilimsel bulgular doğrultusunda gerekirse yeniden değerlendirilmelidir.

            Bir katkı meddesi her zaman onaylanmış bir spesifikasyona uygunluk göstermelidir.

            Katkı maddelerinin:
            Gıdaların besleyici değerini korumak,
            Özel diyetle beslenmesi gereken tüketiciler için hazırlanan gıdaların bileşiminde yeralmak,
            Gıdaların dayanıklılığını sağlamak veya gıdanın duyusal özelliklerini tüketiciye aldatmayacak şekilde düzeltmek,
            Gıda işleme, hazırlama, nakil veya depolama aşamalarında yardımcı olamk, gibi amaçlarla kullanımları, ancak teknolojik ve ekonomik açıdan uygun olmaları ve gerek hatalı hammadde, gerekse hatalı hijyenik olmayan tekniklerin kullanımını maskelemek amacıyla olmaması şartıyla onaylanabilir.

            Bir katkı maddesinin tavsiye listesinde veya gıda standatlarında yeralması için:
            Kullanımının belirli gıdalarla, belirli şartlar ve amaçlar için sınırlandırılması,
            İstenilen etkiyi oluşturabilecek en düşük dozda kullanılması,
            Sözkonusu katkı için belirlenen vücuda günlük alınabilecek miktar (ADI) veya buna eşdeğer bir değerlendirmeyle birlikte tüm kaynaklardan günlük olarak vücuda alımı mümkün olan miktarının dikkate alınması gerekmektedir. E numaraları sağlığa zararlı maddeleri gösteren işaretlerdir.

            Bu ifadenin gerçek payı bulunmamaktadır. E numarası, avrupa topluluğu Bilimsel Komitesi tarafından incelenmiş ve gıda katkı maddesi olarak kullanımında sakınca görülmeyen maddeler için verilmiş onayı belirleyen ve katkı maddesinin kimyasal adının yerine kullanılan tanıtıcı bir işarettir. FAO ve WHO nun ortak olarak oluşturdukları Gıda Kodeks Komisyonu (CAC) tarafından hazırlanan Uluslararası Numaralama Sistemi (INS) nce de bu numaralar benimsenmiş olup, gıdaların etiketlerindeki içerik listesinde katkı maddelerinin uzun ve komplex kimyasal ifadeler yerine numerik bir sistemle deklarasyonlar amacıyla uygulamaya konulmuştur.

            Gıda katkı maddeleri allerjiye neden olmaktadır.
            Bazı kişiler bazı katkı maddelerine karşı allerjik reaksiyonlar gösterebilirler, ancak allerji durumlarının çilek, yumurta, kako, çikolata hatta süt gibi pek çok doğal gıdaya karşı oluştuğu da bilinen bir gerçektir. İngiltere`de yapılan bir çalışmada katkı kullanımı ile olan allerjik reaksiyonların popülasyonun yalnızca %0.1 inde görüldüğünü, bunun ise 10000 de 1 kişiye karşılık geldiğini ortaya çıkarmıştır. Ayrıca değişik ülkelerdeki yönetmeliklerde allerji yapabilen tartrazin, sunset yellow, kükürtdioksit gibi katkı içeren gıdaların etiketlerinde ikaz ibaresi bulundurulmasının öngörüldüğü bilinmektedir.

            Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi ülkemizde katkı maddeleri konusu, dünyadaki tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi titizlikle ele alınmakta ve yasal kuruluşlarca denetlenmektedir. Kullanımına izin verilen katkı maddelerinin denetiminde değerlendirilmesi gerekn en önemli iki husustan birincisi bu maddelerin gıda saflığında olmaları, diğeri ise gıdalarda izin verilen sınırı aşmamalarıdır. Bu denetim ise ancak ülkede etkin bir kontrol sisteminin kurulması ile gerçekleşebilir. Gerek katkı maddeleri kullanımında, gerekse genel anlamda gıda tüketiminde Toksikoloji biliminin öncülerinden Paracelcus (1493- 1541) un "Her madde toxindir, ancak toxin ile ilacı birbirinden ayıran dozdur" ifadesi de unutulmamalıdır.

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              Konu: Sağlık ile ilgili her konu

              Gıda Katkı Maddeleri ve Kanser

              Bilindiği gibi üretim süreci içinde bazı maddeler gıdaların yapısına istenen işlevsel özellikleri kazandırmak amacıyla katılırlar. Bunlardan bazıları o gıdanın doğal bileşiminde bulunabilir. Ancak herhangi bir madde işlenmiş gıdada belli bir amaca yönelik kullanıldığında genellikle "Gıda Katkı Maddesi" adını alır. Bilindiği gibi her gıdanın kendine özgü, karakteristik bir kompozisyonu bulunmaktadır. Doğal çeşitlenmeden ötürü bir gıdanın bileşiminde bulunan öğeler her zaman aynı miktar ve kalitede değildir. Bu nedenle de gıdaların üretiminde bazı katkı maddeleri zorunlu olarak eklenerek kalitede standardizasyon sağlanmaktadır.

              Ancak gıda katkı maddeleri yasal açıdan ele alındığında bunların yarar-zarar ilişkilerinin net bir biçimde ortaya konması, beklenen işlevlerinin ve kullanımında sağlayacağı kolaylıkların neler olduğunun bilinmesi zorunludur.

              Gıda katkı maddelerinin gıda endüstrisinde kullanımı teknolojik gereksinimlerden kaynaklanmıştır. Ancak bunun yanı sıra; dünya nüfusundaki artışlar, gıda sektörünü besleyen hammadde kaynaklarındaki azalmalar, insanların yaşam standartlarını yükseltme eğilimleri gibi etmenler teknolojik buluşları yönlendirmiştir. Gıda sektörüne yeni ve üstün teknolojilerin kazandırdığı değişik üretim teknikleri, buna göre ürünlerin çeşitlenmesi, tüketici beğenisinin değişmesi ve bilinçlenmesi, mevsimlik gıdaların yılın her döneminde tüketilme eğilimlerinin artması, ürünlerde raf ömrünün uzatılması ve kalitede standardizasyon zorunluluğu, daralan gıda kaynaklarının rasyonel kullanımı gibi hususlar, gıda endüstrisinde kullanılan tekniklerin yanı sıra "gıda katkı maddeleri"nin kullanımını zorunlu hale getirmiştir. Gıda katkı maddeleri toplumun her kesimini beslenme ve sağlık açısından ilgilendiren ve kullanımı insanlık tarihi kadar eskidir. Bundan 10 bin yıl önce keşfedilen ve günümüzce kadar kullanılan ilk gıda katkı maddelerinin başında tuz, baharat, duman ve sirke gelir.

              Gıda katkı maddeleri, gıda endüstrisinde şu amaçlarla kullanılırlar:

              Gıda endüstrisini besleyen ham madde kaynakları ve verimlilik azalırken dünya nüfusunun artış göstermesi, Modern teknolojilerin gıda endüstrisine girmesiyle yeni ve çeşitli üretim tekniklerinin ortaya çıkması,

              Ürün çeşitliliği ve yeni formülasyonlar için yeni kaynaklara yöneliş,

              Yılın her mevsiminde her çeşit ürünün tüketimini sağlamak için uygulanan yeni işlemler,

              Gıdanın raf ömrünün uzatılması,

              İşlenmiş hazır gıdanın yaygın tüketimini sağlamak ve bu tür gıdalara talebi artırmak,

              Modern teknolojinin gereklerine ve tüketici beğenisine göre gıdaların kalitesini yükseltmek.

              Katkı maddeleri fonksiyonlarına göre 25`den fazla gruba ayrılırlar.

              En önemli guruplar;
              renk maddeleri, tat-koku maddeleri, koruyucu maddeler, gıdanın yapı ve görünüşünü etkileyen maddeler, biyolojik değeri arttırıcı maddelerdir.

              Gıda katkı maddelerinin herhangi bir gıdada kullanılabilmesi için, bu maddelerin gıda yasalarında onaylanmış olmasına, pozitif listede kullanımları ile ilgili noktaların ve miktarının belirtilmiş olmasına dikkat edilmelidir. Avrupa Birliği`nin belirttiği ve Birlik ülkelerince kullanımına izin verilen katkı maddelerinin numaraları önünde Avrupa Birliği`ni temsil eden "E" harfi yer almaktadır. Bu kodlar Avrupa Birliği`nin bir alt komitesi olan "Scientific Committee on Food" tarafından belirlenmektedir. Güvenilir gıda katkı maddeleri listesinde yer alan tüm katkılar "E" kodunu taşır ve toksikolojik açıdan güvenilir katkılardır. E harfi sağlık açısından tüketici için bir güvencedir.

              Hangi Koşullarda Katkı Maddeleri İnsan Sağlığını Tehdit Eder?

              Pozitif listede veya GRASS listesinde yer almıyorsa, Belirlenen limitlerin üzerinde kullanılıyor ve ADI değeri dikkate alınmıyorsa,

              Etiketinde uyarıcı bilgi taşımayan ve belli katkıları içeren bazı gıdaların bazı risk gruplarınca tüketilmesi halinde,

              Katkı maddesi bazı bulaşıları içeriyorsa,

              Eğitimsiz kişilerce teknolojisine uygun kullanılmaması halinde,

              Bir ülkede bu konudaki kontrol mekanizmalarının iyi işletilememesi durumunda tüketiciler risk altındadır. Pek çok bilim adamı gıda katkı maddelerinden kaynaklanabilecek kanser riskinin çok az olduğu ya da olmadığı görüşündedir.

              Ancak bazı katkı maddeleri hakkında kuşkular (ör; nitritler) vardır. Belli katkıların tüketiminden sonra başağrısı, alerjik reaksiyonlar, hiper aktivite gibi semptomlar rapor edilmektedir. Bu reaksiyonlar ile katkı maddeleri tüketimi arasında bir ilişki bilimsel olarak henüz kanıtlanamamıştır. Bu nedenle zaman içinde sağlık üzerinde olumsuz etkileri saptanan katkı maddeleri yasaklanmış, kullanımdan kaldırılmıştır. Bunun iki önemli örneği olarak siklamatlar ve sakarin verilebilir. Sakarin çok yüksek dozlara çıkıldığında farelerde tümörlere neden olmuş ancak günlük diyetle alınabilecek sakarin dozunun bunun çok altında olduğu ve yeni tatlılaştırıcılarla birlikte kullanımı ile iyi sonuçlar alınması nedeniyle yeniden kullanımına izin verilmiştir. Problem yaratan katkı maddelerinden bir başkası da mono sodyum glutamattır (MSG).

              Bu katkı da yüksek dozlarda alındığında ``Chinese restaurant syndrome" denilen ve kendini başağrısı, bulantı, diyare, hafıza kaybı şeklinde gösteren semptomlara yol açmaktadır.

              Üzerinde tartışmaların devam ettiği ve bazı sağlık sorunlarına neden olduğu varsayılan katkı maddeleri şunlardır;

              ASasülfam-K, Aspartam, BHA ve BHT, Kafein, Nitrit ve Nitrat, Olestra, Yapay renk maddeleri.

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                Diş Çürükleri

                Diş çürüğü nedir?
                Diş çürükleri daha çok koyu renklenmelerle birlikte görülen oyuklar olarak algılanmaktadır. Önlenebilir bir hastalık olmasına karşın dünyada diş çürüğü deneyimi yaşamayan çok az insan vardır.

                Dişler neden çürür?
                Ağızda bulunan bakterilerden oluşan bakteri plağı, şekerli ve unlu yiyeceklerin ağızda kalan artıklarından asit oluşturabilmektedir. Bu asitler, dişlerin mineral dokusunu çözerek dişin minesinin bozulmasına ve sonuçta da diş çürüğünün başlamasına ve dişhekimlerinin kavite dedikleri oyuklara neden olmaktadırlar.

                Kimlerde daha çok çürük olur?
                Şekerli ve unlu yiyeceklerle bakterilerin buluşması sonucunda çürükler oluştuğuna göre herkes için bir tehlike var demektir. Ancak beslenmelerinde karbonhidratlı ve şekerli yiyeceklerin oranı çok yüksek olanlar bir de sularında florür oranı çok düşükse çok daha fazla çürük tehlikesi altındadırlar. Bakteri plağı tarafından oluşturulan asite karşı tükürük doğal bir savunma mekanizması oluştursa da tek başına çürüğü önleyemez.Tükürük akışını ve miktarını azaltan hastalıklar ya da ilaçlar da çürük oluşumunu hızlandırmaktadırlar. Bu nedenle de dişhekimleri tükürük akışını arttırdığı için şekersiz sakızları sıklıkla önerirler.

                Diş çürüğü önlenebilir mi?

                EVET.

                Sabah kahvaltısından sonra ve akşam yatmadan önce dişlerin fırçalanması ve hergün diş ipliğinin düzenli kullanılması en etkili yoldur. Yiyecek artıkları en çok dişlerin çiğneme yüzeylerindeki girintilerde ve dişlerin birbirine değdiği ara yüzeylerde biriktiği için, diş fırçaları küçük başlı seçilmelidir. Dişlerin iç yüzeyleri, dış yüzeyleri, çiğneyici yüzeyleri ve dilin üstü fırçalanmalı ve ara yüzlerde diş ipliği kullanılmalıdır. Fırçalar, orta derecede sert ya da yumuşak kıllı olmalı ve belirli aralıklarda değiştirilmelidirler. Fırça kıllarının aşınmamış olması ve bakteri taşımayacak bir şekilde muhafaza edilmesi gerekmektedir. Asla başkasının diş fırçası kullanılmamalıdır. Diş fırçalama sırasında florürlü bir diş macunu kullanılarak, florürün diş çürüğünü önlemedeki rolünden yararlanılmalıdır. Florürlü macunlara yardımcı olarak aynı zamanda ağız kokusunu gidererek ferahlık ve temizlik hissi veren florürlü gargaralar da kullanılabilir.

                Şekerli yiyecekleri ana öğünlerde tüketmeye çalışmak ve yemek aralarında birşey yememeye gayret etmek de diğer bir önlemdir.

                Dişhekimine muntazam aralıklarla başvurmak bir çürüğü önlemek ya da erken yakalamada en iyi yoldur. Ayrıca sıcak ve soğuğa duyarlı dişler ya da ağrılı dişlerde veya tebeşirimsi renkte olan başlangıç çürükleri, kahverengi renklemeler ve oyuklar gibi durumlarda vakit geçirilmeden hekime başvurulması tedavinin şeklini değiştirecek ve zorluğunu azaltacaktır.

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                  Uyku Hastalıkları

                  Uyku hastalıkları, hastanın uykusu sırasında ya da uyumak istediğinde ortaya çıkan klinik durumlardır. Bugün ****enden fazla uyku hastalığı varlığını ve bunlardan bazılarının görülme sıklığının diğerlerine oranla daha fazla olduğunu biliyoruz.

                  Toplumda ve hekimler arasında uyku hastalığı denilince sadece fazla uyumak ve uyuyamama, uyku hastalığı olarak anlaşılmaktadır. Oysa uyku hastalıkları uyku sırasında görülen uyku kalitesini bozarak bireyin dinlenememesi, bilincinin tazelenememesi,gündüz aktivitelerinin bozulması ve bireyin sağlıklı olduğu dönemdeki kapasite ve becerilerinin azalması ile seyreden hastalıklardır.

                  Uyku hastalıkları ile ilgili gerçek anlamda bilimsel çalışmalar geçen yüzyılın başında Amerika ve Avrupa'da başlamış. Başlangıçta rüya içeriğini açıklamak için yola çıkılmış. Ancak bu çalışmalar sırasında insan yaşamında çok önemli sağlık problemlerinin oluşmasına neden olan, klinik durumların ortaya çıktığı gözlenmiş. Bu temeller üzerine geliştirilen ve yapılan çalışmalar uyku tıbbının altmışlı yılların ortaları ve yetmişli yılların başında ayrı bir disiplin, ayrı bir uzmanlık alanı olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yetmişlerden sonra uyku hastalıkları ile ilgili teknolojik ve bilimsel gelişme baş döndürücü hızla artmıştır.
                  Bizde, konuyla ilgilenme ****enli yılların başında bir kaç bilim adamının yurtdışı çalışmaları ve yurda döndüklerinde bu işle ilgilenmeleri ile başlamıştır. Doksanlı yıllara kadar iki üniversite kliniğinde çalışan, ancak uğraşanların dışında kimsenin fazla ilgilenmediği bir tıp alanı olarak varlığını sürdürmüştür.
                  Başlangıçta uyku hastalıkları bizde fantazi olarak algılanmış. Ancak doksanlı yılların başında, nöröloji ve psikiyatri dışında, biz göğüs hastalıkları uzmanlarının da konuyla ilgilenmesi ie bu konuya olan ilgiyi artmıştır. Toplum ve hekim kitlesinin konu hakkında bilgilenmesinin artması ve ilginin odaklanması, uyku hastalıkları ile ilgilenen araştırmacı ve hekimlerin düzenlediği konferanslar, sempozyumlar, seminerler ve yaptıkları yayınlar sonucunda olmuştur. ****enli yıllarda iki olan merkez sayısı bugün yirmilere çıkmıştır. Şu an, başlangıçta sanıldığı gibi fantazi değil, uyku biliminin de ayrı ve önemli bir bilim dalı olduğu kabullenilmiştir.

                  Uyku hastalıkları ile kim ilgilenir?
                  Uyku hastalıkları geniş bir bilimsel yelpaze gösteren bilim alanıdır.Bir çok uzmanlık alanını ilgilendirir. Bazı hastalıklar nörölogları, bazıları psikiyatrisleri, bazıları göğüs hastalıkları ve kulak burun boğaz uzmanlarını ilgilendirir. Şu an ülkemizde uzmanlık alanı olmamasına karşın, bir çok disiplinin aktivite göstereceği, bir bilim dalıdır. Benim kanaatim çok yakın gelecekte dahiliye, cerrahi, çoçuk ve kadın–doğum gibi bir ana tıp dalı olacaktır.

                  Tıpta günümüzde ulaşılan bilgi birikimine karşın, halen bilinmeyen sayısı çok fazla. Bir çok klinik durum var ki nasıl oluştuğu açıklanamıyor ; ya esansiyel, ya idiopatik diye adlandırılıyor. Gerçek nedeni açıklanamıyor, sadece sonuçları tedavi edilmeye çalışılıyor. Bugün uyku tıbbının yaşamamıza girmesi ile, açıklayamadığımız ve hastaların sorununa çözüm bulmak için doktor doktor dolaştığı; idiopatik,esansiyel ya da psikolojiktir denilen bir çok klinik durumun uyku sırasında gözlenen hastalıklara bağlı geliştiği anlaşılmıştır.

                  Uyku hastalıklarının görülme sıklığı nedir, yaş, cins farkı gösterir mi ?
                  Uyku hastalıklarının her biri farklı sıklıkda görülmektedir. Çok seyrek görülen hastalıklar olmasına karşın, çok sık görülen hastalıklar da vardır. Bu konuda örnek verecek olursak astım ve diyabet gibi hastalıklar kadar sık görülen hastalıklar olup, yaşam kalitesini en az onlar kadar bozarlar.Hastalıklar her yaşta görülmesine karşın, bazılarının sıklığı yaşın ilerlemesine bağlı olarak artmaktadır.Cinse görede bazı hastalıkların dağılımı değişmektedir. Örneğin, uyku apne sendromu erkek cinste daha çok görülmektedir.

                  En sık görülen uyku hastalıkları insomnia,uyku apne sendromu, huzursuz bacak sendromu, narkolepsi gibi hastalıklardır. Bu hastalıklardan en sık görüleni insomnia olup, ABD istatistiklerine göre %17 oranındadır. Bu görülme sıklığı kronik obstrüktif akciğer hastalığı (kronik bronşit + amfizem)sıklığı kadardır. Yine uyku apne sendromunun ülkesel boyutta farklılıklar göstermesine karşın % 2-5 oranında görüldüğü bildirilmiştir. Bu hastalığında sıklığı şeker hastalığı görülme sıklığından fazla olup,astım sıklığı kadardır.Yine huzursuz bacak sendromu sıklığı %5 dolayındadır. Narkolepsi diğerlerine göre daha az görülmekle birlikte % 0.05 dolayında görülmektedir.
                  Bu hastalıkların önemi, gündüz aşırı uyku eğilimini artırıyor olmalarıdır ve başka klinik durumların gelişmesinde tetikleyici rollerinin varlığıdır.

                  Gündüz aşırı uyku eğilimi
                  Gündüz aşırı uyku eğilimi uyku hastalıklarına bağlı olarak sıklıkla gelişen, gece uyku kalitesinin bozulması nedeniyle dinlendirici uykunun olmamasına bağlı olarak, kişinin gündüz yaşamında uyku eğiliminin artması ve kimi zaman iş başında bile küçük uyku ataklarının olması halidir. Buna hipersomnolens ya da excessive daytime sleepness denir. Yaşamımızda önemi elbette çok fazladır. Kişinin çalışma kapasitesini ve becerisini doğrudan etkileyen önemli bir durumdur. Diğer bir önemi ise trafik kazaları ve iş kazalarında oynadığı roldür.

                  İnsomnia
                  İnsomnia, uykuya güç dalma, uykudan sık uyanma, uyku zamanın kısalması ve dinlendirici olmayan uykuya verilen addır. İnsomniaya bağlı olarak hasta uykudan dinlenmemiş kalkar, yorgundur, çalışma kapasitesi azalmış, mutsuz, depresiftir ve anksiyetesi olabilir. Kişinin günlük davranışlarında değişiklikler olur.
                  Yine en çok yakınılan konu gündüz aşırı uyku eğilimidir.
                  Tedavisi zordur, uyku hijyenini sağlayarak, davranışsal ve ilaç tedavisi yapılarak kişinin yakınmalarının üstesinden gelinmeye çalışılır.

                  Narkolepsi
                  Narkolepsi, gündüz aşırı uyku eğilimi, uykuda paralizi, katapleksi ve hipnogagik halüsinasyonlarla giden bir hastalık sendromudur. Narkolepsi nedeni belli olmayan bir sendromdur. Gündüz aşırı uyku eğilimi nedeniyle günlük yaşamsal aktiviteyi bozar. Gece uyku kalitesi bozulmuş ve REM uykusunda patolojik değişiklikler olmuştur. Diğer sık görülen hastalıklara göre seyrek görülmekle birlikte,sık görülen bir hastalıktır.Hastalığın oluşumunda genetik geçiş olduğu gösterilmiştir. Hastalık erkeklerde daha fazla görülür. Hastalık çoçukluk yaşından başlayarak, 50'li yaşlara kadar ortaya çıkabilir. Narkolepsi yaşam boyu süren bir hastalık olup, devamlı tedavi gerektirir. Tedavide santral sinir sistem uyaranı olan ilaçlar kullanılır. İlaç tedavisinde yan etkiler, ilaca tolerans gelişebililir

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                    Oyun oynarken sağlığınızdan olmayın!

                    Video ve cep telefonu oyunları oynanırken yanıp sönen ışıklardan dolayı epilepsi kasılmaları ya da bilinç kaybının ortaya çıkabileceği kaydedildi


                    Cep telefonu üreten bir firma, cep telefonlarındaki oyunların sağlık açısından bazı olumsuzluklara neden olmaması için bazı önerilerde bulunuyor.

                    Kasılma, göz ya da kas seğirmesi, bilinç kaybı, bilinçsiz hareketler ya da bağışıklık sisteminin bozulması gibi belirtilerin meydana gelebileceğinin vurgulandığı uyarılarda, "Telefonunuzda oyun oynarken el, kol, omuz, boyun ya da vücudunuzun diğer bölümlerinde geçici rahatsızlıklar hissedebilirsiniz. Tendon iltihabı, kanal sendromu ya da kas düzensizlikleri görülebilir" deniliyor.

                    Bu tür olumsuzluklarla karşılaşılmaması için şunlar öneriliyor: "Yorgunsanız ya da uykusuzsanız yanıp sönen ışıkla oyun oynamayın ya da telefonun yanıp sönen ışık özelliğini kullanmayın. Saatte en az 15 dakika dinlenin. Tüm ışıkların yandığı bir odada oyun oynayın. Ekran ile aranızda mümkün olduğu kadar uzak mesafe bırakın. El, bilek ya da kollarınız oyun sırasında çok yorulmuş ise oynamayı bırakıp birkaç saat dinlenin. Rahatsızlıkların sürmesi durumunda mutlaka bir doktora görünün."

                    Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Dr. Dilek Erüz, gözlerin doğrudan sinir sistemine bağlı olduğunu ifade ederek, "Bu yüzden karanlık ortamlarda sürekli tek noktada yanıp sönen ışıklara bakma ya da sürekli oyun oynama sinir sistemini olumsuz etkileyebilir. Parmaklardan beyine kadar vücudun birçok bölgesinde rahatsızlıklar ortaya çıkabilir" diye konuştu.

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                      Sağlıklı Olmanın 6 Kuralı

                      Günümüzün en önemli konusu sağlık... Hormonlu gıdalar, sigara, hava kirliliği gibi sağlığımızı kötü etkileyen durumlarla her gün iç içe yaşıyoruz ve bunlara maruz kalmamak, uzun, sağlıklı bir hayat sürebilmek için, sağlığımızı kötü etkileyecek faktörlerden uzak durmaya çalışıyoruz. Örneğin sigara içiyorsak sigarayı bırakıyoruz, fast food yememeye özen gösteriyoruz, olabildiğince hormonsuz mevsim meyve ve sebzelerini yiyoruz, diş ve cilt sağlığımıza dikkat ediyoruz... Tıbın her geçen gün ilerlemesi de sağlığımıza dikkat etmemize yardımcı oluyor. Peki sağlıklı olmayı en kolay nasıl elde edebiliriz? İşte size sağlıklı olmanın en önemli 6 kuralı...

                      ,


                      1- Günde 3 öğün yemek yiyin
                      Vücudumuz, gün içerisinde enerjiye ihtiyaç duyuyor ve ona bunu yeterli bir biçimde sağlamazsak kendisini daha az kalori yakmaya zorluyor. Hatta bazen bu enerjiyi kas dokusundan sağlamaya çalışarak, kas kaybetmemize neden oluyor. Yani kahvaltıyı ya da öğle yemeğini atlayarak kilo kaybedeceğinize inanıyorsanız bir kere daha düşünmenizde fayda var. Sofraya oturup yemek yiyemeyenler öğün saatlerinde kepekli bisküvi, meyveli yoğurt, kuru meyve, fındık ve ceviz gibi besinler atıştırabilir.


                      2- Vitamin hapları kullanın
                      Eğer düzenli besleniyor ve bünyen için gerekli tüm yiyecekleri tüketiyorsan, kendini yetersiz beslenmeden kaynaklanan hastalıklardan koruyorsun demektir. Ama kanser ve kalp hastalıklarından korunmak için uzmanın tavsiye edeceği şekilde bir multi vitamin hapı alabilirsin. Ancak doktor tavsiyesi olmadan vitamin haplarına boğulmanın çoğu zaman pek faydası olmuyor.


                      3- Yatmadan önce yüzünüzü temizleyin
                      Makyajla uyumak, özellikle yağlı ve yağlı olmaya eğilimli ciltler için son derece sakıncalı. Cildin hava almasına engel olan fondötenle uyumak, siyah ve beyaz noktaların başta gelen nedeni. Göz makyajını temizlememek de, göz çevresinde görülen küçük kist benzeri beyaz yağ noktalarına ve göz altı torbalarına neden oluyor. Göz enfeksiyonları da makyaj temizlemeden uyumak nedeniyle karşılaşılabilecek sorunlardan. Bu tip sorunlarla karşılaşmamak için makyajını eve gelir gelmez çıkarmalısın.


                      4- Günde 8 bardak su için
                      Bazı kişiler günde 8 bardak su içerek ciltlerinin daha iyi göründüğünü, migren ve eklem ağrılarının da hafiflediğini belirtiyorlar. Yapılan araştırmalar yetişkinlerin gün de 6 - 7 bardak su ya da başka bir sıvı almasının yeterli olduğunu gösteriyor.


                      5- Her yemekten sonra diş ipi kullanın
                      Maalesef hiçbir diş fırçası klasik diş ipinin yerini tutamıyor. Çünkü diş ipi fırçanın ulaşamadığı yerlere girerek zararlı bakterilerin üremesine neden olan yiyecek artıklarını temizliyor. Uzmanlar haftada 3 ya da 4 kez dişipiyle dişleri temizlemenin gerekli olduğunu belirtiyor. Diş ipini özellikle gece yatmadan önce kullanırsan, gece boyunca ağzının temiz kalmasını sağlayabilirsin.


                      6-Günde 5 porsiyon meyve ve sebze yiyin
                      Meyve ve sebze ağırlıklı beslenmenin kanserden korunmak için etkili bir strateji olduğu artık iyice biliniyor. Günde 5 porsiyon meyve ve sebze tüketmek için bazı alışkanlıklarını değiştirmen yeterli.

                      Meyve Suyu Sağlıklı Olmamıza Yardım Ediyor

                      Meyveler yeme alışkanlığımızın vaz geçilmezlerinden. Uzmanlar, günde en az 1 porsiyon meyve yememizi öneriyorlar. Büyüklerimiz her zaman meyve sularınn meyvelerin yerini tutmadığını, meyve sularında doğal vitaminlerin bulunmadığını söylerler. Ancak, yapılan araştırmalar meyve sularının da sağlık taşıdığını gösteriyor. Bu araştırmalar, meyve suyu tüketiminin hem vücudun su dengesini koruduğunu, hem de bazı kanser türleri ile kronik hastalıklara karşı koruyucu etki yaptığını gösteriyor.

                      Meyve sularının, vücuda kaybettiği sıvıyı geri kazandırdığı gibi, vitamin C, karotenoid ve fenolik bileşik içerikleri ile bazı kanser türleri ile kalp ve diğer kronik hastalıklara karşı koruyucu etkileri de bulunuyor. Örneğin;

                      Elma suyu
                      Elma suyu içinde başta potasyum olmak üzere, kuvvetli antioksidan özellikler gösteren farklı fitokimyasallar da içeriyor. Elma suyunun yüzde 9-34 oranında kötü kolesterol önleyici, kalp hastalıkları ve bazı kanser risklerini azaltıcı etkisi var.

                      Portakal suyu
                      C vitamini açısından çok zengindir. Potasyum ve folik asit için iyi kaynaktır. Portakal suyunun oksidatif stresi azaltığını, iyi kolesterol konsantrasyonunu yükselttiyor.


                      Kayısı nektarı
                      Bir bardak kayısı suyu günlük A vitamini gereksiniminin 1/3'ünü karşılar. Yapılan çalışmalar, karotenoidlerin antioksidan özellikler gösterdiğini ve kansere karşı potansiyel koruyucu etkisi olduğunu ortaya koyuyor.

                      Üzüm suyu
                      Bir bardak üzüm suyu potasyum, vitamin C ve folik asit bakımından zengindir. Özellikle mor üzüm ve mor üzüm suyunda bulunan mineraller, kalp hastalıklarına karşı koruyucu etki yapıyorlar

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                        SAĞLIĞINIZI HABER VEREN İPUÇLARI

                        Uzmanlar, insan vücudunun sağlık için hayat kurtaracak 16 ipucu verdiğini belirterek, sadece tırnakların bile sağlığınız hakkında birçok bilgi verdiğini söylüyor.

                        Londra'daki King College Hastanesi Gerontoloji (yaşlanma bilimi) Enstitüsü'nde araştırmalarını yürüten Prof. Dr. Robert Wale, tırnaktan gözlere, doğum kilosundan avuç içine kadar vücuttaki her şeyin birer gösterge olduğunu belirterek, hayat kurtaracak 16 ipucunu şöyle açıklıyor...

                        Tırnaklar: Tırnaklarınıza dikkatle bakın. Eğer hafif mavilik ya da morluk görürseniz, bu bir kalp hastalığıyla karşı karşıya olduğunuz anlamına gelebilir. Tırnaklarınızın aşırı kalın olması ya da üstlerinde tümsekler olması da nefes alma hatta akciğer sorunlarıyla karşı karşıya olduğunuzu gösterebilir.

                        Nefeslerinizi sayın: Eğer dakikada 15 kez ve daha altında nefes alıp veriyorsanız, sağlıklı ciğerlere sahipsiniz demektir. Eğer 25 kez nefes alıp veriyorsanız, o zaman sağlığınıza dikkat etmelisiniz.

                        Gözler: Aynada gözlerinizden birine bakın. İrisin etrafında beyaz bir daire varsa kolesterol seviyeniz yüksek anlamına geliyor. Bu aynı şekilde yaklaşan kalp sorunlarının da en büyük habercisi.

                        Avuç içinize bakın: Avuç içlerinize dikkatle bakın. Eğer kırmızı ve lekelilerse, karaciğerinizde sorun var demektir.

                        Hafıza kontrolü: Bir tepsinin üstüne rast gele 10 eşya koyun. Tepsiye sadece 10 saniye bakın. Kaç tanesini hatırlayabildiniz? İyi bir hafızanızın olması Alzheimer ile karşılaşma riskinizin daha az olacağı anlamına geliyor.

                        Kas kontrolü: Sırt üstü yatın. Bacaklarınız dümdüz olsun. Bir bacağınızı havaya kaldırın. Bir kişinin ayağınıza bastırmasını isteyin. Eğer bacağınız yere düşüyorsa, kaslarınızda bir zayıflık olduğu anlamına geliyor.

                        Görüş: Gözünüzün hemen altında elmacık kemiğiniz üzerine bir cetvel yerleştirin. Sonra cetvelin üstüne bir kredi kartı yerleştirin. Kartı en rahat okuduğunuz uzaklığı ölçün. Ne kadar yakına gelirse gelsin kartı rahat okuyabiliyorsanız göz sağlığınızın iyi olduğu anlamına geliyor.

                        Tiroit misiniz?: Kollarınızı yere paralel olarak tam karşınızda bir şeye uzanıyormuş gibi uzatın. Ellerinize dikkat edin. Eğer elleriniz bu pozisyonda titriyorsa, o zaman tiroit olma riskiniz çok yüksek.

                        Düz yürümek: Yere bir metre uzunluğunda bir çizgi çizin. Üzerinde rahat yürüyebiliyorsanız, vücudunuzun koordinasyonu iyi işliyor demektir.

                        Doğum kilonuz: Annenize kaç kilo doğduğunuzu sorun. 3 kilonun altında doğmuşsanız kalp sorunlarıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.

                        Beliniz kalın mı?: Vücut şekliniz elmaya benziyorsa, yani yağlarınız belinizin çevresinde toplanıyorsa, kalp sorunu yaşama riskiniz daha fazla.

                        Tuvalet sıklığı: Her 3 saatte bir tuvalete birden çok gitme ihtiyacı mı hissediyorsunuz? Diyabetin en erken alarmlarından biri sık sık tuvalete gitmektir.

                        Nabız kontrolü: Nabzınız ne kadar yavaş atıyorsa o kadar uzun yaşayacaksınız demektir. Yani nabzınız 70'in altındaysa sağlıklısınız anlamına geliyor.

                        Dişlerinizi fırçalayın: Eğer dişleriniz kanıyorsa, kalbiniz tehlikede demektir.

                        Parmak uzunluğu: İşaret ve yüzük parmakları aynı uzunlukta olan kişilerin kalp krizi geçirme riski daha fazla olduğu iddia ediliyor.

                        Ayak bilekleri: Baş parmağınızla ayak bileğinizin arka kısmına bastırın. Eğer bastırdığınız noktada çok fazla çukurluk oluşuyorsa, o zaman kalp, akciğer, böbrek sorunlarıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.


                        Sigara içenler sağlıklarından sorumlu...

                        İngiltere'de Yüksek Mahkeme tarafından alınan kararda, sigara içenlerin sağlıklarındaki bozulmadan kendilerinin sorumlu olduğu belirtildi.

                        Tiryakilerin sağlıklarının bozulmasından hukuksal olarak kendileri dışında kimseyi sorumlu tutamayacaklarına karar veren yargıçlar, "sigara içenler, içtikleri maddenin zararlı olduğunu bildikleri halde, bu maddeyi bırakamamakla kendi sağlıklarını tehlikeye atmaktadır" dedi.

                        1971 yılından itibaren sorumluluğun içicinin kendisinde olduğu kanaatine varan İngiliz yüksek yargıçları, "zira sigaranın sağlığa zararlı olduğuna dair ilk açık ve gerçek deliller bu tarihte ortaya çıkmış ve kamuoyuna duyurulmuştur. Bundan sonra sigara içmeyi sürdürenler, davranışlarının hukuki sorumluluğunu kendileri taşımak zorundadır" görüşünü belirtti.

                        Bu arada hukuk çevreleri, Yüksek Mahkeme'den çıkan bu kararın sadece sigara içenlerin açtıkları tazminat davalarını değil, aynı şekilde alkol kullananlar ve obezlerin açtıkları tazminat davalarını da etkileyeceğini ve bu davalar için emsal teşkil edebileceğini bildirdi.

                        Hukukçulara göre, kamuoyuna sigara gibi alkolün ya da yanlış ve aşırı beslenmenin zararları anlatıldığı halde, bireyler aynı yöndeki davranışlarını sürdürüyorsa doğacak sonucun tek sorumlusu olarak kendileri görülebilecekler.

                        Bu arada, Yüksek Mahkeme kararıyla aynı gün sonuçları yayımlanan bir araştırma da, İngiltere'de kadınların daha çok sigara içtiklerini ortaya koydu.

                        Araştırma sonuçlarına göre, İngiltere'de erkeklerin yüzde 22'si, kadınlarınsa yüzde 23'ü sigara içiyor. Araştırma, İngiltere'de kadınların iki katı oranında erkeğin sigarayı bıraktığını da gösteriyor

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                          Grip ve soğuk algınlığı

                          Hava sıcaklıklarının değişkenliği ve mevsimsel virüsler, grip ve soğuk algınlığını artırıyor.Bu tür rahatsızlıkların en sık görüldüğü dönemlerse sonbahar ve kış ayları. Gripten korunmanın en iyi yollarından biri, kuşkusuz grip aşısı. Uzmanların belirttiğine göre grip aşısının yapılacağı en uygun aylar ise Ekim - Kasım ve Aralık ayları.

                          Grip ve soğuk algınlığından korunmak için öncelikle bu iki hastalığın arasındaki farkların bilincinde olmak önem taşıyor. Gribin en belirgin özelliği ateş ile seyrediyor olması. Bunun yanında birden başlayan ve 2-3 hafta gibi devam eden yorgunluk, kas ağrıları, baş ağrısı, üşüme-terleme gibi herkesin yaşadığı belirtilere sahip. Grip, genellikle kış aylarında ve birkaç defa geçirilebilen bir hastalık. Ani başlangıçlı olup sıklıkla ateş 38-40 dereceyi bulur. Genellikle ateş ve halsizlik nedeniyle yatarak geçirilir, hastalığın iyileşmesinde en önemli faktörlerden biri yatak istirahati ve dinlenmektir.


                          Soğuk algınlığında, ateş genelde normaldir, daha çok burun tıkanıklığı, burun akıntısı ve boğaz ağrısı görülür. Ayakta geçirilmesi daha sık görülen bir durumdur.
                          Grip ve soğuk algınlığından korunmak için bağışıklık sistemini güçlendirmek önem taşır. Bunun için C vitamini ile çinko içeren gıdalardan zengin bir beslenme tarzı tavsiye edilebilir. Ayrıca düzenli uyku ve dengeli beslenme de bağışıklık sisteminin güçlü kalmasına yardımcı olur.

                          Soğuk algınlığı ve gripte belirtiler giderilerek hastanın rahatlaması sağlanmaya çalışılır. Bazı ilaçlar birden fazla etken madde içermektedir. Ateş, ağrı, burun akıntısı, hapşırık, öksürük ve halsizlik gibi belirtiler için, bu belirtileri gidermede kullanılan etken maddeleri içeren kombine ilaçları tercih etmek önem taşır.

                          Gribin en yaygın belirtileri

                          Grip , aniden başlayan bulgular ile kendini gösterir. Kişi kendini çok iyi hissederken bir anda hastalanır. En yaygın belirtileri arasında gelenleri şöyle sıralayabiliriz:

                          38-39 C civarında ateş

                          Başağrısı

                          Vücutta genel ağrı (özellikle sırt, kol, bacaklarda olmak üzere)

                          Birden başlayan ve 2-3 hafta süren yorgunluk

                          Genellikle kuru öksürük

                          Bazen burun tıkanıklığı, hapşırma ve boğaz ağrısı

                          Üşüme, titreme, terleme

                          İştah kaybı
                          Grip hastalığını atlatmak için ne yapmalı?

                          Her şeyden önce istirahat, mümkünse yatak istirahati yapmalı.

                          İstirahat ile beraber doktor tavsiyesi ile alınacak ilaçlar, hastalığın hafif atlatılmasını sağlayabilir.
                          Hastalık süresince sıvı alımı çok önemli. Bu nedenle su, meyve suyu ve kafeinsiz içecekler almaya dikkat etmeli.

                          Suda eritilerek hazırlanan gribe karşı etkili ilaçlar sıvı alımını arttırdığı ve hızlı etki gösterdiği için kullanmaya uygundur.

                          Hastalık dönemlerinde beslenmeye dikkat etmeli, iştahsızlık varsa enerji ihtiyacını gidermek için karbonhidrattan zengin diyet uygulanmalıdır .

                          Yatarken başın yukarıda tutulması (2 ya da daha fazla sayıda yastık ile yatmak) geniz akıntısının vereceği rahatsızlığı azaltacaktır.

                          Bulunulan ortamın uygun ısıda olmasına ve iyi havalandırılmasına dikkat edilmeli, havanın kuruması engellenmeli, nemli olması sağlanmalıdır.

                          Yakınmalar düzeldiğinde hemen normal aktiviteye dönülmemeli, tam bir iyileşme için bir süre daha dinlenmeye devam edilmelidir.

                          Antibiyotiklerin yanlış kullanımı istenmeyen sonuçları beraberinde getirebileceğinden antibiyotik türü ilaçlar hekime danışılmadan alınmamalıdır.
                          Gripten korunmak için etkili çözümler

                          Grip virüsünün vücuda girmesi ile başlayan bulgular genellikle 7-10 günde iyileşme ile sonuçlansa da, bazen sinüzit, bronşit veya zatürre gibi bazı ciddi enfeksiyonlara yol açabilirler. Bu nedenle gripten korunma çok önemlidir. Özellikle grip salgınlarının yaygın olduğu sonbahar ve kış aylarında alacağınız basit önlemler ile gripten korunabilirsiniz:



                          Dengeli beslenin
                          Vücudun ihtiyacı olan protein, karbonhidrat, yağ ve vitaminler yeterli olarak alınmazsa, vücut direnci düşer ve solunum organları mukoza hücreleri de bu durumdan etkilenir.

                          Vitamin alın, bağışıklık sisteminiz güçlensin
                          Kış aylarında metabolizmayı güçlendirmek için antioksidan olarak da görev yapan A ve C vitaminlerinden yeteri kadar almak gerekir. Bu vitaminler bağışıklık sistemimizi güçlendirerek hastalıklara karşı daha dirençli olmamızı sağlar. Bu aylarda bolca bulunan turunçgiller, havuç, brokoli, kabak, brüksel lahanası, yeşil biber, karnabahar, mandalin, maydonoz, roka, tere ve meyvaların tüketilmesi ile bu vitaminleri sağlayabiliriz. Taze sıkılmış meyve suları da vücudun gribal enfeksiyonlara karşı korunmasında etkili olacaktır. Ancak ısı ve ışıktan kolayca etkilenip bozulan bir yapıya sahip olan C vitamininden maksimum fayda sağlayabilmek için meyve sularını bekletmeden tüketmek gerekiyor.


                          Yeterli miktarda su için
                          Solunum mukoza hücrelerinin nemli olması, virüs taşıyan damlacıkların etkisine karşı direnci sağlar. Bu nedenle özellikle su içme ihtiyacının azaldığı kış mevsimi de dahil olmak üzere, her dönemde günde 8-10 bardak su içilmesi faydalıdır.

                          Stresten uzak durmaya çalışın
                          Stres, vücut direncini azaltarak hastalıklara davetiye çıkaran en önemli etkenlerdendir. Bu nedenle, çeşitli yollar ile stresten uzaklaşmak sağlıklı kalmayı da beraberinde getirecektir.

                          Sigara içmeyin
                          Sigara da aynı stres gibi vücut direncini azaltır. Ayrıca virüs yüklü damlacıklar, sigara içilen ortamlarda, dumana yapıştıkları için hastalık yapıcı özellikleri artar.
                          Kalabalık yerlerde kendinizi korumaya çalışın
                          Toplu taşıtlar, sinema, tiyatro gibi kalabalık yerlerde hapşırma yoluyla yayılan virüsler büyük bir hızla hareket ederek 3- 4 metre uzağa yayılabilir. Bu nedenle mecbur kalmadıkça kalabalık yerlerde bulunmayın, tür yerlerde havalandırmanın iyi olmasına dikkat edin.

                          Düzenli uyuyun
                          Bir gece uykusuz kalındığında, virüslere karşı savaşan vücut hücreleri yarı yarıya azalmaktadır.

                          Aşırı sıcak ortamlardan kaçının
                          Özellikle kış mevsiminde daha çok kapalı ve sıcak ortamlarda bulunmak , solunum mukoza hücre zarlarının kurumasına neden olacağından virüslerin vücuda girişini kolaylaştırabilir.

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                            Kalp sağlığınızı doğru beslenme ve sporla koruyun!

                            Ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer alan koroner kalp hastalıklarının oluşmasında; şişmanlık, sigara kullanımı, alkol tüketimi, hareketsiz yaşam, şeker hastalığı, hipertansiyon ve yanlış beslenme alışkanlıkları büyük rol oynuyor. "Yaşım daha genç, bir şey olmaz" diye düşünmek ise son derece yanlış!

                            Çünkü kalp hastalıklarını önlemenin yolu, kalbi genç yaşlardan itibaren korumaya başlamaktan geçiyor. Korumak deyince akla ilk olarak sağlıklı beslenme geliyor. Hemen onun ardından da tabii ki spor, egzersiz, ya da adına her ne derseniz deyin; bol bol hareket!

                            Hareketsizlik tehlikesi

                            Günümüzde yaşam şartlarının geçmişe oranla değişmesi ve daha hareketsiz bir yaşam sürmemiz, kalp sağlığını tehdit edici unsurlar arasında yer alıyor. Aşırı şişman olmak kadar, aşırı hareketsiz kalmak da kötü, hatta uzmanlar bunun çok daha kötü olduğunu belirtiyor. Obezitenin riskleri arasında, şeker hastalığı, kalp krizi, yüksek tansiyon ve belirli kanserlerin olduğunu biliyoruz, ancak fiziksel hareketlilik, kilo kontrolünden çok daha fazlasını sağlıyor.

                            Bu konudaki göstergeler ise oldukça çarpıcı. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, her yıl 1,9 milyon insan fiziksel hareketsizlik nedeniyle ölüyor. ABD'deki yetişkinlerin üçte biri obez ve bunların dörtte biri de spor yapmaya hiç vakit ayırmadığını itiraf ediyor.

                            Avrupa Birliği vatandaşlarının yüzde 38'i egzersiz yaptığını veya bir spor dalıyla uğraştığını söylerken yüzde 40'ı hiçbiriyle ilgilenmediğini belirtiyor. Almanya'da obez yetişkinlerin oranı % 23 iken, İtalya'da obez olanların oranı, nüfusun yüzde 10'unu geçmiyor.

                            Yağlara dikkat!

                            Kalp sağlığını koruma konusunda dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri, beslenme rejiminde tüketilen yağların sınırlanması! Doymuş yağ asitleri; tereyağı, margarin, iç yağlar gibi hayvansal yağlardan oluşuyor. Bu tür yağların tüketilmesi kötü huylu kolesterolün ve kalp hastalıklarının oluşum riskinin artmasına sebep olabiliyor. Yani eğer ileride kalp rahatsızlıkları yaşamak istemiyorum diyorsanız, yüksek miktarda hayvansal yağlar içeren, o yemeye bayıldığınız fast food gıdaları tüketemeye de bir son vermeniz gerekiyor.

                            Onun yerine daha çok zeytinyağı ve fındık yağı gibi, LDL kolesterolünü düşürücü, damar tıkanıklığı riskini azaltıcı etkisi olduğu saptanan yağlarla hazırlanmış gıdaları tercih etmek lazım. Bir de o adını sıkça duyduğumuz omega 3 yağ asitleri var... Bunlar da kan basıncını düşürüyor, aynı zamanda kanın pıhtılaşma eğilimini ve koroner hastalık riskini azaltıyor. Haftada 2 kez balık, 2-3 kez fındık ve ceviz tüketimi vücudun ihtiyacı olan omega 3 yağ asitlerinin karşılanması için yeterli oluyor.

                            Şeker tüketimini azaltın!

                            Bayılırız tatlıya, pastaya, şekere... Kim bayılmaz ki... Ama işte insanın başına ne geliyorsa, bu şeker düşkünlüğünden geldiği de bir gerçek... Aşırı şeker ve şeker içeren besin tüketimi, kandaki kolesterol seviyesini arttırıyor. Uzmanlar, vücudun şeker ihtiyacının karşılanması için şeker ve şekerli besinler yerine, lezzet bakımından onlarla pek de kıyaslanması mümkün olmayan kepekli makarna, kepekli ekmek gibi posa içeriği yüksek besinler ile taze meyve tüketimini öneriyor. Ancak tabii bütün bunların yanında sağlığınızı düşündüğünüzde, biraz fedakarlık yapmaktan zarar değil, fayda geleceği açık! Şekeri azaltıp, bir de posalı gıdaları artırırsanız, sağlığınız adına iyi bir adım atmış olacaksınız. Gün içinde yeteri kadar posa aldığınızda, vücudunuzdaki kolesterol yapımı azalacak, kan kolesterol ve LDL (kötü huylu) kolesterol düşecek. Yeterli posa alımı için de, öncelikle sebze ve meyve, ardından kurubaklagil ve kepekli ekmek gibi posa içeriği yüksek besinler tüketmeniz gerekiyor.

                            Bunlar da kalp dostu besinler

                            Sarımsak: Ne oldu, burun mu kıvırıyorsunuz yoksa? Tamam, kötü kokuyor biliyoruz ama, büyüklerinizin ne dediğini unutmayın, keyfinizden değilse bile "Şifa niyetine!" tüketeceksiniz. Sarımsak, kalp ve damar sağlığı açısından oldukça faydalıdır. İçindeki besin öğelerinden dolayı damar içinde pıhtılaşmayı engelleyerek koroner kalp hastalıklarının oluşma riskini azaltır. Size bir de ipucu! Sarımsağı pişmiş halde yerseniz, o kadar kötü kokmadığını göreceksiniz. Kepekli makarnanın üzerine, sarımsaklı domates sosunu dökün, bakın, ne kadar leziz!

                            Balık ve balık yağı: İşte kötü kokulu bir kalp dostu daha. Birçoğunuz küçükken annenizin zorlamasıyla da olsa balık yağının o pek nahoş tadına bakmışsınızdır. Ama artık durum o kadar da vahim değil. Piyasadaki yeni ürünler, koku ve lezzet açısından gayet başarılı. Balık ve balık yağı, kanama zamanını uzatıp, damar içi tıkanıklarının azalmasında etkili oluyor. İçeriğindeki Omega 3 yağ asitleri yüksek antioksidan özelliğinde. O halde ne yapıyoruz? Haftada 2-3 kez balık yiyoruz. Daha çok somon, uskumru, ton ve sardalya gibi Omega 3 yağ asitleri bakımından zengin balıkları tercih ediyoruz. Bir de şunu unutmayın; balıkları tavada kızartmıyor, ızgarada ya da fırında pişiriyoruz!

                            Kuruyemişler: İşte canımız abur cubur çekince saldırdığımız besinlerin başında gelen kuruyemişler. Ceviz, fındık gibi kuruyemişler, yüksek antioksidan özelliği olan Omega 3 ve E vitamininin yanı sıra magnezyum ve posa da içerir. Tüketilmesi faydalı ama, her şeyin olduğu gibi bunların da fazlası zararlı. O yüzden miktarı abartmamak gerek! Haftada 2-3 kez 6 -7 adet fındık, 2-3 adet de ceviz tüketseniz yeter!

                            Tahılllar: Yulaf, çavdar ve tam buğday unu gibi, B ve E vitamini içeriklerinden dolayı zengin tahıllar, kalp hastalıklarını önleyici özellikleri taşır. Bu nedenle, beyaz undan yapılan gıdaları tüketmek yerine, yulaf gevreği, kepekli ekmek, kepekli makarna ve pirinç, bulgur tüketimini artırmakta fayda var.

                            Yeşil çay: İçeriğindeki etken maddelerin antioksidan özellikleriyle kalp hastalıklarının engellenmesinde etkili olan yeşil çay, lezzet bakımından alışık olduğumuz siyah çayı aratsa da, bir süre sonra tadına alışmayı başarıyorsunuz. Yeşil çay gibi, adaçayı, papatya, rezene gibi bitki çayları da tüketilmesi tavsiye edilen bitki çayları arasında geliyor.

                            Domates ve karpuz gibi kırmızı renkli besinler, antioksidan özelliği olan laykopeni yüksek oranda içerdiği için, kalp hastalıklarının oluşum riskini azaltır.

                            Soya: Yüksek protein içeriğinin yanı sıra içerdiği B1, demir, çinko, fosfor, magnezyum sayesinde kalp hastalıklarının engellenmesinde etkili oluyor. Yapılan çalışmalarda düzenli olarak günde 25 g soya tüketiminin kalp hastalıklarının oluşum riskini azalttığı saptanmış.

                            Keten tohumu: Doymamış yağ asitleri, potasyum, posa, E vitamini ve omega -3 içeren keten tohumu kalp hastalıklarına karşı koruyucu etki gösteriyor. Tek başına alabileceğiniz gibi, her gün 1 çorba kaşığı keten tohumunu yoğurt, çorba gibi besinlerin içine katarak da tüketebilirsiniz.

                            Spor yapın, bol bol hareket edin!

                            Kalp sağlığında beslenmenin önemini uzun uzun anlattık. Beslenmenin yanısıra bir o kadar önemli bir faktör de hareket. Yaş ilerledikçe kalp esnekliğini ve çalışma ritmini kaybediyor. Kalbin esnekliğini ve çalışma ritmini kaybetmemesinin en etkili çaresi ise düzenli spor yapmak. Bu konuda yapılan araştırmalarda elde edilen verilere göre, uzun vadede düzenli olarak yapılan koşu, bisiklete binme ve yüzme gibi fiziksel etkinlikler, kalbin yaşlanmasıyla birlikte ortaya çıkan sertleşme sorunu ve olası kalp rahatsızlıklarını önlüyor.
                            Fiziksel egzersizlerin en kolayı, bir o kadar da etkili olanı yürüyüştür. Yüzme ise kalbi güçlendirir, fiziksel görünümü değiştirir, kan dolaşımını düzenler, varis gibi hastalıklarda faydalıdır, kilo kontrolunu sağlar. Suda yapılan egzersiz, karadaki egzersize oranla daha da etkilidir. Boyun seviyesindeki suda 20 dakika veya daha uzun süreyle yapılacak aerobik hareketler, kalp damar sistemini güçlendirir.

                            Su içinde yapılacak pedal çevirme hareketi ve kolları açıp kapama hareketleri de faydalıdır. Hareket etmek iyi güzel ama, gerektiğinden fazla hareket ederek vücudu aşırı zorlamak da doğru değil. Çünkü yoğun egzersizler serbest radikal oluşumuna ve böylece erken yaşlanmaya neden oluyor. Dokuların zorlanması sonucu sakatlanmalar da görülebiliyor. Dolayısıyla, her gün yarım saat ya da haftanın 3 - 4 günü, birer saatlik tempolu yürüyüşler, kendinizi fazla zorlamadan kalp sağlığınızı korumanız açısından oldukça etkilidir!

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                              Gazlı İçecekler Diş Çürümesine Neden Oluyor!

                              İngiliz Diş Hekimleri Birliği tarafından yapılan araştırmaya göre genç yaşlarda meydana gelen diş çürümelerinin en önemli nedenlerinden biri yaygın olarak tüketilen kola ve türevi içecekler...

                              Günde dört bardak gazlı içecek tüketmenin dişlerdeki bozulma riskini 12 yaş grubunda yüzde 252 oranında artırdığını da belirten Diş Hekimleri Birliği uzmanları, bu oranın 14 yaş grubundaysa yüzde 513'lük artış olarak ortaya çıktığını bildirdi. Yaklaşık 1000 çocuk üzerinde yapılan araştırmanın, 12 yaş grubundakilerin üçte ikisinin, 14 yaş grubundakilerinse yüzde 92'sinin gazlı içecek tükettiğini gösterdiğini bildirdi.

                              Her iki yaş grubundaki çocukların yüzde 40'ından fazlısının günde üç veya daha fazla bardak gazlı içecek tükettiğini gösteren araştırma, bu alışkanlığın sürmesi halinde toplumun "sağlıksız ağızlı bireylerden oluşmasının kaçınılmaz" olduğunu ortaya koyuyor.

                              Uzmanlar, günde bir bardak gazlı içeceğin bile diş çürümesi riskini ciddi biçimde artırdığını vurguladı.

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                                Kafein

                                Sabahları uyanmak, canlanmak için, geceleri uyumamak, çalışmak için; yorulup da mola verince, arkadaşlar gelince... Bir fincan kahve için pek çok neden var. Kahve, lezzetinin yanısıra pek çoğumuz için uyandırıcı, ayıltıcı, toparlayıcıdır; bu özelliğini de içindeki kafeinden alır. Kafeinin doğal biçimde en çok bulunduğu madde kahvedir, dolayısıyla sigara gibi kahvenin de zararlı bir alışkanlık olduğu biliniyor, ama kendisinden bir türlü vazgeçilemiyor. Gün içinde sabah ya da akşam mutlaka kahve içme ihtiyacı duyuyorsanız kafein bağımlısı olma ihtimaliniz çok yüksek.

                                Kafein bağımlılık yapan bir uyuşturucudur. Kokain veya eroin gibi etkileri olduğu
                                söylenemez ama onlarla hemen hemen aynı mecraları kullanarak beyni uyarır.
                                Basitçe açıklamak gerekirse, kafein, metabolizmayı yavaşlatarak uyku faaliyetini düzenleyen ve özellikle derin uyku için çok önemli olan adenosine hormonunun üretilmesini engeller. Bunun yanısıra, diğer uyuşturucular gibi kafein de vücutta dopomine seviyesini yükseltir. Dopamine, zevk merkezini aktive eden bir hormondur. Bu da kafeinin bağımlılık yaratmasının arkasındaki nedenlerden biridir.

                                Adenosine seviyesindeki azalma dolayısıyla vücutta adrenalin üretilmeye başlanır.

                                Adrenalin kendimizi tetikte hissetmemize neden olan hormondur. Adrenalin salgılanımı sonucunda gözbebekleri genişler, nefes borusu açılır, kalp atışı hızlanır, kan basıncı artar, karaciğer ekstra enerji için kan dolaşımına şeker salgılar, kaslar gerilir ve harekete hazır olurlar.

                                İçeriğinde kafein bulunanan yiyecek ve içecekler:
                                Kahve çekirdekleri, çay yaprakları ve kakao da dahil olmak üzere, kafein bir çok bitkinin içinde mevcuttur. Aynı zamanda bir çok gıda ürününde de yapay olarak bulunmaktadır.

                                Tipik bir filtre kahve için, yaklaşık 170 gramlık fincanda 100mg kafein vardır.

                                Yine demlenmiş bir çay için, yaklaşık 170 gramlık fincanda 70 mg kafein vardır.

                                Kolalı içeceklerde, örneğin teneke kutu kolada 50mg kafein yer alır.

                                Bildiğimiz sütlü çikolataların yaklaşık 30 gramında 6mg kafein vardır.
                                Yukarıdaki veriler göz önüne alındığında, yetişkinlerin yarısının günde 300 mg'den fazla kafein tükettiği anlaşılır. Bu noktaya gelmek için gün içinde bir veya iki fincan kahve ve iki kutu kola tüketmek yeterlidir. Bir gün içinde tükettiğiniz kafein miktarını hesaplarsanız şaşırabilirsiniz.

                                Aşırı dozda kafein tüketimi (genellikle 250mg aşımı) durumunda aşağıdaki belirtilerden en az beş tanesi gerçekleşir:

                                Acelecilik

                                Sinirlilik

                                Heyecan

                                Uykusuzluk

                                Kızarmış bir yüz

                                Mide ve bağırsak rahatsızlıkları

                                Kas seğirmeleri

                                Konuşma ve düşünmede düzensiz akışlar

                                Taşikardi ya da kalpte ritm bozukluğu


                                Kafeinin uzun dönemde sebep olduğu en önemli problem ise uyku bozukluklarıdır Kafeinin vücuttaki yarı ömrü yaklaşık 6 saattir. Yani, öğlen saat 3 civarında büyük bir fincan kahve (yaklaşık 100 mg.) içildiğinde, akşam saat 9'da bu kafeinin 50 mg'ı halen vücutta bulunacaktır. Bu durumda uyunabilse de, derin uykuya geçmek zorlaşır. Dolayısıyla sabah uyandığımızda kendimizi tam olarak dinlenmiş ve güne hazır hissedemeyiz; ve bilin bakalım, ne yaparız? Bir fincan kahve. Bu döngü bu şekilde devam eder

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor
                                X