Sağlık ile ilgili her konu

Kapat
Önemli Konu
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    Konu: Sağlık ile ilgili her konu

    SITMA (MALARYA)

    Tropikal ve subtropikal ülkelerin salgın hastalıklarından biridir (bugün Türkiye de hemen hemen tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle de karşılaşılan vakalar oldukça seyrektir. Ancak yabancı kaynaklara göre Çukurova bölgesinde halen sıtma görülmektedir). Sıtma, plazmodyum parazitinin etken olduğu bir hastalıktır. Sıtmaya neden olan dört tip plazmodyum vardır: P. vivax, P. ovale, P. malariae ve P. falciparum. Bu parazitlerin hepsinin de alyuvarlar içinde üreyen trofozoit ve şizontları bulunur. P. falciparum dışında, diğer üç parazitin ikincil, alyuvarlar dışı doku hücrelerinde geçen yaşam dönemleri vardır. Alyuvarlar dışı yaşam dönemi sonucu sıtma tekrarlayabilmektedir.


    Plazmodyumlar sivrisineklerle sporozoit halinde hastadan sağlam insana geçer. Kan nakli ve hastalık yoluyla da bulaşabilirler. Plazmodiler plasentadan fetüse geçip tehlikeli olabilirler. Tropikal bölgeden dönen kişide görülebilecek ateşli bir hastalıkta, ateşle birlikte olan komada sıtmayı da düşünmek gerekmektedir.


    Kuluçka devresi: 10-14 gün.


    Belirtileri: Baş ağrısı, titreme, terleme ve kollarla bacaklarda ağrılar.


    Hastalığın Seyri


    P. malariae nin etken olduğu sıtmada, etken organizmalar, karaciğere gelişlerinden 8 gün sonra gelişmiş hücre şeklinde kan dolaşımına katılır ve evrim 72 saat sürer. Organizmalar hem karaciğerde hem de alyuvarlarda ürerler. P. vivax ve P. Ovale nin etken olduğu sıtmada, gelişmiş hücreler 8. günde karaciğerden çıkarak kana karışırlar ve her 48 saatte bir alyuvarlardan ayrılırlar. Ancak, etken organizmaların hepsi birden karaciğeri terk etmezler ve eşeysiz üreme sürüp gider. P. falcifarum un neden olduğu sıtma, "habis sıtma" adını alır ve en tehlikeli sıtmadır. Karaciğere yerleşen organizmaların tümü birden 6. günde gelişmiş hücre halinde kan dolaşımına geçerler. Organizmaların gelişimi her zaman olmadığı için aktif hücrelerin alyuvarlardan ayrıldıkları zaman ortaya çıkan ateşli dönemler düzensizdir. Organizmalar, hastalığın herhangi bir evresinde kitleler halinde beyin, omurilik, akciğerler ve böbreküstü bezlerinin kılcal damarlarını tıkayabilirler. Bu nedenle ani ölümler ortaya çıkabilir.


    Ağır sıtma vakalarında en tehlikeli yan etki karasu hummasıdır. Nedeni kesinlikle belli değildir. Hastalık ani alyuvar yıkımı ile kendini belli eder.


    Sıtma tedavisinde göz önüne alınacak üç husus vardır:


    1- Antiparazitik ilaçlarla parazitin ortadan kaldırılması,


    2- Destekleyici tedbirler ve


    3- Komplikasyonların tanınması ve her bakımdan tedavisi.


    Sıtmanın spesifik tedavisi vardır. Tedavide kullanılacak ilaçlar:


    1- Sprozoidleri ilk üreme dönemi eksoeritrositer şizontları öldürerek pofilaktik etki yapmalı,


    2- Eritrositler içindeki şizontları ve kana dökülen şizontları yok etmeli,


    3- Gametleri yok etmeli ve


    4- Dokulara toksik etki yapmamalıdır.


    Bütün sıtma şekillerinin akut dönemlerinin tedavisinde ilk düşünülecek ilaç; klorokin (Aralen) (4-aminoquinoline) dir. Bu ilaç alyuvar dışı üreme dönemi bulunmayan


    P. falciparum enfeksiyonlarını tedavi eder. Diğer sıtma şekillerinde tam bir tedavi sağlanabilmesi için plasmodilerin alyuvar-dışı doku şekillerine etkili olan primakin in de klorokin ile birlikte kullanılması gerekir. Doku şekillerine primakin den başka etkili tatminkar bir ilaç yoktur. P. vivax ve P. ovale hipnozoitlerine karşı primakin kullanılarak bunların relaps yapmaları önlenir.


    Tedavinin Gözlenmesi:


    Tedavi esnasında gözlemler üç gayeye yöneliktir:


    1. Tedavinin etkinliğini tayin etme,


    2. Mümkün olduğu kadar çabuk sıtma komplikasyonlarını tanıma ve


    3. İlaç toksistesini tesbit etme.


    Günlük olarak kan yayma preparatlarında a****üel parazitleri ihtiva eden eritrositler gözükmeyinceye kadar incelenmelidir. İlk 24 saat içinde parazitemideki artma geneldir ve tedavi yetersizliğini ima etmemelidir. A****üel parazitemi daha sonra azalmalı ve 5 günde kaybolmalıdır. Gametositemia günlerce haftalarca sürebilir ve tedavi yetersizliğini veya tedavi gereksinimini ima etmez.


    KORUNMA:


    Sıtma mücadelesinde başarılı olabilmek için bulaş halkasını ortadan kaldırmak gerekir. Bunun için rezervuar insanların tedavisi ve aracı anofellerin üremesini önleyici tedbirlerin alınması gerekir.


    Sıtma tedavisinde kullanılan ilaçlardan klorokin ve diğerlerine ilaç direncinin gelişmesi ve yaygınlaşması, insektisidlerin aracı anofellere etkisinin azalması korunma tedbirlerinin önem kazanmasına neden olmuştur.


    Korunma tedbirleri arasında en önemlisi sivrisinek ısırımına maruz kalmamaktır. Bunun için, geceleyin sivrisinek ağlarının kullanımı, sivrisinek ısırımını azaltmaya uygun giysiler giymek, sinek kovucu ve sinek spreylerinin kullanımı gereklidir. Bu tedbirler %100 koruyucu olmamaktadır. İlaveten kemoprofilaksi yapılır.


    Direnç bildirilmemiş yerlerde klorokin eritrositik enfeksiyonu baskılama için kullanılır. Sıtma sahalarına gitmeden 2 hafta önce ve bu bölgeyi terk ettikten sonra 6 hafta daha klorokin alınmalıdır Bu sahalardan dönenlere P.vivax ve P. ovale enfeksiyon riskini önlemeğe 14 gün süre ile primakin relapsları önlemeye verilir.


    Kloroquin dirençli P. falciparum sahalarında koruyucu olarak meflokin, proguanil+klorokin verilir. Doksisiklin meflokin dirençli P. falciparum sahalarında korumada kullanılabilir.


    Günümüzde, aşı geliştirme çabaları "kokteyl" aşılara doğru yönelmiş durumdadır. Zira farklı sıtma antijenleri ve sıtma parazitinin hayat-döngüsünün farklı devrelerine ait birçok epitopları vardır. Böylece, sporozoit, merozoit ve gametosit antijenlerinin bir kombinasyonunu aşı içermelidir. Bunlara karşı oluşan antikorlar diğerlerine karşı koruma sağlamadığından bu üç antijenin aşıda bulunması gereklidir.

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      Konu: Sağlık ile ilgili her konu

      SU CICEGI

      Suçiçegi Hastaligi|Suçiçegi (veya varisella), herhangi bir yaSta ortaya çikabilen ancak en xxx olarak çocuklarda görulen bir bulaSici hastaliktir. Bu hastaligin tipik özellikleri ateSle seyretmesi ve deride ortaya çikan kabartilardir. Bu kabartilarin birkaç saat içinde, içi saydam siviyla dolu kesecikler haline gelmesi ayirici özelliklerindendir.|BaSlica Nedenleri|Bu hastalik özellikle on yaSin altindaki çocuklari etkileyen salginlar Seklinde ortaya çikar. Varisella zoster virusunden kaynaklanir ve olaganustu bir bulaSiciliga sahiptir. Her ne kadar bu hastaligi geçirmekle yaSam boyu bagiSiklik kazanilirsa da, virus uyku halinde bekleyip daha sonra yetiSkinlik çaginda kendini herpes zoster yani zona olarak gösterebilir.|Suçiçeginin cocukluk cagindaki Belirtileri|Enfeksiyondan sonra 14 ila 21 gunluk bir kuluçka devresi vardir ve daha sonra çocuk ateSlenir ya da hafif bir titreme görulur veya kusma ile sirt ve bacaklarda agri gibi Sikayetlerle kendini daha hasta hissedebilir. Hemen hemen ayni zamanda, sirt ve göguste, bazen de alin çevresinde ve daha nadiren kol ve bacaklarda çok sayida kirmizi ve kaSintili kabarti oluSur. Bu kabartilar birkaç saat içinde saydam bir siviyla dolu kesecikler haline gelir. Bu keseciklerin görulmesi birkaç gun devam eder ve ikinci gunden itibaren içerikleri irine dönuSup, bir iki gun içinde patlayabilir ya da kuruyup buzuSerek tepelerinde kahverengimsi kabuklar oluSur. Bu kuçuk kabuklar bir haftaya varmadan pullanarak dökulur ve iyileSme tamamlanir.|Hasta çocuk dökuntunun görulmesinden itibaren bir hafta sureyle ya da kesecikler kuruyuncaya degin bu hastaligi geçirmemiS çocuklardan tecrit edilmelidir. Ancak kabuklarin dökulmesini beklemeye gerek yoktur.|KiS ve ilkbaharin ilk aylari suçiçeginin yaygin olarak göruldugu aylardir. YetiSkinler ve ergenlik çagindakiler, çocuklara kiyasla daha agir hastalik riski altindadirlar. Agri, ateSin suresi, kiriklik, kaSinti gibi belirtiler daha Siddetli olur, dökuntu daha geniS alana yayilir ve daha uzun surede iyileSir ve hastaligin seyri daha uzun olur. Ayrica, suçiçegi olan yetiSkinler ve gençler için Siddetli komplikasyon riski daha yuksektir.|Suçiçegi Tedavisi|Tedavi hem belirtilere yönelik hem de etkene yönelik yapilabilir. Belirtileri hafifletmek için antipretikler ya da sistemik antihistaminikler kullanilabilir. BagiSiklik sorunu olan ya da enfeksiyon ve komplikasyonlari açisindan risk altinda bulunan çocuklarin Varicella zoster enfeksiyonu tedavisinde antiviral ajanlar kullanilabilir. Uygulama dökuntulerin ortaya çikmasini takiben ilk 24 saat içinde ve 2 yaSindan buyuk çocuklarda yapilmalidir.

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        Konu: Sağlık ile ilgili her konu

        SİÐİLLER VE TEDAVİLERİ (VERRUCA)

        Siğil viral kokenli bulasici bir hastalik olup, etkeni human papilloma virus (HPV) diye adlandirilan bir virus ailesindendir. HPV virusunun bircok altgurubu olup bunlar da degisik klinik goruntu ve degisik ve degisik bolgelerde gelisimine olanak saglar.


        Sigillerin bulasma sekli direk deriden kontak seklinde olup, virusu tasiyan kisilerle temas, deriden deriye aktarilmasina neden olur. Bu nedenlede sigil tasiyan kisiler bunu diger aile bireylerine, arkadaslarina bulastirabilirler. Genital sigiller ise genellikle ****uel temas ile bulasir.


        Her yasta sikca rastlanan sigiller viral kokenli olduklarindan herhangi bir tedavi yapilmadagi surece artabilir ve buyuyebilirler. El *****ma, opusme, dokunma, ayni havluyu kullanma ile de bu virusu baskalarina aktarabilir. Cogu zaman yuz, gogus ve boyunda kahverengi duz lekeler seklinde gorulup, taninmasi ve hasta tarafindan sigil oldugunun anlasilmasi zor olabilir. Bu kahverengi, sari lekeler cogalarak tum yuze, gogse ve hatta karin bolgesine dek yayilir. Yuz ve gogusde gorulen bu tip sigillere verruca planus(duz sigil) adi verilir. Bazen uzun yillar farkedilmeyebilirler, buda sayilarinin cok artmasina neden olabilir . Elde ve ayakta ise daha kabarik ustu tirtikli deri kabalasmalari olarak gorulur.


        Sigillerin oynanmasi, koparilmasi yahut zaman icerisinde gecer dusuncesi ile tedavinin geciktirilmesi buyume ve artmalarina neden olabilir. Ozellikle ayak tabanindaki sigiller nasir ile karistirilabilir ancak nasir cogalma egiliminde degildir. Yan yana sigiller birleserek mozaik form dedigimiz genis sigil alanlari olustuturulabir ve yurumekte agri yaratabilir. Periungual tirnak etrafi sigiller ise ozellikle ya tirnak yeme aliskanligi olanlarda yada manikur yaptiranlarda sikca olusabilir ve tirnak yataginin altina yayilarak tedavileri zorlasabilirGenital bolgede ise ozellikle penis etrafinda, labiumlarin cevresinde minik kabarciklar seklindedir. bi tur sigiller genelde cinsel iliski ile bilasir. Kisa sure icinde tedavi edilmediginde kadinlarda rahim boynunda prekanseroz degisiklikler yaratabilir.


        Sigiller tedavi edilmedigi taktirde artabilir. Tedavide kullanilan krem, jel tarzindaki urunler genelde yuzeysel ce az sayidaki sigilin tedavisinde uygulanir. Krioterapi (dondurma tedavisi) sivi azotun patolojik deri bolgesinde yarattigi destruksiyon ile iyilesmenin saglanmasidir. Elektrokoter(sicak ) ile yakma ise en yaygin ve guvenilir yontemlerden olup, lokal anestezi ile uygulanir. Sigil tedavi edildikten sonrada hastani iyilesmesi bir sure izlenir.


        Dogru teshis ve dogru tedavi problemin cozulmesinde ve bulastiriciligin engellenmesinde onemlidir.

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          Konu: Sağlık ile ilgili her konu

          SİVİLCE

          Sivilce, dermatolojik adıyla akne vulgaris, toplumda en sık karşılaşılan cilt hastalığıdır.Özellikle ergenlik dönemindeki gençlerde % 80-90 oranında rastlanmaktadır ve hemen hemen herkes hayatı boyunca en az 3-5 kez sivilce çıkarmaktadır.


          Bu sık görülen hastalık hem fiziksel olarak görüntüyü bozmakta hem de bu görüntü bozukluğu psikolojik bozuklukların artmasına neden olmaktadır. Tedavi edilmediği takdirde uzun yıllar, hatta bir ömür boyunca devam edebilen bir hastalık haline dönüşmektir.


          En sık karşılaştığımız 12-18 yaş gurubundan başlayarak, uygun tedavi alışkanlıkları ve tedavileri, hastanın cilt tipine ve hastalığın şiddetine göre uygulanmalıdır .Sivilce sadece yüz bölgesinde değil aynı zamanda sırt, göğüs, boyun gibi vücudun diğer bölümlerinde de çıkabilir.


          Ani başlayan ve ileri yaşlarda gelişen sivilce sorununun altında bazen hormonal bozukluk, stres, yanlış kozmetik ürünlerinin seçimi gibi nedenler yatabilmektedir. Hastaların cildindeki sivilceleri sıkması ve oynaması da iyileşme sürecini uzatmakta ve bazen de kalıcı çukurcuklar, izler oluşturabilmektedir. Temelde yapılan hatalardan bir diğeri de sivilce tedavisinin güzellik salonlarında yapılmaya çalışılması, yanlış yönlendirme ve tedavi girişimleri ile hastaların zaman kaybetmesidir. Sivilce temelde yağ bezlerinin fonksiyonlarının bozulması ve derideki birtakım bakterilerin buna katılmasıyla oluşur. Kimi formlarda siyah nokta veya butonlar şeklinde iken kimi zaman da iri, deri altına yayılmış ağrılı kabarcıklar şeklinde oluşabilir. Genellikle15-25 yaş arasında, erkek cinsiyetinde daha ağır formda yaygın ve şiddetli sivilcelere rastlarız.


          Sivilcede, ne kadar erken yaşta tedaviye başlanır ise o kadar olumlu cevap alınır. Tedavi mutlak olarak dermatolog tarafından düzenlenmeli ve doğru bilgilendirmeyle yapılmalıdır. Tedavi için kaybedilen süre, sivilcenin ilerlemesine ve bazen de geriye dönüşü mümkün olmayan izlerin gelişmesine neden olabilir. Uygun bir tedavi, iyi bir temizlik sistemi ile başlar. Tahriş edici olmayan, cildi kurutmayan, Ph ı dengeli bir temizleyici uygun miktarda köpürtülerek cilde uygulanır. Fazla salgılanan yağın emilmesini, bakterilerin üremesini engelleyen krem ve jeller cilde düzgün aralıklar ile sürdürülür. İltihaplı sivilceler bulunuyor ise uygun bir antibiyotik, tedaviye eklenir. Dirençli ve yaygın sivilce formlarında ise A vitamini türevleri kullanılabilir.


          Unutulmamalı ki sivilce bir hastalıktır ve tedavisi mümkündür. Erken dönemde tedavi yapılması hem tedavi süresini kısaltır, hem de komplikasyonları azaltır.

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            Konu: Sağlık ile ilgili her konu

            TALASEMI (AKDENIZ KANSIZLIGI)

            Eski çağlarda Akdeniz çevresindeki bölgelerde ortaya çıkan ağır bir kansızlık türü kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze değin ulaşmıştır. Akdeniz kansızlığı olarak bilinen bu hastalığın öbür adı olan talasemi, Yunanca da "deniz" anlamına gelen bir sözcükten türetilmiştir.

            HASTALIÐIN KALITSAL NİTELİÐİ

            Akdeniz kansızlığının çeşitli biçimleri anne ya da babadan genler yoluyla çocuğa aktarılır. Doğumsal hemolitik sarılıkta, yani alyuvarların parçalanması sonucu ortaya çıkan sanlıkta olduğu gibi ana baba normal kalıtsal özelliklerle birlikte hastalık taşıyan genleri de çocuğa aktarır. Alyuvarlara ilişkin kalıtsal bir hastalığın söz konusu olduğu bu durumda erişkinin hemoglobin yapımında bozukluk vardır.

            Elektroforez yöntemiyle sağlıklı kişilerin taşıdığı dört hemoglobin tipi saptanabilir. Alyuvarlarda değişik oranlarda bulunan bu dört hemoglobin molekülü içerdikleri protein yapısındaki farklılıklar nedeniyle birbirlerinden ayrılır. Hemoglobinin uluslararası simgesi Hh; dört tipinin ise Hb A1, Hb A2, Hb A3 ve Hb F dir. Hb A1 bütün hemoglobinlerin yüzde 97 sini oluşturur. l-lb A3 olasılıkla erişkin kanında yıkıma uğramış A1 hemoglobininden kaynaklanır. Hb F ya da dölüt (fetüs) hemoglobini yenidoğanın kanında yüzde 80 oranında bulunur. Bu oran 1 yaşında yüzde 1 e düşer.

            Normal protein zincirlerinden farklı protein zinciri içeren sıra dışı hemoglobin tipleri de vardır. Örneğin S, C, E hemoglobin tipleri sıra dışı kabul edilir ve değişik kansızlık hastalıklarında görülür. Adı alyuvarların aldığı biçimden kaynaklanan orak hücreli kansızlık bunlardan biridir.

            Akdeniz kansızlığı A1 hemoglobininin iyice azalmasına bağlı bir hemoglobin hastalığıdır. Bu eksikliği gidermek için hastanın kemik iliğinde Hb A2 ve/ya da Hb E üretimi başlar. Ama bu işlem eksikliği gideremediği gibi bazen kansızlığın ağırlaşmasına yol açar. Hb A1 in kısmen üretilmesi ya da hiç üretilememesi, bu hemoglobine özgü protein zinciri yapımını denetleyen gende bilinmeyen nedenlerle bir mutasyon (değişinim) olmasından kaynaklanır. Böylece Hb A1 normal biçimde üretilemez.

            Daha önce belirtildiği gibi hastalık belirtilerinin ortaya çıkması kalıtsal etkenlere sıkı sıkıya bağlıdır ve Akdeniz kansızlığı baskın kalıtsal özellik gösterir.

            Hem anne, hem de babanın hastalığı taşıması durumunda çocuk hastalık yapıcı geni her ikisinden de alabilir (homozigot durum). Çok ağır bir biçimde ortaya çıkan bu olgular Cooley kansızlığı (hastalığı), talasemi majör ya da büyük Akdeniz kansızlığı olarak bilinir.

            Anne ve babadan birinin hastalığı taşıdığı durumlarda, çocuk hastalık taşıyan genin yanı sıra sağlıklı anne ya da babadan hemoglobin yapımıyla ilgili sağlıklı geni de alır (heterozigot durum). Sağlıklı gen hastalıklı genin etkisini zayıflatmakla birlikte ortadan kaldıramaz. Ama hastalık belirtileri önceki durumda olduğu kadar ağır değildir. Bu durumda hastalık talasemi minör ya da küçük Akdeniz kansızlığı olarak bil mu. Akdeniz kansızlığının üçüncü ve son tipi talasemi minimadır. Bu tip belirti vermez. Hastalık ancak kan tahlilleri ile ortaya çıkarılır.

            Yukarıdaki sınıflama daha çok kuramsal bir önem taşır. Gerçekte Akdeniz kansızlığı tipleri, hastalıktan sorumlu anormal genin değişik biçimlerde etkisini göstermesinden kaynaklanır.

            GÖRÜLME SIKLIÐI

            Geziler, göçler ve değişik bölgelerden insanlar arasındaki ilişkilerin yoğunlaşmasıyla Akdeniz kansızlığı Akdeniz bölgesinin dışına da yayılmıştır. ABD ve Kuzey Afrika da Akdeniz kansızlığı olgularına rastlanmaktadır. Ama bu hastalık. özellikle bazı bölgelerde daha sık görülür. Örneğin İtalya nın kuzeyindeki Ferrara bölgesi, Po Irmağı havzası, Sardinya ve Sicilya da görülme sıklığı oldukça yüksektir. Bu coğrafi dağılımın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmacılara göre hastalık Eski Yunan kentlerinde ortaya çıkmış, daha sonra Avrupa, Afrika ve Asya ya yayılmıştır.

            Akdeniz kansızlığı her yaşta ve her iki cinste de görülür. Kalıtsal özelliği nedeniyle genellikle erken yaşlarda ortaya çıkar. Eskiden çeşitli nedenlere bağlanmasına karşın, artık kalıtsal bir hastalık olduğu kesinlik kazanmıştır. Bununla birlikte hastalığın seyri ve yayılımı çevre koşullarından da etkilenmektedir. Bu yönüyle Cooley hastalığı ile sıtma arasında bir bağlantı kurulabilir.

            Sıtma potansiyeli yüksek olan bölgelerde sıtma olgularında düşüş görülmektedir. Bu olay sıtma etkeni olan Plasmodium cinsi tek hücreli asalağın yalnız sağlıklı alyuvarlarda çoğalabilmesiyle açıklanır. Sağlıklı kişiler sıtma etkeniyle karşılaştıklarında sıtmaya yakalanırlar. Ama Akdeniz kansızlığı olan hastalar sıtma salgınlarından etkilenmezler. Eskiden sıtma, ağır durumlar dışında, Akdeniz kansızlığından daha tehlikeli bir hastalıktı; Akdeniz kansızlığına yakalananlar sıtmaya yakalanmaktan kurtulurlar ve daha uzun yaşama şansına sahip olurlardı.

            Akdeniz kansızlığında alyuvarların ilk yapım aşamasında oluşan bozukluk, kanda normalden daha küçük, ortalama yaşama süresi azalmış, damla ve kalp gibi değişik biçimlerde alyuvarların belirmesine yol açar. Hastalığın seyri sırasında alyuvarların bu biçim ve işlev bozuklukları sonucu kansızlık, ayrıca dalak büyümesi, kemiklerde yapı değişiklikleri ve aşağıda sıralanan başka kansızlık belirtileri ortaya çıkar.

            AKDENİZ KANSIZLIÐINA EŞLİK EDEN BAŞKA ALYUVAR HASTALIKLARI

            Hemoglobinin globin bölümünü oluşturan polipeptit zincirlerinden bir çifti a (alfa), öbür çifti ß (beta) olarak adlandırılmıştır. Akdeniz kansızlığı ß zincirindeki yapım bozukluğundan kaynaklanır. Bu nedenle Akdeniz kansızlığının üstün tipleri ß talasemi (beta-talasemi) olarak da bilinir. a zincirinde ortaya çıkan bozukluklar ise Akdeniz kansızlığından ayrı olarak a-talasemi (alfatalasemi) adı altında toplanır. ß talasemiler başka alyuvar hastalıklarıyla birlikte görülebilir. Hemoglobin ya da enzim bozukluklarıyla ilişkili olabilen bu hastalıklar ancak kanın biyokimyasal incelemesi sonucunda ayırt edilebilir. Akdeniz kansızlığının öbür hastalıklarla ilişkisi her zaman olumsuz sonuç vermez. Örneğin, alfa-talasemi Cooley hastalığının belirtilerini hafifletir. Öte yandan heterozigot 13 talasemi ile Hb S hemoglobin bozukluklarının birlikte görülmesi daha ağır sonuçlar doğurur.

            TEDAVİ VE KORUNMA

            Küçük Akdeniz kansızlığı (talasemi minör) daha hafif bir hastalıktır. Hastanın yaşam süresi uzundur; hasta normal yaşamını sürdürebilir. Ama bu durumdaki kişiler, aynı gen bozukluğu bulunan taşıyıcılarla evlenmemelidirler. Böyle bir evlilikte, anne ve babanın Cooley hastalığına yol açacak genleri çocuğa aktarma olasılığı yüzde 25 tir.

            Büyük Akdeniz kansızlığı (talasemi majör) olan çocuklarda ise yaşama olasılığı oldukça düşüktür. Ortalama yaşam süresi azalmıştır ve sağlık durumları kötüdür. Bu hastalığın da ağır ya da daha hafif seyreden biçimleri vardır. Cooley hastalığında kansızlık yalnızca kan nakliyle denetim altında tutulabilir. Verilecek kan miktarı duruma ve hastaya göre belirlenir. Bu tedavide amaç hemoglobin miktarını 100 mililitre kanda 10 gram dolayına çıkarmak ve bir süre bu düzeyde tutmaktır. Bu değer yüksek olmamakla birlikte, küçük hastaların organizma gereksinimleri için yeterlidir.

            Küçük yaşlarda uyarlanma mekanizmalarının iyi olması sayesinde hastalar normalin altında hemoglobin miktarı ile yaşayabilirler. Kan naklinde dikkat edilecek nokta, uygulamanın yalnız gerekli olduğunda yapılmasıdır. Bu hastalarda demir düzeyi yüksek olduğundan, gereğinden çok kan nakli açığa çıkan demir miktarını artırır. Bunun sonucu olarak da aşırı demir, çeşitli organlarda birikme eğilimi gösterir. Günümüzde demiri bağlayıp idrarla atılmasını sağlayan maddelerin tıpta kullanıma girmesiyle bu tehlike önemli ölçüde azalmıştır.

            Alyuvarların yaşam süresinin çok kısaldığı, kan nakline karşın kansızlığın giderilemediği durumlarda dalak çıkarılır. Bu girişimin sonuçlarını değerlendirmek zordur. Cerrahi girişim zamanla kan nakli sıklığının azalmasını sağlar.

            Bu hastalıkta kesin iyileşme beklentisi olmasa da büyük Akdeniz kansızlığına yakalanmış çocuklarda uzun ve zor tedaviyi yürütmek bir görevdir. Zeki ve duyarlı olan bu çocukların rahat edecekleri ve normal yaşamlarını sürdürecekleri koşullar hazırlanmalıdır.

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              Konu: Sağlık ile ilgili her konu

              TALASEMI MAJOR (COOLEY KANSIZLIGI)

              Bu hastalık sorumlu genin hem anne, hem de babadan, yani homozigot olarak geçmesiyle oluşur. Akdeniz kansızlığının en ağır belirtiler veren tipidir.

              Yapılan incelemelerde anne ve babanın kanında talasemi minör ya da talasemi minimaya özgü hemoglobinler saptanarak hastalığın kalıtsal temeli açıkça ortaya çıkarılır.

              Hastalık hemen her zaman çocukluk evresinde görülür. Yaşamın ikinci altı ayında tanı konabilmekle birlikte hastalık ilk iki ya da üç yaş içinde açık belirtiler vermeden yavaş yavaş gelişir. Kendini kötü hissetme durumu, hafif üşütme ve diş çıkarma gibi olaylarla ilgili ya da nedensiz ortaya çıkan hafif ateş yükselmeleri biçiminde belirtiler baş gösterir. Ana ve baba oldukça erken evrede bebeğin gittikçe solduğunu ve deri renginin sanlıkta olduğu gibi sarımtırak bir renk aldığım fark ederler. Bebekte iştahsızlık başlar ve büyüme yavaşlar.

              Bu noktada hekim hastayı gözleyerek sarımtırak deri rengine ek olarak tanıya yardımcı başka önemli ve tipik belirtileri saptar. Bu belirtilerden biri dalak büyümesidir. Hastalıklı alyuvarların yıkıma uğradığı yer olan dalak, aşın çalışarak iyice genişler.

              Karaciğer de büyümüştür ve karın, büyüyen bu iki organ nedeniyle şişerek, dışarı fırlamıştır. Bu durum ince bacaklarla belirgin bir zıtlık yaratır. İskelet yapısında ortaya çıkan değişiklikler ve kemik lezyonlarının da etkisiyle Akdeniz kansızlığına yakalanan çocukların görünümü ayırt edici bir biçim kazanır. Kan hücrelerinin yapılma yeri olan kemik iliği, yıkıma uğrayan alyuvarların eksikliğini karşılayabilmek için aşın miktarda çalışarak alyuvar üretir. Böylece kemik iliği aşırı çalışmaya bağlı olarak genişler, kemikler incelir ve kırıklar oluşabilir.

              Uzman bir gözün bebeklerde hemen tanıyacağı bu fiziksel gelişme zamanla daha da belirginleşir. Kafatası genişleyerek köşeli bir görünüm kazanır. Burun basıklaşır ve burun kanatları genişler, burun kökü çöker, elmacık kemikleri çıkıklaşır, gözler çekikleşir.

              İskelet filminde kalça, kol ve bacaklarda kemik dokusunun inceldiği, kafatası filminde kemiklerin fırça" biçimini aldığı görülür.

              Cooley hastalığına kesin tanı koymada kan tahlillerinin büyük önemi vardır. Hastada kansızlık belirgindir. 1 milimetreküp kandaki alyuvar sayısı genellikle 3 milyonu aşmayan düzeydedir (normal değer 1 milimetreküpte 5 milyondur).

              Ama asıl önemli olan dolaşımdaki hemoglobin miktarının azalmasıdır. Normalde 100 mililitre kanda yaklaşık 15 gram olması gereken hemoglobin miktarı, Cooley hastalığında çok azalarak 4 gramın altına düşer. Buna ek olarak fetal hemoglobin (Hb F) önemli ölçüde artarak dolaşımdaki hemoglobinlerin tamamına yakın bölümünü oluşturur.

              Lam üstüne yayılan bir damla kan, mikroskopta incelendiğinde alyuvarların küçük, garip biçimli (damla, virgül, kalp, halka, yüzük vb) ve az miktarda hemoglobin içermesi nedeniyle hemen hemen saydamlaştığı açıkça görülür.

              Aşırı alyuvar parçalanması sonucunda plazmada ayrışan demir ve bilirubin gibi hemoglobin ürünlerinin düzeyi yükselir. Bu, hafif sarılığa (subikter) yol açar.

              Akdeniz kansızlığına yakalanan küçük yaşlardaki hastaların bu duruma oldukça iyi uyum sağladığı söylenebilir. Kansızlık belirginleşene değin hastalar normal yaşamlarım sürdürürler. Ama hastalık sürekli ilerler ve özellikle ilk yıllarda başlamışsa çocukluk yaşında ölüm oram oldukça yüksektir.

              Hastalığın çok erken ortaya çıkmadığı durumlarda eşeysel gelişim de etkilenir. Boy ve kilo gelişimi durur. Kıllanma ve ses kalınlaşması gibi ikincil eşeysel özellikler gelişemez. Sonuçta ortaya enfantilizm (çocuk olarak kalma) olgusu çıkar. Genel durumda ve kan sayımında görülen belirgin bozukluğa karşın, hastaların ruhsal ve zeka gelişimlerinde gerileme yoktur. Hatta bu çocukların normalin üstünde bir zekası ve zengin bir iç dünyası olabilir.

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                TATARCIK HUMMASI (TATARCIK HASTALIGI)

                Tatarcık humması, akut, hafif seyirli, enfekte kişide sınırlı bir gelişimi olan ve tatarcık sineği ısırmasıyla bulaşan virüs etkenli bir hastalıktır. İnsanlar dışında bu virüslerin hastalığa neden olduğu başka bir canlı türüne rastlanmamıştır. Orta Doğuda tarla farelerinin ara konakçı olduğu düşünülmektedir. Akdenize kıyısı olan ülkelerde, Balkanlarda, Afrika nın doğu kesimlerinde, Rusya ve Orta Asya ülkelerinde, İran, Irak, Pakistan, Hindistan, Panama, Brezilya ve Trinidad adalarında görülür. Panama ve Brezilya daki olgular genellikle salgın şeklinde değildir ve daha çok ormanla ilişkisi olan insanlarda rastlanmaktadır. Görevli veya turist olarak Kıbrısa gidenlerde sık olarak görülür. Halk arasında Tavuk Hastalığı olarak da bilinir.

                Tatarcık hummasının Phlebotomus papatasii ile bulaşan bir virüs hastalığı olduğu 1909 da bildirilmiştir. Tatarcık hummasının etkeni Arbovirüs ailesinden olan bunyavirüs grubundan bir RNA virüsüdür. Tatarcık humması 20 - 45 kuzey enlem dereceleri arasındaki endemik bölgelerde ve vektör phlebotomusların bulunduğu ülkelerde görülür.

                Tatarcık Sinekleri (Flebotom)

                Tatarcık sinekleri; tropikal bölgelerde yıl boyunca hastalık bulaştırabilirlerken, daha soğuk iklimlerde sadece sıcak aylarda etkilidirler. Orta Doğu ve Orta Asyada hastalık sıcak ve kurak aylarda (yaz veya sonbahar ayları) gözlenir ve insanlara enfekte tatarcık sineklerinin (phlebotomus papatasii) ısırmasıyla bulaşır.

                Tatarcık sinekleri; sadece bir kaç milimetre boyunda olan sinekçiklerdir. Sadece dişi tatarcıklar insanları ısırır. Isırılan kişi eğer allerjik bir yapıya sahip değilse ısırılan yerde ağrı hissetmez ve lokal irritasyon görülmez; ısırılanların sadece % 1 lik kesimi ısırıldığının farkına varmaktadır.

                Tatarcık sineği geceleri beslenir, gündüzleri karanlık yerlerde bulunur (duvar çatlakları, mağaralar, evler ve ağaç kovukları). Yumurtlama kan emdikten bir kaç gün sonra olur. Yumurtaların kanatlı tatarcıklar haline gelmesi için yaklaşık 5 haftalık bir süre gereklidir. Yetişkin bir tatarcık sineği sıcak ortamda bir kaç hafta yaşar.

                Flebotomların hastalardan kan emerek virüs almaları, hastalık belirtilerinin başlamasından iki gün evvel ile hastalık belirtilerinin kaybolmasından 24 saat sonrası arasında olur. Bu süre dışında hastalardan kan emen dişi flebotomlar enfekte olmazlar. Tatarcıklar kan emdikten 6 - 10 gün sonra bulaştırıcı olurlar ve ömürleri boyunca bulaştırıcı kalırlar. Virüs, yumurta ile bir nesilden diğerine geçer.

                Bu sinekler zemine yakın yerlerde bulunduğundan ve 3-4 m. yüksekliğe uçamadıklarından büyük binalarda hastalık daha çok alt katta oturanlar arasında görülmektedir. Uçuş menzilleri 100 metreyi geçmez.

                Gündüz dinlenir, gece uçarlar. Dişi tatarcıklar yumurtalarını kaya diplerine, ağaç kovuklarına, organik maddelerden zengin nemli ve gevşek topraklara bırakırlar. Doğada tatarcık yumurtalarını, larva ve pupalarını bulmak çok güçtür.

                Deri içi veya ven yoluyla aşılanan insanların %5 kadarı infeksiyona tutulmamakta, % 50 - 75 inde ise hastalık belirtileri ortaya çıkmamaktadır.

                Belirtiler

                Tatarcık sineğinin ısırdığı insanlarda, ısırığın olduğu yerdeki deride kaşıntılı kabarıklıklar oluşur ve 5 gün kadar devam eder. 3 - 6 günlük bir inkübasyon dönemini takiben hastalık aniden ortaya çıkar. Ateşin ortaya çıkışından 24 saat önceki ve 24 saat sonraki periyotta kandan virüs elde edilebilir.

                Hastalık genel olarak birdenbire, titreme veya ürpermelerle ateşin yükselmesi şeklinde başlar, bazı hallerde önceden kırıklık, başdönmesi, bacak ve karında anormal hisler olabilir. Başlangıçta veya daha sonra baş ağrısı, gözlerde yanma, göz arkasında göz hareketleriyle ortaya çıkan ağrılar, ensede ve sırtta sertlik, oynaklarda ve taraflarda ağrılar, tat alma duyusunda değişiklikler, iştahsızlık, bulantı, kusma, kabızlık veya sürgün, boğazda ağrı, burun kanaması, baş dönmesi olabilir. Damakta küçük veziküller görülebilir ve maküler veya ürtikeryal döküntüler gelişebilir.

                Ateş, 39 - 40 oC ye kadar yükselebilir. Genellikle ateş 2 - 4 gün kadar sürer (3 gün ateşi) ve bol terleme ile düşer; ancak ateş, 1 - 9 gün de sürebilir. Bazen ateş düştükten sonra kısa süren bir yükselme de görülebilir. Nabız yavaşlar. Tatarcık hummasında yüz ve boyun kızarmıştır. Gözde konjuktivadaki kanlanma ucu korneaya varan bir üçgen şeklinde dikkati çeker, fotofobi ve gözde yaşarma olabilir. Ağızda yumuşak damakta ve yutağın arka cidarında kanlanma olabilir. 2 - 12 hafta içerisinde hastaların % 15 inde ikinci bir atak gelişmektedir.

                Nadiren splenımegali gelişir, lenfadenopati gözlenmez. Ateşin ilk günü kanda lökosit sayısı normaldir, lenfositler azalabilir ve nötrofillerin sola sapması ile gençlerin çoğalması görülebilir. Ikinci veya üçüncü günler kanda lökopeni polinukleoz yerleşir. Hastalığın sonunda veya iyileşme sırasında lökopeni belirgindir.

                Diğer arbovirüs enfeksiyonlarında olduğu gibi tatarcık humması da aseptik menenjitle ilişkili olabilir.

                Hastalık kendiliğinden iyi olur, ölüm bilinmemektedir.

                İyileşme sırasında ateş ve belirtiler depreşebilir, geçici depresyonlar görülebilir.

                Laboratuvar

                Beyaz küre sayısındaki değişiklikler hastalıktaki tek pozitif laboratuvar bulgusudur. Düzeldikten 5 - 8 gün sonra lökositlerdeki değişiklikler tamamen normale döner.

                Tanı genellikle klinik bulgular ve bölgesel bilgiler ışığında konur. Serumda antikor titresinde artış saptanabilir.

                Bağışıklık

                Bağışıklık tipe özgüdür ve bu bağışıklık en az iki yıl devam eder. Hastalığın endemik olduğu bölgelerde virüsün 20 kadar alt tipi vardır fakat bunlardan yalnızca 5 i hastalık yapıcıdır. Endemik bölgelerde hastalık çocukluk çağında geçirilir ve bir bağışıklık meydana gelir. Bu bölgelere gelen bağışıklığı olmayan yabancılar mesela askerler ve turistler sıklıkla bu hastalığa yakalanırlar.

                Tedavi ve Korunma

                Hastalık ilerleyici değildir ve özel bir tedavi gerektirmez. Şikayetlerin tedavisi, yatak istirahati, uygun sıvı verilmesi ve aspirin ile analjezi önerilebilir.

                Hastalar, tatarcık geçirmeyen bir cibinlik içinde yatmalıdırlar. Insektisitlerle tatarcıklara karşı savaş çok etkilidir.

                Kontrol

                İnsektler arasında mücadelesi güç olanlardan birisi de tatarcıktır. Endemik bölgelerde geceleri ilaçlama yapılmalı ve yaşanılan mekanların çevresine kalıcı insektisid atılmalıdır.

                Metrekare başına 2 gr DDT, 600 mg Dieldrin veya 1 gr organik fosforlu herhangi bir insektisit kullanılabilir. Tatarcık sinekleri klorlu hidrokarbon içeren insektisidlere karşı çok hassastırlar. Amerika, Avrupa ve Asya nın bazı ülkelerinde 900 - 2700 mg / m2 kalıcı DDT uygulanmasının 1 - 2 yıl kadar etkili olduğu gözlenmiştir.

                Bodrum gibi kapalı yerlere insektisit tatbikatında BHC veya DDVP gibi fumigan olan insektisitler kullanılmalıdır. Bunlardan ayrılan kristaller bütün ortamı etkilerler.

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                  TERLEME (ASIRI TERLEME = HIPERHIDROZIS)

                  Aşırı terleme, esas olarak ter bezlerinin aşırı aktif olmasından kaynaklanmaktadır. Terleme, vücudun aşırı sıcağı vücuttan atma mekanizmalarından birisidir. Ancak bazı insanlar diğerlerine göre daha fazla terlerler.

                  Aşırı terleme mutlaka bir hastalıkla ilişkili olmak zorunda değildir. Genelde şişmanlıkla ilişkilidir, çünkü fazla kilolu olanlar yürümek gibi normal aktiviteleri için bile, normal kilolulara göre daha fazla efor harcarlar. Aşırı terleme belirli ilaçlardan da kaynaklanabilir. Bazen de sistemik bir hastalığın belirtisi olarak karşımıza çıkabilir (hipertiroidi gibi).

                  Kendiniz aşırı terlemenizin nedenini ve tam olarak yerini bulmaya çalışın: aşırı terlemeye erhangi bir hareketiniz mi neden oluyor, veya sıcak bir ortamda iken mi diğerlerine göre aşır terliyorsunuz ? Bazen stres ve sıkıntı ile iş toplantısı gibi durumlar aşırı terlemenize neden olabilir. Eğer stres ve benzerleri neden oluyorsa, kendinizi rahatlatmanın yollarını arayın.

                  Kahve, çay ve diğer uyarıcı alışkanlıklardan uzak durun. Bu tür uyarıcılar apokrin ter bezlerinin (vücudun kıllı bölgelerinde bulunan ve güçlü - keskin kokulu ter üreten özel bezler) aktivitelerini arttırırlar. Kafein gibi uyarıcılar vücudu savaş durumuna hazırlarlar denilebilir, yani bedeni uyararak her tür dış etkene karşı tetikte olmasını sağlarlar, bu durum da stres ve sıkıntıyı artırır. Bol miktarda su için, çünkü terleme ile kaybettiğiniz suyu tekrar almanız gereklidir.

                  Vücudunuzun sempatik sistemini uyarabilecek çevresel uyaranlardan uzak durun; gürültülü ve yüksek sesli müzik, çalıştığınız işe yoğunlaşmanızı engelleyen şeyler, ve hatta sizi sinirlendiren kişiler bu gruba dahil edilebilir. Rahatlamak için kendinize bir egzersiz bulabilirsiniz, nefes alma egzersizleri gibi. Meditasyonun da faydası olabilir. Düzenli egzersiz ter bezlerinizin düzenli çalışmasına yardımcı olur.

                  Terleme ile günde 3 mg kadar çinko kaybedebilirsiniz. Çinko özellikle protein ve DNA sentezi ile kan, beyin ve bağışıklık siteminin düzenli olarak işleyebilmesi için gereklidir. Günde 30 mg çinko alabilirsiniz.

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                    TETANOZ

                    Tetanoz normalde toprakta yaSayan bakterilerin neden oldugu bir hastaliktir. Bu bakteriler genelde hasyvan diSkisi içeren toprakta bulunabilirler. Kesik, çizik, siyrik veya bir Seyin cilde batmasi sonucunda tetanoz mikrobu kana kariSabilir. bagiSik olmayan bir insanda diken batmasi gibi ufak bir yara dahi tetanoza neden olabilir. insan her yaSta tetanoz olabilir.|Belirtiler:|onceleri baS agrili huzursuz bir devre geçirilebilir. Asil belirtiler agrili adale kramplaridir. Bunlar özellikle boyun ve çene kaslarinda görulurler. Daha sonra gövdedeki kaslar sertleSir ve kramplar oluSur. nefes almada guçluk meydana gelir. Bazen ateS olabilir. Mikrobun alinmasindan sonra 5-20 içinde belirtiler ortaya çikar. Bu durumu genellikle havale nöbetleri takip eder. Bazi insanlar bu hastaliktan ölebilir. Halen yuzde yuz etkili bir tedavisi yoktur.|ASi: Bebeklere yapilan karma aSi difteri, tetanoz ve bogmacaya karSidir. Bu aSinin yapildigi çocuklar tetanoza karSi temel bagiSiklik kazanirlar. Ancak bu bagiSiklik zamanla azalacagindan tetanoz aSisinin belirli araliklarla ömur boyu tekrarlanmasi gerekir. Herkes on yilda bir aSi olmalidir.|Yaralanma ve Isirilmalarda:|ozellikle derin, kötu bir Sekilde çizilmiS, siyrilmiS veya kirlenmiS yaralanmalarda tetanoz aSisi için bir saglik birimine muracaat edilmelidir (hayvan isiriklari, agir yaniklar veya sokak pisligi - toprak bulaSmiS siyriklarda).|ASagidaki durumlardan birisi varsa aSi olmaniz gerekir;

                    - Temel aSi programinin uzerinden 6 veya daha çok yil geçmiSse. - BagiSikligi tazelemek için yapilan aSinin uzerinden 5 veya daha fazla yil geçmiSse - hayatinizda hiç tetanoz aSisi olmadiysaniz

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                      TÜBERKÜLOZ

                      Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, aşısı bulunduktan sonra ortadan kalktığına inanılan tüberküloz (verem) hastalığına, her yıl ortalama 8 milyon kişi yakalanıyor ve 3 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybediyor. WHO verilerine göre, günde 5 bin 500 ve 15 saniyede 1 kişiverem nedeniyle ölüyor. Dünya nüfusunun 3’te 1’i, yani 2 milyar kişi tüberküloz basili ile enfekte durumda.


                      TÜRKİYE’DE DURUM


                      Türkiye’de her yıl 20 bin yeni verem vakası ortaya çıkıyor. Türkiye nüfusunun 4’te 1’i verem basali ile enfekte, ancak rakamlarda bir artış bulunmuyor. Aksine hasta sayısında düşüş gözleniyor. Türkiye’de 1950’li yıllarda görülme sıklığı çok yüksek olan ve o yıllarda ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer alan hastalığın yaygınlığı, 1952 yılında başlatılan yoğun çalışmalarla hızla azaldı. Verem nedeniyle ölüm oranı, 1945 yılında yüzbinde 262 iken bugün yüzbinde 2.5’e, hastalığa yakalanma oranı ise 1965 yılında yüzbinde 172 iken bugün yüzbinde 30’a geriledi.


                      VEREM HASTALIÐININ BAŞKA İSMİ VAR MI?


                      Tıpta tüberküloz olarak adlandırılır. Ayrıca halk arasında ince hastalık, ciğerlerinde duman var denildiğinde de çoğu zaman verem kastedilir.


                      TÜBERKÜLOZ NASIL BİR HASTALIKTIR?


                      Tüberküloz asıl olarak akciğerlerde yerleşen, fakat tüm vücuda dağılabilen mikrobik, bulaşıcı, süreğen bir hastalıktır.


                      TÜBERKÜLOZ HALA KORKULACAK BİR HASTALIK MIDIR?


                      Bilinen en eski hastalıklardan birisi olmasına; sebebinin kesin olarak bilinmesine; 50 yıldır tedavisinin mümkün olmasına ve üstelik korunulabilir bir hastalık olmasına karşın halen dünyada en yaygın ve ölümcül bulaşıcı hastalıklardan biri olmaya devam ediyor. Yılda üç milyonu aşkın kişi tüberküloz nedeniyle hayatını kaybediyor.


                      DÜNYADA TÜBERKÜLOZUN DURUMU NEDİR?


                      Yerküre üzerinde yaşayan her üç kişiden birisi tüberküloz mikrobuyla karşılaşmış ve onunla tanışmış durumda. Halen yılda üç milyon kişi tüberküloz nedeniyle ölmekte olup her yıl 8 milyon yeni tüberküloz hastası teşhis ediliyor. Özellikle Asya, Afrika kıtasında çok sık olarak rastlanıyor. Eskiden gelişmiş Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri bu hastalıktan hiç söz etmezlerdi. Oysa AIDS salgınına ve küreselleşme sürecine paralel olarak bu ülkelerde de tüberkülozlu hastaların sayısı artmaya başladı.


                      NASIL BULAŞIR?


                      Hastalığa sebep olan mikrop veremli hastadan sağlam kişiye geçerek yayılır. Çok daha nadir olarak hasta sığırların süt ve bu sütlerden yapılan süt ürünleri ile de bulaşabilir.


                      HASTADAN SAÐLAM KİŞİYE NASIL GEÇER?


                      Verem mikrobu hava yoluyla bulaşır. Hasta kişinin öksürmesi, aksırması, konuşması ve nefes alıp vermesi sırasında havaya saçılan mikroplar havada günlerce asılı halde canlı kalabilir. Hasta kişiyle teması olan yani kapalı bir ortamda uzun süre aynı havayı soluyan sağlam kişiler nefes aldıklarında havadaki bu mikroplar onların akciğerlerine ulaşır ve orada yerleşerek hastalığı başlatır. Hastalığın yayılmasından sorumlu asıl bulaşma şekli budur. Bunun dışında cilt ve mukozalardan, doğum kanalından, anne sütünden de çok nadiren bulaşabilirse de pratikte bu tür bulaşmalar önemsizdir.


                      HER TÜBERKÜLOZ HASTASI MİKROBU BULAŞTIRIR MI?


                      Balgamında mikrop bulunan, hastalığı yaygın olup öksüren hastalar daha çok bulaşmadan sorumludur. Akciğer dışı organ tüberkülozu olanlar, 15 gündür tedavi almakta olanlar pratik olarak bulaştırıcı değildir.


                      HASTAYLA TEMASI OLAN HER SAÐLAM KİŞİDE HASTALIK ORTAYA ÇIKAR MI?


                      Tüberküloz hastasıyla teması olup mikropla karşılaşan, hatta mikrobu soluyan kişilerin çok şükür ki az bir kısmında hastalık gelişir.


                      NEDEN MİKROBU ALAN KİŞİLERİN BAZISINDA HASTALIK ORTAYA ÇIKARKEN DİÐERLERİNDE GELİŞMİYOR?


                      Bu solunan mikrobun sayısına, hastalık yapma gücüne (bazı mikroplar ölü veya zayıf olup hastalık yapamaz) ve sağlam kişinin direncine, savunma sisteminin kuvvetine bağlı olarak kişiden kişiye farklılık gösterir. Sigara içen, alkol alan, beslenmesi bozuk ve kötü yaşam koşullarına sahip kişilerde ve başka akciğer hastalığı, şeker hastalığı, bazı kan hastalıkları, AIDS ve böbrek hastalıkları gibi süreğen hastalığı olanlarda verem oluşma olasılığı daha yüksektir.


                      MİKROBUN BULAŞMASINDAN İTİBAREN NE KADAR SÜRE SONUNDA HASTALIK ORTAYA ÇIKAR?


                      Bu süre çok farklıdır. Mikrobu alan kişide bazen 1-2 ay; bazen bir kaç yıl bazen de onlarca yıl sonra hastalık gelişebilir. Veya hiç gelişmeyebilir.


                      TÜBERKÜLOZ MİKROBU DİÐER ORGAN VE DOKULARA NASIL ULAŞIYOR?


                      Mikrobun vücuda giriş yolu hastaların tamamına yakın bir çoğunluğunda akciğerlerdir. Ancak buradan lenf akımı ve kan yoluyla vücudumuzdaki tüm doku ve organlara yayılabilir.


                      TÜBERKÜLOZ AKCİÐER DIŞINDA EN xxx HANGİ ORGAN VE DOKULARI HASTALANDIRIR?


                      Kemik ve eklemler, böbrek ve üreme sistemi, beyin zarı, göğüs ve karın boşluğunu çevreleyen zarlar, cilt ve lenf bezelerinde sık yerleşir.


                      TÜBERKÜLOZUN BELİRTİLERİ NELERDİR?


                      Hastalık ani ve gürültülü olarak ortaya çıkmaz. Sinsi ve yavaş ilerler. Hastalar genellikle aylardır devam ede gelen halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı, hafif ateş, geceleri terleme gibi yakınmalarla hekime başvururlar. Zamanla bunlara öksürük ve balgam çıkarma da eklenir. Balgamda kan da gelebilir. Ağrıya pek rastlanmaz. Akciğer dışı organ tüberkülozlarında tutulan organla ilişkili yakınmalar bulunabilir. Örneğin idrarla ilgili şikayetler (kırmızı idrar yapma, idrar yaparken yanma vb.), boyunda lenf bezelerinin büyümesi gibi ..


                      BU BELİRTİLER GÖRÜLÜNCE TÜBERKÜLOZ TEŞHİSİ KESİN MİDİR?


                      Bu sayılan yakınmaların hiç birisi tüberküloza özgü olmayıp diğer bir çok hastalıkta da rastlanabilen şikayetlerdir. Bu nedenle bu tür şikayetleri olan hastaların mutlaka konunun uzmanı bir hekim tarafından değerlendirilip, göğüs röntgeninin çekilip araştırılması gerekir.


                      TÜBERKÜLOZ TEŞHİSİ NASIL KONULUR?


                      Kişinin tüberküloz olduğu ancak vücut örneklerinde (balgam, idrar, mide açlık sıvısı, beyin omirilik sıvısı, plevra-periton sıvısı, lenf bezi aspirasyonu vb. ) tüberküloz mikrobunun görülmesi ve üretilmesiyle söylenebilir. Bazen alınan doku biyopsilerinde tüberküloza özgü değişikliklerin izlenmesiyle de tanı konabilir.


                      MİKROP ARAŞTIRILMADAN YADA ARAŞTIRILDIÐI HALDE BULUNMADAN SADECE ŞİKAYET VE MUAYENE BULGULARINA DAYANARAK TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİNE BAŞLANILABİLİR Mİ?


                      Maalesef bu tür tedavilere sık başlansada olmaması gerekir. Oysa tüberküloz tedavisi uzun süreli ve bir çok ilacın kullanıldığı bir tedavi olup ilaçlara bağlı yan etkiler ve maliyet göz önüne alındığında gereksiz yere, yanlış bir tüberküloz tedavisi uygulanma ihtimalinin yüksek olması dolayısıyla bu tür kör (ampirik) tedaviler doğru değildir. Üstelik yanlış tedavi asıl hastalığın teşhis ve tedavisini de geciktirir. Tüberküloz çok kere tümör ile benzer belirtiler verir. Buna bağlı olarak tümör teşhisi gecikip hasta için çok önemli zaman kaybı söz konusu olabilir. Tedavi edilebilir bir tümör tüberküloz zannedilerek kör tedavi sırasında vücuda yayılabilir.


                      MİKROBU ARAŞTIRMAK İÇİN GEREKLİ TETKİKLER YAPILAMIYORSA NE YAPILMASI GEREKİR?


                      Hasta bu tür incelemelerin yapılabildiği en yakın bir merkeze sevk edilmeli veya hastadan alınan balgam vb. örnekler usulüne uygun şekilde ilgili laboratuarlara gönderilmeli.


                      VEREM SAVAŞ DİSPANSERLERİNİN KURULUŞ AMACI NEDİR?


                      Ülkemizde Sağlık Bakanlığı verem ile savaşmak üzere Verem Savaş Daire Başkanlığı altında bir örgütlenme geliştirdi. Verem Savaşı Grup Başkanlıkları, yataklı kurumlar, dispanserler hemen her bölgede ve il ve ilçelerde mevcuttur. Tüberküloz teşhis, tedavi ve takibi, aşılamalar buralarda ücretsiz olarak yapılır. Bazı dispanserlerde mikrop araştırması da yapılır.


                      VEREM SAVAŞ DERNEKLERİNE AMAÇLA KURULMUŞTUR?


                      Verem savaşı için gerekli hizmetlerin finansını sağlamak, hasta ve ailelerine ekonomik yardımlarda bulunmak amacıyla hizmet vermekteler.


                      TÜBERKÜLOZUN TEDAVİSİ MÜMKÜN MÜ?


                      Elimizdeki tedavi imkanlarıyla uygun şekilde tedavi edilmek koşuluyla artık tüberküloz %100’e yakın tedavi edilebilir bir hastalık haline geldi. Ancak bu pratikte tüberküloz tedavisinde sorun olmadığı anlamına gelmez. Günlük uygulamalarda maalesef bir çok hastanın tedavisi yetersiz kalıp ve hastalık müzminleşmekte. Bunun nedeni de yanlış veya eksik tedaviler.


                      DOÐRU TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİ NASIL OLMALIDIR?


                      Öncelikte hastadan mikrop üretilerek teşhis kesinleştirilmeli ve mikrobun hangi ilaçlara duyarlı hangilerine dirençli olduğunu gösteren ilaç direnç testleri yapılmalı. Çünkü ülkemizde tüberküloz ilaçlarına karşı primer direnç oranları çok yüksektir. En az dört ayrı ilacı aynı anda birlikte kullanacak şekilde bir tedaviye başlanması gerekir. Daha az sayıda ilaçla başlanan tedavi ülkemiz için yanlıştır. Birlikte kullanılacak olan ilaçların hastanın yaşına, tıbbi durumuna göre seçilmesi gerekir. Tedavi süresince ilaçların mutlaka uygun doz ve sürelerde tedaviye ara vermeden, aksatmadan kullanılması gerekir. Günümüzde en kısa süreli tüberküloz tedavisi 6 ay devam etmek zorundadır. 6 aydan kısa tüberküloz tedavisi olmaz. Fakat hastanın durumuna göre bu süre 9 ay, 12 ay, 24 aya kadar hekim tarafından uzatılabilir.


                      BUNLARA DİKKAT EDİLMEZSE NE OLUR?


                      Yukarıda tanımlanan prensiplerden birisine bile dikkat edilmezse zamanla tüberküloz mikrobu tedaviye direnç kazanır ve bir müddet sonra artık tedavi edilebilir hastalık tedavi edilemez hastalık haline gelir. Bu nedenle Dünya Sağlı Örgütü “tüberkülozu yanlış tedavi etmenin hiç tedavi etmemekten daha kötü olduğunu” duyurmuştur.


                      YANLIŞ VEYA EKSİK TEDAVİLER SONUÇ VERMEZ Mİ?


                      Maalesef verir. Yani bu tür uygun olmayan tedavilere başlandıktan sonra da 15-20 gün içerisinde hastanın şikayetleri tamamen düzelir ve hasta iyi oldum, işler yolunda gidiyor zanneder. Oysa 3-6 ay içerisinde ilaca direnci gelişir ve hastalık tekrar geri döner. İşte bu taktirde tedavi çok zorlaşır bazen de imkansız hale gelebilir.


                      İLAÇ DİRENCİ OLUŞMUŞ HASTALARDA NE YAPILABİLİR?


                      Bu tür hastaların tedavisi güçleşmiş ve tedavinin başarılı olma olasılığı çok azalmıştır. Üstelik bu hastalar ilaçlara dirençli mikropları etraflarına yaydıkları için bunlardan mikrop kaparak hastalanan yeni kişilerin de tedavisi güçleşir. Bu şekilde toplumda tüberkülozun tedavi ve kontrolü giderek daha da zorlaşır. Bu durum tüm dünyada ilgili kişileri endişelendirmekte ilaç direncindeki artışın önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması hususunda yakın takip ve öneriler Dünya Sağlık Örgütü ve ilgili örgütler tarafından ülkelere iletilmektedir. Her şeye rağmen ilaç direnci olan veya ilk tedavileri yetersiz olan hastaların mutlaka bu tür hastaların yatırılarak tedavi edilebileceği, alternatif ilaçların kullanılabileceği, dirençli tüberküloz tedavisinde deneyimli uzmanların bulunduğu özel merkezlere gönderilmeleri ve sadece buralarda tedavi edilmeleri gerekir. Bu hastaların orada-burada rasgele tedavi edilmeleri, değişik ilaçları kullanmaları sadece zaman kaybettirmekle kalmaz hastalığı tamamen tedavi edilemez hale getirebilir.


                      TÜBERKÜLOZ İLAÇLARI NASIL KULLANILIR?


                      Streptomisin hariç diğer tüberküloz ilaçları ağızdan hap yada şuruplar şeklinde her gün bir defada topluca alınabilir. Gerekirse iki üç öğüne de bölünmüş olarak verilebilir. Rifampisin adlı ilacın aç karnına alınması önerilir.


                      HAFTADA İKİ GÜN İLAÇ ALINARAK TEDAVİ MÜMKÜN MÜ?


                      Teoride evet fakat ülkemiz koşullarında hayır. Çünkü bu tür aralıklı tedavi rejimlerinde ilaçların görevli bir sağlık personeli tarafından hasta adresinde ziyaret edilerek gözetim altında içirilmesi gerekir. Yoksa günlük tedavide olduğu gibi ilaçları hastaya vererek uygulanamaz. Çünkü bir doz unutma veya atlamada direnç gelişme olasılığı yüksektir.


                      TÜBERKÜLOZ İLAÇLARININ NE TÜR YAN ETKİLERİ VARDIR?


                      En önemli yan etki karaciğer üzerinedir. Bilhassa 35 yaşın üzerinde, alkol almış, hepatit veya başka karaciğer hastalığı olan kişilerde daha sık rastlanır. Görme, işitme ve denge üzerine olumsuz etkiler ile kırmızı yeşil renk körlüğü görülebilir. Böbrek ve sindirim sistemine zararlı tesirler olabilir. Allerjik reaksiyonlar da gözlenebilir.


                      İLAÇLARA BAÐLI İSTENMEYEN ETKİLER ORTAYA ÇIKTIÐINDA NE YAPILMASI GEREKİR?


                      Bu durumda hasta kendi başına tedavisini kesmemeli, önemsiz görüp hiçbir şey yokmuş gibi de davranılmamalı, derhal hekimine ulaşıp sorununu aktarmalı. İlaçla ilgili olsun olmasın tüberküloz tedavisi altında olan her hastada ortaya çıkan her türlü sağlık sorunu ilaç yan etkileri açısından hekimine bildirilmeli ve araştırılmalı. Eğer şikayetler ilaçlara bağlı ise öncelikle hangi ilaçla ilgili olduğu ve yan etkinin şiddeti saptanıp ona göre hareket edilmeli. Hafif sorunlarda ilaca devam edilirken önemli reaksiyonlarda ilaca bir süre ara verilebilir, yada o ilaç tedaviden tamamen çıkarılabilir.


                      TEDAVİ SIRASINDA KONTROL GEREKLİ Mİ?


                      Hem tedavinin etkili olup olmadığını görmek, hem de olası ilaç yan etkilerini gözden kaçırmamak için hasta aylık olarak kontrollere çağrılmalı.


                      TÜBERKÜLOZ HASTASININ VEREM SAVAŞ DİSPANSERİNDE TAKİP VE TEDAVİSİ ŞART MIDIR?


                      Tüberkülozu konunun uzmanı bir hekim dışarıdan da tedavi edebilir. Ancak hastanın düzenli olarak takip edilebilmesi, ilaçlarını ücretsiz alabilmesi ve ülkemizdeki tüberküloz sorunu hakkında dokümantasyonların yapılabilmesi açısından dispansere kayıt yaptırılması gerekir. Zaten tüberküloz teşhisi konan hastayı bildirmek yasal bir zorunluluktur.


                      TÜBERKÜLOZDAN NASIL KORUNABİLİRİZ?


                      Öncelikle hasta kişilerin teşhis edilip tedavi edilmesi gerekir. Çünkü kaynak onlardır. Bir hasta yılda ortalama 10 sağlam kişiye hastalığı bulaştırır. İkinci olarak hasta kişiden sağlam kişiye geçişin önlenmesi gerekir. Bunun için hastanın yaşadığı mekanın havalandırılması, negatif aspiratörlerle havanın temizlenmesi, ültraviyole ışınlama yapılması, hastanın maske kullanarak basil saçılmasının önlenmesi faydalı olabilir. Balgamında mikrop bulunan hastanın izolasyonuna artık pek başvurulmamaktadır. Üçüncü olarak sağlam kişilerin direncinin artırılması için aşılama yapılması gerekir. Eğer evde bir kişi tüberküloza yakalandı ise o hane halkı taranması ve gereken kişilere koruyucu tedavinin uygulanması gerekir.


                      AŞI KİMLERE YAPILMALI?


                      Doğumu takiben ikinci ay sonunda ve ilk okula başlayan her çocuğa BCG aşısı denen tüberküloz aşısı yapılması gerekir. Aşı konusunda bazı çevrelerin akıl karıştırıcı yaklaşımları varsa da ülkemizin durumu göz önüne alındığında bu aşının mutlaka yapılması gerekir. Aşı hastalığı %100 önlemese de sıklığını azaltır ve ağır türlerinin ortaya çıkmasını önler.


                      KORUYUCU İLAÇ TEDAVİSİ KİMLERE UYGULANMALIDIR?


                      Balgamında mikrop saçan tüberküloz hastasıyla yakın teması olan her kişinin koruyucu ilaç tedavisi açısından uzman hekim tarafından değerlendirilmesi gerekir. Bundan başka önceden tüberküloz mikrobunu almış, aktif olarak hastalık geçirmemiş fakat tüberkülozun yeniden aktive olması için uygun koşullar taşıyan yani vücut direncini düşüren başka bir hastalığı olan (AIDS, lenfoma vb ) veya direnç düşürücü bir başka tedavi alan (kortizon kullanan) hastalarda koruyucu ilaç tedavisi gerekebilir.


                      KORUYUCU İLAÇ TEDAVİSİ NASIL UYGULANIR?


                      Bu durumda kişi hasta değildir. Sadece mikrobu almıştır. Tedavi hastalığı iyileştirmek için değil hastalığı önlemek içindir. Bu nedenle genellikle tek ilaçla 6 ay müddetle uygulanır. Fakat kişinin durumuna ve temas olunan hastanın mikrop özelliklerine göre daha farklı rejimler de gerekebilir.


                      OKULDAKİ ÇOCUÐUN KOLUNA TÜBERKÜLOZ TESTİ YAPILIP, POZİTİF ÇIKMIŞ İSE TEDAVİ GEREKİR Mİ?


                      PPD veya tüberkülin deri testi dediğimiz uygulama tüberküloz mikrobuyla karşılaşıp karşılaşmama durumunu ortaya koymak için yapılır. Hastalığın olup olmadığını göstermez. Testin pozitif olması kişinin daha önce tüberküloz mikrobunu bir hastadan aldığını ve vücudunda tüberküloza karşı bir reaksiyon oluştuğunu gösterir. Ancak söz konusu kişi tüberküloz hastası olabilir de olmayabilir de. Bu nedenle pozitiflik tek başına tedavi gerektirmez.

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                        UYUZ

                        Uyuz hastaligina, cildin diş veya nasirli tabakasinda yaşayan ve ureyen ufak bir böcekçik neden olmaktadir.Uyuz, özellikle parmak aralarinda ve dirseklerde kuçuk kabarciklar veya sivilceler halinde bir dökuntu ile başlar.ozellikle geceleri çok kaşinti yapar. Bebekler dişinda, kaşintili yerler her zaman için boyundan aşagisinda kalan bölgelerdir. En çok etkilenen kisimlar; kalça, cinsel organlar, meme uçlari, parmak, bilek, dirsek ve dizlerdir.Kisa bir sure sonra kaşinti istegi, iltihaplanabilecek kaşinti izlerine ve yaralara neden olur. Eger ayni evde yaşayanlarin hepsi veya bazilari gunlerdir veya haftalardir kaşiniyorlarsa, bunun nedeni buyuk olasilikla uyuzdur. Uyuz kişiden kişiye çabuk bulaşir.


                        Tedavi:


                        1. Doktorun verdigi ilaçlara ve önerilere özenle uyun.


                        2. şize verilmiş olan krem veya losyonu, cinsel organlari da kapsayarak, vucudunuzun boyundan aşagi tum kisimlarina surun. ilaci el ve ayak tirnaklarinin içleriyle, ayak parmak aralarinin arasi ve alti gibi her turlu gizli kalmiş bölgeye surmeyi unutmayin.


                        3. ilaci 24 saat, duş veya banyo yapmadan uzerinizde birakin. Bu sure içerisinde ayni giysileri giyin.


                        4. 24 saat sonra hafif sicak bir banyo yapip ilaçtan arinin. Butun giysi ve iç çamaşirlarinizi degiştirip, yatak çarşaflarinizin tumunu yikayin. Normal yikama şekli tum uyuz böcekçiklerini öldurmeye yeterlidir.


                        5. Evdeki tum uyuzlular ayni anda tedavi edilmelidir. Bazilari uyuz olmuş ancak henuz kaşinti başlamamiş olabilir. Okul veya yuvaya giden çocugunuz uyuz olmuş ise, ögretmenini bilgilendirerek okuldaki diger çocuklarin kontrolunu saglayin.


                        6. Yumurtalarindan çikmiş yeni uyuz böceklçiklerini de öldurmek amaci ile ilk tedaviden bir hafta sonra tedaviyi yeniden tekrar edin. Başarili bir tedaviden sonra kaşinti 1-2 hafta daha devam edebilir. Uyuz kremini fazla surmeyin, bu durum daha fazla tahrişe neden olabilir.


                        7. 12 ayliktan kuçuk bebekler için mutlaka doktora gidin, yukarida yazilanlari uygulamayin.


                        onlemler:


                        Uyuz olmak için uyuz olan birinin cildine temas etmek gerekir. Ayni yatagi paylaşmak, çocuk bakimi gibi durumlar uyuzun yayilmasina neden olabilir.


                        Okuldan Alikoyma:


                        Gereken tedavi başlamadan çocuklarin okula gitmelerine izin verilmez.

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                          VITILIGO

                          Vitiligo, hemen her yaşta ortaya çıkabilen, doğumsal olmayan, sınırları net, parçalı, renksiz (açık renkli) alanlarla karakterize bir cilt hastalığıdır. Açık rekli alanın çevresinde genelde renk artışı vardır. Renk açıklığının olduğu bölgedeki kıllarda da renk kaybı meydana gelebilir. Her 100 kişiden birinde bu hastalığın olduğu düşünülmektedir.

                          Koyu tenli kişilerde daha belirgindir. Vitiligo nun nedeni tam bilinmemekle beraber pigment üreten hücrelerin (melanosit) kaybına bağlı olarak meydana geldiği düşünülmektedir. Bu hücrelerin hasara uğramasında da kişinin kendi bağışıklık siteminin etkili olduğu ileri sürülmektedir.

                          Doğuştan olmamakla birlikte bazı ailelerde sık görülmesi, genetik yatkınlık olduğunu düşündürmektedir.

                          En sık etkilenen bölgeler boyun, el sırtları ve cinsel organlardır (testis). Küçük lekeler halinde başlar, daha sonra bunlar büyüyerek veya birleşerek, klasik görüntüyü meydana getirirler.

                          Sadece muayene edilerek tanı konabilir.

                          Hastalığın gidişatı değişkendir. Belli bir büyüklükten sonra senelerce devam edebilir veya kaybolabilir. Bazı hastalarda ise tüm vücudu kaplayabilir.

                          Bu astalarda güneş yanığı sık gelişir, korunulması gerekir.

                          Yine vitiligo hastalarında pernisyöz anemi, hipertiroidizm ve Addison hastalığı da diğer insanlara göre daha sık görülmektedir (ya da daha sık birlikte bulunmaktadır).

                          Tedavi

                          Nedeni kesin olarak saptanamayan vitiligonun, kesin bir tedavisi de yoktur. Estetik amaçla, lekeleri kapatmak için bergamot esansı kullanılabilir.

                          8-metoksipsoralen veya trimetilpsoralen tedavileri lekeleri koyulaştırmadaki en etkin ilaçlardandır. Bu ilaçlar kullanıldıktan sonra hastaya ultraviyole-A ışını verilir. Bu ilaçlar 11 yaşın altında kullanılmamalıdır. Ancak bu tedaviye rağmen yeni bölgelerde hastalık oluşabilir.

                          Tedavide hipnozu önerenler de vardır.

                          Yurtdışında (Romanya) bulunan Gerovital H-3 yüz kremi (GH-3), adı verilen bir kremin yetişkinlerde etkili olduğu iddia edilmektedir.

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                            YEMEK BORUSU (OZAFAGUS) TIKANMASI

                            Yemek borusu (gırtlaktan mideye uzanan boru) tıkanması ile dünyaya gelen bir bebek tam olarak gelişmemiş bir yemek borusuna sahiptir.

                            Tahminen 3000 ila 4500 de bir bebek bu bozuklukla dünyaya gelmektedir. Yemek borusu tıkanıklığı ile dünyaya gelen bebeklerin üçte biri prematüre olarak doğmaktadır.

                            Bu bozukluğun yanı sıra, genellikle soluk borusu bozukluklar gibi başka anormallikler de meydana gelmektedir. Dahası, yemek borusu tıkanması ile dünyaya gelen bebeklerin en az % 30 unda yasamı tehdit eden kalp, üreme sistemleri ve merkezi sinir sistemi problemleri gibi bozukluklar da meydana gelmektedir.

                            Bu doğum kusurunun belirtileri çoğunlukla daha doğum odasında ortaya çıkar. Böyle bir bebeğin ağzından anormal derecede fazla salgı gelir ya da annesi bebeği beslemek istediğinde bebek yutkunamaz, öksürür ya da morarır. Eğer doktor bebeğe ağzından midesine bir sonda sokamaz ise, bebeğin yemek borusu tıkanması teşhisi konur.

                            Eğer bebeğinizde yemek borusu tıkanması varsa, derhal ameliyat edilmesi gerekir. Eğer tıkanık bölge derin değil ise iyileşme de çabucak gerçekleşir. Fakat tıkanıklık uzun bir bölgeyi kaplıyor ise, cerrah yemek borusunu onarmak yerine uzatmayı tercih edebilir; bu durumda, bebeğin beslenmesini sağlamak için yemek borusundan midesine ek boru takılır.

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                              ZONA (HERPES ZOSTER)

                              Etkeni varicella zoster virüsü olan bir enfeksiyon hastalığıdır. Virüsün, omurilik arka köklerine yerleştiği ve bir nedenle aktif hale geçerek, belirtileri ortaya çıkardığı kabul edilmektedir. Virüs yıllar boyunca hiç bir belirti ortaya çıkarmadan sessizce kalabilir.
                              Belirti ve Bulgular
                              Meydana gelen şikayetler, hangi sinirin kökünün etkilendiğine bağlıdır. Etkilenen sinirin yayıldığı bölgede bazen kaşıntı ile başlayan ve hafif ağrı yapan bazen de çok şiddetli ağrı meydana getiren (kozalji tipinde yanıcı ağrılar) kabarcıklar görülür.
                              Bu kabarcıklar genelde küçük gruplar halinde (3-5 tane bir arada) bulunur.
                              Bazen çok sayıda kabarcık bulunurken, bazen de az sayıda kabarcık bulunur.
                              En sık olarak kaburgalar arası sinirler tutulur.
                              Kabarcıklar vücudun bir yarısında kalır, orta hattı geçmez. Genelde 1-3 haftada kabarcıklar kaybolur, ancak kabarcıkların yerinde hafif koyu renkli lekeler kalır. Bu lekelere bastırınca, birkaç dakika süren şiddetli ağrılar meydana gelir. Bu ağrılar aylarca veya yıllarca sürebilir (bu duruma post-herpetik nevralji adı verilir).
                              Eğer kafa sinirlerinden bazıları tutulursa geçici yüz felci, kulak problemleri, göz problemleri görülebilir.
                              Lenfoma hastalarında tüm vücudu tutan yaygın zona görülebilir.
                              Tedavi
                              Kabarcıkların üzerine talk pudrası ve pomat (oxyde zinc) sürülerek ağrı ve kaşıntı azaltılabilir. Bunlar ayrıca kabarcıkların çevresinde oluşabilecek diğer enfeksiyonları önler. B vitamini faydalı olabilir.
                              Ağrı çok şiddetli değilse aspirin, parasetamol gibi ağrı kesiciler yeterli olabilir, ancak çok şiddetli ağrılarda enjeksiyon tipi ağrı kesiciler gereklidir.
                              Ağır hastalarda kortikosteroidler verilmelidir, bununla birlikte antibiyotik de kullanılmalıdır.
                              Kozalji tipinde yanıcı ağrısı olanlarda sinirleri bloke edici ilaçlar verilir, bu tür ilaçların kalp hastalığı olanlarda kullanılmaması gerekebilir, özellikle koroner kalp yetmezliği olanlarda kullanılmamalıdır.
                              Ağır hastalarda ve kabarcıkların ve ağrıların yaygın olduğu durumlarda antiviral (virüslere karşı etkili) ilaçlar kullanmak gerekebilir.
                              Post-herpetik nevralji döneminde; genelde yukarıda sayılan ilaçlar faydalı olmaz. Genelde antidepresan gibi psikiyatrik ilaçlar kullanılır.

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                                Bebeğiniz grip olduysa bunları yapın

                                Bebeğiniz soğuk algınlığına yakalandığında neler yapmanız gerektiğini bilmiyor musunuz? Hemen telaşa kapılıp, doktora koşmadan önce şu önerileri yapın..
                                Minik bebeklerin nefes almakta, beslenmekte zorlanması, halsiz ve cansız hallerini görmek anne-babaları çok üzer. Neyse ki soğuk algınlığı virüslerin neden olduğu bir hastalıktır ve zaman içinde kendiliğinden iyileşir. Ancak bu sırada evde yapacağınız bakım hem bebeği rahatlatacak hem de komplikasyonların gelişme riskini azaltacaktır.

                                Bebeğinizi emziriyorsanız zaten çok etkili bir önleme tedbiri almışsınız demektir. Anne sütü hastalıklarla mücadele eden antikorları içerdiğinden, anne sütü ile beslenen bebekler solunum yolu ve sindirim sistemi hastalıklarına daha az yakalanırlar ve hasta olduklarında da hastalığı daha hafif bir şekilde atlatırlar.
                                Soğuk algınlığında bebeği rahatlatmanızı sağlayacak yöntemler

                                Soğuk algınlığına yakalandığında, bebeğin zaten dar olan burun girişinin şişmesi ve artan salgılar bebeğin burnundan nefes almasını güçleştirir ve bu da bebeğin uykusunu bozabilir. Bebeğinizin gözleri şiş, kuru ya da ıslak gözükebilir, enerjisi ve iştahı her zamankinden az olabilir ve ateşi çıkabilir. Yani kısacası siz soğuk algınlığına yakalandığınızda kendinizi nasıl hissediyorsanız, bebek de öyle hisseder.

                                • Bol sıvı verin: Bol bol sıvı vermek gerçekten faydalı olmaktadır. Anne sütüyle beslenen bebekler daha sık emzirilebilir. Biraz daha büyük bebeklere, daha önceden de tüketmeye başladıkları sulandırılmış elma suyu ya da hafif bir bitkisel çay gibi berrak sıvı içecekler de verilebilir. Formül mama ile beslenen bebeklere mutlaka fazladan berrak sıvı içecek verilmesi gerekir.

                                • Burnu tıkalıysa: Burnu tıkalı olan bebek emmekte zorlanabilir. Bebeğiniz emmekte zorlanıyorsa, dik pozisyonda emzirmeyi deneyin. Anne sütü dışındaki sıvıları ise kaşıkla veya damlalıkla verebilirsiniz.
                                Besleme ve uyku zamanından 15 dakika önce burna tuzlu burun damlalarının uygulanması bebeğin daha rahat nefes almasına yardımcı olabilir. Ayrıca soğuk buhar makinesi ile odasının havasının nemlendirilmesi de uyku sırasında rahat etmesine yardım eder.

                                Burun akıntısının dışarı çıkması için uyurken bebeğin başının altını hafifçe yükseltebilirsiniz (çarşafın altına katlanmış havlu koyarak).

                                • İlaç kullanımı: Doktora danışmadan ilaç kullanmayın. Soğuk algınlığını baskılamak zararlı olabildiğinden soğuk algınlığı ilaçları bebeklere tavsiye edilmez. Bebeğinizin soğuk algınlığı sizi endişelendirecek boyuttaysa doktoruna danışabilirsiniz. Bir yaşından küçük bebeklerde dekonjestanlar (burun damarlarını daraltarak rahatlama sağlamaya yönelik ilaçlar) önerilmez.
                                Aşağıdaki durumlarda doktora başvurun

                                • Bebeğinizin nefes alışı çok hızlı, sesli veya hırıltılı ise.

                                • Köpek havlamasına benzer bir öksürük olursa.

                                • Nefes darlığı varsa veya nefes almak için çaba sarf ediyorsa.

                                • Nefes aldığında göğsünün içeri çekildiğini görürseniz).

                                • Rengi soluk veya benekliyse.

                                • Cansız veya halsizse.

                                • Sıvı almayı reddediyorsa.

                                • Gerçekten çok hasta ya da acı çekiyor gibi görünüyorsa.
                                (e-kolay)
                                Solunum yolları için doktorlar ne öneriyor ?
                                Öncelikle bebeğiniz bulunduğu odanın şartlarını ciddiyetle takip etmeniz gerekiyor. Sıcaklık ve nem düzensizlikleri üst solunum yolları hastalıklarının ortaya çıkmasını tetikliyor.
                                Oda şartlarının düzenlenmesi için yardımcı cihazlar öneriliyor.

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor
                                X