Sağlık ile ilgili her konu

Kapat
Önemli Konu
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    Konu: Dahiliye ek 1

    Ağrısız doğum

    Doğum ağrılı bir olaydır, ama sancılarında bir amacı olduğunu unutmayın. Her kasılma sizi bebeğinizin doğumuna biraz daha yakınlaştırır. Ağrı giderme yöntemlerini kullanmak konusunda ne kadar kararlı olursanız olun olaya geniş bir açıdan bakmanızda fayda vardır. Bu yöntemlerin gerekliliği yaşayacağınız doğurma sürecine ve sizin ağrıya dayanma gücünüze bağlıdır. Eğer katlanabileceğinizden fazla acı ile karşı karşıyaysanız ağrı giderme yöntemlerine başvurulmasını istemekten çekinmeyin.

    Epidural Anestezi

    Epidural anestezi vücudun alt bölümlerine giden sinirleri geçici bir süre uyuşturur. Özellikle doğumdaki sırt ve bel ağrılarının giderilmesinde faydalıdır. Her hastanede uygulanan bir yöntem değildir. Epidural blok şiddetli doğum ağrılarının giderilmesinin yanı sıra hem normal yolla hemde sezaryen doğumlar için giderek daha popüler hale gelmektedir. Bunun temel nedeni daha güvenli ve kolay uygulanabilir olmasıdır. Epiduralin zamanlaması etkisi doğumun ikinci evresinde geçecek şekilde yapılmalıdır, yoksa bebeğin doğumu gecikebilir. Epidurali uygulamak yaklaşık 20 dakika alır. Dizlerinizi karnınıza çekerek yan yatmanız istenir. Anestezik madde ince bir tüp ile belinize enjekte edilir. Bu tüp yerinde bırakılarak gerektiğinde ağrı kesicinin yeniden verilmesi sağlanır. İlacın etkisi yaklaşık 2 saat sürer. Epidural uygulandığında sürekli kontrol altında kalacaksınız ve belinizdeki kateter varlığından dolayı hareketleriniz kısıtlanacaktır.Epidural gereği gibi etki gösterirse doğumda hiç ağrı duyulmaz. Bazı hamilelerde bayılma hissi ve baş dönmesi yapabilir. Ayrıca bebeğin kalp atışlarını etkiliye bileceğinden bebek kalp atışları sürekli monitörden izlenir.

    Pudental Anestezi

    Bu yöntem ikinci aşamadaki ağrıları gidermek için kullanılır ve genellikle normal yolla doğumda tercih edilir. Perine ve vajina çevresindeki bölgeye sokulan bir iğne yoluyla uygulanır, o bölgedeki ağrıları azaltır ancak rahimdeki ağrılara pek etki etmez. En çok forseps kullanıldığında yararlıdır ve etkisi epizotomi yapılana dek sürebilir.

    Gaz ve hava

    Oksijen ve azot oksit karışımı kendinizi iyi hissetmenizi sağlayarak ağrıları durdurur. Doğumun birinci evresinin sonlarına doğru etkilidir. El maskesi ile uygulanan gazı solumanız istenir. Etkisi bir iki dakika içerisinde görüldüğünden sancının başlayacağını hissettiğinizde gazdan bir kaç derin soluk almanız yeterli olur. Gaz ağrıyı ancak kısmen giderdiği için bazen yeterli olmayabilir. Gazı solurken başınız dönebilir,bulantı gelebilir. Bu gazın bebeğe zararlı bir etkisi yoktur ancak yinede günümüzde kullanımı nadirdir.

    Diğer ağrı kesiciler

    Güçlü bir ağrı kesici olan meperidin hidroklorid kadın doğumda en çok kullanılan ağrı kesicidir. En etkili uygulama şekli damar içine veya kas içine enjekte edilmesidir. İki ile dört saatte bir tekrarlanabilir. Genellikle kasılmaları etkilemez. Doğumdan yaklaşık 2-3 saat önce verilir. Annenin ilaca yanıtı ve ağrının azalma derecesi çok değişkendir. Bazı kadınlar ilacın kendilerini gevşettiğini ve kasılmalara daha iyi dayandıklarını ileri sürerler, bazıları ise uyuşukluk duygusundan hiç hoşlanmazlar ve kasılmalarla başa çıkmakta zorlandıklarını söylerler. Kadının duyarlılığına göre değişen yan etkiler arasında bulantı, kusma, solunumun zayıflaması ve kan basıncında düşme sayılabilir. Meperidin ayrıca doğum sonrası epizyotomi ve sezaryen acısını dindirmek içinde verilebilir. Eğer doğuma çok yakın verilmişse bebek uykulu olabilir ve emmekte zorlanabilir ama bu etkileri kısa sürelidir.

    Genel anestezi

    Bir zamanlar ağrısız doğum için en gözde yöntemlerden biri olan genel anestezi, artık yalnızca ameliyatlı doğumlarda (sezaryen) kullanılır. Hızlı etkisinden dolayı daha çok bölgesel anestezi yapılmasına zaman bulunamadığı acil sezaryen durumlarında uygulanmaktadır. Bazı ön ilaçların enjekte edilmesinden sonra genel anestezik madde hastaya solunum yolu ile verilir. Bunu bir uzman anestezist yapar. Anne doğumun bütün aşamalarında bilinçsiz olacaktır. Kendine geldiğinde de bir süre sersem, çevresini ve zamanı tanımaz ve huzursuz olabilir. Boğazına koyulmuş bir tüpten dolayı öksürebilir, boğazı sızlayabilir, bulantı ve kusması olabilir. Geçici bir kan basıncı düşmeside başka bir olası yan etkidir. Genel anestezinin büyük sorunu anneyle birlikte bebeğin de sakinleşmiş olmasıdır. Bununla birlikte tam doğum anında anestezik madde kesilerek bebeğin uyuşukluğu en aza indirilebilir. Bu yolla bebek henüz kendine fazla miktarda ilaç ulaşmadan doğabilir. Anne yan yatırılarak (genelde sola) ve oksijen verilerek, bebeğe giden oksijen arttırılmaya çalışılır.

    Genel aestezinin başka bir yan etkisi de annenin kusması ve kusmuklarının, öksürük refleksleri baskılanmış olduğundan,ciğerlerine kaçarak zatüreye yol açma olasılığıdır.Doğum öncesinde sizden hiçbir şey yiyip içmemenizin istenmesinin nedeni de budur

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      Konu: Dahiliye ek 1

      Ağrısız doğum

      Ağrı vücutta stres reaksiyonu oluşturur. Bu da sempatik sistemin devreye girmesine, adrenalin ve noradrenalin gibi hormonların salgılanmasına neden olur. Doğum eylemi esnasında bu maddelerin salgılanması bebeğin katlanabileceği nisbi oksijensizlik durumunun üst sınırının aşılmasına ve bebekle ilgili istenmeyen durumların oluşmasına neden olabilir. Bu yüzden doğum eyleminde anne adayının duyduğu ağrının dindirilmesi önemlidir.

      Doğum eyleminin birinci evresinde uterus kasılmaları ve serviksin açılması, eylemin ikinci evresinde ise bebeğin önde gelen kısmının doğum kanalında ilerlemesi ve etraf dokularda gerilme yaratması, epizyotomi açılması anne adayının ağrı duymasına yolaçar. Bu ağrının algılanması bireylerarası önemli farklılıklar gösterir: Ağrı eşiği yüksek olan anne adayları bu ağrıları çok şiddetli olarak algılamazken, ağrı eşiği düşük olanlar ağrıyı "dayanılmaz" olarak tanımlayabilirler.

      Bazı anne adayları normal doğum sancılarını çekmeyi doğal olarak kabul ederler ve anne olma gibi kutsal bir amaca hizmet ettiğinden katlanmaya çalışırlar. Doğal doğum adı verilen bu durumda anne adaylarına kendileri talep etmedikçe ağrılarını hafifletmek için herhangi bir müdahalede bulunulmaz.

      Ancak anne adaylarının önemli bir kısmı doğum eyleminin vereceği sancılardan doğal olarak korkarlar ve tıbbın sunduğu olanaklardan yararlanmak isterler. İşte epidural anestezi bu amaçla geliştirilmiş ve yaygın olarak kullanılan güvenli bir yöntemdir. Amacı doğum eyleminin verdiği ağrıları tamamen dindirmek ya da en azından dayanılabilir bir seviyeye indirmektir.

      Günümüzde bu kadar etkili ağrı dindirme yöntemleri varken anne adayının doğum sancılarına "katlanmasını" beklemek barbarca ve tıp dışı bir yaklaşımdır.

      Epidural anestezi nedir?

      Epidural (peridural) anestezi ya da sık bilinen adıyla "ağrısız doğum", doğum eyleminde veya sezaryan operasyonunda ağrı hissini ortadan kaldırmak için kullanılan özel bir bölgesel anestezi şeklidir. Genel anesteziden farkı anne adayının işlem esnasında uyanık olması ve etrafında olup bitenleri tümüyle algılamasıdır. İstenmeyen etkiler açısından genel anesteziye göre oldukça güvenli bir yöntemdir.

      Nasıl uygulanır?

      Epidural anestezi en basit anlatımla omurilik etrafını dıştan saran dura tabakası etrafına (yani epidural sahaya) uygun bir lokal (bölgesel) anestezik ilaç ve beraberinde narkotik analjezik (narkotik analjezikler klasik ağrı kesicilerden çok daha fazla ağrı kesici özelliğe sahip morfin türevi ilaçlardır) verilmesidir.
      Epidural aralık (saha) yağ dokusu, lenfatik kanallar ve damarsal yapılardan oluşan ve kafatası tabanında omuriliğin başladığı yerden belin bitiminde sakrum kemiğinin sonuna kadar devam eden gözenekli bir boşluktur. Epidural aralığa giriş ya bel bölgesinde omurlararası bir boşluktan (lomber epidural anestezi), ya da daha aşağıda sakral kanaldan (kaudal anestezi) olur.


      Anne adayı yan yatar ya da oturur durumdayken belde iğnenin girileceği bölge antiseptik ("mikrop öldürücü") maddeyle silinir. Daha sonra oldukça ince bir iğneyle epidural aralığa girilerek anestezik ve analjezik ilaçlar verilir. İlaçlar tek dozda verilebileceği gibi genellikle kalıcı bir kateter yerleştirilerek gerekli durumlarda anestezik madde takviyesi yapılır. Takviye için geliştirilmiş ve belli aralıklarla kateterden ilaç verilmesini sağlayan otomatik pompalar mevcuttur. Bazı durumlarda anestezi doktoru bu ilaçları belli aralıklarla kendisi vermeyi tercih edebilir.


      Epidural kateter. Bu kateterin bir ucu epidural sahada sabit bir şekilde durur. Diğer ucu ise ya belli aralıklarla manuel olarak anestezik madde takviyesi yapmak için bir enjektöre bağlıdır, ya da sağ yanda görülen ve belli aralıklarla otomatik olarak ilaç veren infuzyon pompasına bağlıdır. Epidural infuzyon pompası

      Nasıl etki eder?

      Vücudun tüm organlarında ağrı reseptörleri (ağrı algılayıcılar) adı verilen yapılar vardır. Bunların amacı vücuda zararlı olabilecek bir etkeni (sıcak, soğuk, yaralanma, organların iltihaplanması gibi) ağrı hissi uyandırma yoluyla beyne haber vermektir. Beynin ağrı merkezi ağrıyı algıladığında otomatik olarak zararlı etkenden kurtulmak için önlem alır (ateşe dokunulduğunda elin refleks olarak çekilmesi, vücudun bir yerinde ağrı duyulduğunda doktora başvurulması gibi).

      Ağrı reseptörleri ağrılı uyaranı algıladıklarında ilk önce sinir lifleri yardımıyla omuriliğe, buradan da beynin ağrı merkezlerine haber ulaşır ve ağrı hissi oluşur. Epidural anestezi uygulandığında ağrılı uyaran omuriliğe ulaşır, ancak iletiyi daha yukarılara götüren lifler "uyuşarak" iletme özelliklerini geçici olarak yitirdiklerinden ağrı hissi oluşmaz. Bu ise doğum eyleminin birinci evresinde uterus kasılmalarının verdiği ağrıyı, ikinci evresinde de bebek doğum kanalında ilerlerken ve doğarken etraf dokularda gerilme ve baskı sonucu oluşan ağrıyı ve nihayet epizyotomi açılan durumlarda epizyotominin açılması ve tamiri esnasında duyulan ağrıyı gidermede oldukça etkilidir.

      Bölgeye verilen anestezik maddenin cinsi, yoğunluğu, iğnenin batırıldığı yer ve anne adayının pozisyonu (baş aşağı doğru eğilmiş, yatay, baş yukarıda gibi) verilen maddenin dağılmasını ve vücutta uyuşan bölgenin genişliğini önemli oranda etkiler.
      Epidural anestezide "uyuşan" (ağrı hissi ortadan kalkan) bölgeler T10 (onuncu göğüs kafesi (Thoracal) omuru)-L2 (ikinci bel (Lumbar) omuru) arasında kalan dermatom (vücudun "coğrafi" ağrı bölgelerine verilen isim) bölgelerdir. Uygun dozlarda kullanıldığında motor lifler (yani kasların çalışmasını sağlayan sinir lifleri) "uyuşmadığından" anne adayı kendini "felç olmuş" gibi hissetmez ve bacaklarını bir kısıtlama olmaksızın hareket ettirebilir.


      İğne girildikten sonra önce bir test dozu uygulanarak ilaca duyarlılık ve allerji belirtileri aranır, damariçi ya da subaraknoid bölgeye (beyinomurilik sıvısının (spinal sıvının) bulunduğu bölge) girilmediğinin garanti altına alınması için tam doz vermeden önce bunlara ait belirtiler aranır. İğnenin doğru yerde (epidural alanda) olduğundan emin olunduktan sonra tam doz verilerek enjeksiyon işlemi tamamlanır. Bölgeye yerleştirilen kateter yardımıyla belli aralıklarla manuel olarak ya da otomatik infuzyon pompası yardımıyla ilaç takviyesi yapılır.

      Epidural anestezinin ne gibi riskleri vardır?

      Epidural anestezi ağrı hissini ortadan kaldırmada oldukça etkili ve yan etki ortaya çıkma riski de oldukça düşük bir yöntemdir. Ancak epidural uygulamalarının bu konuda yetişmiş ve tecrübe edinmiş anestezi uzmanları tarafından uygulanması gerekir.

      Yetersiz anestezi

      Epidural anestezi usulune uygun yapıldığında anne adaylarının yaklaşık %85'inde tam etkili olur. Anne adaylarının %12'sinde kısmi etkili olurken, %3'ünde hiç fayda sağlamaz. Ancak epidural anestezinin uygulanmasından sonra etkilerini göstermeye başlaması ve "oturması" zaman alan bir işlemdir. Bu yüzden daha önce fazla sayıda doğum yapmış ve kısa sürede doğurması beklenen anne adaylarında epidural uygulamak anlamsız olabilir.

      Kateterden verilen dozların arasının fazla açılmış olması da epiduralin etkisinin geçmesine ve anne adayının tekrar ağrı duymasına neden olabilir. Bu durumda yeni bir enjeksiyon yapıldığında ilk enjeksiyonun etkisi önemli oranda ortadan kalktığından ağrı hissinin tekrar azalması zaman alabilir.

      Ender durumlarda epidural anestezi doğumun ikinci evresinde gerekli olan perine anestezisini sağlamada yetersiz olabilir. Bu durumda bebek doğarken, epizyotomi açılırken ve tamir edilirken ek bir bölgesel anestezi gerekebilir.

      Hipotansiyon (tansiyonun düşmesi)

      Epidural anestezinin en sık görülen yanetkisi hipotansiyondur. Yöntem ağrı liflerini devre dışı bırakırken yakın komşulukta bulunan sempatik sistem lifleri de devre dışı kalabilir. Bu sempatik sistem lifleri damarların belli bir gerginlikte kalarak damariçi basıncın normal sınırlar içerisinde tutulmasında önemli rol oynarlar. Sempatik liflerin devredışı kalması durumunda damarlar bu uyarandan mahsur kaldıklarından genişler, kan bacaklarda göllenir, kalbe dönen kan miktarı azalır ve tansiyon düşebilir. Ancak epidurale başlamadan önce anne adaylarına yaklaşık bir litre bir sıvı yüklemesi yapıldığında hipotansiyon nadir görülür. Belli bir aşamaya kadar tehlikesi olmayan ve çeşitli önlemlerle (tekrar hızlı bir şekilde sıvı verilmesi, anne adayının sol yanına çevrilmesi, bacaklarının yukarı kaldırılması ve gerekli durumlarda damarların hızla kasılmasıyla tansiyonu normale döndüren ilaç (efedrin) verilmesi gibi) normale döndürülebilen hipotansiyon ileri durumlarda bebeğin zarar görmesine neden olabilir. Tecrübeli bir anestezi uzmanının hem hipotansiyonla karşı karşıya kalma olasılığı daha düşüktür, hem de meydana geldiğinde bu durumla hızlı ve etkili bir şekilde başa çıkabilir.

      Hipotansiyon beraberinde getirdiği tehlikeler nedeniyle ortaya çıkması istenmeyen ve ortaya çıktığında da hızla giderilmesi gereken bir durumdur. Bu amaçla genellikle anestezi uzmanları epidurale geçmeden önce anne adayının damar yatağının dolmasını sağlamak için serum yoluyla yaklaşık bir litre sıvı verirler. Daha sonra epidural aralığa anestezik maddenin ilk verilişinde ve her tekrarlanışında tansiyon takibeden 20 dakikalık dönemde çok sık aralıklarla ölçülür ve düşük bulunması durumunda yukarıda bahsedilen önlemler alınarak tekrar normale döndürülmeye çalışılır.

      Anestezik ilacın subaraknoid boşluğa (spinal sıvının içine) verilmesi

      Dura tabakasının geçilerek anestezik maddenin direkt beyinomurilik sıvısının (spinal sıvının) dolaştığı subaraknoid boşluk içine verilmesi çok nadir de olsa mümkündür. Bu durumda spinal anestezinin tüm istenmeyen etkileri (ani tansiyon düşmesi, motor liflerde uyuşma ve geç dönemde şiddetli başağrıları gibi) ortaya çıkabilir.

      Santral sinir sistemi ve kalp-dolaşım sistemi üzerine etkiler

      Epidural bölgeye verilen ilacın maksimum dozlarının aşılması ve/veya ilacın yanlışlıkla damar içine verilmesi durumunda hem beyin hem de kalp olumsuz etkilenebilir. İlk belirtiler genellikle konvulziyon (sara tarzı kasılmalar) şeklinde olabileceği gibi çok yüksek kan seviyelerinde aritmiler (kalp atışlarının düzensizleşmesi) ve kalbin durması söz konusu olabilir. Bu istenmeyen durumlar günümüzde çok çok nadir görülürler.

      Total spinal anestezi

      Epiduralin etki sahasının dışına çıkması ve etkinin C5-C6 (boyun seviyesi (Cervical) seviyesine ulaşması ve solunum kaslarını devre dışı bırakması da günümüzde ender görülmektedir.

      Epidurale bağlı oluştuğu iddia edilen kalıcı felç gibi durumlar günümüzde çok ender görülür hale gelmiştir.

      Epidural anestezinin doğum eyleminin seyri ve bebeğin sağlığı üzerine olumsuz bir etkisi varmıdır?

      Kullanılan ilaçlar kana çok az geçtiklerinden ve geçseler de plasentadan geçip bebeğe ulaştıklarında kısa sürede parçalandıklarından bebek üzerinde olumsuz bir etki beklenmez. Yine de epidural uygulandıktan sonra en az 30 dakika boyunca bebek kardiotokografi ile dikkatlice izlenir.

      Epidural anestezinin uygulanmaya başlanacağı zaman çok önemlidir. Gerçek doğum eylemi başlamadan önce uygulanan epidural doğum eyleminin düzenini bozabilmektedir. Anne adaylarının gerçek doğum eyleminden önce ağrı duymaları durumunda epidural uygulanamaz, ancak gerekli durumlarda huzursuzluğu ve ağrıyı gidermek için çok gerekli olduğunda bazı ilaçlar verilebilir. Epidural anestezi uygun zamanda başlandığında doğumun birinci evresinin süresi üzerine etki etmez.

      Ancak epidural uygulamalarında en sık gözlenen durum doğumun ikinci evresinin uzamasıdır. Bu durum anne adayının etkili ıkınabilme özelliğinin azalmasına bağlıdır. Doğum eyleminin aşırı uzaması durumunda doğumun vakum, forseps ya da sezeryanla gerçekleşmesi gerekebilir.

      Epidural anestezi kimlerde uygulanmaz?

      Bu anestezi şekli aktif kanaması olan, aşırı kanama ya da diğer nedenlere bağlı tansiyonu düşük olan, kullanılacak anestezi maddelerine allerjisi olan, iğnenin batırılıacağı bölgede enfeksiyonu olan, nörolojik hastalık şüphesi olan, trombosit sayısı 100.000 altında olan anne adaylarında ve burada bahsedilmeyen bazı ender durumlarda uygulanmaz.

      Anne adayının istememesi de diğer bir uygulanmama nedenidir.

      Ağır preeklampsi durumlarında ise anestezi uzmanları arasında görüş farklılıkları bulunmasına karşın çoğu durumlarda başarıyla uygulanır.

      Alternatif (farklı) uygulamalar

      Epidural bölgeye lokal anestezi maddesi verilmeden direkt narkotik analjezik verilmesi

      Subaraknoid bölgeye kalıcı kateter yerleştirilmesi

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        Konu: Dahiliye ek 1

        Aids

        HIV Nedir Ve Nasıl Bulaşır?

        HIV kelimesinin açılımı Human Immunodeficiency Virüs'tür (İnsanların Bağışıklık Sisteminin Çökmesine Neden Olan Virüs). Bu ifade, bağışıklık sisteminin zayıflamasına yol açabilen bir virüs anlamına gelmektedir. Bağışıklık sisteminiz normalde, sizi bakteri ve virüs gibi mikroplardan korur. HIV, vücut sıvıları yoluyla bulaşır. HIV virüsü taşıyan birisiyle korunmadan sek-s yaparsanız veya aynı iğneyi paylaşırsanız HIV virüsü size de bulaşır. Ya da HIV virüsü taşıyan bir anne HIV'i bebeğine bulaştırabilir.
        HIV Nedir?

        HIV, AIDS'e yol açan virüstür. HIV, Human Immunodeficiency Virus (Bağışıklık Sisteminin Çökmesine Neden Olan Virüs) kelimelerinin kısaltmasıdır.

        HIV virüsü taşıyan insanlar "HIV pozitif" veya "HIV enfeksiyonlu" olarak adlandırılır.

        HIV virüsü, bağışıklık sisteminize zarar vererek sizi hasta eder. Bağışıklık sistemi vücudunuzu mikroplardan korur. Bağışıklık sisteminiz çalışmadığında, mikroplar sizi daha kolay hasta edebilir.

        Ancak, hasta görünmeyebilir veya hissetmeyebilirsiniz. HIV virüsü taşıdığınızı bile bilmeyebilirsiniz.

        AIDS Nedir?

        AIDS, HIV virüsü bağışıklık sisteminizi zayıf hale getirdikten sonra ortaya çıkan hastalıktır. AIDS, Acquired Immunodeficiency Syndrome (Edinilmiş Bağışıklık Yetersizliği Sendromu) kelimelerinin kısaltmasıdır.

        AIDS hastası insanlar, bağışıklık sistemi güçlü olan insanları etkilemeyen mikroplar nedeniyle kötü enfeksiyonlara yakalanırlar. AIDS hastası olmadan yıllar önce HIV virüsü almış olabilirsiniz.

        HIV Virüsü Kadınlara Nasıl Bulaşır?

        HIV virüsü iki temel yolla bulaşır.

        1.sek-s

        HIV vücudunuza HIV virüsü taşıyan birisinin kanı, spermi veya vajinal akıntıları yoluyla bulaşır. Bu durum, vajinal, anal veya oral sek-s sırasında gerçekleşebilir.

        Lateksten yapılmış bir prezervatif kullanarak HIV virüsünden korunabilirsiniz. Doğum kontrol hapları ve lateks olmayan prezervatifler, sizi HIV virüsünden koruyamaz.
        HIV virüsü hem bir erkekten hem de bir kadından bulaşabilir. Herhangi bir cinsel hastalığınız varsa HIV virüsünün size bulaşma ihtimali daha yüksektir.

        2. İlaçlar

        HIV virüsü taşıyan birisiyle kirli bir iğneyi paylaşırsanız, virüs bulaşabilir. Dövme ve vücuda piercing yaptırma işlemlerinde kullanılan iğneler, temiz değilse HIV bulaştırabilir.

        HIV Kadınlara Nasıl Bulaşır
        Bir Erkekle sek-s %36
        İğne Paylaşımı %14
        Sebebi Bilinmiyor %50


        HIV ile ilgili Uyarı İşaretleri

        Bazı HIV virüsü belirtileri şunlardır :

        Öksürme, ishal, kilo kaybı, gece terlemesi, yorgunluk hissi
        İlginç renkli veya kokulu bir vajina akıntısı
        Yinelenen veya kalıcı vajina enfeksiyonları
        Vajinada veya vajina çevresindeki yara veya acı
        Adet dönemlerinde ani bir değişim
        Adet dönemleri arasında karın ağrısı
        sek-s sırasındaki olağandışı acı veya ağrı
        Dilinizde veya ağzınızın içinde beyaz noktalar veya yaralar


        HIV Testi Yaptırma

        Aşağıdaki durumlar sizin için geçerliyse HIV testi yaptırmalısınız:
        İğneleri paylaşıyorsanız
        Eşiniz ilaç kullanmışsa veya kullanıyorsa
        Vücudunuzda herhangi bir HIV belirtisi varsa
        Prezervatif kullanmadan sek-s yaptıysanız da test
        yaptırmalısınız. Test yaptırmak basit ve kolaydır. Test sonucunda virüs taşıyıp taşımadığınızı öğrenebilirsiniz. Ancak, virüsün bağışıklık sisteminize ne kadar zarar verdiğini öğrenemezsiniz.

        Nasıl Test Yaptırabilirim

        Bazı yerlerde, adınızı vermeniz gerekmez, testin sonuçları yalnızca size bildirilecektir.
        Diğer yerlerde, sonuçlar sağlık yetkilinize veya danışmanınıza da bildirilir. Ancak, sağlık yetkilileri genellikle siz izin vermedikçe sonuçları başkasına vermezler.
        Tedavi Olma
        HIV için herhangi bir tedavi bulunmamaktadır. HIV virüsü
        taşıyan binlerce kişide yapılan çalışmalar, kombinasyon tedavisinin, insanların daha iyi hissetmesine ve daha uzun yaşamasına yardımcı olabildiğini göstermiştir.
        Bir doktorla, hemşireyle veya danışmanla konuşun. Tedavi seçenekleri hakkında size daha fazla bilgi verebilir.
        Gereken Cevapları Alma
        Bugün, birçok yerde AIDS testi yaptırabilir ve AIDS konusundaki sorularınıza yanıt alabilirsiniz:
        Sağlık bakanlığına bağlı birimlerde veya yerel sağlık kuruluşlarında
        Devlet kliniklerinde
        Özel doktorlarda
        Özel laboratuarlarda
        Birçok devlet kliniğinde
        test işlemi ücretsiz olarak veya çok az bir ücretle gerçekleştirilmektedir. Ayrıca, doktorunuz da HIV testi yapabilir ve sonuçları verebilir. Evde test yaptığınız takdirde sonuçlar için danışabileceğiniz yerler bulunmaktadır.

        Hamile olan veya hamile kalmayı planlayan kadınlar için daha fazla bilgi verilebilir.


        HIV Virüsüyle Nasıl Savaşabilirsiniz?

        HIV virüsü taşıdığınızı bir kere öğrendikten sonra, sağlık uzmanlarıyla birlikte hareket etmeniz her zaman çok önemlidir. Nasıl yürüdüğünü biliyorsanız, tedavinize devam etmek her zaman daha kolaydır. Virüs nasıl çoğalıyor? İlaçlar, virüsle savaşmanıza nasıl yardım ediyor? Virüsünüzün ve ilaç tedavinizin ne durumda olduğunu daha iyi anlamanıza yardımcı olmak için bu soruların cevapları verilmiştir.

        HIV de dahil olmak üzere virüsler, kendi kendilerini kopyalayamazlar, çoğalamazlar.Varlığını sürdürmek için HIV virüsünün vücudunuzdaki sağlıklı bir hücreyi işgal etmesi gerekmektedir
        HIV virüsü, CD4 hücrelerini işgal etmeye eğilimlidir. CD4 hücreleri vücudun bağışıklık sisteminin sizi hasta edebilecek mikrop ve virüslere karşı korumasına yardımcı olan özel hücrelerdir

        SIK SORULAN SORULAR:

        Ben HIV (+) Bir Kişiyim. Bu AIDS Hastası Olduğum Anlamına mı Geliyor?

        "HIV (+)" test sonuçları, sizin AIDS'e neden olan virusla (HIV) enfekte olduğunuz anlamına geliyor. CD4+ T hücre sayınız 200hücre/mm3'ün altına düştüğünde ve/veya AIDS ile ilişkili bir hastalık (fırsatçı enfeksiyonlar ve Kaposi Sarkomu gibi) gelişirse HIV AIDS hastalığına doğru ilerler.

        CD4+ T Hücre Sayısı Ne Demektir?

        CD4+ T hücre sayısı kişinin ölçülen CD4+ T hücre miktarı demektir. HIV kişinin bu hücrelerini enfekte eder ve çoğalmak (kendi kopyasını yapar) için bu hücreleri kullanır. Bu hücreler zarar gördükçe kişinin bağışıklık sistemi zayıflar ve kişi fırsatçı enfeksiyonlara (bakteriyel, viral, parazit ve mantar gibi) daha çabuk yakalanır.

        Viral Yük Nedir?

        Viral yük insanın kanında bulunan virus (HIV) miktarıdır. Yüksek miktarda viral yükü olan olan kişi, düşük viral yükü olan kişiden daha çabuk AIDS geliştirir.

        CD4+ T Hücresi Nedir?

        CD4+T hücrelerine, akyuvarlar, T yardımcı hücreleri de denilmektedir. İnsan bağışıklık sisteminde diğer hücrelerle birlikte hastalıklara karşı savaşırlar. HIV, çoğalmak için bu hücreleri kullanır. Sağlıklı bir kimsede CD4+T hücre sayısı 800-1200/mm3 kadardır.

        Hangi Testler Yapılabilir?

        Türkiye'de kan ve kan ürünlerini toplayan ve saklayan merkezlerde (Kan Bankaları-Kızılay Kan Merkezi gibi) alınan her kan bağışında, HIV, Hepatit-B ve Hepatit-C virus antikorları veya antijenleri açısından tarama yapılması kanunen gereklidir.

        Nerelerde Bakılabilir?

        Tanı ELISA yöntemiyle konur. ELISA virusun bulaşmasından sonra 10-12 haftada sonuç verebilir.

        HIV tedavisine başlamadan önce doktorunuz tam bir hikaye almalı, fizik muayene yapmalı ve kan testlerini istemelidir. Bu testler tam kan sayımı, viral yük testi ve CD4+ T hücre sayımını içerir. Ayrıca enfeksiyonlar için gerekli diğer testler (sifiliz, tüberkülin deri testi, toksoplazma antikor testi ve kadınlar için jinekolojik Pap Smear testi) yapılmalıdır. Viral Yük testi ve CD4+ T hücre ölçme testi, HIV tedavisine başlamadan önce mutlaka yapılmalıdır.

        Nasıl Bir Doktora Gitmeliyim?

        HIV tedavisi kompleks bir tedavi olduğundan doktorunuzda HIV ve AIDS tedavisi konusunda uzman olmalıdır. Tedaviniz hakkında karar verirken yakından çalışabileceğiniz birine ihtiyacınız olur ve bu yüzden kendinizi rahat hissedebileceğiniz bir kişi olmalıdır. Bu HIV tedavisinin yararları ve riskleri hakkında herşeyi rahatlıkla sorabilmeniz için önemlidir. Ayrıca Türkiye 'de AIDS tanı ve tedavisi hakkında sizi yönlendirebilecek ve yardımcı olabilecek merkezler

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          Konu: Dahiliye ek 1

          AİDS ve tedavisi

          AIDS, Acquired Immuno Deficiency Syndrome kelimelerinin kısaltması olarak ortaya çıkmış ve Edinilmiş Yetersiz Bağışıklık Sistemi Sendromu olarak Türkçe'ye çevrilmiştir.AIDS ilk olarak 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde keşfedilmiştir.Keşfinden hemen sonra hızla yayılarak; erkek, çocuk, siyah, beyaz, Latin, Asyalı, zengin, fakir demeden bir çok insanın ölümüne neden olmuştur.

          Günümüze kadar AIDS'ten 225.000 kişinin öldüğü kaydedilmiştir.Bu sayı her 13 ila 15 ayda ikiye katlanmaktadır.AIDS için halen kesin olarak bilinen bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır.AIDS'ten korunmak bu tehlikeli ve ölümcül virüsün yayılmasını önlemek için uygulanabilecek tek yoldur. HIV, Human Immune Deficiency Virus, vücut bağışıklık sistemi virüsü, AIDS tamamen vücut bağışıklık sistemi ile ilgili olduğundan, hastalığa sebep olan virüse bu isim verilmiştir.Virüs, insan vücudunun hastalıklara karşı direncini sağlayan bağışıklık sistemini etkisiz hale getirmektedir.Vücut bağışıklık sisteminin etkisiz hale gelmesi, virüsten etkilenmeden önce kolayca başedebildiği deiğer hastalık mikroplarıyla artık çarpışamayacak duruma gelmesi demektir.

          Bu da basit bir enefeksiyonun bile ölümcül hale gelmesine sebep olabilir.AIDS hastalarının yarısından çoğu bağışıklık sistemlerinin etkisiz hale gelmesi yüzünden basit enfeksiyonlara yenilerek hayata veda etmişlerdir. İnsan vücudu bir defa HIV virüsü ile enfekte olmuşsa artık bu virüsün hiçbirşekilde yok edilmesi yada vücuttan atılmasımümkün değildir.Fakat,virüsün etkilerine engel olmak için bir takım ilaçlar geliştirilmiştir. Bunlardan ilki ve ençok bilineni AZT (Zidovudine) adı verilen ilaçtır. Bu ilaç virüsün çoğalmasını engellemektedir.AZT AIDS virüsünün meydana getirdiği belirtilerin görünmesini engellemekte ve AIDS'li hastanın yaşamının kısmende olsa uzamasını sağlamaktadır. Bilim adamları AIDS'le savaşabilmenin diğer yollarını aramaya devam etmektedirler.Son yıllarda bu konuda büyük gelişme kaydedilmiştir.AIDS'e karşı korunmak için aşıların testleri halen deneysel aşamadadır.1990 yılının başlarından itibaren bu konuda başarılı sonuçlar kaydedilmektedir. AIDS dokunma, öpüşme, solunum gibi dış kontaklarla bulaşan bir hastalık değildir.Bu nedenle insanların AIDS'li hastalara yaklaşmaması yada onları toplumdan dışlaması hem gereksiz hemde yanlış bir tutumdur. Çünkü AIDS'li bir hastaya dokunarak veya yanında bulunarak AIDS'e yakalanmanın mümkün değildir.Ayrıca AIDS evcil hayvanlardan, tuvaletlerden, yüzme havuzlarından, tabak yada bardaklardan bulaşıcı özellik göstermez.Bu nedenle insanların bu konularda korkutulması yada yersiz bir kaygıya neden olunması çok yanlıştır.AIDS'in ana bulaşma yolu sek-süel birleşme, uyşturucu kullanıcılarının enjektyörlerini paylaşması ve çok da az olsa kan transferidir.Ne yazık ki, AIDS hastalığına yakalanmış hamile bir kadının daha doğmamış bebeğide bu hastalığa yakalanmış demektir.

          Neden AIDS'i daha önce duymamıştık? AIDS 1981 yılına kadar tanımlanmış bir hastalık değildi.AIDS'in izinin sürülmesidoktorların bu bilinmeyen hastalığı yeterli derecede tanımasıyla başladı.AIDS'in ilk rastlandığı 1981 yılında ABD'de 316 kişinin AIDS hastalığına yakalandığı tesbit edilmiştir.Beş yıl sonra 1986 Ağustos'unda 23.000 vaka rapor edilmiştir.Hastalığın artışı büyük bir hızla devam etmiş ve 1990'larda sadece ABD'de 60.000 nin üstünde AIDS hastası tesbit edilmiştir.Bu hızlı artış, bilim adamları, doktorlar ve hükümetler için bir alarm sinyali olmuş ve onları konuyla ciddi biçimde ilgilenmeye itmiştir.AIDS'in gerçek kökeni bilinmemektedir. Çünkü AIDS yeni gelişmiş bir hastalıktır. AIDS'in kökeni hakkındaki en geçerli görüş hastalığın Afrika kökenli olduğudur.Afrika'da ki yeşil maymunların taşıdığı bir virüs insanlarda rastlanan AIDS virüsüne çok benzemektedir.Bilimsel tahminler maymunlarda rastlanan virüsün doğal ortamda organizmalar içinde yaşamını sürdürerek, mutasyon geçirdiği ve burdanda insanlara geçtiği üzerinde yoğunlaşmaktadır.Görülen mutasyonun çok nadir olduğu da görüşler arasında yer almaktadır.

          Bir başka görüş ise virüsün biyolojik silah olarak üretilmek istendiği fakat sonucun etkisi uzun sürede görüldüğü için araştırmalara devam edilmediği, ve bir ara nasıl olduysa labaratuvar dışına çıkarılarak insanlara bulaştırıldığı üzerinedir. Yeşil maymunlar Afrika'nın çoğu bölgesinde lezzetli bir yemek olarak görülmektedir.Virüsün maymunlardan insana iyi pişmemiş organlardan yada etlerin pişirilmeye hazırlanırken meydana gelebilecek kesik vb. gibi yaralardan bulaşmış olabileceğide düşünülmektedir.Çünkü bilindiği gibi virüsün bulaşma yollarının en önemlilerinden biri kandır.Hastalığın ilk insana bulaşması böyle olmuştur.Bundan sonra hastalık diğer insanlara sek-süel birleşme ve uyuşturucu kullanımı ve kan transferleri sırasında yayılmıştır.Afrika devletlerinin bir çoğu bu görüşün mantıklı olduğunu savunmaktadır.Bu olayların hiçbiri ırkla ilgili değildir.Şunu unutmamak gerekir ki tek bir kişi değil tüm insanlık AIDS'in gelişmesinden sorumludur; ve bizde bu sorumluluğu paylaşmaktan ve bu öldürücü virüsün yayılmasını engellemekten sorumlu sayılırız.

          AIDS ve İlgili Hastalıklarının Belirtileri Nelerdir?

          AIDS ve aynı virüs tarafından meydana getirilen diğer hastalıkların belirtileri hemen hemen aynıdır.Aynı soğuk ve gribin birbirleriyle özdeşleştirlmesi gibi.Fakat AIDS'e yada ilgili hastalıklarından birine yakalanmış bir kişi için bu belirtiler çok ısrarcıdır ve nedeni yok gibi görünür.Kişi hiçbir zaman kendisini neyin hasta ettiğini bulamaz ve hastalığın üstesinden gelemez.Çünkü sadece doktorlar ve konu ile ilgili araştırma yapan bilim adamları bu belirtileri teşhis edebilirler.Bu belirtilerin doktor tarafından açıklanan bir kısmı şöyledir:

          Fiziksel ve zihinsel aktiviteleri etkileyen, sebebi açıklanamayan aşırı bir yorgunluk
          Zayıflama yada diet gibi herhangi bir aktivite söz konusu olmadan iki aydan kısa bir sürede 7-10 kilo kaybı.
          Birkaç haftanın sonunda ateşin açıklanamayacak bir şekilde 39 derecenin üstüne çıkması
          Uyku sırasında kişinin üstünü sırılsıklam edecek derecede terleme
          Sebebi bilinmeyen bir şekilde vücuttaki salgı bezlerinin kabarması.(Özellikle boğazda, boyunda ve koltuk altında bulunan lenf bezlerinin kabarak en geniş halini alması)
          Dilin üzerinde ve ağız içinde beyaz noktalar yada lekelerin oluşması
          Israrla devam eden ishal
          Herhangi bir solunum enfeksiyonuyla meydana gelen ve çok uzun süren kuru öksürük
          Özellikle öksürükle birlikte oluşan nefes darlığı.
          Deri üstünde yada altında oluşan kat kat, yada yükselen bir şekilde leke ve şişliklerin meydana gelmesi.Başlangoçta çürükmüş gibi algılanabilir fakat bunlar zamanla kaybolmazlar ve genellikle etraflarındaki derilerden çok daha serttirler.
          AIDS'i Nasıl Önleyebilirim?

          AIDS'i Nasıl Önleyebilirim? Şüphesiz cinsel birleşmeden kaçınmak AIDS virüsünün bu yolla size bulaşmasını engelleyecektir.Fakat çoğu insan hayatlarında sek-süel davranışlardan bir ölçüde olsa kaçınmak yerine bunu farklı kişilerle farklı yollarla denemeye devam etmektedir ve ne yazık ki günümüzde bu seçimi yapmış insanların bir çoğu sabah bir AIDS hastası olarak uyanmıştır. sek-süel birleşmeye girdiğiniz her kişi daha büyük bir risktir.Çünkü her yeni partner AIDS virüsüyle enfekte olma ihtimalini arttırmaktadır.Bu kendi hayatınızla RUS RULETİ oynamak gibidir.

          Latex prezervatifler AIDS virüsünün meydana getirdiği enfeksiyonlara karşı korunmanın en etkin yoludur.Çünkü prezervatifler virüsün bir kişiden diğerine geçmesini engelleyecek fiziksel bariyer görevi yaparlar.Bu nedenle, AIDS veya herhangi bir zührevi hastalığa yakalanma riskini azaltmak için prezervatif kullanılması gerekmektedir. Prezervatifler ayrıca oral sek-s esnasında meydana gelebilecek riskleri azaltmak içinde kullanılabilir.AIDS virüsünün bulaşma riskii engelleyebilecek nitelikte bir prezervatifin nasıl olması gerektiği "Prezervatifler Hakkında Bilinmesi Gerekenler" bölümünde anlatılmıştır.

          Kişiler; hangi sek-süel aktivitenin ne kadar riskli olduğunu öğrenerek,sek-süel davranışlarını değiştirebilir ve böylece AIDS'e yakalanma riskinide azaltabilirler. AIDS bulaşma riski açısından az riskli diyebileceğimiz bir çok sek-süel davranış olduğu bilinmektedir.Fakat;prezervatifsiz sek-süel birleşme içeren aktivitelerin sonucunda kolayca AIDS bulaşabileceği unutulmamalıdır.Bu nedenle kişilerin kendilerini ve sevdiklerini AIDS tehlikesinden korumak için güvenli sek-s konusunda bilgilenmek için zaman ayırması gerekmektedir.

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            Konu: Dahiliye ek 1

            Aile planlaması metodları

            Toplumların eğitim düzeyi yükseldikçe, doğurma oranı azalmaktadır. Bu, doğum kontrolu ve kürtaj uygulamalarının bir sonucudur. Günümüzde,kadınlar eskisine göre ilk adetlerini daha erken yaşta görmekte ve cinsel ilişkiye daha erken başlamaktadır. Doğum oranı azaldığı için, (kesin bir korunma yöntemi olmamakla birlikte) emzirme doğum kontroluyla ilgili önemli bir etki de göstermemektedir. Bu nedenle, herhangi bir doğum kontrol yöntemi kullanılmadığı takdirde, çocuk sayısını sınırlandırmak bugün daha da zordur. Yaygın olarak kullanılan doğum kontrol yöntemlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

            1. Doğum Kontrol Hapları

            2. Uzun etkili doğum kontrol yöntemleri (enjeksiyon,implant vs)

            3. Spiral

            4. Bariyer yöntemleri (diafram, spermisid, prezervatif vs)

            5. Doğal yöntemler (takvim ve çekilme yöntemleri)

            6. Cerrahi sterilizasyon (kısırlaştırma)

            Ülkemizde bunlardan hangisinin ne oranda kullanıldığı hakkında yeterince bilgi sahibi değiliz. Ancak gelişmiş ülkelerde, en çok kullanılan yöntem doğum kontrol haplarıdır; özellikle cinsel yolla bulaşan hastalıklar nedeniyle, son yıllarda prezervatif kullanımı da artmıştır. Daha çok kadınlarda olmak üzere, her iki cins için de cerrahi kısırlaştırma yöntemi kullanımında dikkat çekici bir artış gözlenmektedir.

            Aile planlaması yöntemlerini şu şekilde de sınıflandırabiliriz:

            1. Dönüşümsüz yöntemler: Sonradan hiç çocuk istemeyen çiftler için cerrahi kısırlaştırma yöntemi idealdir. Bunun tekrardan düzeltilmesi mümkündür ama, düşük bir olasılıktır. Yan etkilerinin çok az olması ve nispeten basit bir yöntem olması nedeni ile tercih edilir. Erkek kısırlaştırması, lokal anestezialtında 10-15 dakika süren bir işlemdir. Kadın kısırlaştırma işlemi ise, genelanestezi altında laparoskopik yöntemle 15 dakikada yapılan ve hastanın aynı gün evine gönderildiği, basit bir cerrahi girişimdir. Açık ameliyat (minilaparoto-mi) ile yapılırsa hasta birkaç gün hastanede kalabilir. Başarısızlık oranları, erkek sterilizasyonunda % 0.1-0.15, kadın sterilizasyonunda ise % 0.2 civarın-dadır. Yapılan çalışmalar, cerrahi yöntemlerle kısırlaştırılan kadınlarda yu-murtalık kanseri görülme sıklığının azaldığını ortaya koymuştur. Kısırlaştırma işleminin, cinsellik üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olmadığı gösterilmiş-tir. Adet kanamaları üzerindeki etki ise, kesin değildir. Çoğu yayında adet kanamalarında değişiklik olmadığı bildirilmektedir ama, bazan kanamada artış görülmektedir.

            2. Dönüşümlü yöntemler: Daha sonra çocuk isteyen çiftlerde uygulanır. Hastanıntercihine, kullanıma engel oluşturan bir hastalığının olup olmamasına ve entellektüel durumuna göre farklı yöntemler seçilebilir. Başarısızlık oranları, bazı yöntemler için hastanın uygulamadaki başarısına göre değişir. Takvim yöntemi % 9-25, çekilme yöntemi % 4-19, kombine doğum kontrol hapları % 0.1-3, yalnızca progesteron içeren haplar % 0.5-3, spiral % 0.1-2, cilt altı implantları % 0.05, depo enjeksiyonlar % 0.3, spermisidler % 6-26, servikal kep %9-40, diafram+sper-misidler % 6-20 ve prezervatif % 3-14 başarısızlık riski taşır. Doğum kontrolunun yetersiz uygulanması, kürtaj oranlarında artışa yol açar.Bu, hem halk sağlığı hem de ekonomik açıdan çok daha fazla maliyet getirir.Ayrıca, giderek yaygınlaşan cinsel yolla bulaşan hastalıklar da gözönüne alınarak hastaların bilinçlendirilmesi ve özellikle birden fazla partneri olan kişiler için prezervatif kullanımının özendirilmesi gerekir

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              Konu: Dahiliye ek 1

              akalazya

              Tanım:
              Akalazya yemek borusunun (özafagus) motilite bozukluğu olarak tanımlanabilir.Yutma esnasında özefagus alt sfinkteri tamamen gevşemez ve peristaltizm durur.

              Etiyoloji:
              Primer akalazyanın etiyolojisi bilinmemektedir.Sekonder gelişenlerde ise başlıca nedenler pankreas, bronş, prostat, özefagus kanserleri ve lenfomalardır.

              Klinik:
              Başlıca belirti yutma güçlüğü (disfaji) dir.Erken dönemde elma, muz, et, taze ekmek, bazende soğuk içecekler hastalığı başlatıcı nedenler olarak hasta tarafından ifade edilir. Hastada sindirilmemiş besinlerin rejurjitasyonu dikkat çekicidir. Uyku sırasındaki rejurjitasyınlar aspirasayon pnömonilerine neden olabilir.Retrosternal ağrının varlığı akalazyanın hipermotil tipine özgüdür.

              Radyoloji:
              Megaözefagus vardır. Göğüs boşluğunda geniş bir gölge şeklinde gözlenir. İçi sıvı ile dolu lümeni kol kalınlığında olabilir. Kontrast madde ile çekilen grafilerde özefagus alt ucu huni şeklindedir; üst kısımlar ise dilatedir. Endoskopik incelemede peristaltizmin olmadığı izlenir.

              Tedavi:

              Kalsiyum Antagonistleri: Özefagus alt sfinkterine selektif etkili bir anti spazmodik ilaç yoktur. Bu amaçla en çok kullanılan ilaç nidilattır. Sublingual alındıktan 1 saat kadar sonra sfinkter basıncını %50 azaltır.Diğer kalsiyum antagonistlerinden oral alınanlar mideye geçemediği için emilemezler ve etkisiz kalırlar. İzosorbitdinitrat gibi daha güçlü nitratlarda vardır ancak yan etkileri daha fazladır; ancak ağrılı spazmlarda faydalı olabilir.

              Dilatasyon: Balon dilatasyon ile başarı sağlanabilir.

              Cerrahi: Medikal tedaviye ve dilatasyona yanıt vermeyen vakalarda uygulanır.Yapılan ameliyat Heller ameliyatıdır ve myotomiden ibarettir.

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                Konu: Dahiliye ek 1

                Akapunktur

                AKUPUNKTUR NEDİR?

                Klasik Çin tıbbında insan yaşayan evrenin bir parçası olarak kabul edilir ve herşeyin içinde varolan evrensel gücün insanın da içinde bulunduğuna inanılır. “Chi” adı verilen bu enerji insan vücudunda “meridyen” denilen kanallarda dolaşır. Akupunktur yöntemi ile bu kanallarda meydana gelen enerji dolaşım engelini ortadan kaldırarak dengeyi sağlamak ve bu şekilde hastalığı önlemek amaçlanır.

                İnsan vücudunun kendi kendini onarım gücü çok yüksektir. Vücudumuzda bu gücü harekete geçiren belli uyarı noktaları vardır ki, bunlara “akupunktur noktaları” denir. Bu noktalar uyarılarak vücudumuzdaki enerji dolaşımı normale döndürülür ve hastalık hali ortadan kaldırılır. Böylece organizma ilaç tedavisine gerek kalmadan, kendi olanaklarıyla hastalığın ortadan kalkmasını sağlar. Hastalığın belirtilerine değil, nedenine yönelik bir tedavi metodudur.

                Hipokrat, canlıların kendi kendilerine iyi olma kudretlerinden ve iç hekimden bahseder. Paracelcus, “Hiçbir hayat sadece dış hekimin çabalarıyla varolamaz; dış hekim, iç hekime yardımcı olabilir.” der.

                Akupunktur organizmanın kendi kendini tedavi ettiği bir metottur ve en önemli özelliği yan etkisinin olmamasıdır. Bu tedavi metodunu üç ana başlık altında toplayabiliriz:

                Çeşitli hastalıkların tedavisi
                Analjezi-anestezi
                Alışkanlık tedavisi
                Özellikle Uzakdoğu ülkelerinde kullanılan ilaçsız tedavi yöntemi akupunktur, Türkiye’de de hızla yaygınlaşmaktadır. Üniversitelerde ders olarak okutulan akupunktur, alternatif tıp olarak değerlendirilmemelidir; binlerce yıllık geçmişiyle akupunktur tıbbın kendisidir.


                AKUPUNKTURUN FELSEFESİ


                Batı düşüncesi olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendirir. Çin düşüncesine göre ise, çeşitli olgular bir bütünlüğün parçasıdır ve birbirleriyle ilişki içindedir.

                Düşünce temelindeki bu farklılıklar, tıbbi uygulamada da kendini gösterir. Batı tıbbı analitiktir; derin nedensel bağlantılara girer, ayrıntılı sınıflamalar yapar. Çin tıbbında ise, semptomlar ve bulgular hep birlikte değerlendirilerek toparlanır ve bir bütüne varılmaya çalışılır. Çin tıbbına göre hastalık belirli bir zamanda, belirli bir kişide ortaya çıkan bir olgudur. Hastalık değil, hasta ön planda değerlendirilir. Buna göre, Tradisyonel Çin Tıbbı’nda mental (zihinsel), emosyonel (duygusal) ve fiziksel bulgular birlikte ele alınır.

                Vücutta Yin ve Yang adı verilen birbirine zıt, ancak uyum içinde iki eneji vardır. Bunu gösteren ambleme Taiji (Büyük İkilem) denir. Siyah Yin’i, beyaz Yang’ı simgeler. Ancak, Yin’in içinde Yang, Yang’ın içinde de Yin vardır. Yin ve Yang’ın dengelenmesi normalliğe, dengenin bozulması anormalliğe yol açar. Dengesiz Yin ve Yang, denge arayışı içerisinde sürekli kendilerini değiştirirler. Bu dengenin sağlanması için doktor iğneler ile, ilgili akupunktur noktalarını uyararak hastayı tedavi eder.


                AKUPUNKTURUN TARİHÇESİ


                Çin’de iğne ve ısı anlamına gelen “Chen-chin” ile adlandırılan bu tedavi yöntemi, Batı’da akus (iğne) ve punctura (batırmak) sözcükleri birleştirilerek, “akupunktur” olarak adlandırılmıştır.

                Tradisyonel Çin Tıbbı (TCM), yaklaşık 3000 yıllık bir süre içerisinde gelişmiştir. II. Shang Hanedanı dönemine ait arkeolojik kazılarda tıbbi konuların anlatıldığı taşlar ve akupunktur iğneleri bulunmuştur. Noktaların yerleşimini gösteren şemalar ilk olarak İ.S. 317-581 yılları arasında çizilmiştir. Avrupa’da ise akupunktur ile ilgili ilk kitapların yazılması 1600’lü yıllara rastlar.

                1972’de ABD Başkanı Richard Nixon beraberindeki büyük bir heyet ile Çin’e resmi bir ziyaret yapmıştır. Bu ziyaret programı içinde Çinli doktorlar Amerikalı heyete “akupunktur anestezisi altında yapılan cerrahi bir operasyon” izletmişlerdir. Bu olaydan sonra, akupunkturun Batı’da popülaritesi artmış; uygulanması ve incelenmesi bütün dünyada yaygınlık kazanmıştır.

                UYARI NOKTALARI VE UYGULAMA


                Uyarı noktaları
                İnsan vücudunun kendi kendini onarım gücü çok yüksektir ve bu gücü harekete geçiren belli uyarı noktaları vardır. İnsan vücudunda bin kadar uyarı noktası vardır ve bu noktalardan 650-700 tanesi kullanılır. Her hastalık için ayrı program ve ayrı noktalar bulunmaktadır. Önemli olan doğru bir teşhisle, hangi noktaya nasıl bir uyarı yapılacağıdır (lazer, iğne ya da hangi iğne); bu çok iyi bilinmelidir. Akupunktur tedavisinde sırt, boyun, el, kulak ve vücudun diğer bölümleri kullanılır. Birçok hastalığa ilişkin en çok uyarı noktasının bulunduğu uzuvlar ise eller ve kulaklardır.
                İnsan vücudundaki belirli akupunktur noktalarına iğneler sayesinde yapılan uyarılarla organizmanın hemen her yerine ulaşabilecek haberler iletilmektedir. Bu iletişim, akupunktur noktasını oluşturan hücrelerden lokal hücresel uyarıların sinir terminallerine ve son olarak da beyne ulaşır. Beyin de bu uyaranı gerekli organlara ulaştırır ve ilgili organ ve uzuvlardaki enerji dengesi düzelir. Dolayısıyla hastalık da ortadan kalkmış olur.

                Lazerle akupunktur
                Lazer bir ışıktır. Bildiğimiz, kullandığımız ışığın konsantre edilmiş hali olduğu söylenebilir. Bazı hastalıkların tedavisinde ya da kimi zaman hastanın tercihi doğrultusunda iğne yerine lazer kullanılmakta, iğne batırılarak uyarı yapılacak noktaya lazerle uyarı verilmektedir. Özellikle ameliyatlar ve kazalar sonrası kalan izlere karşı lazerle akupunktur son derece etkili sonuçlar vermektedir. Ayrıca, çocukların tedavisinde iğneye alternatif olmaktadır.

                Nasıl iğne?
                Eskiden Çinliler sivri taş parçaları kullanmaktaydı. Bangkok’ta ise bu amaçla bambu kamışının kullanıldığı biliniyor. Akupunktur yöntemi ile tedavide önceleri altın kullanılmıştır. Altının elektirik potansiyel farkını alışı ve düzeltişi çok önemlidir. Bu yüzden altınla tedavi uygulanan hasta çok daha kolay ve çabuk iyileşme göstermektedir. Ancak bütün bu olumlu özelliklerine karşın altının oldukça pahalı ve yumuşak bir madde olması dolayısıyla akupunktur sırasında vücuda uygulanması, gereken noktalara batırılması zor olmaktadır. Buna bir çözüm yolu bulmak amacıyla, altını iğne haline getirirken içine bazı metaller konmuştur. Altının pozitif bir etkisi vardır. Gümüş de çok iyi bir akupunktur iğnesi olmasına rağmen, biraz negatifliğe yönelik bir özellik göstermektedir. Günümüzde ise, dünyada altın ya da gümüş iğne kullanılmamaktadır. Elektriği altın kadar iyi ileten standart bir çeliğin üretilmesi ile bütün dünyada bu yeni metal kullanılmaya başlanmıştır.


                AKUPUNKTURDA KULAĞIN ÖNEMİ


                Kulakta bedenin hemen hemen her uzvuyla ilgili bir akupunktur noktası bulmaktadır. Örneğin, insanın bağırsağı, kalbi, karaciğeri ile ilgili noktalar kulağında mevcuttur. Bu yüzden akupunktur tedavisinde vücutla beraber veya tek başına kulaktaki noktalar kullanılmaktadır. Öte yandan kulağın bu özelliği, hastalığın belirlenmesine, deteksiyona yardımcı olmaktadır.


                AKUPUNKTUR VE ZAYIFLAMA


                Şişmanlık
                Şişmanlık Nedir?
                Dünyada şişmanlık
                Neden kilo almak/vermek istediğimizde zorlanırız?
                Vücut-Kitle indeksi nedir?
                Akupunktur ve Zayıflama
                Akupunkturla neden daha kolay ve kalıcı zayıflanır?

                Şişmanlık (Obezite)
                Şişmanlık, vücutta yağ dokusunun normalden fazla olmasıyla karakterize bir hastalıktır.

                Şişman bir kişi ayrıntılı tetkiklerden geçirildiğinde, bazen hiçbir anormalliğe rastlanmayabilir. Bazen fiziksel olarak da bir belirti yoktur. Ancak, diğer yandan tip II şeker hastalığı tanısı konmuş hastaların % 60’ı şişmandır. Yine, vücuttaki yağ dokusunun artması ile, hormonal-metabolik hastalıkların ve kalp-damar hastalıklarının ortaya çıkması ya da ağırlaşması arasında doğrudan bir ilişki olduğu bilinmektedir.

                Pekiyi, öyleyse neden gereğinden fazla besin tüketiriz? Şişmanladığımızı göre göre neden buna devam ederiz? Bu soruların yanıtları araştırılmış ve obez kişilerin yemek yeme konusunda daha çabuk uyarıldıkları, damak tatlarının daha gelişmiş olduğu, daha geç doydukları ve yemek yeme işinin günlük yaşamları içinde kafalarını daha fazla meşgul ettiği gözlenmiştir.

                Genetik, metabolik, hormonal ve sinirsel birçok karmaşık sistem şişmanlığın oluşmasında rol oynar. Aile yapısı, beslenme alışkanlıkları, yaşam tarzı, psikolojik sorunlar bu karmaşık sistemin herhangi bir basamağında etkili olarak şişmanlığa giden yolu açar.

                Obezite bir hastalık olduğu için, bir diyet uygulayıverip bırakmakla ortadan kaldırılamaz. Yeni beslenme alışkanlıkları ve yeni bir yaşam şekli gerektirir. Obezitenin de, şeker hastalığı ya da yüksek tansiyon gibi, yaşam boyu takip edilmesi gerekir.


                Şişmanlık sıklığı dünyada gittikçe artmaktadır. Ortalama sıklık % 25 olarak verilmektedir; bu yüzdeye şişman olmayıp ideal kilosunun üzerinde olanlar da katılınca oran % 50’ye ulaşmaktadır.

                Obezite sıklığının artmasının nedenleri:
                - Sosyo-kültürel faktörler,
                - Biyolojik faktörler,
                - Davranışsal faktörler,
                - Gıda çeşit ve alımının artması ve kolaylaşması,
                - Alkol tüketiminin artması,
                - Teknolojinin ilerlemesi ile günlük eneji tüketiminin azalması,
                - Özellikle çocukluk çağında bilgisayar ve televizyon karşısında geçerilen zamanın artması ile yağlı ve katkılı yiyecek tüketiminin artması.


                Yenilen besinler, vücudumuzda metabolik olaylar sonucunda yakılır ve bu yanmadan elde edilen ısı ve eneji, hayatsal fonksiyonların işlemesi için kullanılır. Metabolizma hızını, vücut kendisi ayarlar; Yani vücut az ya da çok enerji harcayabilme yeteneğine sahiptir. Ancak, harcanacak eneji miktarı vücudun alışık olduğu kilosunu korumaya yönelik olarak ayarlanmıştır. Bu nedenle kilo vermek amacıyla az kalori alındığında, metabolizma hızı düşer ve bünye kilo kaybetmemek için kendini korumaya çalışır. Vücudumuz, kendi alışık olduğu kilosunu koruma çabasındadır.
                Diyet yapan birçok kişi çok az yedikleri halde, çok yavaş zayıfladıklarından yakınırlar ve çoğu zaman da sabredemeyerek diyete son verirler. Bundan sonra da eskisi gibi yemeye başlayınca, verilen kilolar çok daha hızlı bir şekilde geri alınır ve eski kiloya ulaşılınca kilo artışı durur.

                Bunun benzeri bir durum kilo almak isteyenlerde de görülür; günlük gıda miktarlarının iki veya üç katını yeseler bile çok az kilo alabilirler.
                Vücudun kilo vermeye gösterdiği bu direnç, insanoğlunun binlerce yıllık geçmişinde yaşadığı doğal afetler, savaşlar, hastalıklar nedeniyle aç kalmaktan ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki, 20. yüzyılın sonunda bile dünyada açlık çeken bölgeler vardır.

                Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:
                Kilo vermek için çok aceleci olmamak gerekir. Haftada 15 kg. verdiren mucize diyetler son derece sakıncalıdır ve bu derece hassas çalışan bir metabolizmayı bozmaktan başka işe yaramaz. Günlük 1000 kalori altındaki diyetler kalp kasında hasarlara neden olacak ölümlere yol açabilir. Haftada 0.5-1 kg. vermeyi sağlayan diyetler güvenli olduğu kadar, kalıcı sonuçlar da sağlar. Daha hızlı kilo vermek isteyenler, bunu biraz egzersiz yaparak gerçekleştirebilirler.


                Pratikte şişmanlığın ölçümü için kullanılan çok basit iki yöntem vardır:

                1. BMI (Beden Kitle İndeksi) = Vücut ağırlığı (kg.) / boy² (m&#178

                <19
                zayıf

                19-25
                normal

                25-30
                fazla kilolu

                30-40
                şişman (obez)

                >40
                çok şişman (morbid obez)

                2. Bel çevresi ölçümü: Erkeklerde 102 cm., kadınlarda 88 cm. üzeri riskli görülmektedir.

                Beden kitle indeksi ve bel çevresi ölçümü arttıkça, ortaya çıkacak tıbbi sorunların en önemlileri şunlardır:
                - Kalp-damar hastalıkları
                - Tip II şeker hastalığı
                - Hipertansiyon
                - Safra taşları oluşumu
                - Karaciğer yağlanması
                - Uyku ve solunum problemleri
                - Eklemlerde dejeneratif değişiklikler; özellikle bel, diz, kalça gibi vücut yükünü taşıyan eklemlerde kireçlenme.


                Akupunktur ve Zayıflama
                Bilindiği gibi akupunktur alışkanlık tedavilerinde kullanılır. Kilo verme de beslenme alışkanlıklarının ve yaşam tarzının değiştirilmesi ile mümkün olduğuna göre, bu yeni alışkanlıkların edinilmesi sırasında, akupunktur hastaya çok büyük kolaylıklar sağlar.

                İştahı düzenler ve yemeklere saldırma güdüsünü ortadan kaldırır.
                Mide asiditesi kontrol altına alınarak, mide kazınması, yanması gibi sorunlar engellenir.
                Düşük kalorili beslenmeden dolayı yaşanabilecek halsizlik önlenir.
                Metabolizma hızını düzenler. Akupunkturla tedavi gören hasta, kendi kendine yaptığı diyetlerden daha kolay kilo vermeyi başarır.
                Akupunktur tedavisi sırasında, vücutta serotonin ve endorfin seviyeleri artmaktadır. Bu hormonlar diyet yapan kişiye huzur verir, sedasyon sağlar. Böylece diyet yapan kişi, eski yemek yeme zevkinin kısıtlanmasından dolayı huzursuzluk ve tedirginlik yaşamaz.
                30-40 kg. fazlası olan hastaların tabii ki uzun bir zaman diyet yapmaları gerekir. Ancak, çoğu insanda böyle bir sabır olmadığı için, her pazartesi başlanan diyetler, her cumartesi sona erer. Böylece sık sık yapılan diyet denemeleri sonucu her geçen günkilo vermek daha da zorlaşır. İşte, bu gibi hastalarda akupunktur inanılmaz başarılar sağlar ve hasta 1 yıla kadar uzanan bir zaman diliminde onlarca kilo verebilir. Hastanın uzun süre diyete dayanabilmesinin nedeni, akupunkturun yarattığı sedatif ve trankilizan etkiden dolayıdır. Ayrıca hasta kilolarının eridiğini gördükçe daha çok motive olup, bu işe dört elle sarılmaktadır.


                AKUPUNKTUR VE SİGARA BIRAKMA


                Akupunkturla Sigara Bırakma Tedavisi
                Akupunktur ile sigara nasıl bırakılabilir?
                Akupunktur ile kaç seansta sigara bırakılabilir?
                Akupunktur ile sigarayı bırakmada başarı oranı nedir?
                Sigarayı Neden Bırakalım?
                Sigara neden zararlı?
                Sigarayı bırakan bir insanın vücudunda ne gibi olumlu gelişmeler olur?
                Sigara içen bir kişiyi bırakmaya iten nedenler nelerdir?
                Sigarayı bırakma yolları nelerdir?
                Sigarayı bırakmak isteyenlerin yaşadığı tipik kaygı ve sorunlar nelerdir?


                Akupunktur ile sigara nasıl bırakılabilir?
                Yapmanız gereken tek şey sigarayı bırakmaya karar vermektir. Bu, insanın yaşamında alabileceği en önemli kararlardan biridir. Bu kararı verdikten sonra, akupunktur, size sigarayı bırakmanızda büyük kolaylık sağlayacaktır.

                İnsanlarda serotonin ve endorfin adı verilen iki madde vardır. Bunlar beyinde bulunur ve rahatlık, hoşluk, keyif ve huzur gibi duygular ile ilgilidirler. Normalde insanlarda kahkaha atınca, mutlu bir haber alınca ya da çikolata veya güzel bir tatlı yiyince, bir yeriniz acıyınca serotonin ve endorfin düzeyi yükselir. Ancak sigara içenlerde serotonin - endorfin salgılama işini sigara üstlendiğinden vücut otonomisini kaybetmiştir. Hani keyiflenince de, dertlenince de sigara içilir ya, işte, açıklaması budur.

                Sigarayı bırakanlarda ilk hafta beyin serotonin salgılama işini gerçekleştiremediğinden vücut oldukça zor anlar yaşar. Beyin ancak 72 saat sonra eski görevini yapmaya başlar.
                Bu 72 saatlik süre içinde, hastanın yoksunluk belirtileri önlenirse, sigarayı bırakması çok kolaylaşır. Akupunktur ile tedavi, kişinin sigara içmemekten dolayı oluşabilecek şikayetleri ortadan kaldırır. Böylece sigara içmemeye karar vermiş olan kişi, bunu hiç zorlanmadan başarır; çünkü, akupunktur tedavisi beyni yeniden sigaraya gerek duymadan serotonin ve endorfin salgılaması için uyarır ve bundan sonra da beyin eski otonomisini kazanır.


                Akupunktur ile kaç seansta sigara bırakılabilir?
                Üç gün üst üste 20 dk.lık 3 seans tedavi uygulanır. Toplam 1 saat süren bir tedavidir. Böylece 72 saatlik en zor geçen dönemde vücut kontrol altındadır. Daha sonra hastanın bağımlılık derecesiyle bağlantılı olarak ek seanslar yapılabilir, ama genellikle buna gerek kalmaz. Tedavi süresince tek bir sigara bile içilmemesi ve nikotin preparatları kullanılmaması gerekir. Aksi halde, başladığımız noktaya geri döneriz.


                Akupunktur tedavisi ile sigarayı bırakmada başarı oranı nedir?
                %90 - 95 gibi yüksek bir başarı oranı vardır.


                Sigara neden zararlı?
                Tütün kullanımı yaklaşık 200 yıl öncesine kadar gidiyor. İlk zamanlarda tütünün sağlığa iyi geldiği düşünülüyordu. Sigaranın zararları 1950’li yıllara kadar çok fazla bilinmiyordu. Ancak, daha sonraki yıllarda yapılan araştırmalar, sigaranın insan sağlığına gerçekten zararlı olduğunu ortaya çıkardı. Sigara dumanında sağlık açısından zararlı yüzlerce (bu sayı abartılmamıştır) madde bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bunların en çok bilinenlerinden birkaç tanesi ; amonyak, terebentin, kadmiyum, insektisitler, naftalin, aseton, arsenik, formal, hidrojen siyanür, radon, polenyum, deterjanlar...
                Bunların bir çoğu kanserojendir. Ayrıca tütün ve sigaranın sarıldığı kağıdın yanmasından dolayı açığa çıkan maddeler ve katran da yine konserojen maddeler arasındadır.
                Kalıp - Damar sağlığı açısından özellikle tehlikeli olan maddeler ise nikotin ve karbonmonoksittir. Nikotin kalp artışlarını hızlandırır, tansiyonu yükseltir, kan pıhtılaşmasını arttırır. Yani kalbin yükünü ve oksijen ihtiyacını arttırır. Bütün yanma olaylarında açığa çıkan zehirli bir gaz olan karbonmonoksit ise, kandaki oksijen ile birleşerek kanda bulunan oksijen miktarını düşürür. Sonuç olarak nikotin nedeniyle oksijene gereksinimi artmış olan kalp, kanda yeterli oksijeni bulamaz ve işi çok daha zorlaşır.

                Sigara kullanımı ile doğrudan ilişkisi olduğu kanıtlanmış hastalıkları şöyle sıralıyalım: Ağız kanserleri, sindirim sistemi kanserleri, solunum sistemi kanserleri, akciğer hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları, ülser, mesane kanseri.

                Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünyada 1 milyar 100 milyon insan sigara içiyor. Erkekleri %47si, kadınların %12’si sigara tiryakisi. Ayrıca, son yıllarda sigara içen kadınların sayısında nispeten daha fazla bir artış olduğu gözlemlenmektedir. Bu da dünyaya yeni gelecek nesillerin sağlığını direkt olarak etkileyecektir. Son rakamlara göre, dünyada yılda 3 milyon kişi sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle ölmektedir.
                Şimdi hemen yeri gelmişken önemli bir konuya değinmek gerekiyor. Örneğin; akciğer kanserinin sigaraya bağlı olarak meydana geldiği heryerde söyleniyor. Fakat siz daha geçen ay akciğer kanserinden ölen bir tanıdığınızın hiç sigara içmediğini biliyorsunuz ve uzmanların biraz fazla abarttığını düşünüyorsunuz. Bunun açıklaması şöyle: Akciğer kanserinin 4 türü vardır; hatta bunların da alt grupları vardır. Bunların içinde sigara kullanımı ile doğrudan ilgili olanlar (%60) zaten en sık görülen kanser türleridir. Sigara ile ilgisi olmayan ise, çok daha az oranda görülen bir kanser türüdür.

                İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre günde 20 sigara’dan fazla içenlerin %40’ı, daha emeklilik yaşına gelmeden ölmektedir. Oysa sigara içmeyenlerde bu oran %15’dir.

                Bir de pasif içici kavramı var. Sigarayı içen kişi, eğer filtreli sigara içiyorsa, bu filtre bir miktar zararlı maddenin geçişini engelleyebilir. Halbuki sigaranın ucundan havaya karışan duman hiçbir süzgeçten geçmediği için daha tehlikelidir. Yani uzun süre bu dumana maruz kalan ve pasif içici denilen kişiler de tehlike altındadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, sigarayı içen kişi de havaya yayılan bu dumanı yine solumaktadır. Sigara içilen evlerdeki küçük çocuklarımız bronşit ve zatürre gibi solunum yolu hastalıklarına daha sık yakalanırlar. Pasif içici olduklarından akciğer kanseri açısından risk grubundadırlar ve ileride sigara içmeye daha çok eğimli olurlar.
                Özellikle gelişmiş ülkelerde kamuoyuna yansıyan bu sonuçlar ve alınan tedbirler sonucunda sigara kullanımı %50 ye varan oranlarda azaltılmıştır. ABD, İngiltere, Kanada bu konuda başarılı ülkeler arasındadır.

                Öte yandan, aynı zamanda sigara üreticisi olan bu ülkeler, gelişmekte olan ülkelerde edindikleri pazarlarını büyütme çabası içindedirler.


                Sigarayı bırakan bir insanın vücudunda ne gibi olumlu gelişmeler olur?
                20 dk sonra tansiyon ve nabız normale döner.
                8 saat sonra vücut kendini yenilemeye başlar. Kan oksijeni normal düzeye çıkar.
                24 saat sonra kalp krizi riski azalmaya başlar. 1 yıl sonra yarıya düşer.
                48 saat sonra duyu organları iyi çalışmaya başlar. Tat ve koku duyusu düzelir. Cilt kendini yeniler.
                72 saat sonra Akciğer kapasitesi artar, solunum rahatlar.
                2 hafta sonra efor kapasitesi artar (Yürüme, merdiven çıkma…).
                1-9 ay içinde akciğer hücreleri yenilenir. Akciğer hastalıkları (zatürre gibi) riski azaltır. Öksürük, nefes darlığı düzelir.
                5 yıl sonra ağız, boğaz, yemek borusu kanserleri riski %50 azalır.
                Pankreas, mesane, rahim kanseri riski azalır.
                Sindirim sistemi ülseri riski azalır.
                Sigara gebelikten önce ya da gebeliğin ilk 3 ayında bırakılırsa erken doğum riski ve düşük doğum kilolu bebek doğurma riski, içmeyenlerdeki düzeye iner.
                Koroner kalp hastalığı riski sigaranın bırakılmasından 15 yıl sonra sigara içmeyenlerin düzeyine iner.
                Aynı evde yaşayan küçük cocuklar ve bebeklerin, solunum yolu hastalıklarına yakalanma riski azalır.


                Sigara içen bir kişiyi bırakmaya iten nedenler nelerdir?
                Sigaraya bağlı bir hastalığın ortaya çıkması.
                Fiyatın pahalı gelmesi.
                Sigaranın zararları hakkındaki yayınlar.
                Çevresi tarafından bırakmaya yönelik teşvik, kınama.
                Kapalı yerlerde sigara içiminin yasaklanması.

                Gelişmiş ülkelerde sigaranın zararları hakkındaki yazılar, sigaranın fiyatı, kınama ve yasaklamalar etkili olmaktadır; ancak, bizim insanımızı bir hastalığın ortaya çıkması daha çok etkilemektedir. Örneğin, kalp krizi geçirmiş veya by-pass ameliyatı olmuş hastaların sigarayı bırakma oranları yüksektir ve başarılıdır.


                Sigarayı bırakma yolları nelerdir?
                Akupunktur,
                Grup Terapisi,
                Hipnoz,
                Kişisel çaba ile bırakma,
                Farmokolojik tedavi.


                Sigarayı bırakmak isteyenlerin yaşadıkları tipik kaygı ve sorunlar nelerdir?
                Sigarayı azaltmak mı, tamamen bırakmak mı? Yoksunluk belirtilerinin daha uzun sürmesine neden olur. Çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlanır. Sigara miktarı yine arttırılır.
                Ara ara sigara içmek: Vücuda tekrar nikotin etkisini hatırlatır. Zamanla düzenli olarak içmeye dönüşür. Halbuki sigara içilmemesine alışmak daha kolaydır.
                Çevre baskısı: Sigarayı bırakanların çoğu çevresi tarafından adeta tekrar içmeye zorlanır. Bu, sigara içenlerin bir kişiyi daha kaybetmelerinden kaynaklanan ilginç bir psikolojik durumdur. Ancak kısa bir zaman içinde arkadaşlarınız da sigara içmediğinizi kabullenip sizi rahat bırakacaklardır.
                Katran ve nikotin düzeyi düşük (light) sigara içmek: Bu durumda genellikle günlük sigara adedi arttırılarak eski nikotin düzeyi tutturulmaya çalışılır. Zaten “tehlikesiz sigara” yoktur.
                Sorumluluğu başkasına yıkmak: Çoğu kişi sevdiği birisi onu desteklemezse sigarayy bırakmaktan kaçar. Hatta deneyip de başarısız olursa başkasını suçlar. Oysa sigarayı bırakmak öncelikle kişisel bir sorundur, mutlaka kendinize güvenmeyi başarmalısınız.
                Şişmanlama korkusu: Gerçekte sigarayı bırakanların sadece 1/3’ü kilo alır ve bu fark gerçekte 3-4 kg. kadardır. Bundan daha fazla alınan kilolar kendine güvensizlikten kaynaklanan, sigarayı elde ve ağızda tutmak alışkanlığının yerini alan, abur cubur atıştırma alışkanlığıdır. Oysa, gerçekte sigarayı bırakmaktan dolayı ilk günlerde açılan iştah, kısa bir süre sonra normale döner.
                Yoksunluk belirtileri: Şiddetli nikotin arayışı, gerginlik, kızgınlık, huzursuzluk, sinirlilik, uyku kalitesinin bozulması, iştah artışı ve benzeri belirtiler olabilir. Bu belirtiler geçicidir ve vücudun kendini onardığını gösterir. Örneğin, öksürük ve balgam artışı, solunum yollarındaki titrek tüylerin zehirli maddeleri atmak için görevlerini yerine getirmeye başlamasından kaynaklanır. Yoksunluk belirtileri sigara bırakanların 2/3’ünde görülür. Belirtiler, ilk 72 saat içinde şiddetlidir. 7-10 gün içinde azalarak ortadan kalkar.

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  Konu: Dahiliye ek 1

                  akciğer absesi


                  TEMEL BİLGİLER

                  TANIMLAMA: Çevre dokudaki enfeksiyona bağlı akciğer erimesi ile gelişen içi cerahat
                  ile dolu akciğer kaviteleri. Genel gidiş ani başlayıcı ve ilerleyicidir.
                  Genetik :
                  •Bilinen genetik geçiş yok
                  Görülme sıklığı:
                  • Bilinmiyor, oldukçanadir
                  Yaş:
                  • Genç erişkinler (16- 40 yaş); orta yaş(40- 75 yaş) da sık görülür
                  Cinsiyet:
                  • Erkek= Kadın

                  BELİRTİ VE BULGULAR
                  • Öksürük
                  • Ağız kokusu
                  • Balgam
                  • İltihaplı, kötü- kokulu balgam
                  • Ateş
                  • Göğüs ağrısı
                  • Nefes darlığı
                  • Üşüme, titreme
                  • Halsizlik
                  • Kırıklık
                  • Zayıflama
                  • Kilo kaybı
                  • Gece terlemesi
                  • Kanlı balgam
                  • Solunum seslerinde azalma
                  • Hırılıtılı solunum
                  • Sık solunum
                  • Çarpıntı
                  • Terleme
                  • Asimetrik göğüs hareketleri
                  • Parmak çomaklaşması

                  NEDENLERİ
                  • Yabancı cisimlerin akciğere kaçması sonucu oluşan zatürreler.
                  • Akciğer dokusunu eriten tipde zatürreler
                  • Vucudun başka yerinde oluşan iltihabın kan yoluyla Akciğerlere ulaşması ve burda zatürre yapması (septik emboli)
                  • Bakterilerin kana karışması
                  • Bronşial tıkanması veya darlığı
                  • Tümörler

                  RİSK FAKTÖRLERİ
                  • Kötü ağız ve diş bakımı,diş eti iltihapları.
                  • Alkolizm
                  • İlaç bağımlılığı
                  • Epilepsi (Sara Hastalığı)
                  • Şuur kaybı
                  • Akciğer kanseri
                  • Bağışıklık sistemi baskılanması
                  • Diabetes mellitus (Şeker hastalığı)
                  • Yabancı cisim
                  • Mide muhtevasının yemek borusuna kaçması (Gastroözafagial reflü)
                  • Sinüzit

                  TANI

                  LABARATUAR
                  • Beyaz küre yükselmesi
                  • kansızlık
                  • Serum Protein azalması
                  • Balgam kültürü ve antibiogramında iltihaba yol açan mikrobun üretilmesi.

                  GÖRÜNTÜLEME
                  • Akciğer grafisi- abse ve çevresinde iltihap alanı net olarak görülür
                  • Hava- sıvı seviyesi
                  • Akciğer zarında sıvı toplanması
                  • Bilgisayarlı tomografi: Absenin lokalizasyon ve yayılımı belirler.

                  TANI İŞLEMLERİ
                  • Bronş tıkanması veya darlığı şüphesi varsa bronkoskopi yapılır.(Ucunda minik kamera olan fiberoptik fleksibl bir boru ile bronşların içi incelenir)
                  • Göğüs yüzüeyinden iğneyle girerek abseden numune almak (Transtorasik akciğer biopsisi) mümkündür.

                  TEDAVi
                  • Ciddi ise veya Cerrahi uygulanacaksa yatırılarak tedavi edilmelidir.

                  GENEL ÖNLEMLER
                  • Özel pozisyonlar ve masajlarla akciğerdeki abse balgam yoluyla atılmaya çalışılır(Postural drenaj)
                  • Akciğer fizyoterapisi
                  • Nedene yönelik tedavi (örneğin., antibiütikler)
                  • Komplikasyonlar için cerrahi metodlar gerekebilir.

                  DİYET
                  • Kısıtlama yok

                  HASTANIN EĞİTİLMESİ
                  • Solunum fizyoterapi teknikleri

                  İLAÇLAR
                  •Kültür ve hassasiyet sonuçlarına göre antibiolikler kullanılır .

                  HASTANIN İZLENMESİ
                  •Akciğer grafilerindeki kistik boşluk (Kavite) kaybolana veya düzelene kadar (birkaç hafta veya ay) tedaviye devam edilir.

                  BEKLENEN GELİŞME VE PROGNOZ
                  Genellikle yüz güldürücü. &#37; 25 oranında sekel kalır. Birlikte başka hastalık varsa sekel artar.

                  KAYNAKLAR
                  • Bartlett, J.G.: Anaerobic bacterial infections of the lung and pleural space. Clinical ınfectious diseases. 16 ; Suppl 4: s248-255, 1993
                  • Murray, J.F. Nadel, J.A. (eds): Textbook of Respiratory Medicine. 2nd Ed. Philadelphia, W.B. Saunders Co., 1994
                  Yazarı Dr.J. Cunningtom


                  Akciğer Absesi

                  Tanım: Akciğer parankimi içinde yer alan , harabiyet ve bir ya da birçok hava-sıvı seviyesiyle karekterize kavite oluşumuyla seyreden süpüratif infeksiyondur. İki cm’den küçük multipl kavitelerle seyreden formuna nekrotizan pnömoni ismi de verilmektedir.

                  Klinik Bulgular: Sürekli ateş, titreme, öksürük, lezyonun plevraya yakın oldugu durumlarda yan agrısı görülür.Genel durum hızla bozulur. Apse bronşa açılırsa irinli , kötü kokulu bazen kanlı balgam görülebilir.Kilo kaybı, ilerleyen sürelerde çomak parmak gelişimi görülebilir.Fizik muayenede yüksek ateş,taşıkardi, dispne, siyanoz, apse tarafında solunum seslerinde azalma, tüber üfürüm, apse bronşa açılmışssa kavern üfürümü duyulabilir. Bazen kronikleşebilir. Bu durumda halsizlik, öksürük, intermittan ateş, kötü kokulu balgam, zayıflama, çomak parmak görülür.

                  Etyoloji: En önemli predispozan faktörler; aspirasyon , periodontal hastalıklar ve jinjivittir. Ayrıca bronşektazi, bronş karsinomları, infarkt, septik emboliler, bakteremi, intraabdominal infeksiyonlar, , bronşta obstruksiyon, diabetes mellitus, malignansi, AIDS, ve immünsupresyon da predispozan faktörler arasındadır. Etken mikroorganizmalar hastanın orofaringeal kolonizasyonu ve bagışıklık durumuna göre degişir. En sık etkenler; orofarinkten aspire edilen anaeroplardır, çogunlukla da polimikrobiyal infeksiyonlar gelişir. Hastane ortamında , orofarinkste gram negatif mikroorganizmaların kolonizasyonuna baglı olarak, gram negatiflerin yol açtıgı apseler gelişebilir. Staphylococcus aureus, Streptococcus pneumoniae ve Pseudomonas aeruginosa nekrotizan pnömoni yapabilir. Hematojen infeksiyonlar daha çok stafilokoklarla oluşur. Bagışık yetmezlik sorunu olanlarda Nocardia spp ve birçok farklı etken olabilir.

                  Tanı: Yüksek ateş, toksik tablo ve kötü kokulu balgamı olan bir hastada klinik olarak düşünmelidir. Hava-sıvı seviyesi olan bir kaviter görünüm ya da multipl küçük ekskavasyonlarla seyirli bir pnömoni ile tanı konulur. Gerekirse kompüterize tomografi çekilir. Kan kültürü, balgam inceleme ve aerop kültürü, mümkünse diger örneklerden kültür yapılmalıdır.

                  Ayırıcı Tanı: En çok akciger kanseri ile karışır. Tüberküloz, kist ve büllörle de karışabilir. Bu hastalıklarda sistemik semptomların olmaması, pnömoni bulgularının olmayışı ayırıcı tanıda önem kazanır

                  Tedavi: Antimikrobiyal ajanlar verilir. 2-4 ay gibi uzun süreli tedavi gerekir. Klinik ve radyolojik özelliklerle izlenir.Çogunlukla anaeroblarla ve polimikrobiyal oldugu için tedavi seçimi buna göre yapılır. Penicillin G + clindamycin veya metronidazol, betalaktam/betalaktamaz inhibitörleri, karbapenemler, immünsupresyonu olanlardabetalaktam ajan + aminoglikozid, gram negatif infeksiyonlardaüçüncüjenerasyon sefalosporin+metronidazol kombinasyonu kullanılabilir. Stafilokokal infeksiyonlarda penisilinaza dirençli penisilinler, sefazolin, metisilin dirençli stafilokoklarda ve glikopeptitler kullanılır. Trimethoprim/sulfamethoxazole ve yeni kinolonlar da kombinasyon tedavisinde yer alabilir. Postural drenaj destekleyici tedavide önem kazanır, gerekirse tanı, drenaj amaçlı ve yabancı cisim çıkarma için bronkoskopi uygulanır.

                  Korunma: Aspirasyonun engellenmesi önemlidir. Bilinç bozuklugu ve yutma güçlügü olan hastalarda dikkatli besleme yapılmalıdır. Aspirasyon durumunda hemen posdural drenaj uygulanmalıdır.

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    Konu: Dahiliye ek 1

                    akciğer amfizemi amfizem anfizem

                    Solunum yetmezliğine yol açan en yaygın kronik akciğer hastalıklarından biridir.

                    Amfizem, akciğerlerdeki hava keseciklerinin (alveol) gerilip genişlemesiyle beliren bir hastalıktır. Bu genişleme hava, keseciklerini birbirinden ayıran ince duvarların yırtılmasına ve dolayısıyla akciğerlerde esneklik kaybına yol açar. Sonuçta akciğerlere hava girişi ve hava keseciklerinde kan gazları (oksijen-karbon dioksit) dengesi bozulur, İlerlemiş amfizem olgularında akciğerler genişlemiş, solmuş ve kurumuştur.Esneklikleri kalmadığından bir yastık gibidirler. Göğüs kafesi açıldığında, akciğerler sönmez, çünkü esneklik kaybı nedeniyle içlerinde hava kalır.

                    NEDENLERİ

                    Akciğer amfizemi kronik bronşit, astım, akciğer veremi gibi hastalıklar sonucunda gelişebilir. Özellikle ileri yaşlarda, akciğerlerde yaygın bağdoku artışı esnekliğin yitirilmesine ve amfızeme yol açabilir. Birçok araştırma amfizeme kalıtsal bir yatkınlık olabileceğini göstermiştir. Ama bu hastalığın bilinen en önemli nedeni sigara alışkanlığıdır. Amfizem oluşumuna yol açan başlıca ,etkenler şunlardır: Küçük bronş dallarının tıkanması sonucunda içerideki havanın dışarı atılamaması, hava keseciklerinin aşırı gerilmesiyle akciğer esnekliğinin yitirilmesi, keseciklerde biriken hava kabarcıklarının etkisiyle kesecikler arası duvarların yırtılması, hava keseciklerinde kanın oksijen alabilmesi için gerekli yüzeyin azalması ve dolaşım direncinin artmasıyla akciğer damarlarında lezyonlar oluşması. Son olarak değinilen etken, uzun erimde solunum yetmezliğine yol açarak sağ kalbin yükünü artırır ve kalp yetmezliğine neden olur. Kronik amfizemde soluk alırken göğüs sürekli genişler. Akciğerler aşırı gerilmiştir. Soluk verdikten sonra akciğerlerde kalan hava miktarı artmış, zorlu soluk alıp vermede akciğere girip çıkan hava miktarı azalmıştır.

                    BELİRTİLERİ

                    Hastalık sessiz ilerler ve ancak ileri ev­relerinde belirti verir. İlk belirti nefes darlığıdır; başlangıçta hareket sırasında, ama daha sonra dinlenirken de gözlenir.

                    İleri evrelerde solunum yüzeyselleşir. Soluk alınırken göğüs kafesini genişle­ten hareket ancak yardımcı solunum kaslarıyla yapılabilir. Buna "dikine" solunum denir, çünkü soluk alırken göğsün enine çapı artmaz, dikine bir hareket görülür. Soluk alma kısa, verme ise uzun sürer. Nefes darlığının yanında bazen az miktarda koyu kıvamlı balgamlı öksürük görülür. Amfizeme kronik bronşit eklenmişse balgam daha çok ve irinlidir. Hastanın tipik bir dış görünüşü vardır: Göğüs kafesinin ön-arka çapı genişlemiş, "fıçı göğüs" denen yapı gelişmiştir. Köprücük kemikleri üzerindeki çukur bölgeler akciğer tepesinin genişlemesiyle kabarık görünür. Deri ve mukozalar mavimsi bir renk alır. Morarma deri ve mukozalann altındaki kılcal damarlarda iyi oksijenlenmemiş hemoglobin bulunmasına bağlıdır. Dokuların yetersiz oksijenlenmesi genel bir düşkünlüğe, iştah ve kilo kaybına yol açar.

                    İNCELEMELER

                    Sağlıklı bir insanın derin soluk alıp bu­nu hızla dışarı vermesi istendiğinde, alınan havanın yüzde 80'i ilk saniyede dı­şarı atılabilir. Amfizemde ise bronş tıkanması ve azalan esneklik sonucunda dışarı atılabilen hava miktarı büyük ölçüde azalmıştır. Amfizem tanısında solunum işlevindeki bozukluğu belirlemeye yönelik testler büyük önem taşır. So­lunum fizyopatolojisi laboratuvarlarında yapılan bu testler kronik amfizem tanısını kesinleştirir.

                    Tedavi

                    Geçmişte kısıtlı olan tedavi olanakları günümüzde önemli ölçüde gelişmiştir.

                    Tedavinin bir bölümü solunum eğitiminden oluşur. Solunumda yeniden eğitim hastanın yakınmalarını azaltır; böylece olağan ve üretken bir yaşama hazırlanmasını sağlar. Yeniden eğitimin amacı karın kasları ve diyafram aracılığıyla solunumun veriminin artırılmasıdır. Burada başarıya giden yol, sağlık görevlilerinin yetenekli, hastaların da kararlı ve sabırlı olmasından geçer. Tedavinin temeli soluk alıp verme alıştırmalarıdır. Hastanın dudakları kapalıyken ya da ıslık çalar gibi soluması, böylece yardımcı solunum kaslarını geliştirmesi sağlanır. Soluma alıştırmaları 15&#176; eğimli bir yüzeyde, ayaklar yukarı­da yapıldığında iç organlar diyaframı göğüs kafesine doğru iter ve kasılmaların etkisi artar.

                    İlaç tedavisinde bronş duvarına yapışan balgamın çıkarılmasını kolaylaştıran maddeler ve bronş kasılmalarını gevşeten maddeler kullanılır. Ayrıca bol sıvı alınması ve buhar tedavisi de yararlıdır. Bu tedavilere yeterli yanıt alınamazsa yan etkilerine dikkat edilerek kortikos-teroitlere başvurulur. Bu gruptan "bek-lometazon" adlı ilaç burun spreyi biçiminde kullanılır. Bu yoldan verildiğinde genel dolaşıma karışması bir ölçüde önlendiğinden beklometazon en az yan etki gösteren kortizonlu ilaç olarak bilinir ve kortikosteroit tedavisi gerektiren olgularda genellikle yeğlenir. Burun spreyi 24 saatte 2-4 kez kullanılır. Akciğer amfizemine eklenerek solunum güçlüğünü artıran bronşit gibi iltihaplı hastalıklarda antibiyotik tedavisi gereklidir.

                    Amfizemi hazırlayıcı çeşitli etkenler vardır. Yapısal (kalıtsal) yatkınlık da hastalığın ortaya çıkmasında önemli rol oynar. Örneğin, aynı sağlıksız iş koşullarında, tozların ve solunum yollarına zararlı gazların bulunduğu ortamlarda çalışan bronşitli hastaların yalnız bir bö­lümünde amfizem gelişir. Alınacak ilk önlem bronş iltihabına neden olabilecek soğuk ve nemli ortamlardan kaçınmaktır. Solunum yollarını sürekli yoran cam üflemeciliği, nefesli çalgı çalmak gibi meslekler de amfizem tehlikesi yaratabilir. Solunum sistemini ilgilendiren soğuk algınlığı gibi en sıradan enfeksiyonlar bile önemsenerek zamanında tedavi edilmelidir. Astım hastalarının düzenli tedavi görmeleri gerekir. Astım nöbetlerini başlatan etkenler belirlenmeli, hastalık tedaviyle denetim altında tutulamazsa hastanın yaşadığı çevreyi değiştirmesi önerilmelidir. Deniz düzeyi ve 1500 m üzerindeki dağ iklimleri alerji etkenlerinin azlığı nedeniyle bu hastalara daha uygundur. Çok miktarda toz ve akciğere zararlı gazlar içeren ortamlarda çalışanlar, amfizem belirtileri ortaya çıkar çıkmaz iş değiştirmelidirler.

                    Akciğer amfizeminin tedavisi var mıdır?

                    Akciğer Amfizemi geriye dönüşü olmayan yapısal (anatom&#238;k) ve işlevsel değişimlerin sonucudur. Bu nedenle olguların tam iyileşme sağlanamaz. Ama hasta belli sınırlar içinde rahatlatılarak yaşamını sürdürebilir,'

                    Akciğer amfızemi kronik bronşitin son aşaması mıdır ?

                    Yalnızca bronş ve akciğerlerdeki doku yıkımı düşünüldüğünde kuşkusuz, amfizem kronik bronşitin son durağıdır . Ama solunum işlevi bir

                    Bütün olarak ele alınırsa, akciğerdeki doku yıkımıyla kalp hastalığı arasında da bağlantı kurmak gerekir, Amfizern zamanla kor pulmonale adıyla bilinen sağ kalp yetmezliğine yol açar. Bu gelişme amfizemli hastalarda ölümle sonuçlanabilir.

                    Kor pulmonale ne zaman gelişir?

                    Kalpten akciğerlere pompalanan kan burada dirençle karşılaşınca, kalp sınırılarını zorlayarak çalışmaya başlar. Kor pulmonale akciğerdeki direncin, kalbi olanaklarının sınırında çalışmaya zorladığı dönemde gelişir. Kalbi aşırı yoran bu durum karşısında sağ kalpte ağır, karşılanamayan (dekompanse) yetmezlik baş gösterir. Daha sonra akciğer içi kan dolaşımı yavaşlar. Yavaşlama sonucunda nefes darlığı ve morarma belirir. Bu durumdaki hasta hiçbir bedensel iş yapamaz. İleri olgu­larda yataktan bile kalkamaz.

                    Kor pulmonale nasıl sonuçlanabilir?

                    Hastalığın gidişi ağırdır. Etkili tedavi uygulanmazsa ilerleyerek ölümle sonuçlanır.

                    Akciğer amfızemi çok tehlikeli midir?

                    Yaşlılarda ve tümör tedavisi gören vücut direnci düşmüş kişilerde çok sonuçlara yol açabilir. Şeker hastalığı ve frengi tedavisi, gören, yeniden canlandırma kliniklerinde yatan ya da kronik hastalıkları olan kişiler de tehlike altındadır. Bütün bu durumlarda amfizem ölüm­le sonuçlanabilir.

                    Amfızemli yaşlıların akciğer enfeksiyonlarından korunması için ne yapılmalıdır?

                    Bu hastalarda grip aşısının koruyucu etkisi çok önemlidir . Aralıklarla uygulanan koruyucu antibiyotik tedavisi son yıllarda pek yararlı görülmemektedir; çünkü geniş etkili antibiyotiklerle tedavinin yan etkileri vardır. Örneğin, hastada aatibiyot&#238;klere direnç gelişebilmektedir. Grip aşısının yanı sıra sigara dumanından ve hava kirliliğinden korunma, sağlıklı bir ortamda çalışma gibi önlemler yeterli olur.

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      Konu: Dahiliye ek 1

                      akciğer embolisi

                      Akciğer Embolisi
                      İnsanların kalp krizi ya da inme gibi, arterlerin tıkanması nedeniyle ani, yaşamı tehdit edici ataklar geçirdiğini sık olarak duyarız; ancak akciğer embolisi hakkında çoğumuzun yeterli bilgisi yoktur.

                      Akciğer embolisi, kan damarları aracılığıyla vücutta dolaşan bir embolinin (genellikle bacaktaki ya da pelvis bölgesindeki bir venden kaynaklanan ve serbest dolaşan bir kan pıhtısı) akciğerlerdeki bir arteri tıkaması sonucunda oluşur. Akciğer embolisi, akciğer dokusunun hasara uğramasına neden olur, damarın tıkandığı akciğerin norrrıal işlevini bozar ve ölüme yol açabilir.


                      EMBOLİ NEDİR?

                      Emboli, ilk oluştuğu yerden ayrılmış bir kan pıhtısıdır. Damarlarda kan dolaşımı ile taşınarak, bir kan damarını tıkayabilir, bunun sonucunda söz konusu damarın beslediği bölgeye kan ulaşamaz.



                      AKCİĞER EMBOLİSİNİN BELİRTİLERİ:

                      Akciğer embolisinin belirtileri, tıkanmanın yeri ve kansız kalan bölgenin boyutları dahil olmak üzere, birkaç etmene bağlı olarak gelişir. Akciğer embolisinin bazı olası belirtileri şunlardır:

                      Görünür bir nedeni olmadan, ansızın soluksuz kalma hissi
                      Soluk alırken göğüste ağrı

                      Baygınlık hissi

                      Öksürükle kanlı balgam çıkartma

                      Nabızda hızlanma
                      Akciğer embolisi geçirdiğinizi düşünüyorsanız, derhal bir doktora başvurun. Acil tıbbi girişime ihtiyacınız olabilir.

                      NE ZAMAN RİSK VARDIR?

                      Bacağınızdaki derin venlerde bir kan pıhtısı bulunduğunda

                      Ciddi bir hastalık sırasında yatakta kalmak zorunda kaldığınızda olduğu gibi, uzun süre hareketsiz yattığınızda

                      Büyük bir ameliyattan sonra

                      Otomobil, otobüs, uçak ya da trenle uzun bir seyahat sırasında olduğu gibi, uzun süre oturmak
                      zorunda kaldığınızda
                      Bacak ya da pelvis venleri zedelendiğinde
                      Gebelikte

                      AKCİĞER EMBOLİSİNİN ÖNLENMESİ:

                      Aşağıdaki önlemler, akciğer embolisini ya da arterlerinizde başka tıkanmalar ya da daralmalara ilişkin tehlikeyi azaltmanızda yardımcı olabilir:


                      Yağ içeriği düşük, liften zengin bir diyet uygulayın

                      Düzenli olarak fizik egzersiz yapın

                      Uzun süre oturmanız gerektiğinde, ayağa kalkın, yürüyün ya da bacaklarınızı hareket ettirin
                      Kaynaklar: National Heart. Lung, and Blood Institute: American Lung Association; The AMA Home Medical Library; The AMA Family Medical Guide: The AMA Encyclopedia of Medicine

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        Konu: Dahiliye ek 1

                        akciğer kanseri

                        TEMEL BİLGİLER
                        TANIMLAMA
                        • Sık görülen akciğer kanserleri iki geniş
                        gruba ayrılabilir:
                        1-Küçük hücreli dışı kanser: skuamöz hücreli kanser, (en sık); adenokarsinoma ve large
                        cell karsinoma
                        2-Küçük Hücreli kanser
                        • Diğer akciğer habis tümörleri i çok sayıda fakat nadirdir (lenfoma: blastoma. sarkom.vs).
                        Görülme sıkılığı: Her yıl 175.000 yeni vaka ,100.000 70 kişi.
                        Yaş: 50-70 yaş
                        Cinsiyet: Erkek > Kadın

                        BELİRTİ VE BULGULAR
                        • Öksürük
                        • Nefes darlığı
                        • Kanlı balgam
                        • Egzersiz kısıtlaması
                        • Göğüs ağrısı
                        • Ses kısıklığı
                        • Hırıltılı solunum
                        • Kol/omuz ağrısı
                        • Yutma güçlüğü
                        • Kemik ağrısı
                        • Kilo kaybı
                        • Kansızlık

                        NEDENLERİ
                        • Sigara (&#37; 90 dan daha fazla)
                        • Asbeste maruz kalma
                        • Halojen eterler
                        • İnorganik arsenik
                        • Radyoizotoplar
                        • Hava kirliliği
                        • Diğer metaller

                        TANI

                        LABORATUAR
                        • Tam kan sayımı
                        • Sodyum,potasyum,kalsiyum ve karaciğer enzim anormalliklerini araştırmak gerekir.
                        • Pıhtılaşma faktörleri ve testleri yapılmalıdır.

                        ÖZEL TESTLER
                        • Elektrokardiogram
                        • Solunum fonksiyon testleri
                        • Egzersiz testi
                        • Stres talyum veya Persantin sintig raf ileri

                        GÖRÜNTÜLEME
                        •Akciğer grafisi,Göğüs bilgisayarlı tomografisi, perfüzyon
                        sintigrafisi
                        •Başka organlara atladığı düşünülüyorsa,Batın ve Beyin tomografisi,Kemil sintigrafisi

                        TANI İŞLEMLERİ
                        • Fiberoptik bronkoskopi(Bronş içinde ucunda kamera olan bir borula girip inceleme gerekirse biyopsi yapmak)
                        • ince iğne aspirasyon biopsisi.(Göğüs kafesinden iğneyle girip Akciğerdeki tümörden parça alınması işlemi)
                        • lenf düğümü biopsisi, gereğinde.

                        TEDAVİ
                        • Küçük Hücreli Akciğer Kanserine Işın tedavisi ve kemoterapi yapılır.
                        • Küçük Hücre Dışı Akciğer kanserinde önce hastalığın evrelemesi ve yayılma durumu tespit edilir.Daha sonra cerrahi tedavi ve/veya ışın-kemoterapi yapılır.
                        • İmmunoterapi
                        • Gereğinde ağrı tedavisi

                        HASTANIN İZLENMESİ
                        Cerrahi olarak tümörün çıkarılabildiği vakalarda,
                        • ilk sene 3 ayda bir
                        • ikinci sene 6 ayda bir
                        • Üçüncü ile beşinci sene arası yılda bir izleme yapılır.

                        Cerrahi olarak tümörün çıkarılamadığı vakalarda,
                        • rahatlatma amacıyla için gerektiği kadar izleme yapılır.

                        ÖNLEM/KAÇINMA
                        • Sigaranın bırakılması
                        • Asbestden kaçınma


                        BEKLENEN GELİŞME VE PROGNOZ
                        • Evre I. skvamöz/ adeno/ large celi kanserlerde, cerrahi sonrası 5 yıllık sağkalım % 50
                        • Evre II, skuamöz kanser için cerrahi sonrası 5 yıllık sağkalım % 33 (evre II-B cerrahi sonrası 5 yıllık sağkalım % 15) ve adeno / large celi için % 20
                        • Not: Cerrahi öncesi evreleme tam kesin olmadığı için 5 yıllık sağkalımi rakamları daha düşüktür.
                        • Eğer Tümör cerrahi olarak çıkarılamıyorsa , prognoz kötü olup ortalama % yıllık sağ kalım 8-14 aydır.
                        Akciger kanserleri sik rastlanan ve önemli bir hastalik midir?

                        Tüm dünyada erkeklerde ve ayni zamanda dünyanin bir çok ülkesinde kadinlarda en sik rastlanan kanser türüdür. Bir çok kanser türünde giderek azalma söz konusu iken akciger kanserine rastlanma sikligi maalesef giderek artmaktadir. Tüm dünyada erkek ve kadinlarda halen en öldürücü kanser türüdür. Genel ölüm nedenleri arasinda dünyada ikinci sirada yer almaktadir.

                        Akciger Kanserinin sebebi nedir?

                        En iyi bilinen neden sigara içilmesidir. Bazi mesleklerde çalisma, hava kirliligi, radyasyon, genetik faktörler, beslenme aliskanliklari gibi adi geçen diger nedenlerin hiç birisi sigara ile mukayese edilecek kadar önemli degildir.

                        Ak toprak kanser yapar mi?

                        Ülkemizin bazi yörelerinde bulunan ak toprak, gök toprak olarak bilinen asbest veya zeolit içeren toprakla temas akciger kanseri yapmaktadir. Duvar sivama ve yer döseme amaçli kullanilan ve bebeklerin altina konan bu topragin bulundugu alanlarda yasayanlarda akciger ve akcigeri örten zardan köken alan kanserlere çok sik rastlanmaktadir.

                        Akciger kanseri bir meslek hastaligi midir?

                        Evet. Bazen akciger kanseri bir meslek hastaligi seklinde ortaya çikar. Örnegin radyolog hekimler ve diger radyasyonla çalisanlarda ve asbest sanayiinde çalisanlarda akciger kanserleri çok daha fazladir. Asbest bir ses ve isi yalitim maddesi olarak sanayide kullanilmaktadir. Bu is kollarinda (fren ve balata üretimi, gemi ve uçak sanayii, asbestli tugla ve yapi malzemeleri üretimi gibi...) çalisanlarda akciger kanserleri bir meslek riski olarak ortaya çikmaktadir.

                        Akciger kanserinin sigaradan oldugu kesin midir?

                        Kuskusuz. Sigara ile akciger kanseri arasindaki sebep-sonuç iliskisi dogru orantilidir. Bir kisi sigaraya ne kadar erken yasta baslarsa, günde ne kadar çok sayida ve ne kadar uzun süre sigara içerse, içtigi sigaradan ne kadar derin dumani içine çekerse akciger kanseri olma riski o kadar fazladir.

                        Sigara içmeyen akciger kanseri olmaz mi?

                        Olabilir. Ancak bu, çok daha az rastlanir bir durumdur. Oysa, sigara içen bir kisinin akciger kanseri olma riski içmeyene göre 13 ile 22 kat daha fazladir.

                        Akciger kanserlerinin hepsi sigaradan mi olusmaktadir?

                        Akciger kanserlerinin %95' inde sebep sigaradir.

                        Önlenebilir kanser ne demektir?

                        Bazi hastaliklarin -örnegin genetik hastaliklar gibi- nedenleri çok iyi bilinmez yada, bilinse bile bunlardan kaçinmak olasi degildir. Oysa diger bazi hastaliklar degistirilebilir çevresel faktörlerle -mikroorganizmalar, beslenme aliskanliklari, is ve çalisma kosullari, hava kirliligi gibi- iliskilidir. Bu faktörler kontrol altina alinabilir ve degistirilebilirse hastalik önlenebilmektedir.

                        Akciger kanseri olmamak için ne yapmaliyim?

                        Akciger kanserleri sigarayla ortaya çiktigindan önlenebilir kanser türü olarak kabul edilmektedir. Sigara kullanmamakla bir kisi akciger kanseri olma olasiligini çok büyük ölçüde ortadan kaldirmis olmaktadir.

                        Akciger kanseri irsi midir?

                        Ailede akciger kanseri öyküsünün olmasi sigara içmemek için en önemli nedenlerden birisidir. Çünkü akciger kanserinin ortaya çikisinda genetik faktörler de rol oynamaktadir. Amcanizin, babanizin, kardesinizin akciger kanserine yakalanmis olmasi eger sigara içiyorsaniz sizin için bir erken uyaridir. Bu uyariyi dikkate almazsaniz sizin yakinlariniz da sizin yasadiginiz türden bir aciya hazirlikli olmalidirlar.

                        Hiç bir sikayetim yok. Yine de korkmali miyim?

                        Saglikla ilgili her hangi bir yakinmanizin olmamasi çok güzel. Ancak, bu yaniltici olabilir. Bazen hastalik uzun süre kendini belli etmeden ilerleyebilmektedir. Sigara içiyorsaniz korkmalisiniz! Gerçekten sizi rahatlatacak bir sözü söyleyebilecek durumda degiliz.

                        Üç yil sigara içip biraktim. Kanser olma ihtimalim ne kadar?

                        Sigaranin kanser yapici etkisi uzun yillar kullanildiktan sonra kendini göstermektedir. Sigara içen bir kisi sigarayi kaç yil içerse içsin biraktiktan sonra akciger kanseri olma riski giderek düsmekte ve 5-10 yil içerisinde hiç içmeyenlerle ayni oranda risk tasir duruma gelmektedir.

                        Akciger kanserinin belirtileri nelerdir?

                        Tüm kanserlerde oldugu gibi kilo kaybi, halsizlik, istahsizlik yaninda; öksürük, balgam çikarma, kan tükürme, gögüs agrisi, nefes darligi, hiriltili solunum gibi akcigerlerle iliskili yakinmalar olabilir. Bunlara bazen kanserin diger organ ve dokulara yayilmasina bagli olarak vücudun degisik alanlarinda agrilar, yutma güçlügü, bas agrisi, görme, denge bilinç bozukluklari vs gibi bir çok farkli sikayetler eklenebilir.

                        Bunlarin hepsinin birlikte olmasi gerekli midir?

                        Hayir. Bazen hiçbirisi bulunmayabilir veya bir ikisi bulunabilir. Bazen de bu yakinmalar vardir ancak, hasta akciger kanseri degildir. Bu belirtilerin hiç biri kansere özgül degildir.

                        Ne zaman doktora gitmeliyim?

                        Eger uzun yillar sigara içiyorsaniz, yasiniz 40' in üzerindeyse ve yukaridaki yakinmalarin biri veya bir kaçi mevcut ise hekime basvurmaniz ve akciger kanseri bakimindan degerlendirilmeniz önerilir.

                        Akciger kanseri nasil teshis edilir?

                        Yukarida bahsedilen belirtilere sahip bir kisinin öncelikle gögüs röntgeninin çekilmesi ve balgam incelemesinin yapilmasi ilk adimdir. Bunu bronkoskopi ve bilgisayarli tomografiler vd tetkikler izler.

                        Bronkoskopi nedir?

                        Agiz veya burundan ince ve bükülebilir, isikli hortum veya rijit borularla (!) akcigerlerimize kadar girilip solunum yollarimizin içten gözlenerek muayenesidir.

                        Bronkoskopi ne ise yarar?

                        Solunum yollarinda yerlesmis hastaliklarin teshisi ve tedavisi için kullanilan bir yöntemdir. Hastaligin dogrudan görülebilmesine, hasta alandan biyopsi vb islemlerin yapilarak teshis konulmasina yarar.

                        Bronkoskopi sadece akciger kanserlerinin teshisinde mi kullanilir?

                        Hayir. Solunum sistemini tutan ve bilhassa solunum yollarinda yerlesen bir çok hastaligin teshisinde rutin olarak kullanilmaktadir.

                        Bronkoskopinin tehlikesi yok mu?

                        Hayatimiz boyunca attigimiz her adimin, yaptigimiz her isin bir riski vardir. Trafige çikmanin, uçaga binmenin, yüzmenin ve daha yapageldigimiz nice isin tasidigi risk bronkoskopinin risklerinden az degildir. Bronkoskopi ve bilhassa bükülebilir cihazlarla yapilan bronkoskopi güvenli muayene yöntemlerinden birisidir. Dikkatli çalisildigi sürece ciddi bir sorunla karsilasma olasiligi son derece düsüktür.

                        Bronkoskopi sirasinda çok aci çekilir mi?

                        Bronkoskopi öncesinde hastaya anestezi uygulanir. Yani agri, öksürük, bulanti hislerinin uyanmasina mani olmak üzere solunum yolu boyunca geçici süre uyusma saglayan bir ilaç nefes yoluyla hastaya verilir. Bu islem usulüne uygun olarak yapilirsa hasta agri, aci çekmeden bronkoskopi yapilabilir.

                        Akciger kanseri bir kaç çesit midir?
                        Akciger kanserleri farkli hücre tiplerine göre gruplandirilir. Her türün seyri, tedaviye cevabi, farklidir. Tedavi planlanirken kanserin türü de bilinmelidir. Hastaligin agirligi da türüne göre farklilik gösterebilir.

                        Bronkoskopi yapilan kisilerde bazen sonradan kanser çikiyor mus?

                        Böyle bir sey asla dogru degildir. Bronkoskopi yapilan kisilerin bir kisminda zaten kanseri teshis için bu islem yapilmaktadir. Dolayisiyla bronkoskopi yapilan kisilerin bazisina kanser teshisi konmasi bronkoskopi yapildigindan degildir. Bilakis, kanser oldugu düsünüldügünden bronkoskopi yapilmistir.

                        Akciger kanseri teshisi konan hastaya ne yapilmalidir?

                        Öncelikle kanser oldugu mutlaka biyopsi ile kesinlestirilmelidir. Sadece muayene veya röntgenlerine bakarak kanser teshisi konamaz. Bunu takiben, kanser tipi belirlenmelidir. Bundan sonra ise kanserin büyüklügü, yerlesim yeri, yayildigi diger bölgeler arastirilmaldir. Bu islemlere evreleme diyoruz. Son olarak hastanin direnci, günlük yasamini devam ettirirken sahip oldugu performans tayin edilip, hasta ile konusarak tedavi karari verilmelidir.

                        Parça almadan tedaviye baslansa olmaz mi?

                        Bazi hastalar parça alinmasina (biyopsi) pek sicak bakmiyorlar. Oysa, bu yapilmadan kanser tedavisine baslanamaz. Kanser tedavisinde kullanilacak yöntemler ve ilaçlar hastaya bir çok bakimdan riskler getirecektir. Bu riskleri üstlenmesi için öncelikle kanser teshisinden ve tipinden emin olmak gerekir. Rastgele kanser tedavisi olmaz.

                        Parça alininca kanser yayilir mi?

                        Usulüne uygun sekilde, deneyimli eller tarafindan yapildigi sürece böyle bir tehlike söz konusu degildir.

                        Akciger kanserinin tedavisi var mi?

                        Elbette. Akciger kanserli hastalarda da hastanin durumuna göre çesitli tedavi sekilleri vardir. Ameliyat, radyoterapi (isin tedavisi), kemoterapi (ilaç tedavisi) destek tedavisi ve ismi burada verilmesine gerek olmayan diger tedavi yaklasimlari halen uygulanmaktadir.

                        Bu tedavilerle hastalik iyilesebiliyor mu?

                        Hangi hastalikta olursa olsun uygulanacak tedavinin %100 basarili olacagini önceden bilmek olasi degildir. Akciger kanserinde de bu tedaviler ile bazen tam sifa, bazen düzelme bazen ise sadece hastaligin ilerleyisini durdurmak mümkündür. Kuskusuz basarisiz kalinan olgular da söz konusudur. Hastanin, hastaligin ve uygulanan tedavinin türüne göre bu sonuçlar degisebilir.

                        Bu tedaviler gerçekten ise yariyor mu?

                        Bazi kanserlerde elimizdeki tedavi sekilleriyle kanseri tamamen yok etme sansi akciger kanserlerine göre çok daha yüksektir. Ancak, akciger kanserli olgularda da bu sans vardir. Hastanin bu sansini kullanmasi uygun olan tercihtir.

                        Akciger kanserli hasta eninde sonunda ölür mü?

                        Hastayi tedavi ederken amacimiz onu ölümsüz kilmak degildir. Buna kimsenin gücü yetmez. Ancak, hastaligi yok etmek, küçültmek, sinirlamak, sag kalimi uzatmak, hastanin yasam kalitesini artirmak gibi amaçlarimiz vardir. Bunlardan hangisine ne ölçüde ulasilirsa ulasilsin tedavi basarili olmus sayilmalidir. Su unutulmamalidir ki, sadece akciger kanserli hastalar için degil, ölüm hepimiz için kaçinilmazdir.

                        Yöremizde akciger kanserlerinin teshis ve tedavisi için gerekli imkanlar var mi?

                        Evet. Trabzon bu bakimdan Türkiye' de en iyi merkezlerden birisidir. Bu hastaligin teshis ve tedavisi gerekli her türlü donanim ve ekipman mevcuttur. Hastanemizde teshisten tedaviye her türlü hizmeti vermekte ve bu hastalarimizi hiç bir dis merkeze tasinmak zorunda birakmadan onlari tedavi etmekteyiz.

                        Akciger kanserli hasta ne kadar yasar?

                        Çok sik sorulan bu sorunun cevabi maalesef bizde yoktur. Insanlarin yasamalarina ve ölmelerine karar vermek hekimlere düsmez. Hekimler kendi yasamlarinin bile ne zaman ve nasil sonlanacagini bilemezler.

                        Ameliyat olmadan ilaçla tedavi olsam olmaz mi?

                        Bazi hastalarimiz kendilerine ameliyat önerdigimizde bu sekilde bir soru soruyorlar. Oysa biz her hastaya ameliyat olmasini tavsiye etmeyiz. Ancak, hastanin tedavisi için ameliyat gerekiyorsa, bunun yerini ilaç veya isin tedavisiyle doldurmak mümkün degildir. Ameliyat için uygun bulunan hasta mutlaka ameliyat olmalidir.

                        Hem ameliyat hem de ilaç tedavisi birlikte uygulanir mi?

                        Evet. Bazen ameliyat, radyoterapi ve/veya kemoterapi birlikte uygulanabilir. Bu es zamanli da olabilir. Birbirini takip edecek sekilde de olabilir.

                        Ilaçla tedavi süresi ne kadar olmali?

                        Kanser tedavisinde kullanilan ilaçlar belirli araliklarla tekrarlayacak sekilde (kürler halinde) verilir. Hastanin ve hastaligin tedaviye cevap vermesi durumuna göre kürlerin sayisi degismektedir.

                        Kanser tedavisinin yan etkileri nelerdir?

                        Yan etkiler kullanilan ilaca, ilaç veya isini uygulama teknigine, ilaç veya isinin dozuna, hastanin yasina ve organ fonksiyonlarina, birlikte kullanilan diger ilaç veya tedavilere bagli olarak degisir.

                        Kanser tedavisi saç dökülmesi, bulanti kusma yapar mi?

                        Bu sekildeki yan etkiler kanser tedavisi sirasinda sik görülmektedir. Ancak, bunlarin hepsi de tedavi tamamlandiktan sonra geri dönüslüdür. Bazi ek ilaçlarla bulanti önlenebilir. Ishaller, enfeksiyonlar, radyoterapi alaninda cilt yaniklari, yutma güçlügü, agizda yaralar ve akcigerlerde fibrozis olusabilir. Bu durumlarla karsilasmamak için gerekli önlemler alinmali ancak, buna ragmen olustugunda ise uygun sekilde tedavi edilmelidir.

                        Kanserle basa çikmak için bu tedaviler disinda nelere dikkat edilmeli?

                        Kanser teshisi çogu kez hastada bir psikolojik travmaya yol açmakta ve bunu bazen depresyon izlemektedir. Hastaligin adinin kanser olmasi her seyin bittigi anlami tasimaz. Kisinin olayi gerçek boyutlariyla tanimasi, hastaligini, tipini, agirligini ögrenmesi, kendisini bekleyen risklerden haberdar olmasi, planlanan tedavi biçimleri hakkinda ve en dogru karari vermek üzere bilgilenmesi gereklidir. Bu hekimiyle çok iyi bir iliski kurmasini gerektirir. Kanser tanisi aldi diye kendini sosyal sorumluluk ve çevresinden dislamamali, hastaligi elverdigince ugrasilarini sürdürmeli, ancak yeterli uyku, dengeli beslenme ve stresten uzak kalmaya özen göstermelidir. Hastada agri, öksürük gibi yasam kalitesini bozan yakinmalar varsa bunlara dönük tedaviler ihmal edilmemelidir. Tedavi sirasinda ve tedavi sonrasinda gerekli kontrollerini zamaninda yaptirmalidir.

                        Kanser agrisini nasil kesebiliriz?

                        Bazen akciger kanseri çevre dokulara veya uzak organlara yayilarak siddetli agrilar olusturabilir. Bu durum hastayi fazlasiyla rahatsiz eder ve bezdirir. Kanserle bas edilemese bile bu agrinin giderilmesi çok önemlidir. Ancak, agriyi gidermek için bazen dogrudan morfin vb ilaçlar baslanmaktadir. Gerçi bu ilaçlar kanser agrisinin tedavisinde kullanilirlar ve çok da etkin ilaçlardir. Ancak, bu ilaçlara bir süre sonra tolerans gelisir ve baslangiçtaki etki artik görülmez olabilir. Bu nedenle agri tedavisinde basamak basamak ilerlemeli, önce basit agri kesicilerle ise baslanmalidir. Gereginde doz artirilaraki kombinasyonlar uygulayarak zaman kazanilmalidir. Morfin vb ilaçlar ileri dönemler için rezerv tutulmalidir.

                        Kanser teshisi hastaya söylenmeli midir?

                        Hastaya asla ve hiçbir zaman yalan söylenmemelidir. Hastanin hastaligi hakkindaki sorularina dogru cevaplar verilmelidir. Ancak, bütün dogrulari hemen söylemek dogru olmayabilir. Yavas ve kademeli olarak bilgi aktarilmali, sorun açiklanirken çare ve tedavi biçimi birlikte anlatilmalidir. Hastanin yasamla bagi ve iyilesme umudu sarsilmamalidir. Kuskusuz,, bu bir üslup sorunudur. Hastasini önemseyen, acisini paylasan, ona zaman ayiran, sabirla dinleyen, onun sorununa çare arayan, umudunu artiran empatik bir hekim davranisi iyi bir tedavi kadar belki de akciger kanseri için bundan daha önemlidir

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          Konu: Dahiliye ek 1

                          Akdeniz Anemisi Talasemi


                          Akdeniz anemisi ya da tıptaki adıyla Talasemi ; Akdeniz ülkelerindeki ırklarda görülen, doğacak çocuğa anne-babasından ”Beta Talasemi” geninin sirayetiyle kalıtımsal olarak geçen bir çeşit “kansızlık” hastalığıdır.

                          Anemi (kansızlık) oluşmasına neden olan etmen, kanda alyuvarların yapısında yer alan “hemoglobin” maddesinin yapımındaki kusurdur.

                          Hastalığın esas olarak iki apayrı şekli vardır.Talasemi Major ve Talasemi Minör.

                          Talasemi Minör: (Akdeniz anemisi Taşıyıcılığı)

                          T. Minor, T.major’a göre çok daha hafif seyreder. Bireylerdeki tek bulgu sadece kansızlıktır. Kişiler sadece halsizlikten şikayetçidirler. Hatta bazıları evlenme işlemlerinde yapılan (zorunlu) kan testine kadar hastalıklarını bilmez.Bu gruptaki hastalarda yapılan tahlilde, serum demir düzeyi normal veya artmıştır. En çok görülen kansızlık çeşiti olan ve bu hastalıkla en çok karıştırılan Demir Eksikliği Anemisi’nde ise demir azalmıştır. Tanı, “Hemoglobin Elektroforezi” ile konur. Bu hastalığın anlaşılmasında işe yarayan en önemli tahlil kıstaslarından biri olan HbA2 ( kanda oksijenin taşınmasını sağlayan hemoglobin molekülünün küçük fraksiyonu) normal kişilerde &#37;3,4 iken bu hastalıkta % 7 ye yükselmiştir; HbF ise hafif düzeyde (%2-6) artmıştır. T. Minor’ün esas önemi bu hastalığın evli çiftlerin her ikisinde de olmasında ortaya çıkar; çocuğun %25 T. Major (yani hastalığın esas ağır ve ölümcül seyreden cinsinden) olma riski mevcuttur.



                          Anne ve babadan sadece biri Akdeniz Anemisi taşıyıcısı (talasemi Minör) ise doğacak çocuklarının taşıyıcı olma olasılığı % 50 dir. Talasemi major olma olasılıkları ise yoktur.


                          Talasemi Major ( Cooley anemisi) :

                          Talasemi Major ise hastalığın ağır seyreden şeklidir ve bir diğer ismi de Cooley anemisidir. Çoğunlukla bebek daha 6 aylıkken birdenbire başlayan ağır kansızlık sonucu kalp yetmezliği gelişir. Bunun olmaması için düzenli olarak sık sık kan nakli yapılmalıdır. Kan nakli yapılmazsa hasta birkaç senede ölür. Kan nakli yetersiz yapılırsa kemik iliğinin aşırı kan yapması sonucu harap olan kemiklerde kırılmalar olur, çocuğun yüz şekli değişir. Yüz şeklinin değişmesi şu şekildedir: Burun kökü çökük, alın ve elmacık kemikleri çıkıktır. Üst dişler öne fırlamıştır. Baş dört köşe şeklini alır. Dalak ve karaciğer büyür. Boy kısa kalır. Çocuk ergenlik çağına giremez.Kan nakilleriyle vücutta biriken aşırı demirin yol açtığı kalp problemleri (myokardit, kalp yetmezliği vs) ileri yaşlarda çoğunlukla ölüm sebebidir. Hemoglobin elektroforezi tahlilinde; normal yetişkin insanlarda bulunmayan, ancak bu hastalıkta % 50-90 vakada görülen ve bir çeşit hemoglobin olan HbF’in kanda bulunması tanı koydurucudur.



                          Hem anne hem de baba Akdeniz Anemisi taşıyıcısı (talasemi Minör) ise doğacak çocukların talesemi major olma olasılığı % 25, taşıyıcı olma olasılığı % 50 olacaktır. Ancak % 25 olasılıkla çocuk normal olacaktır.

                          Tedavi :

                          Tedavide kan nakillerinin yanısıra nakledilen kan nedeniyle vücutta biriken fazla demirin idrarla atılımını sağlayan “Desferoksamin” ve “C vitamini” verilir. Aşırı büyümüş dalak ameliyatla alınır. Dalak ameliyatı sonrası depo penisilin koruma tedavisi ve pnömokok aşısı yapılır. Özellikle erken yaşta ( henüz kan nakilleri fazlaca yapılmadan) kemik iliği nakli ile bu hastalar %70-80 tam olarak sağlıklarına kavuşabilmektedir.

                          Ülkemizin de bir Akdeniz ülkesi olması nedeniyle Türkiye toplumu olarak bu hastalığı taşıma riskimiz vardır.Tüm Türkiye nüfusunun yaklaşık % 2,1 i taşıyıcıdır. Bu oran Antalya, Antakya, Mersin gibi bölgelerde % 12 lere kadar çıkabilmektedir. Bunun için her çifte evlenmeden önce mecburi yapılan tahliller içinde Hemoglobin (Hemogram dahilinde) ve Hemoglobin Elektroforezi tahlilleri de yer alır.

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            Konu: Dahiliye ek 1

                            Akdeniz anemisi thalassemi talasemi



                            Thalassemi , önlemi alinabilir kalitsal geçisli bir kan hastaligidir.

                            Thalassemi Hastaligi , önlemi alinabilir kalitsal geçisli bir kan hastaligidir. Dogum öncesi erken tani ile önlenebilen genetik geçisli (iki tasiyici ebeveynden çocuklar aktarilan) ciddi bir kan hastaligidir. Bulasici yada bir kanser türü degildir. Kesin bir tedavisi yoktur. Fakat thalassemi hastalarinin, yasam kalitesini arttirmak ve sürdürmek için ömür boyu tedavi gereksinimi vardir.

                            Thalassemi tasiyicisi iki ebeveynin evlenmesiyle her gebelikte dogacak olan bebegin tasiyici olma riski &#37;50, thalassemi majör olma riski %25 ve saglam bebek olma sansi ise %25 tir.

                            THALASSEMI'nin Klinik Sekilleri Nelerdir?

                            A.) THALASSEMI MINÖR:

                            Thalassemi tasiyicilari olup hiçbir tedaiye ihtiyaç duymadan hayatlari sürdürebilirler. Thalassemi'nin gelecek nesillere aktariminda rol oynarlar. Bireylerde hafif bir kansizlik gözlenebilir. Bunun demir eksikligi anemisiyle karistirilmamasi gereklidir.

                            • ÜLKEMIZDE TAHMINEN IKI MILYON THALASSEMI TASIYICISI VARDIR.

                            B.) THALASSEMI INTERMEDIA:

                            Düzenli kan aktarimina gerek duymadan yasayabilen thalassemi hastaliginin (Thalassemi Major'ün) daha hafif bir türüdür. Sikayetler 2-4 yaslarda belirgin olur. Sarilik, dalak-karaciger büyüklügü, büyüme geriligi olabilir. Enfeksiyonlar sirasinda destekleyici kan transfüzyonlarina gereksinim olabilir.

                            C.) THALASSEMI MAJÖR:

                            Thalassemi hastaligi dedigimiz grubu olusturur. Thalassemi‘nin agir ve siddetli seklidir. Bu grup bireyler Beta-Thalassemi Majör tanisi ile ömür boyu tedavi görürler.

                            • Tanisi, tedavisi, seyri ve gelismeleriyle ilgili bilgi asagidadir.

                            THALASSEMI MAJÖR Nasil Anlasilir?

                            Thalassemi hastasi olarak dogan bir bebek dogumda normaldir. 3-4 ayliktan sonra kendileri için gerekli kirmizi kan hücresini (alyuvar) yapamadiklarindan dolayi kansizlik belirtileri ortaya çikar. Çocuklarda; renk soluklugu, istahsizlik, huzursuzluk, karaciger-dalak büyümesi sonucu karin sisligi, sik sik ateslenme, gelisme geriligi görülür.

                            Hastalik çocugun yapisinda da bozulmaya neden olur. Kemik iligi, kemik içinde genisler ve gereginden çok kirmizi kan hücresi yapmak için ugrasir. Bütün bu çabalar bosunadir. Yaptigi alyuvarlar yeterli hemoglobin tasimazlar ve kemik iliginden disari çikmadan ölürler. Iligin bu asiri çabasi, kemiklerin genislemesine, zayif düsmesine ve seklin bozulmasina neden olur. Yanak ve alin kemikleri firlamaya baslar. Çocugun yüzü, herkesin fark edilebilecegi sekilde karakteristik bir görünüm alirlar.

                            Tibbi olarak thalassemi tanisi “Hemoglobin Elektroforez” adi verilen kan testi ile konur. “Thalassemi Testi” dedigimiz bu test ayni zamanda tasiyici olup olmadiginizi da belirler.

                            Thalassemi Testi (Hemoglobin Elektroforezi) Tüm Üniversite hastanelerinde, bazi arastirma hastanelerinde ve bazi özel laboratuarlarda yapilmaktadir.

                            THALASSEMI MAJÖR'ün Tedavisi Nedir?

                            Tüm kalitsal hastaliklarda oldugu gibi thalassemi majörün de KESIN BIR TEDAVISI YOKTUR. Ancak hastalarin, yasamlarini sürdürebilmeleri ve yasam kalitelerini arttirabilmeleri için ömür boyu tedaviye ihtiyaçlari vardir.

                            Suanda uygulanan en uygun tedavi;

                            Kan nakli, desferal tedavisi ve gerekli oldugunda dalagin ameliyatla alindigi kombine bir tedavidir.

                            Hasta ömür boyu 2-3 haftada bir kan alir. Hemoglobin düzeyini normalde tutabilmek için alyuvar (eritrosit) aktarimi yapilir. Her kan aktarimindan sonra yeni kan içindeki kirmizi kan hücreleri bir sonraki kan aktarimina kadar yavas yavas parçalanir ve parçalanan kan hücrelerinden salinan demir, vücutta birikir. Biriken demir ise vücut disina atilmazsa, karaciger kalp ve diger organlara zarar verir. Çocugun büyüme ve gelisimini engeller. Eger bu zarar engellenmezse thalassemi hastalari ergenlik çaginda kaybedilebilir. Bu nedenle biriken demirin vücuttan atilmasi gerekir. Bu da DESFERAL isimli ilaç ile saglanir. Bu ilaç, her gece desferal pompasi ve özel bir igne araciligiyla 10-12 saat gibi uzun bir sürede deri altina verilerek vücuttan demiri toplar ve idrar ile atar. Dalagin asiri büyümesi durumunda ise cerrah tarafindan ameliyat ile dalak alinir (splenektomi).

                            Demir atilimini kolaylastirmak için günümüzde yeni arastirmalar ve çalismalar halan sürmektedir. Dijital olmayan, elastik ve tek kullanimlik infüzyon pompalari ile islem biraz daha etkili ve kolay hale gelmistir. Bunun yaninda desferal yerine agizdan hap kullanim çalismalari sürmektedir.

                            • Tedavi ile ilgili son gelismeleri sitemizden takip edebilirsiniz.

                            ALTERNATIF TEDAVI ;

                            KEMIK ILIGI NAKLI:

                            Bir thalasseminin, kemik iligi yeterli ve normal sayida alyuvar hücresi yapamaz. Çalismayan kemik iligi yerine normal kemik iligi yerlestigi takdirde problem çözümlenebilir. Tabi bu, iligin thalassemili vücudun reddetmeyecegi, hastanin doku yapisina uygun bir donör (verici)den alinmasi ile olur.

                            KÖK HÜCRE NAKLI:

                            Son yillarda kemik iligi disinda periferik kan ve kord kaninin da kök hücre kaynagi olarak kullanilmasi, kök hücre naklini gündeme getirmisti.

                            THALASSEMI MAJÖR'da Yasanan

                            Fiziksel, Ruhsal ve Ekonomik SORUNLAR!

                            Thalassemi hastalari her kan transfüzyonlarinda; transfüzyon esnasinda yasanabilecek reaksiyonlarin yani sira kan yolu ile bulasan hastaliklarin [Malarya parazitleri (sitma), Sifilis, AIDS, Hepatit Enfeksiyonlari vb…] bulasma riskiyle de karsi karsiya kalirlar.

                            Düsük kan aktarimi ve asiri demir birikimi ile ciddi kalp komplikasyonlari sik görülür. Bu sorun erken yasta ölüm sebebi olarak karsimiza çikmaktadir.

                            Asiri demir birikimi nedeniyle karaciger büyümesi olur. Ayrica kan aktarimi esnasinda geçebilecek hepatit enfeksiyonlari ki özellikle Hepatit C virüsü karacigerde yerlesirse Kronik Hepatite dönüsebilir. Hatta bu siroz ve karaciger kanserine kadar gidebilir.

                            • Günümüzde Hepatit B virüsüne karsi asilama ile bagisiklik saglanabilirken Hepatit C asisi mevcut degildir!

                            Asiri demir birikimi, Endokrinolojik komplikasyonlara da neden olur. Demir vücut fonksiyonlarinin çogunu kontrol eden endokrin bezlerine girer ve onlari baskilar. Bu ergenlikte büyüme gelismeyi yavaslattigi yada engelledigi gibi yetiskinlerde ****üel yönden düsüs gözlenebilir. Bunun yaninda hipertriodizm ve hipoparatriodizm gelisebilir. Ayrica demir birikimi pankreasin islevini bozdugundan diabetes mellitüs (seker hastaligi) görülür.

                            Asiri demir bikrimi, cilt üzerinde koyu bir rengin ve yama gibi noktalarin olusmasina neden olur.

                            Thalassemi hastalarinda, osteoporoz (kemik erimesi) de görülmektedir. Buna sebep olan faktörler ise; kansizlik nedeniyle dokularin oksijensiz kalmasi, demir birikimi, desferrioxamine yan etkisi yaninda, endokrin faktörler ve genetik faktörlerdir.

                            Bir thalassemi hastasi ve ailesi ayni zamanda ekonomik açidan da çok büyük sorunlar yasar. Çünkü aylik maliyeti çok ciddi rakamlara ulasan bir hastaliktir. Yasam boyu, her ay böyle bir maliyetin hastanin kendisi/ailesi tarafindan karsilanmasi mümkün degildir. Bu nedenle hiçbir saglik güvencesi olmayan hastalarin yasam süreleri ve yasam kaliteleri düsmektedir. Bu günün sartlarinda ortalama aylik tedavi maliyet, 1,5 – 2 milyardir ! Bunun yaninda hastanede oldugu gün için yeme-içme, ulasim ve sehir disindan geliyorsa gerektiginde konaklama ihtiyaçlari için yaptigi harcamalar da söz konusudur.

                            Böyle bir hastaligi tasiyor olmak hasta ve yakinlari için hiçte kolay degildir. Özelliklede bireyin kendisi için bunu ömür boyu tasimak çok zor bir istir.

                            Böyle bir tedaviye ömür boyu katlanmak, sonradan ortaya çikan diger fiziksel rahatsizliklara direnç gösterip onlarla bas edebilmek, bu maliyetin altindan kalkabilmek, kendi kisiligini ve benligini bulma çabalari, yasitlariyla arasinda olusan farkliliklari kabullenebilmek ve topluma kendini kabul ettirmek, egitim ve is hayatinda önüne konan büyük engellerle mücadele etmek, saglikli bireylerle arkadaslik kurabilmek ve karsi cinsle iliski olusturabilmek, daha da önemlisi ölüm kaygisiyla yasamak çok ama ÇOK ZORDUR !!!

                            THALASSEMI MAJÖR Nasil Önlenebilir?

                            Dogum Öncesi Tani (Prenatal Tani) Yöntemi ile hastaligi anne karninda erken dönemde tanimlayarak, aileye gebeligi sonlandirma sansi verebilir. Bu suretle thalassemi hastasi bebeklerin dogumu önlenmis olur.

                            Iki tasiyicinin evlenmesi durumunda hamileligin 6.-8. haftasi koriyonik villustan (kordon bagindan) veya 18.-22. haftasinda bebekten alinan sivi örnegi ile bebegin hasta olup olmadigi ögrenilir. Bebek hasta ise anne- baba ile görüsülerek bebegin dogmasi engellenir. Dogum öncesi tani ile saglam olacagi belirlenen bebeginde dogmasina izin verilir.

                            Dogum Öncesi Tani (Prenatal Tani) Tüm Üniversite hastanelerinde yapilmaktadir.

                            THALASSEMİA’DE KEMİK İLİĞİ NAKLİ

                            GİRİŞ

                            Thalassemia,hemoglobin yapısındaki globin zincirlerinin yapımında bozukluğa yol açan heraditel hastalıklar grubuna betimlemekte kullanılan bir terimdir. Thalassemia dünyada en sık görülen tek gen bozukluğudur.Özellikle Akdeniz bölgesi,Orta Doğu ve Asya kıtasında Thalassemia’ye çok sık rastlanmaktadır.Sadece Akdeniz bölgesinde 200.000 Beta Thalassemia Majör’lü hasta olduğu varsayılmaktadır.Yunanistan,Güney İtalya,İran, Güney Rusya,Hindistan ve Güneydoğu Asya’da taşıyıcılık oranı % 10-15 arasındadır. Beta Thalassemia Majör’de erişkin tip Hemoglobin A’nın Beta zincirinde sentez bozukluğu söz konusudur.Bunun sonucunda zincir yapımında oluşan dengesizlik,eritroid prekürsörlerde ve eritrositlerde serbest Beta zincirlerinin birikimine neden olur.Bu durumda intramedüller parçalanma,apoptozis,ineffektif eritropoezis ve hemolitik anemiye yol açar.

                            Son 30 yılda, Thalassemia’li hastaların izlem ve tedavisinde önemli değişiklikler olmuştur.Düzenli transfüzyon uygulamaları ve demir birikimine yönelik şelasyon tedavileri Thalassemia’li çocukların hayat kalitesini önemli ölçüde arttırmıştır.Düzenli eritrosit transfüzyonları anemi komplikasyonlarını ve kompansatuar kemik iliği genişlemesini engeller.Demir şelasyonunda kullanılan desferroksamine ile de demir birikimine bağlı komplikasyonlar büyük ölçüde engelleneceğinden sürvi uzar.Artık Thalassemia hızla ölüme yol açan bir hastalık değil uzun sürvi sağlanabilen kronik bir hastalık olarak tanımlanabilir.

                            Ancak tüm bu tedavi yaklaşımları pahalı,temini zor,kişiye rahatsızlık verici ve zaman alıcıdır.Tüm bu nedenlerle tedaviye uyumda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Ayrıca yinede engellenemeyen demir birikimi sonucu gelişen organ yetersizlikleri ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde kanla geçen viral infeksiyon etkenlerinin yol açtığı hepatitler hastalığı progressif ve fatal hale getirmektedir.Gelecekte belki kolay uygulanır oral kelatör ve genetik mühendislikle yapılabilecek gen manüplasyonları hastalığın tedavisinde önemli aşamalar sağlayabilecektir.Ancak bugün için uygulanabilecek en uygun tedavi yaklaşımı,hastalığın kemik iliğinde olduğu da göz önüne alınırsa,allojenik kemik iliği nakli (AKİT) dir.

                            Son yıllarda özellikle gelişmekte olan ülkelerde tedavi yaklaşımları yanında koruyucu hekimlik de önem kazanmıştır.Genetik danışma ve prenatal tanı ile defektif gebeliklerin sonlandırılması konusunda başarılı çalışmalar yapılmaktaysa da,dini ve sosyal sorunlar bu yöntemlerin etkinliğini azaltmakta ve toplumsal bir eliminasyonu engellemektedir.

                            KEMİK İLİĞİ NAKLİ

                            Kemik İliği Transplantasyonu (KİT) günümüzde onkolojide ve onkoloji dışı pek çok hastalığın tedavisinde başarıyla kullanılmaktadır.Onkolojide,özellikle cerrahi-kemoterapi-radyoterapi gibi diğer tedavi yöntemlerinin başarısız kaldığı olgularda KİT hayat kurtarıcı olabilir.Konjenital veya edinsel pek çok hematolojik ve immünolojik sorunun tedavisinde de KİT uygulanmaktadır.3 uygulama şekli vardır.Allojenik,otolog ve sinjenik KİT.Kök hücre kaynağı olarak da kemik iliği yanında periferik kök hücre, kordon kanı ve fetal karaciğer hücrelerinden yararlanılmaktadır.

                            Thalassemia’de ilk başarılı uygulama 1981’de Thomas ve arkadaşları tarafından Seattle, ABD’de yapılmıştır.Hiç transfüze edilmemiş,18 aylık bir bebek olan bu olguya HLA uygun kız kardeşinden AKİT uygulanmış ve halen devam etmekte olan uzun,hastalıksız bir sürvi sağlanmıştır.İlk seri çalışmalar da Lucarelli ve arkadaşları tarafından Pesaro, İtalya’dan yayınlanmıştır.Öncü niteliğindeki ve hazırlama rejimi olarak Siklofosfamid (CY) + Tüm Vücut Işınlaması (TBI) kullanılarak yapılan AKİT’lerde en büyük sorun graft rejeksiyonu ve erken toksisite olmuştur.1983’ten beri ise Santos’un lösemili hastalar için önerdiği Busulfan (BU) + Siklofosfamid (CY) başarıyla kullanılmaktadır. Bugün Thalassemia’de,allojenik uygulamalarda,kardeş veya HLA uyumlu panel kaynaklı vericilerin kemik iliği,periferik kök hücre ve kordon kanı kaynak olarak kullanılmaktadır.

                            SONUÇ

                            KİT ilk kez malignitelerde ve hızla fatal olabilecek durumlarda kullanılmıştır. Ancak hızla kullanım alanları artmış ve özellikle hemoglobinopatilerde önemli kullanım alanı bulmuştur.1982’deki ilk başarılı uygulamadan sonra dahi Thalassemia’de KİT’in yeri ciddi tartışmalara yol açmıştır.Başarılı sonuçlara rağmen pek çok yerde hayat kurtarıcı olarak değil elektif bir işlem olarak görülmektedir.Etik yönü de halen tartışılmaktadır. Pek çok hematoloji Thalassemia tedavisinde konservatif yaklaşımları benimserken,vericisi olanlarda bile gen tedavisinin yakın bir tarihte uygulanması olasılığı ile çekimser kalmaktadırlar.Ancak gen tedavisi henüz oldukça problemli ve pratik uygulamalardan uzaktır.

                            Bugün için AKİT Thalassemia’de tek küratif yaklaşımdır ve Thalassemia’nin sık görüldüğü pek çok ülkede KİT programlarına alınmıştır.Özellikle HLA uygun aile içi vericisi olan Sınıf I hastalarda,erken dönemde yapılacak KİT büyük oranlarda küratiftir ve hastalara bu şans tanınmalıdır.


                            KÖK HÜCRE NAKLI

                            Kemik iligi transplantasyonu yillardan beri bazi kanser türlerinde ve dogustan olan bazi hastaliklarin tedavisinde basari ile uygulanmaktadir.Son yillarda bu konudaki bilimsel çalismalara teknolojideki gelismelerinde eklenmesiyle önemli gelismeler saglanarak,kemik iligi transplantasyonunun birçok hastalikta tek tedavi sansi olarak kullanimi gündeme gelmistir.Kemik iligi disinda periferik kan ve kord kaninin da kök hücre kaynagi olarak kullanilmasi ile kemik iligi nakli yerine “kök hücre transplantasyonu” terimi tercih edilmektedir.

                            KÖK HÜCRE KAYNAKLARI :

                            Kök hücre vericisi olarak tercih edilen doku gruplari tam uyumlu kardeslerdir. Bir veya birkaç antijeni uyumlu olmayan kardes,anne-baba veya doku gruplari tam uyumlu akraba olmayan vericilerden de kök hücre transplantasyonu yapilabilir.Ancak doku grubu tam uyumlu kardeslerden yapilan transplantasyonlar daha basarili ve sorunsuz seyretmektedir.

                            TRANSPLANTASYONDA KULLANILACAK KÖK HÜCRE KAYNAGI OLARAK;

                            • Kemik Iligi

                            • Periferik Kan

                            • Kordon Kani kullanilabilmektedir.

                            PERIFERIK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYON AVANTAJLARI:

                            • Daha hizli engrafman saglanmasi,

                            • Trombosit ve eritrosit ihtiyaci daha az,

                            • Daha az antibiyotik tedavisi,

                            • Hastanede kalis süresi daha kisa,

                            • Donöre genel anestezi ve invaziv teknikler gerekmiyor.

                            I. KÖK HÜCRELERIN HAZIRLANMASI :

                            Periferik kök hücreler aferez ünitelerinde periferik kök hücre toplama programi kullanilarak toplanir.Kök hücre toplanacak hasta veya donör önceden hiçbir islem yapilmadan veya kemik iliginden kök hücreleri periferik kana çikarmak için mobilizasyon uygulanarak toplama islemine alinirlar.

                            MOBILIZASYON YÖNTEMLERI VE KÖK HÜCRE TOPLANMASI:

                            • Kemoterapi

                            • Büyüme Faktörleri-GCSF,GMCSF

                            • Kemoterapi + Büyüme Faktörleri

                            Sadece kemoterapi veya sadece büyüme faktörleri kullanildiginda kök hücre sayisi normalin 10-30 kati kadar arttirilabilirken,kemoterapi + büyüme faktörleri kullanildiginda 50-200 kat kök hücre artisi saglanabilmektedir.Ancak kemoterapi sadece otolog transplantasyonlarda uygulanmaktadir.

                            Kemoterapi amaciyla siklofosfamid,etoposid veya baska protokoller kullanilabilmektedir.Kemoterapi sonrasi beyaz küre 1500-2000/mm3 düzeyine gelince afereze baslanmaktadir.

                            Mobilizasyon amaciyla büyüme faktörü olarak genellikle granülosit stimüle edici faktör (GCSF) veya granülosit-makrofaj stimüle edici faktör (GMCSF) kullanilmaktadir. Kök hücre toplamak için büyüme faktörü uygulanmasini takiben 5.günde aferez islemine baslanir.Afereze devam edilecek ise 6 ve 7.günlerde de büyüme faktörü kullanilabilir.Ancak 7.günden sonra periferik kandaki kök hücre sayisinin azaldigi bildirilmektedir.

                            Aferez ünitelerinde yapilan kök hücre toplama islemine bir seansi yaklasik 3-4 saat kadar sürebilmektedir.Islem süresi ve seans sayisi toplanmasi hedeflenen hücre sayisina bagli olarak degisebilmektedir.Tek seans yeterli olabilecegi gibi bazen 3 veya 4 seansa gerek duyulabilmektedir.Periferik kök hücre toplama islemlerinin bir aferez ünitesinde hasta (veya donör) bir koltukta otururken yapilabilmesi ve kemik iligi toplanmasi için gerekli olan ameliyathane sartlari ve genel anesteziye gerek duyulmamasi önemli bir avantajdir.

                            Toplanan kök hücreler eger alici hasta hazir ise hemen kateterden infüzyonla verilir.Otolog transplantasyon veya alici hastanin hazirlanacagi durumlarda özel koruyucu karisimlar ile (DMSO ve HES) karistirilan kök hücreler derin dondurucularla dondurulduktan sonra azot tankina konularak senelerce saklanabilir.

                            II. ALICININ HAZIRLANMASI

                            • Biyokimyasal,mikrobiyolojik ve serolojik testler yapilir.Dis çürükleri gibi enfeksiyon kaynaklari tedavi edilir.Hastaya ve aileye yapilacak islemler hakkinda bilgi verilir.Transplantasyon için uygun ortam sartlarina sahip transplantasyon servisine yatirilir.

                            • Çift lümenli Hickman kateter takilir.Antibakteriyel,antiviral ve antifungal proflaktik tedavi baslanir.

                            • Conditioning (hazirlama) rejim: Yüksek doz kemoterapi veya total vücut isinlamasi ile yapilir.Altta yatan hastaligin tipine göre degisiklik gösterir. Talasemili hastalar için genellikle busulfan + siklofosfamid kullanilir.Bu tedavinin üç amaci vardir:

                            • Kemik iliginde bosluk açma,

                            • Immünosüpresyon,

                            • Hastaligin eredikasyonu.

                            Hazirlama rejiminde kullanilan tedavilerin gastrointestinal,renal,hepatik, pulmonel ve kardiak sistemler üzerine yüksek toksik etkileri vardir.

                            • GVH proflaksisi: Donör lenfositlerinin neden olabilecegi graft versus host hastaligina önlem olarak siklosporin A ve methotraxate kullanilmaktadir.

                            PERIFERIK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU KOMPLIKASYONLARI:

                            1. KÖK HÜCRE TOPLANMASI ASAMASINDA :

                            • Trombositopeni,

                            • Anemi,

                            • Lökopeni,

                            • Hipokalsemi

                            • Mobilizasyon rejimlerinin komplikasyonlari.

                            2. CONDITIONING – YÜKSEK DOZ HAZIRLAMA KEMOTERAPISI ASAMASIMDA :

                            • Nötropenik sepsis,

                            • Trombositopenik kanamalar,

                            • Hepatik veno-oklusive hastalik,

                            • Intertisiyel pnömoni,

                            • Geç engrafman,

                            • Greft basarisizligi,

                            • SSS toksisitesi

                            3. KÖK HÜCRE INFÜZYONU ASAMASINDA :

                            • Ates,titreme

                            • Tasikardi,

                            • Bulanti,kusma

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              Konu: Dahiliye ek 1

                              Akrep ve yılan sokması

                              YILAN SOKMALARI:

                              ÇINGIRAKLI YILAN SOKMALARI

                              Dr. Cemil KAVALCI

                              Birleşik Devletlerde yaklaşık 115 yılan türünden 19 tanesinin zehiri vardır .Her yıl yaklaşık 45000 yılan sokması oluyor, 8000 tanesini zehirli yılan oluşturuyor.Çoğu sokma sıcak yaz aylarında yılan ve kişi aktifken olur. Eskiden zehirli yılan sokmalannın mortalitesi &#37;25 ti, günümüzde antivenom olması ve ileri acil bakımdan dolayı mortalite oranı %0.5'in altına inmiştir. Yılda yaklaşık 5-10 ölüm olur.

                              Hendek yılanı veya mercan yılanını içeren Kuzey Amerika Zehirli yılan sokması önemlidir. Yabancı türlerden kaynaklanan önemli yılan sokması nadirdir,ama hayvanat bahçesi personelinde görülebilir. Bölgesel zehirlenme merkezinden antivenom,yılanın tanınması ve toksisite bigileri alınabilir.

                              Engerek yılanı hendek yılanı olarakta adlandırılır ,orta hatta göz ve burun seviyesinin altında yerleşmiş çukur vardır. Çukur kan ısisına karşı sıcaklık reseptörü olarak yol göstericidir. Engerek yılanının ağzında 2 dişi vardır, mercan yılanının kısa, sabit ve dik dişleri vardır.

                              Patofizyoloji: Hendek yılanı venomu komplex enzim karışımıdır. Lokal doku zedelenmesi, sistemik vasküler hasar, hemoliz, fibrinoliz ve nöromuskuler disfonksiyon yapar. Lokal ve sistemik etkilerin kombinasyonuyla sonuçlanır. Hendek yılanı venomu hızlıca kan damarlarının permeabilitesini değiştirerek plazma ve kanın çevreleyen dokuya sızmasına ve hipovolemiye yol açar. Fibrinojen ve trombositleri tüketir ve koagülopati oluşturur. Bazı türler nöromuskuler iletiyi bozarak ptozis, solunum yetmezliği ve diğer nörolojik etkileri oluşturur.

                              Klinik: Hendek yılanı sokmalarının %25'i kurudur, venom etkileri gelişmez. Zehirlenme belirtilerinin görülmesi için venom ve kişinin komplex etkileşimi gerekir. Yılanın türüne ve büyüklüğüne kişinin yaşına ve büyüklüğüne, sokmadan sonra geçen zamana, sokmanın karakteristiklerine (yeri, sayısı, derinliği) bağlı olarak klinik değişir. Hendek yılanı sokması lokal ve sistemik hasarın derecesine bağlı olarak genellikle hafif orta ve şiddetli olarak sınıflanır.

                              Çukur Yılanı Zehirlenmesinin Derecelendirilmesi.:

                              Hafif Zehirlenme:

                              Isırma alanında sınırlı şişlik, kızarıklık ve ekimoz

                              Sistemik bulgular ve semptomlar yoktur veya azdır

                              Koagülasyon parametreleri normaldir. Diğer önemli lab.bulguları normaldir.

                              Orta Zehirlenme:

                              Şişlik, kızarıklık ve ekimoz sokulan extremitenin büyük kısmını içerir

                              Sistemik semptom ve bulgular vardır. Ancak hayatı tehdit etmezler. Bunlar: Bulantı, kusma, ağızda uyuşma veya olağandışı tat, hafif hipotansiyon (SB>80mmHg), hafif taşikardi ve taşipneyi içerir.

                              Koagülasyon parametreleri anormaldir. Klinik olarak önemli olmayan kanama vardır. Diğer lab. testlerinde şiddetli bozukluk yoktur.

                              Şiddetli Zehirlenme

                              Şişlik,ekimoz giriş extremitesini içerir ve hızla ilerler.

                              Sistemik semptom ve bulgular belirgindir. Şiddetli mental durum değişmesi,bulantı ve kusma, hipotansiyon (SB<8OmmHg), şiddetli taşikardi, taşipne ve diğer solunum bozuklukları görülür.

                              Koagülasyon parametreleri anormaldir. Ciddi kanamalar görülür. Protrombin zamanı ölçülemez, PTT ölçülemez, tombositler<20000, fibrinojen ölçülemez. Diğer lab. değerlerinde şiddetli anormallik vardır.

                              Hendek yılanı sokmasının ana görünümü: Bir veya daha çok diş izi görülmesi, lokalize ağri ve Sokma yerinden yayılan ilerleyici ödemdir. Diğer erken semptom ve bulgular; bulantı, kusma, güçsüzlük, ağızda uyuşrna, taşikardi, baş dönmesi, hematüri, hematemez, trombositopeni ve fasikülasyonlardır. Şişlik genellikle 15-30 dk. sonra ortaya çıkar. Şiddetli vakalarda şişlik ilerler. Şiddeti daha az zehirlenmelerde ödem 1-2 günlük peryotta gelişir. Ödem havayoluna yakınsa veya kasları tutmuşsa hayati tehdit edebilir veya sistemik etkilere yol açabilir. ilerleyen ekimoz subkutan dokuya kanın sızmasına bağlıdır. Ekimoz sokma bölgesinde dk'lar veya saatler içinde gelişir. Hemokonsantrasyon subkutan dokuya suyun kaybındandır. Takiben Hb azalır, kan kaybına bağlı koagülopati gelişir.

                              Tanı: Tanıda diş izlerinin görülmesi ve hikaye temeldir. Klinikte zedelenme 3 yolda olabilir

                              1)Lokal zedelenme: ödem, ağrı, ekimoz

                              2)Koagülopati: trombositopeni, artmiş protrombin zamanı, hipofibrinojenemi

                              3)Sistemik etkiler: Ağızda ödem veya parastezi, ağızda metalik veya kauçuk tadı, hipotansiyon, taşikardi

                              Tedavi:

                              İlk Yardım:

                              ilk yardım tedbirleri kesin tıbbi bakımı ve antivenom verilmesini geciktirmemelidir. Hendek yılanı sokması olan tüm hastalar uygun sağlık bakımı almalıdır. Tavsiye edilen ilk yardım tedbirleri şunlardır; Hareket venom emilimini artırdığı için hasta sakin kalmalıdır. Extremite nötral pozisyonda, kalp seviyesinin altında sabit tutulmalıdır. Fiziksel aktivite kısıtlanmalıdır. Sokulan kişi çabucak tıbbi bakımın yapılacağı yere götürülmelidir.

                              Bazı ilk yardım ürünleri satılmaktadır. Sawyer Extractör Emme pompası kullanılır. Insizyon olmaksızın zehri uzaklaştırır. Diğer faydasız ve tehlikeli teknikler elektrik şoku ve buz uygulanmasıdır. Sokma alanına tek basma elektrik soka uygulanması kullanılmamalıdır. Buzlu su uygulanması yaralanmayı kötüleştirir. Turnike kontrendikedir. Çünkü arteryel akımı tıkar ve iskemiye yol açar. Konstriktör bandlar bazen faydalı olabilir. Özellikle erken tıbbi bakım sağlanamıyorsa faydahdır. Konstriktör band venomun emilimini geciktirir, doku. zedelenmesini artırır ama sistemik etkilerin şiddetim azaltır.

                              ACİL YÖNETİMİ: Hastane öncesi fazda personel extremiteyi hareketsiz tutmalı, diğer extremiteden i.v. yol açılmalı, oksijen verilmeli, sokulan kişi tıbbi bakımın yapılacağı yere taşınmalıdır.

                              Yılan sokmasının başlangıç yönetimi ileri yaşam desteğini içerir. Hasta hipotansifse i.v, izotonik verilmelidir. Diğer destekleyici tedbirler extremite inmobilizasyonu ve venom absorpsiyonunun azaltılmasını içerir.

                              Zehirli yılan sokmasında tedavide esas Antivenin verilmesidir.İlerieyen semptom ve bulguları olan tüm hendek yılanı sokmalarında acilen antivenom verilmelidir. Ancak at serumundan elde edilen Antivenin infüzyonu sırasında allerjik reaksiyon gelişebilir. Antivenin verilmeden önce deri testi yapılmalıdır. Ancak antivenom verilirken yarar/zarar oranı hesaplanmalıdır. Antivenom. 15-45dk içinde solüsyon içinde verilir. Hendek yılanı sokmalarında başlangıçta en azından 10 vial antivenom verilir. Hızlı ilerleyen veya hemodinamik olarak stabil olmayan vakalarda başlangıçta 20 vial antivenom verilmesi tavsiye edilir. Agresif destek bakım yapılır. Su yılanı zehirlenmesinde genellikle daha az antivenom dozları gerektirir. Antivenomun im. enjeksiyonu tavsiye edilmez. Antivenom 250-500ml kristaloid içinde dilüe edilip yavaş infüze edilmelidir. İnfüzyon l saat içinde tamamlanır. İnfüzyon hekim denetiminde yapılmalıdır. Akut allerjik reaksiyon görülürse infüzyon kesilir, hemen antihistaminikler verilir. Epinefrin reaksiyonun şiddetine bağlı olarak kullanılabilir.

                              Antivenom tedavisinde son nokta ilerlemenin durması veya klinik bulguların düzelmesidir. 10-20 viallik bir infüzyon sıklıkla yeterlidir. Extremitenin çevresi ısırılmanın altından ve üstünden ölçülür. 30-60 dk'da bir ölçüm yapılır. Ödem ilerlerse antivenom verilir. Lab. tetkikleri 4 saatte bir veya antivenom verilmesinden sonra tekrarlanır. Ek antivenom tedavisi hastanın durumu kötüleştiğinde yapılr. Destek tedavide hipotansiyon için i.v. izotoniği takiben vazopressör ajanlar kullanılır. Antivenom koagülopati tedavisinde iyidir ama aktif kanama varsa kan komponentleri gerekebilir. Yılan sokmasında diğer bir komplikasyon kompartman sendromudur. Şiddetli ağrı vardır. Ağrı narkotik analjeziklere dirençlidir. Fasciotomi faydalıdır.

                              Yara sahası temizlenmeli ve tetanoz profilaksisi yapılmalıdır.

                              Hastalar ödem çözülünce, koagülopati düzelince ve hasta geziyorsa taburcu edilir. Hasta en azından 8 saat gözlem altında tutulmalıdır. Şiddetli veya hayatı tehdit eden sokması olan hastalar ve antivenom alan hastalar yoğun bakıma alınmalıdır. Hafif ve orta şiddette zehirlenmesi olan vakalar uygun koğuşlara alınır ve bunlara antivenom verilmesi gerekmez.

                              Hastada kuru sokma varsa en az 8 saat gözlenip gönderilir. Ağrı, ödem ve kanama olursa geri gelmelidir.

                              MERCAN YILANI ISIRIKLARI:

                              Yılda 20-25 vaka görülür. Tüm mercan yılanlarının parlak siyah, kırmızı veya sarı renkli halkaları vardır. Siyah renk halkası olan yılanlar zehirsizdir. Mercan yılanı zehiri nörotoksik komponentlerden oluşur. Mercan yılanı ısırması öncelikle nörolojik etkiler oluşturur. Tremor, salivasyon, disartri, diplopi, bulbar paralizi, ptozis, fix ve kontrakte pupiller, disfaji, dispne ve nöbet görülür. Solunum kaslarının paralizisi ölüme yol açar. Hasta 24-48 saat hastanede gözlenmelidir. Mercan yılanı venomunun etkileri ısırmadan sonra saatler içinde gelişir. Sokulan kişiye 3 vial antivenom verilmesi önerilir. Solunum yetmezliği varsa yoğun bakım gerekebilir.

                              AVUSTRALYA MERCAN YILANLARI

                              Avustralyada her yıl 3000 kişiyi yılan ısırır, bunların 200'üne antivenom verilir. Avustralya yılan ısırıklarına bağlı ölümlerin yarısından kahverengi yılan sorumludur. Avustralya zehirli yılanları Elapidea ailesinin üyesidir, kobra üyelerden biridir. Avutralya yılanı venomu birkaç önemli komponentten oluşur. Nörotoksin; nöromuskuler bileşkeye etki eder ve paralizi yapar. Semptomlar ısırmadan 2-4 saat sonra ortaya çıkar. Ptozis, diplopi, disartri, fasial izlerin kaybı,hava yolu kontrolünün kaybı, şiddetli vakalarda solunum paralizisi görülebilir.
                              Myolizin rabdomyolize neden olur. Kas ağnsı, güçsüzlük, myoglobinüri, renal yetmezlik ve hiperkalemi yapar. Prokoagülan toksin; koagülopati yapar. İntrakraniel kanama beklenen komplıkasyondur. Renal yetmezlik gelişebilir. Lokal doku yıkımı yaygın değildir. Hafif ve orta ekimoz ve şişlik görülür. Kahverengi yılan sokması hızla kollaps ve ölüme yol açar.

                              KLİNİK; Bulantı, kusma, baş ağrısı, diplopi, disfoni, ilerleyici kas güçsüzlüğü, boyun sertliği, bayılma görülür.

                              İlk Yardım: Amaç antivenom verilene kadar zehrin emiliminin geciktirilmesidir. Basınç uygulanması ve inmobilizasyon metodu kullanılır. Isırılan extremiteye hemen elastik bandaj sarılır. Extremite atellenir ve hareketsiz tutulur. Tumike kontrendikedir.

                              Yönetim: Anlamlı yılan sokması hikayesi olduğunda ilk yardıma ve araştırmaya başlanmalıdır. Basınçlı bandaj antivenom verilene kadar uygulanabilir.

                              Yılan zehri arştırma kiti ile idrarda ve ısırma yerinde venom aranır. Test pozitifse antivenom ve-
                              rilir. Sistemik bulgular varsa antivenom verilir. Klinik ve lab. bulguları yoksa elastik bandaj uygulanır ve hasta 12 saat gözlenir.

                              Hamilelikte antivenom verilmesi kontrendike değildir. Antivenom verilmeden önce rutin olarak deri testi yapılması önerilmemektedir.

                              Avustralya antivenom tedavisinin komplikasyonu olarak nadiren anafilaksi gelişebilir. Premedikasyonda 1/1000'lik epinefrin adultlarda 0.3ml, çocuklarda 0.1 ml uygulanır. Bazı otörler antihistaminikleri tavsiye eder. Kortikosteroidler serum hastalığını önlemede ve premedikasyonda kullanılabilir. Antivenom büyük dozlarda verildiyse serum hastalığı insidansmı azaltmak için prednizolon 5 gün süreyle kullanılır.





                              AKREP ISIRIKLARI



                              Güney Amerika’da birkaç akrep türü bulunur. Tümü genellikle gece sokması şeklindedir. Lokalize ağrıyı takiben Hymenoptera bulgusu görülür. Kuzey Amerika akrep serumu sitotoksite ve inflamasyonu önler. Yalnizca Cetruroides exilicauda veya kabuk akrep'i tüm Arizona, New Mexico, Texas ve California'nın bazı kısımlarında bulunur. Sahip olduğu venom sistemik toksisite sebebidir. Centruroides exilicauda venomu nöronlardaki Na kanallarım açar ve axonlarm aşın uyarılmasiyla motor, duysal ve otonomik liflerde anormal aktiviteye yol açar. Sistemik semptomlar akrep ısırmasınl takiben belirir ve değişkendir. Extremitede ağrı ve parestezinin hızla ortaya çıkması sık görülür ve jeneralize bir hal alır. Şiddetli vakalarda kraniel sinir, somatik-motor disfonksiyon gelişebilir. Anormal gezici göz hareketleri, bulanık görme, faringeal kaslarda koordinasyon bozukluğu ve solunum uyumsuzluğu görülür. Aşırı motor aktivite extremitelerde kontrolsüz ani hareketlere veya hareketsizliğe yol açar, nöbet benzeri aktivite olabilir. Semptomlar genelde 24-48 saat devam eder. Kardiak disfonksiyon, pulmoner ödem, pankreatit, kanama bozukluğu, deri nekrozu ve bazen ölüm Asya ve Afrika akrep sokmasında görülebilir. Ancak Amerika akrep sokmasında bunlar bildirilmemiştir.

                              Akrep sokmasının tanısı kliniktir. Bulgular başlangıçta belirsiz olabilir. Özellikle çocuklar lokal ağrı ile gelebilir. Sendrom ilerlediğinde, şiddetli vakalarda otonomik ve motor bulgular tanının konmasını kolaylaştırır. Destek tedavi yapılır. Analjezik ve sedatifler kullanılır. Centruroideus için antivenom vardir. keçi sütünden üretilmiştir. Centruroideus antivenomu verilmesini takiben erken ve geç allerjik reaksiyon ve serum hastalığı gelişebileceği için yalnızca şiddetli vakalarda verilmelidir. Semptomlarm gerilemesi için 1-2 vial yeterlidir. Antivenom verilmeden önce deri testi yapılmalıdır.

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                Konu: Dahiliye ek 1

                                AKROMEGALİ: KONTROLSÜZ BÜYÜME HASTALIĞI

                                TANIM
                                Akromegali, hipofiz bezinin aşırı büyüme hormonu salgılaması sonucunda oluşan bir hastalıktır. Ergenlik öncesinde ortaya çıkışı oldukça nadirdir ve bu durumda hastalığa jigantizm (devlik) ismi verilir. Çoğunlukla 30-60 yaş arasındaki erişkinlerde görülür. Hastalık erkeklerde ve kadınlarda eşit oranda görülür. Büyüme hormonu aşırı salgısı sonucu yüz görüntüsü değişir, kabalaşır, hastalar baş ağrısı, terleme, el-ayaklarda büyüme ve yorgunluktan şikayet ederler. Fazla salgılanan büyüme hormonu; kalp, solunum sistemi, hormonal sistem başta olmak üzere pek çok organı etkiler ve ölüm riskini 2-4 kat arttırır.
                                AKROMEGALİ SEBEPLERİ:
                                Hastaların &#37; 90'ında sebep hipofiz bezindeki tümördür. Hipofiz bezi beyin tabanında bulunan, büyüme-gelişme, üreme ve metabolizma ile ilgili hayati hormonların salındığı ufak bir bezdir. Büyüme hormonu da hipofiz bezinden salınan ve isiminden de anlaşılacağı üzere büyümeyi sağlayan bir hormondur. Akromegaliye sebep olan tümörler çevredeki sağlam beyin dokusuna baskı yaparak baş ağrısı ve görme bozukluklarına neden olurlar.

                                AKROMEGALİ TEŞHİSİ:
                                Akromegali bulgularının çok yavaş ilerlemesi nedeniyle tanı hastalık başladıktan yıllar sonra konulmaktadır. Şüphenilen durumlarda; büyüme hormonunun vücutta etkisini gerçekleştiren, insülin benzeri büyüme faktörlerinin düzeyi, şeker yükleme sırasında büyüme hormonu, prolaktin ve diğer hipofiz bezi hormonlarının tayini yapılır. Hastanın eski fotoğraflarının yenileriyle karşılaştırılması da tanıyı destekler.Akromegaliye sebep olan tümör çok yavaş büyüdüğü için şikayetler uzun zaman içinde yavaş yavaş ortaya çıkar. Sık karşılaşılan yakınmalar aşağıdaki gibidir:

                                - Ellerde ve ayaklarda büyüme, ayakkabı
                                numarasında artış,
                                - Yüzüklerin parmağa dar gelmesi
                                - Yüz hatlarında kabalaşma, çenenin uzaması
                                - Ciltte kalınlaşma ve / veya esmerleşme,Terlemede artma
                                - Seste kalınlaşma
                                - Dil, dudaklar, burunda büyüme
                                - Eklem ağrısı
                                - Genişlemiş kalp
                                - Diğer organların büyümesi
                                - Kollarda ve bacaklarda yorgunluk
                                - Horlama
                                - Yorgunluk ? halsizlik
                                - Baş ağrısı
                                - Görmede daralma
                                - Kadınlarda adet bozuklukları
                                - Kadınlara göğüsten süt gelmesi
                                - Erkeklerde iktidarsızlık


                                AKROMEGALİ TEDAVİSİ:
                                Tedavinin amacı artmış olan büyüme hormonu seviyelerini normale indirmek, büyüyen tümörün sebep olduğu baskıyı ortadan kaldırmak, normal hipofiz fonksiyonlarının devamının sağlanması ve hastanın şikayetlerinin giderilmesidir. Tedavi seçenekleri cerrahi ile tümörün çıkarılması, ilaç tedavisi ve radyoterapidir. Hastalık tedavisiz bırakıldığında, diabetes mellitus, yüksek tansiyona sebep olmakta, hastaların kardiovasküler hastalıklardan ve çeşitli kanserlerden ölümleri, kendi yaş grupları ile karşılaştırıldığında artmaktadır.

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor
                                X