Sağlık ile ilgili her konu

Kapat
Önemli Konu
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    Dahiliye ek 1

    dahiliye hastalıklar devamı

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      Konu: Dahiliye ek 1

      A vitamini v


      A Vitamini

      Yağda eriyen vitaminlerden biridir. Retinoidler adı verilen yaklaşık 2500 kimyasal bileşik ile, provitamin A karotenoidleri adı verilen kimyasal moleküller vitamin A ailesini oluşturur. All-trans retinol (Vitamin A1) retinoidler sınıfındaki bileşiklerin en önemlisidir. Karotenoidler arasında vitamin A ya çevrilme oranı en yüksek olan molekül Beta karotendir. A vitamini hayvansal ürünlerde, örneğin balık karaciğer yağı, karaciğer, süt yağı ve yumurta sarısında bulunur. Renksiz denecek kadar açık sarı renkte bir vitamindir. Hayvansal yağlar, vitamin A yanında değişik derecelerde karotenler de içerirler. Karotenler bitkilerde bulunur ve fotosentezde katalizör rol oynarlar. Bu nedenle koyu yeşil yapraklı bitkilerde daha çok bulunur. Havuç dışında kalan diğer kök ve yumru sebzeler çok az karoten içerirler. Domatesin ana karotenoidi olan laykopen A vitaminine dönüşmez. Bazı palmiye yağları da karotenlerin zengin kaynaklarındandır. Meyveler arasında kayısı iyi bir Beta karoten kaynağıdır. Vitamin A ve karotenler yağda kızartma dışındaki pişirme yöntemlerine daha dayanıklıdırlar. Açıkta, güneşte uzun süre kurutma meyvelerde kayıba neden olur. A vitamini gereksinimi belirtilirken retinol eşdeği ( RE= Retinol Eşdeğeri ) biriminin kullanılması uygundur. Vitamin A, ortamda yeterli yağ varken % 80 oranında emilir. Karotenlerin emilimi bunun yaklaşık yarısı kadardır.

      1) Epitel dokuyu kurumaya sertleşmeye ve dejenerasyona karşı koruyan müköz salgının sentezine yardım eder. Epitel doku,vücudumuzu kaplayan derinin üst tabakasında, burun, ağız, solunum ve sindirim sistemi iç yüzeylerinde bulunur. Epitel doku sağlıklı olduğunda vücuda bakteri girişini engelleyici bir rol oynar.

      2) Gözün karanlıkta görmesini sağlar. Rodopsin , parlak ışıkta parçalanır, yeniden yapımı vitamin A aracılığı ile olur.

      3) Ameloblast oluşumunu sağlar. Ameloblastların sağlıklı diş mineleri yaratabilmeleri ancak yeterli vitamin A varlığında mümkündür.

      4) Kemik büyümesi, üreme fonksiyonu ve genel büyüme sürecinin gerçekleşmesinde etkindir. Vitamin A yetersizliği protein sentezini olumsuz yönde etkiler, bu durumda tiroksin yapım hızı azalır. Embriyo gelişmesinde güçlü bir morfojen (doku farklılaşmasında ve gelişiminde etkili öge) olarak çalışır.

      5) İmmün cevabın oluşmasında, hematopoezde, iştah ve işitme de etkindir. Karaciğer vücuda bir kaç ay yetecek kadar vitamin A depolayabilir. Fazla A vitamini almak toksik etki gösterir. Toksikasyon belirtileri anoreksi, yorgunluk, ağırlık kaybı, duyarlılık, deride kaşıntı-kuruma, eklem ağrıları, karaciğer ve dalak büyümesi, saç dökülmesi ve baş ağrısıdır. Gebelikte özellikle ilk trimesterde yüksek doz A vitamini alımı dölün gelişimini olumsuz etkiler, düşük ve doğum defektleri meydana gelebilir. Fazla karoten alınması genelde sakıncalı değildir fakat deriyi sarıya boyar A vitamini yetersizliğinde ise büyüme geriliği, gece körlüğü, gözlerde itihaplanma, müköz membranlarda kuruma, buna bağlı olarak bakterilere direncin azalması, kseroftalmi, keratomalasi ve dişlerde malformasyonlar oluşur. Akut toksisite durumunda intrakraniyal (kafa içi) basınç artar, bulantı, kusma, baş ağrısı oluşur. Kronik toksisite, aylarca günlük gereksinimin 10 katı kadar veya daha fazla alınması durumunda ortaya çıkar. Günlük gereksinimi yetişkin kıdanlırda 800 mcg RE ve yetişkin erkeklerde 1000 mcg RE olarak belirlenmiştir

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        Konu: Dahiliye ek 1

        A vitamini vitamin a


        A Vitamini

        Yağda eriyen vitaminlerden biridir. Retinoidler adı verilen yaklaşık 2500 kimyasal bileşik ile, provitamin A karotenoidleri adı verilen kimyasal moleküller vitamin A ailesini oluşturur. All-trans retinol (Vitamin A1) retinoidler sınıfındaki bileşiklerin en önemlisidir. Karotenoidler arasında vitamin A ya çevrilme oranı en yüksek olan molekül Beta karotendir. A vitamini hayvansal ürünlerde, örneğin balık karaciğer yağı, karaciğer, süt yağı ve yumurta sarısında bulunur. Renksiz denecek kadar açık sarı renkte bir vitamindir. Hayvansal yağlar, vitamin A yanında değişik derecelerde karotenler de içerirler. Karotenler bitkilerde bulunur ve fotosentezde katalizör rol oynarlar. Bu nedenle koyu yeşil yapraklı bitkilerde daha çok bulunur. Havuç dışında kalan diğer kök ve yumru sebzeler çok az karoten içerirler. Domatesin ana karotenoidi olan laykopen A vitaminine dönüşmez. Bazı palmiye yağları da karotenlerin zengin kaynaklarındandır. Meyveler arasında kayısı iyi bir Beta karoten kaynağıdır. Vitamin A ve karotenler yağda kızartma dışındaki pişirme yöntemlerine daha dayanıklıdırlar. Açıkta, güneşte uzun süre kurutma meyvelerde kayıba neden olur. A vitamini gereksinimi belirtilirken retinol eşdeği ( RE= Retinol Eşdeğeri ) biriminin kullanılması uygundur. Vitamin A, ortamda yeterli yağ varken % 80 oranında emilir. Karotenlerin emilimi bunun yaklaşık yarısı kadardır.

        1) Epitel dokuyu kurumaya sertleşmeye ve dejenerasyona karşı koruyan müköz salgının sentezine yardım eder. Epitel doku,vücudumuzu kaplayan derinin üst tabakasında, burun, ağız, solunum ve sindirim sistemi iç yüzeylerinde bulunur. Epitel doku sağlıklı olduğunda vücuda bakteri girişini engelleyici bir rol oynar.

        2) Gözün karanlıkta görmesini sağlar. Rodopsin , parlak ışıkta parçalanır, yeniden yapımı vitamin A aracılığı ile olur.

        3) Ameloblast oluşumunu sağlar. Ameloblastların sağlıklı diş mineleri yaratabilmeleri ancak yeterli vitamin A varlığında mümkündür.

        4) Kemik büyümesi, üreme fonksiyonu ve genel büyüme sürecinin gerçekleşmesinde etkindir. Vitamin A yetersizliği protein sentezini olumsuz yönde etkiler, bu durumda tiroksin yapım hızı azalır. Embriyo gelişmesinde güçlü bir morfojen (doku farklılaşmasında ve gelişiminde etkili öge) olarak çalışır.

        5) İmmün cevabın oluşmasında, hematopoezde, iştah ve işitme de etkindir. Karaciğer vücuda bir kaç ay yetecek kadar vitamin A depolayabilir. Fazla A vitamini almak toksik etki gösterir. Toksikasyon belirtileri anoreksi, yorgunluk, ağırlık kaybı, duyarlılık, deride kaşıntı-kuruma, eklem ağrıları, karaciğer ve dalak büyümesi, saç dökülmesi ve baş ağrısıdır. Gebelikte özellikle ilk trimesterde yüksek doz A vitamini alımı dölün gelişimini olumsuz etkiler, düşük ve doğum defektleri meydana gelebilir. Fazla karoten alınması genelde sakıncalı değildir fakat deriyi sarıya boyar A vitamini yetersizliğinde ise büyüme geriliği, gece körlüğü, gözlerde itihaplanma, müköz membranlarda kuruma, buna bağlı olarak bakterilere direncin azalması, kseroftalmi, keratomalasi ve dişlerde malformasyonlar oluşur. Akut toksisite durumunda intrakraniyal (kafa içi) basınç artar, bulantı, kusma, baş ağrısı oluşur. Kronik toksisite, aylarca günlük gereksinimin 10 katı kadar veya daha fazla alınması durumunda ortaya çıkar. Günlük gereksinimi yetişkin kıdanlırda 800 mcg RE ve yetişkin erkeklerde 1000 mcg RE olarak belirlenmiştir

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          Konu: Dahiliye ek 1

          ABLASYO PLASENTA : PLASENTANIN ( BEBEĞİN EŞİ) ERKEN AYRILMASI

          TEMEL BİLGİLER

          TANIMLAMA:
          Normal yerleşmiş anne karnındaki bebeğin eşinin normalden önce ayrılmasıdır. Shere sınıflamasına göre 3 derecede değelendirilir.Sher Derece 1- çok az veya hiç kanama yoktur, canlı bebeğin doğumunu takiben çocuğun eşinin arkasında l pıhtı görülür. Sher Derece 2 - Kanama ve rahim hassasiyetle beraber canlı bebek vardır. Sher Derece 3- tip - A - ölü bebek , pıhlaşma fonksiyonları normal; tip B - ölü Bebek, pıhtılaşma fonksiyonlarında bozukluk var.. Etkilenen sistemler: Üreme, kalp damar sistemi Genetik etkiler: Yok, Görülme sıkılığı:
          • Tüm doğumların % l'i
          • Daha önce birkez ise % 15
          • 2 veya daha fazla olmuş ise % 20

          BELİRTİ VE BULGULAR
          • Gebeliğin 24-39 haftası arasında saatte l petten veya tampondan fazla kanama olması
          • Sırt ağrısı, karın ağrısı
          • Rahim kasılmaları , hassasiyet ve / veya rahim sertleşmesi
          • Kanama miktarına göre şokun klinik bulguları yerleşmeden önce kan hacminin % 30 ' undan fazlası kaybedilmiş olabilir. Belirgin kan kaybına rağmen hayati bulgular normal olabilir.
          • Anne karnındaki bebeğinl kalp seslerinin duyulmasında güçlük veya kanlı su gelmesiyle beraber hassas, gergin rahimin elle hissedilmesi.
          • Rahim kasılması ile beraber veya kasılma olmaksızın devamlı ağrı

          NEDENLERİ
          • Kunt batın travması, (özellikle bebeğin eşi öne yerleşimliyse)
          • İkiz gebelik veya aşırı rahim içi sıvısı gibi nedenlerle gerilmiş rahimin aniden baskıdan kurtulması durumunda
          • Kokain bağımlılığı

          RİSK FAKTÖRLERİ
          • Günde l paketten fazla sigara içimi
          • Alkol bağımlılığı
          • Kısa göbek kordonu
          • Hipertansiyon
          • Daha önce eşin erken ayrılması hikayesi.

          TANI:

          LABORATUARDA YAPILMASI GEREKEN TESTLER:
          • Kan grubu, Rh tayini, Coombs testi
          • Tam kan tetkiki, trombosit sayımı
          • Pıhtılaşma testleri(Protrombin ve parsiyel tromboplastin zamanı, fibrinojen seviyeleri)

          ANORMAL LABARATUAR BULGULARI:
          •Hemogobinde düşme.
          •Pıhtılaşma testlerinde bozulma (Yüksek protrombin ve parsiyel tromboplastin zamanı, eğer yoğun damar içi pıhtılaşma varsa ise fibrinojen seviyeleri 100-150 mg/dl altındadır,Trombositler 20.000- 50.000 arasındadır)


          GÖRÜNTÜLEME
          • Ultrason ile plasentanın(bebeğin eşinin )arkasında pıhtı, yuvarlaklaşmış plasenta kenarı veya kalınlaşmış plasenda görülebileceği gibi sıklıkla net olarak görülemez, (özellikle rahimin arkasına yerleşmiş plasenta veya hafif erken ayrılma söz konusu olduğunda).


          TEDAVİ
          UYGUN SIHHİ BAKIM
          • Stabil olana kadar hastaneye yatması gereklidir.

          GENEL ÖNLEMLER
          • iyi bir anemnez ve fizik muayene, tıbbi özgeçmişi, allerjileri, bu gebelikteki diğer uitrasonları ve son yemek yediği saat öğrenilmelidir
          • Genel olarak, şiddetli plasentanın erken ayrılma durumunda en iyi tutum bebeğin doğurtulmasıdır
          • Sher's grade l- genel doğum protokolü
          • Sher's grade 2-durumun aciliyetine göre değişir
          • Sher's grade 3- eğer anne de genel sağlık durumu iyiyse vaginal doğum tercih edilir.
          • Travmalarda hasta en az 4 saat yatırılarak takip edilmeli, fetal durum değerlendirilmelidir.
          • Sol yanına yatırılması venöz dönüşü ve kalp kan pompalama kapasitesini % 30 artırabilir
          • Bebek oksiyensizliğe hassas olduğundan ve gebelikte oksijen tüketimi % 20 arttığından oksijen verilmeli
          • Durum acil ise annenin genel durmunun düzeltilmesini takiben sezaryen yapılabilir

          AKTİVİTE
          Durum belirlenene kadar yatak istirahat!

          DİYET
          Sezeryan olasılığı ortadan kalkıp, durumu belli olana kadar ağızdan gıda almamalı

          HASTANIN EĞİTİLMESİ
          Erken gebelik haftalarında ve doğumu gerektirmeyecek derecede hafif plasentanın erken ayrılmasında anne ve baba adayına riskler anlatılmalıdır.


          ÖNLEM/ KAÇINMA
          •Mümkün olduğunca risk faktörleri ortadan kaldırılmalı


          BEKLENEN GELİŞME VE PROGNOZ
          • % 0,5 ile % l arası bebek ölümü görülür.
          • Travma sonucu plasenta nın erken ayrılması olmuş ise % l anne ve % 30- 70 bebek ölümü riski vardır.

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            Konu: Dahiliye ek 1

            Acil göz hastalıkları


            GÖZ YARALANMALARINDA KORUNMA VE İLKYARDIM

            Biliyor musunuz ki, göz yaralanmalarının (kazalarının) %90'ı önlenebilir. Yine biliyor musunuz ki göz kazalarının (yaralanmallarının) %45'ı ev oritamında olur. İster evde, ister okulda, ister işte, ister oyunda, nerede olursanız olun, görmenizi koruyacak her önlemi almalısınız. Bu küçük broşürde, gözlerinizi yaralanmalardan korumak için bazı öneriler vereceğiz. Elbette bir kaza olduğunda sorunu tek başınıza çözemeyebilirsiniz. 0 durumda en yakınınızdaki hekime başvurmanız gerekecektir. İlk yardım yapıldıktan sonra sorununuzu hekiminizle paylaşabilirsiniz.

            Göz Yaralanmasından Korunma

            Göz yaralanmasına bağlı görme kaıyıplarını önlemede ilk ve en önemli adım yaralanmayı engellemektir.

            Evde ne yapalım?

            Günlük yaşantımıızda kullandığımız pek çok madde gözle değdiğinde ciddi yanmalarlyanıklar yapar. 0 nedenle; spreyleri kullanırken (saç spreyi, sprey deodorant, spreyli temizlik araçları) Çok dikkatli olun ve gözünüze gelmemesi için çıkış deliğini dışarıya ve göz seviyesinden aşağıya ayarlayın.

            * Kimyasal sıvılar , deterjanlar, amonyak türü maddelerin (temizlikte ve diğer amaçla kullanın) kulianma kılavuzlarını dikkatlice okuyun. Her kullarııştan sonra ellerinizi iyice yıkayın ki, göze bulaşma olmasın.

            *Yağda kızartma yaparken, kızgın yağın sıçramasını önlemek için tencere ve tavaya kapak kullanın.

            * Çok kuwetli kimyasal kullanmanız gerektiğinde göze teması engellemek için gözlük {mümkünse özel gözlük) kullanın..

            *Güneş lambaları (ultraviyole) kullanırken opak camlı gözlük kullanın.

            *Özellikle çocuklar çevrede iken bıçak, çatal gibi araçların kullanımına özen gösterin.

            İşyerinde

            Pek Çok cisim ummadığımız şekilde uçarak gözünüze çarpabilir ve göze zarar verir.

            *İşinizde metal ya da diğer parçacıkların göze çarpma riski varsa (marangoz, demirci) mutlaka özel iş gözlüğü kullanmalısınız.

            *Kaynağa bakmak çok tehlikelidir. İşiniz bunu gerektiriyorsa özel gözlük kullanmalısınız.

            *Tanımadığınız bir aleti kullanırken mutlaka kullanım kılavuzunu okumalı ya da yardım istemelisiniz.

            *İşe başlarken "gözlerimi uçan parçacıklardan, dumandan, tozdan nasıl korurum?" diye düşünmelisiniz.

            Çocuklarla

            Uygun biçimde kullanimazsa pek çok oyun ve oyuncak göze zarar verebilir

            *Çocuklara oyuncak seçerken yaşlarını ve sorumluluk alma derecelerini gözönünde bulundurun. Özellikle çat- pat, dart ve oyuncak tabancaları satın almayın. Ayrıca çocukların kağıt külah içinden üfleyerek uzağa fırlattıkları kağıt parçaları ile oluşturdukları bir oyun ülkemizde çok yaygındır. Bu kağıt parçalarının içine iğne koyabilmektedirler. Bu çok tehlikelidir. Bu oyunu yasaklamalısınız.

            *Çocukların tehlikeli bir oyun oynadıklarını gördüğünüzde bunları engellemelisiniz: Kartopu gibi, sönmemiş kireç kalıntılarına taş atmak gibi, şişelerle koşmak gibi.

            *Çocuklara makas gibi, kalem gibi tehlikeli olabilecek cisimleri nasıl kulianacaklarını öğretmelisiniz.

            Bahçede/Tarlada

            *Buğday başakları da dahil pek çok bitki çarptığında göze zarar verir. Özellikle dikenleri varsa. AIçak dallı ağaçların yanında dikkatli olunmalıdır.

            *Odun kırma işlemi, fırlayan parçacıklar nedeniyle önemli bir yaralanma nedenidir. Özel dikkat belki de gözlük takılması gereklidir.

            Havaifışek

            Havaifişekler her yaş grubu için çok önemli bir göz yaralanması nedenidir.

            *Patlayıcı olan türleri kullanılmamalıdır.

            *Çocukların havaifişek ile ilişkisi olmamalıdır.

            *Havaifışek atılırken yakınında olunmamalıdır.

            Tüm öneriler bir uzun listeden kısa bir derlemedir. Biliniz ki; bir işi yaparken "gözü nasıl korurum?"diye düşünmeniz bile yeterli ve önemli bir önlemdir.

            İLK YARDIM

            İlk yardım ve hemen sonrası gerekli yere başvuru önemlidir.

            Göze Birşey Kaçtığında

            Asla gözünüzü oğuşturmayın. Üst göz kapağını kirpiklerden tutarak alt göz kapağının derinliklerine kaçan kaçan cismi hareket ettirecek ve birkaç kez göz kırpmak ile cisim gözden çıkacaktır. Gözlerinizi açıp soğuk suyla gözü yıkamanız da yararlı olur. Eğer çıkaramazsanız, uğraşmayın ve hekime başvurun.

            Göze Sert BIr Çarpma Olmuşsa

            *Ağrı ve şişmeyi önlemek için hemen, 15 dakika süreyle soğuk baskı uygulayın (buz ya da soğuk suya batırılmış havlu ya da bez parçası ile).

            Göz ya da Kapaklarda Kesi Varsa

            *Gözü gevşek olarak bandlayın ve hemen hekime başvurun. Asla baskı uygulamayın, gözü oğuşturmayın.

            Kimyasal Yanıklar

            Gözü hemen suyla yıkayın. Bu sırada göz kapaklarını açmanız gerekir. Başı temiz bir su kaynağının (kabın) içine sokup gözlerinizi açarak da yapabilirsiniz. Bu işlem en az 15 dakika sürmelidir. Bu arada gözün oynatılması (sağa-sola, yukarı-aşağı), iyice yıkanmasını sağlar. Kapama uygulamayın. Yıkadıktan sonra hekime başvurun.

            UNUTMAYIN erken, doğru tedavi ile görme korunur ancak yine unutmayın ki, korunma ve ilk yardım Çok daha önemlidir.

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              Konu: Dahiliye ek 1

              Adams stokes sendromu

              Geçici komplet kalp bloğuna (İnfranodal AtriyoVentriküler Blok) bağlı olarak gelişen ve hipotansiyonla beraber ciddi bradikardi veya asistoliyle sonuçlanan senkop durumudur.
              Genel bilgi
              Kalpten çıkan uyarının atriyoventriküler düğümü (AV Nodu) normal geçtiği halde, ventriküllerin özelleşmiş ileti sisteminde / His demetinde veya kardiyak ileti sisteminin her üç fasikülünde engellendiği AV blok olarak tanımlanabilecek olan İnfranodal AV Blok, ileri yaşta olan hastalarda sık görülür. Bayılma ve Konvülsiyon ile sonuçlanabilir. Eğer bu senkop infranodal bloğa bağlı ise Adams Stokes Krizi olarak adlandırılır. Adams Stokes Krizi, habersiz ortaya çıkar ve kısa sürer. Ancak, krizler giderek sıklaşma eğilimi taşır. Dakika nabız sayısı genellikle 20- 50 arasındadır. Juguler venöz nabızda "Dev A Dalgaları" farkedilebilir.
              Etkilenen sistemler nelerdir ?
              Kalp ve Damar Sistemi , Sinir Sistemi
              Belirtileri nelerdir ?
              Akut bradikardi (20-50/dk)
              Hipotansiyon
              Solukluk
              Pozisyon veya efora bağlı olmayan duygu veya bilinç kaybı
              Senkop veya senkopa benzer semptomların aniden oluşumu (çarpıntı olsun veya olmasın)
              Juguler venöz nabızda dev A dalgaları.
              Nedenleri nelerdir ?
              İlaçlar
              * Kalsiyum kanal blokerleri
              * Beta blokerler
              * Digoksin
              * Ouabain
              * Propafenon
              * Klonidin

              AV nodu tutan myokardiyal iskemi
              Kalp ve ileti sistemini tutan infiltratif veya fibröz hastalıklar (Amiloid,Sifilis, Tümör)
              Yaşa bağlı AV nodun dejenerasyonu
              Nöromuskuler hastalıklar (myotonik musküler distrofi veya Kearns-Sayre Sendromu)
              Risk faktörleri nelerdir ?
              Kalsiyum Kanal Blokerleri, Beta Blokerler , Digoksin, Ouabain, Propafenon , Klonidin vb ilaçların kullanımı.
              Koroner arteryel hastalık
              AV nod disfonksiyonu
              Akut myokard infarktüsü (özellikle akut sağ koroner arter oklüzyonu)
              Amiloidoz
              Chagas hastalığı
              Kalbi tutan bağ doku hastalıkları (sistemik lupus eritemotosus, romatoid artrit)
              Patolojik bulgular nelerdir ?
              Serum digoksin düzeyleri artmış. Serum kardiyak enzimleri artmış. EKG, olayın monitorizasyonu veya Holter monitorü, yavaşlamış ve ventriküler kaçaksız geçici tam kalp bloğunu gösterir.
              Yapılabilecek testler nelerdir ?
              Elektrokardiyografi
              Monitorizasyon
              Holter Monitorizasyon
              Tanısal işlemler nelerdir ?
              Koroner iskemiyi ekarte etmek amacıyla koroner kateterizasyon
              AV nodu ileti durumunun değerlendirilmesi amacıyla elektrofizyolojik testler
              İnfiltratif hastalıktan kuşkulanıldığında myokard biyopsisi
              Bakım ve önlemler nelerdir ?
              Monitorizasyonun gerektiği durumlarda hospitalizasyon.
              Devamlı tedavi, ambulatuar takip.
              İşlemler boyunca kardiyak monitorizasyon
              İşlemler boyunca mevcut trans-torasik pace
              İşlemler boyunca atropin
              İşlemler süresince geçici pace-makerin yerleştirilmesi ihtimali
              Geçici tam kalp bloğu geri dönüşümsüz olduğu zaman kalıcı pacemaker uygulaması
              Tanı konulduğunda tanı ile ilgili ve pace yerleştirildiğinde bununla ilgili hastaya yeterince bilgi sağlanmalıdır.
              Tedavi yolları nelerdir ?
              Atropin, 1 mg İV puşe tarzında, tam kalp bloğuyla beraber olan hipotansiyonda verilir. Toplam doz 2 mg oluncaya dek tekrarlanabilir Epinefrin, 1 mg 1:10.000 İV puşe halinde asistoli ile birlikte olan tam kalp bloğunda verilir, her 5 dakikada bir tekrarlanabilir. İsoproterenol damla halinde 1 mg , 250 ml % 5 dextroz veya normal serum fizyolojik ile dakikada 5 mikrogram perfüzyon şeklinde, atropin verilmesine karşın hipotansiyon ve bradikardi devam eden hastalarda Tam infranodal AV Blok için tek tedavi ; sağ ventrikül endokardına , ihtiyaç duyulduğu anda uyarı verecek olan demand-pace maker yerleştirilmesidir

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                Konu: Dahiliye ek 1

                ADDİSON HASTALIĞI:BÖBREKÜSTÜ BEZİ YETERSİZLİĞİ

                TEMEL BİLGİLER

                TANIMLAMA

                Böbreküstü bezinin primer hastalığına bağlı yetersiz çalışması surumudur.Böbrek üstü bezinin tamamının veya bir kısmının hasarı nedeniyle oluşur. % 80 vakada bağışıklık sisteminde bozukluk ana sebeptir. Tüberküloz ikinci sıradadır. AİDS, son yıllarda artan nedenlerdendir
                • Sürrenal krizi- Böbrek üstü bezini yetmezliğinin ani ve şiddetle gelişmesi sonucu oluşan ciddi bir taplodur.
                • Genetik: Genetik geçiş ispatlanmıştır.
                • Yaş: Her yaşta görülebilir
                • Cinsiyet: Kadınlarda daha fazladır

                BELİRTİ VE BULGULAR
                • Kuvvetsizlik
                • Yorgunluk
                • Kilo kaybı
                • Tansiyon düşmesi
                • Deride koyulaşma
                • Zayıflama
                • Kusma
                • İshal
                • Soğuğa toleransın azalması

                NEDENLERİ
                •Bağışıklık sisteminde bozumaya bağlı böbrek üstü yetmezliği
                •Sebebi bilinmeyen böbrek üstü bezi yetersiz büyümesi
                • Mantar hastalığı (histoplazmoz. blastomikozis)
                • Sarkoidoz hastalığıının böbrek üstü bezine sirayet etmesi
                • Böbrek üstü bezi içine kanama
                • Hemokromatozis hastalığı
                • Ameliyatla her iki böbrek üstü bezinin alınması.
                • Böbrek üstü bezi tümörleri
                • Bazı hastalıklara(Tüberküloz Sarkoidoz vs) bağlı böbrek üstü bezinine protein tabiatında madde birikmesi (Amiloidoz)
                •AİDS

                RİSK FAKTÖRLERİ
                • Bağısıklık sisteminde bozukluğa bağlı Böbrek üstü yetmezliğinde aile hikayesi vardır
                • Uzun süre steroid kullanımı, ciddi infeksiyon, travma veya cerrahi işlemler sonrası

                TANI

                LABORATUAR
                • Düşük serum sodyumu (130 mEq/ L'den az)
                • Yüksek serum potasyumu (5 mEq/l_'den fazla)
                • BUN yükselir
                • Kortizol düşer, renin yükselir
                • ACTH seviyesi yükselir
                • Orta derecede nötropeni

                ÖZEL TESTLER
                • Cosyntropin adlı madde 0,25 mg damardan injekte edilir.Enjeksiyondan önce ve sonra kortizol seviyesi ölçülür. Addison hastalığında düşük veya normal bulunur.

                GÖRÜNTÜLEME
                • Batın bilgisayarlı tomografisimde böbrek üstü bezlerinde anormal büyüklük veya küçüklük.
                • Batın grafisinde böbrek üstü bezinin olduğu bölgede kireçlenme odakları.
                • Göğüs grafisi: kalp konturlarının küçülmesi


                TEDAVİ
                • Ayaktan tedavi hafi veya orta vakalrda yapılır
                • Adrenal krizde hastaneye yatırmak şarttır.

                GENEL ÖNLEMLER
                . Adrenal yetmezliği, glukokortikoid ve mineralokortikoid ile tedavi edilir

                AKTİVİTE
                Tolore edebildiği kadar

                DİYET
                Sodyumve Potasyum dengesi sağlayacak diyet önerilir.

                TERCİH EDİLEN İLAÇLAR

                • Hidrokortizon Fludrokortizon Prednisone gibi kortizon preparatları kullanılır.
                • Karaciğer hastalığı olanlarda doz azaltılır.
                • Kullanılan doz yavaş yavaş azaltılır

                ÖNLEM / KAÇINMA
                • Addison hastalığının önlemi bilinmemektedir.

                BEKLENEN GELİŞME VE PROGNOZ
                • Uygun tedavide sonuçlar iyidir
                • Aktuf tüberküloz ve mantar infeksiyonlarında ilaç tedavisi gerekir

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  Konu: Dahiliye ek 1

                  Adele kas krampı kramp

                  Kramp aslında bir doku spazmıdır. Burada doku kasılır ve ani ve şiddetli ağrıya yol açar. Özellikle yaygın bir kramp çeşidi uyku sırasında baldır adalelerinde meydana gelir. Fakat fazla yüklenme, incinme, adale zorlanması (gerilmesi) veya uzun süre aynı pozisyonda kalmak adale kramplarına yol açabilir. Bunlar sıklıkla, sıcak havada oynanan spor karşılaşmalarında aşırı yorulan ve susuz kalan sporcularda görülür.

                  Belirtiler

                  - Ani ve keskin adale ağrısı, çoğunlukla bacaklarda

                  - Cildin altında çarpılmış bir adale dokusu yumrusu görülmesi

                  Belirli aktiviteler karakteristik olarak profesyonel kramplar denilen kramplara yol açar. Yazar krampı klasik örnektir -yazan elin başparmağı, işaret ve orta parmakları uzun süre sıkıcı kalem tutma sonucu kramp duygusu yaşar. Geçmişte saatçi ve terzi krampları çok görülürdü.

                  Hemen herkes şu veya bu zamanda adale krampı geçirir yine de çoğu kimseler için bunlar sadece ara sıra karşılaştıkları önemsiz bir rahatsızlık nedenidir. Fakat diğerleri için adale krampları, özellikle geceleri, rahatsız edici bir problemdir. Eğer uykunuzu bölen sık ve şiddetli kramplarınız varsa doktorunuza danışın.

                  Krampların belirgin bir tipi olan bacakta dolaşım bozukluğu nedeniyle zaman zaman topallayarak yürüme (intermitent klodikasyon) harekete bağlı olup baldırlara yeterli kan gitmemesine bağlıdır. Bacaklarda harekete bağlı krampların bir diğer çeşidi omurgada sinir sıkışması ile bağlantılıdır. Eğer hareket sonucu bacaklarda kramp olayı sürekli tekrarlanıyorsa doktorunuza gidin, Diüretik (idrar söktürücü) kullanımı ve aşırı terleme nedeniyle potasyum kaybı genellikle adale kramplarının nedeni olarak belirtilir fakat sık rastlanan bir neden değildir.

                  Tedavi

                  Kramp meydana geldiğinde etkilenen adaleyi germeye çalışın. Yumuşak bir tavırla düzeltin. Çünkü kasılan adaleyi germek genellikle derhal rahatlamayı sağlayacaktır. Etkilenen kasa kompres ve masaj yapmayı deneyin. Sıcak banyoya daldırmak veya sıcak kompres koymak da rahatlatabilir.

                  Soğuk kompres de adale spazmını azaltabilir veya gergin bir adaleyi gevşetebilir. Bazen, kramp giren adalelerin karşısındaki adaleleri istemli olarak kasmak ağrının şiddetini azaltabilir. örneğin, eğer bacağınıza kramp girdiyse ayağınızın ucunu dizinize doğru büküp ağrı azalana kadar orada tutun.

                  Koruma

                  Susuz kalmaktan sakının. Fiziki çalışmalardan önce ve sonra açılma egzersizleri yapın ve kaslarınızı haddinden fazla yormayın

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    Konu: Dahiliye ek 1

                    ADET GÖREMEME: AMENORE

                    TANIM:

                    14 yaşına kadar meme büyümesi, tüylenme gibi sekonder sek-s karakterlerinin gelişmemesi veya 16 yaşına rağmen ilk adetin görülmemesi veya normal adet gören kadında 3 siklus boyunca adet olmaması amenore olarak adlandırılır. Hayatında hiç adet görmemiş ise buna primer amenore, daha önceden düzenli adet gören kadında adetin kesilmesine de sekonder amenore adı verilir.

                    NORMAL ÜREME FİZYOLOJİSİ:
                    Siklus, son adet tarihinin ilk gününden bir sonraki adet tarihinin ilk gününe kadar geçen süredir. Normalde bu süre 28 gün olmasına karşın 21 ile 35 gün arası normalin alt ve üst sınırlarıdır.
                    28 günde bir adet gören, yani siklusu 28 gün olan bir kadının ovulasyon (yumurtlama günü) sıklıkla (şart değil) 14. gündür. Her adetin ilk günü beyinde hipotalamustan salgılanan GnRH adlı hormon, hipofizden folikül stimule edici (uyarıcı) hormon (FSH) salgısını uyarmaya başlar. FSH etkisiyle yumurtalıklardan birinde yeni bir folikül (yumurta hücresini barındıran yapı) olgunlaşmaya başlar. Bu folikül olgunlaştıkça östrojen hormonu üretimi artar, östrojen üretimi arttıkça hipofiz bölgesinden salgılanan luteinizan hormon (LH) miktarı artar.
                    Folikül olgunlaştıkça giderek içi sıvı dolu ufak bir kese haline gelir.Folikül yaklaşık olarak 16-20 milimetre çapına eriştiğinde östrojen hormonu da kanda maksimum seviyeye ulaşır ve bu da LH seviyesinin giderek daha da artmasına neden olur. LH piki (LH'ın en yüksek seviyeye ulaştığı an) olduğunda folikül çatlar ve içindeki oosit (yumurta hücresi) serbestleşerek Fallop tüpünün içine girer.
                    Folikül çatladıktan sonra "çatlama bölgesinde" corpus luteum (sarı cisim) adı verilen bir yapı oluşur ve bu yapı bu defa östrojen hormonuna ek olarak progesteron hormonu da üretmeye başlar. Gebelik oluşmazsa bu yapının işlevi 14 günde biter. Gebelik oluştuğunda ise gebelik ürününü "desteklemek" için bu yapı yaklaşık 10. haftaya kadar progesteron salgılamaya devam eder. 10. haftadan itibaren "gebelik ürünü" kendi progesteronunu kendisi üretebilecek hale gelir ve görevi devralır.
                    Uterusun içi endometrium adı verilen bir tabakayla kaplıdır. Endometrium östrojen etkisiyle kalınlaşır ve yumurtlama sonrası devreye giren progesteron hormonunun etkisiyle döllenmesi muhtemel bir yumurta hücresinin implantasyonu (yerleşmesi) ve gebeliğin başlaması için elverişli duruma getirilir.
                    Corpus luteumun ömrü siklus kaç gün olursa olsun her kadında 14 gündür. Bu süreye yaklaştıkça corpus luteumun progesteron salgısı giderek azalır ve kandaki progesteron iyice azaldığında endometrium tabakası desteğini kaybederek "dökülmeye" başlar. İşte bu dökülme kanamayla birlikte olduğundan adet kanaması adını alır.
                    Corpus luteum ömrünün kısıtlı olmasının özel bir anlamı vardır: 28 günde bir adet gören bir kadında ovulasyon 14. günde olmaktadır, demek ki kadın örneğin 30 günde bir adet görüyorsa bu kadında 30-14=16. gün ovulasyon günüdür. Aksine 26 günde bir adet gören bir kadında 26-14=12. gün ovulasyon günüdür.

                    AMENORE: ADET GÖREMEME SEBEPLERİ:

                    •Asherman sendromu: Geçirilmiş kürtajlara bağlı olarak rahim içinde yapışıklıklar olur ve amenore yanında normal fakat miktar olaarak azalmış adetler olabilir.Tedavisi olayın şiddetine göre değişir.
                    •Gelişim Bozuklukları: Müllerian agenez olarak da bilinir. Burada gelişimsel olarak rahim, tüpler ve vajenin üst kısmı yoktur. Vajen kör bir sonla noktalanır.Over fonksiyonları normaldir ancak kanama olmaz.
                    •Androjen Duyarsızlığı, testiküler feminizasyon: Kişi genetik olarak erkektir ancak erkeklik hormonuna karşı duyarsızlık olduğundan kişinin batın içinde testisleri olmasına rağmen dış görünüşü kadın gibidir.Durum fark edildiğinde testisler alınmalıdır.
                    •Turner Sendromu: Kişide genetik bir bozukluk vardır. 46 yerine 45 kromozom bulunur
                    •Gonadal agenez: Kişide overler gelişmemiştir.
                    •Resiztant over sendromu: Kişide over olmasına rağmen bu hormonlara karşı dirençlidir.
                    •Prematür over yetmezliği: Erken menopoz olarak da bilinir.
                    •Radyasyon ve kemoterapi: Tedavilere bağlı olarak overler fonksiyonlarını yitirir.
                    •Hipofiz tümörü: Hipofiz bezinden kaynaklanan bir tümör nedeni ile hormonal düzen bozulur. En sık prolaktinom görülür. Burada süt hormonu olan prolaktinom fazla miktarda salgılanır ve bu diğer hormonların salınımını bozacağından adet düzenini bozar ve kısırlığa sebep olabilir. En sık bulgu memelerden kendiliğinden süt gelmesidir.Eğer tümör 10 mm'den büyükse cerrahi gerekebilir. Diğer durumlarda ilaç tedavisi yeterli olur.
                    •Sheehan Sendromu: Doğum sonrası kanamaya bağlı olarak hipofiz bezinde enfarktüs olur ve hormon salgılanması bozulur.
                    •Hipotalamik amenore: Daha öncede belirtildiği gibi stres, üzüntü, kilo değişimi gibi nedenlere bağLı olarak görülür.

                    TANI METODLARI:

                    Gerek primer gerekse sekonder amenore mutlaka araştırılması gerek önemli bir durumdur. Amenore şikayeti ile gelen bir kadında ilk önce hormon testleri yapılmalıdır. Burada Tiroid hormonları, prolaktin ve bazı kadınlık hormonlarına bakılır.
                    İkinci adımda bir progesteron challange test (PCT) yapılır. Bu testte kadına 5 gün süreyle progesteron hormonu verilir ve ilaş kesilir.1 hafta içinde kanama olur ise vücütta yeterli miktarda östrojen var demektir. Östrojen varlığı anovülasyon tanısını yani yumurtlama olmaması tanısını koydurur. Gebelik ya da yüksek miktarda erkeklik hormonu varlığında vücutta östrojen olmasına rağmen kanama olmaz. Anovilasyon tanısı konduktan sonra bu teşhise yönelik tedavi protokollerinden biri seçilir.
                    Eğer PCT ile kanama olmaz ise ya vücutta östrojen yetersizdir ya da kanama yollarında bir tıkanıklık vardır. Bunu anlamak için östrojen ve progesteron siklik olarak verilir. Bu tedavi sonucu kanama olursa bir sonraki aşamaya geçilir eğer bu tedavi ile kanama olmaz ise tıkanıklık düşünülür. En sık sebep kürtaj sonrası meydana gelen yapışıklıklardır. Tedavisi cerrahi işlemledir.
                    Bir sonraki adımın amacı over ya da beyinde ki hormon salgılama merkezlerindeki defekti bulmaktır.Bu durumda gonadotropin ve östrojen değerlerine bakılır.Over hormonları normal ve beyinden salgılanan hormonlar yüksek ise beyinde horman salgılayan bir kitle ya da yumurtalıklarda yetmezlik söz konusu olabilir. Bu durum son derece nadir görülür. Prematür over yetmezliği ya da yaygın adı ile erken menopoz son derece nadir görülen bir olaydır ve bağışıklık sistemi ile ilgili olabileceği düşünülmektedir. Zaman zaman bu durumgeri dönüşümlü olabilir.
                    Bazı durumlarda ise beyinden salgılanan gonadotropin adı verilen hormonlar normal düzeyde bulunabilir ancak bu hormonlar biyolojik olarak inaktif olduklarından yumurtalıkları uyaramazlar ve amenore ortaya çıkar.
                    Eğer tüm tetkikler sonucu bir neticeye varılamıyor ise bu durumda hipotalamik amenoreden söz edilir. Bu durumun kesin taanısı olanaksızdır. Psikolojik faktörler, ani stres, üzüntü, ani kilo kaybı, yoğun egzersiz, hava değişimi gibi faktörler bu duruma yol açabilir.

                    TEDAVİ:
                    Konunun tanımından ve Amenore sebeplerindende anlaşıldığı gibi,Amenore 'nin tedavisi tamamen altta yatan sebebe bağlıdır.

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      Konu: Dahiliye ek 1

                      Adet öncesi gerginlik


                      Adet kanaması yaklaşırken kadınların %75'inde değişen hormon düzeylerine bağlı olarak bazı şikayetler ortaya çıkar.Bu kadınların yarısında yakınmalar hafiftir ve kişinin günlük yaşantısını etkilemez. Diğer yarısında ise depresyon da dahil olmak üzere çok daha ciddi şikayetler ortaya çıkar. (Premenstrüel Sendrom, PMS)


                      Adet kanaması yaklaşırken kadınların %75'inde değişen hormon düzeylerine bağlı olarak bazı şikayetler ortaya çıkar.Bu kadınların yarısında yakınmalar hafiftir ve kişinin günlük yaşantısını etkilemez. Diğer yarısında ise depresyon da dahil olmak üzere çok daha ciddi şikayetler ortaya çıkar. Premenstrüel şikayetler fizyolojik ya da psikolojik olabilir ve kültürel farklılıklardan etkilenebilir. PMS hem fizyolojik hem de psikolojik olayların bileşkesidir. Çalışmalar değişik kültürlerden gelen kadınlarda farklı şikayetlerin ortaya çıktığını göstermektedir. Uzakdoğulu kadınlarda en sık rastlanılan şikayet ağrı iken gelişmiş batı toplumlarında depresyon en sık karşılaşılan bulgudur. Kişinin sosyal yaşamını olumsuz etkileyen ve her ay görülen yakınmalar kadının kendine olan güvenini yitirmesine dahi neden olabilir.
                      Fiziksel belirtiler
                      PMS bulguları veren kadınların hemen hemen hepsinde memelerde hassasiyet ve hafif geçici kilo artışı saptanır.Diğer belirtiler ise sindirim sitemi bozuklukları, başağrısı, döküntüler, kas ve eklem ağrıları, halsizlik, diş eti kanamaları, çarpıntı, denge bozuklukları, sıcak basmaları, ses ve kokulara aşırı hassasiyet, ajitasyon, uykusuzluk olarak sayılabilir. Adet kanamasının ağrılı ya da fazla olması yani dismenore PMS olarak değerlendirilmez.
                      Duygusal belirtiler
                      Duygusal hipersensitivite PMS de çok sık görülür. depresyondan endişeye ve aşırı sinirliliğe kadar pekçok değişik duygu durumu olabilir. Bazı kadınlarda hafif hafıza kaybı görülebilir. Konsantrasyon bozukluğu PMS'de nadir olmayan bir durumdur. Bazı kadınlarda görülen depresyon hali, huzursuzluk ve gerginlik tablosuna premenstrüel disforik bozukluk (PMDD) adı verilir.


                      Nedenleri
                      PMS nedenlrini bulmaya yönelik çalışmalar bu tablonun altında yatan faktörleri tam olarak ortaya koyamamıştır.Ancak bazı teoriler mevcuttur. Ovülasyonu baskılayan bazı hormonların verilmesi halinde PMS belirtilerinde gerileme olmaktadır. Buna göre üreme hormonları PMS'ye neden olabilir, ancak bu rolün ne olduğu açıklanamamıştır. PMS'nin bu hormonlar ile sinirlerde iletimi sağlayan bazı maddelerin ortak hareket etmesi sonucu ortaya çıktığı yönünde güçlü bulgular vardır. En çok suçlanan maddeler GABA ve serotonin adı verilenlerdir. Bazı araştırmacılar ise kalsiyumve magnezyum dengesindeki bozukluğun PMS tablosuna yol açtığına inanmaktadırlar. Bu iki mineralin vücuttaki dağılımı sinir hücreleri arasındaki iletişimi etkileyerek tabloya neden olabilir. Bu araştırmacılar PMS'li kadınlarda magneyum eksikliği ya da kalsiyum fazlalığının şikayetleri yarattığını öne sürmektedirler. PMS etiyolojisinde öne sürülen bir diğer neden de stress hormonlarıdır.Bu hormonların fazlalığı şiakyetlerin daha yoğun yaşanmasına neden olabilir. PMS etiyolojisinde vücutta salgılanan hemen hemen tüm hormon ve maddeler suçlanmaktadır. Ancak kanıtlanmış bir neden bulunamamıştır.


                      Kimlerde görülür
                      PMS tüm dünyada bütün kültürlerde rastlanılan bir durumdur.Yapılan bir çalışmada kadınların %88'inde değişik düzeylerde PMS bulgularına rastlanmıştır. Yaş arttıkça şikayetlerin şiddeti azalmakta ancak çocuk sayısı ile birlikte şiddet artmaktadır.Annesinde PMS olan kadınlarda da şikayetlere daha sık rastlanmaktadır. PMS bazı hastalıkların da şiddetini arttırabilir. Örneğin migreni olankadınlarda atakların büyük bir kısmı adet öncesi döneme rastlamaktadır. Yine şeker hastalarında kan şekeri düzeyleri ve insülin ihtiyacı adet öncesi dönemde değişiklikler gösterir. Astım atakları daha sık görülür ve pekçokkronik hastalık alevlenmeler gösterir. Bu dönemde kişinin çevresi ile olan uyumu bozulur işte veya evde ilişkide bulunduğu kişiler ve çocukları ile arası bozulabilir. Ergenlik dönemindeki genç kızlarda intihara olan eğilim artabilir. Yeme bozukluklarına rastlanabilir.


                      Tanı
                      PMS tanısı pozitif bulgulara dayanmaz. Tanı için en güvenilir yol 2-3 ay süre ile şikayetleri kaydetmek ve şiddetlerini skorlamaktır. Şikayetler fiziksel ve ruhsalolarak ayrılmalı ve ne zaman başlayıp ne zaman bittiği düzenli şekil de kaydedilmelidir.


                      Tedavi
                      PMS nedeni tam olarak bilinmediği için tedavisi de kesin değildir. Bu konuda çok değişik tedavi yaklaşımları mevcuttur.
                      Diet: Azar azar ve sık sık yemek yemenin şikayetleri azalttığı yönünde raporlar vardır.Adet öncesi dönemde taze meyve ve sebze tüketilmesi, kırmızı et ve donmuş yağlardan uzak durulması, içinde katkımaddesiiçeren besinlerin tüketilmemesi bazen yararlı olabilmektedir. Aynı şekilde kafein ve alkol tüketiminin azaltılması da faydalı olabilmektedir.
                      Egzersiz: yapılan bir çalışmada egzersiz yapmayan kadınlarda PMS'ye daha sık rastlandığı bulunmuştur. Hergün yapılan 30 dakikalık bir yürüyüş yararlı olabilir.
                      Kalsiyum ve Magnezyum: Günlük 1200 mg kalsiyum alımının 3 ay sonunda şikayetleri yarı yarıya azalttığını bildiren bir çalışma vardır. Bazı kadınlarda ise magnezyum desteğinden fayda sağlanmışıtr.Ancak bu konuda kesin bulgular henüz yoktur.
                      Vitaminler: A, E ve B6 vitaminlerinin PMS'ye neden olduğu ileri sürülmüş olsa da kesin olarak kanıtlanmış bir bulgu yoktur.
                      Diğer tedavi seçenekleri arasında seratonin metabolizması ile ilgili ilaçlar, hormon ilaçları, antidepresan ve anksiyete gibi psikiyatrik ilaçlar, idrar söktürücüler, erkeklik hormonları sayılabilir ancak bunlardan hiçbirinin kesinleşmiş faydası yoktur.
                      Diğer nadir tedavi yaklaşımları arasında ise psikoterapi ve akupunktur bulunur.

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        Konu: Dahiliye ek 1

                        Adetliyken cinsel ilişki

                        Adet kanaması sırasında cinsel ilişki kurulur mu ? gebe kalınır mı?

                        Bunun cevabı için adet kanamasının ne olduğunu bilmek gerekir.Adet kanaması kadın rahmi içindeki bir dokunun kanayarak dokulmesidir.Bu doku gebelik sırasında bebeğin yapıştığı ve beslenmesi için gerekli koşulları sağlayan özel bir yapıdır.İşte bu doku gebelik oluşmadığı her ay bir dahaki yumurtlamaya yeniden hazırlanması için üstteki tabakasını kanayarak doker ve alttan yeni doku oluşmaya başlar.

                        Adet kanamasına ait gerçek dışı uydurmalar;Vücuttaki kirli kan atılması gibi, zehirli olduğu,vücuttan atılmasa kişiyi zehirlediği, pis olduğu ,bu sırada ilişki kurulursa kısır olunacağı gibi bu şeyler tamamen yanlıştır.

                        Adet sırasındayken sek-s yapılıp yapılamayacağın cevabı ise koşullara ve kişilere ,vede kişilerin inançlarına göre farklılık gösterir.

                        Adet sırasında yani kadının menturasyonu sırasında eğer prezervatifsiz cinsel ilişki kurulursa kadın veya erkeğin mikrop kapma şansı olabilir.Çok nadir de olsa adet kanaması sırasında gebe kalma olasılığıda mevcuttur,bunu da göz ardı etmemek gerekir.

                        Bir çok kadın adetliyken kendilerini itici bulurlar, ve de erkeklerin bu hallerinden rahatsız olabileceklerini düşünürler,oysaki bazı rahatsız olan bunu itici bulan erkekler olduğu gibi ,bundan rahatsız olmayan, kadını adet döneminde de arzulayan ve bu sırada cinsel ilişki kurmak isteyen, cinsel ilişki kuran ve de bundan zevk alan bir çok erkekte mevcuttur.

                        Müslümanlıkta kadın adetliyken cinsellik kesinlikle yasaklanmıştır.(Bakara Suresi)

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          Konu: Dahiliye ek 1

                          Aft nedir?


                          AFT TARİFİ

                          Aft ağız içerisinde sıklıkla yanak ve dudak mukozasında, dil üzerinde, yumuşak damakta, farenkste, diş eti üzerinde görülen solgun sarı-kırmızı hale ile çevrili oldukça ağrılı ülserleşmiş lezyonlardır. Toplumun %18-20 az ya da çok aft sorunu ile karşı karşıyadır. Bayanlarda daha sıklıkla rastlanır. Aft genellikle tek olarak seyretse de aynı anda birkaç bölgede birden görülebilmektedir.

                          Aftın oluş nedenini belirlemek için çeşitli araştırma yapılmıştır. Ancak aftın oluşumunu hızlandırıcı ve seyrini kötüleştirici birçok faktör faktör saptanmasına karşın oluş nedeni tam olarak belirlenememiştir.

                          Bu nedenle aft oluşumunu hızlandıran ve iyileşmesini geciktiren faktörlerden bahsetmek mümkündür.

                          Aft oluşumunda hangi faktörler önemlidir?

                          STRES
                          Günümüzde migren, yüksek tansiyon ve gastrit gibi birçok hastalığın nedenleri arasında kabul edilen stres aft oluşmasının en önemli nedenlerinden birisidir.
                          Hanımlarda premenstural gerginlik(adet öncesi dönem) de aft oluşumunu hızlandıran faktörlerdendir.
                          YİYECEKLER
                          Turunçgiller, sirke, turşu, patates cipsi, tuzlu ve baharatlı çerezler gibi ağız mukozasını tahriş edebilen yiyecekler aft oluşumunu hızlandıran önemli faktörler arasında sayılmaktadır.Bunların yanı sıra bazı bünyeler için alerjik olabilen kara buğday, çavdar, arpa, çikolata, fındık, kabuklu deniz hayvanları, soya, domates, bazı patlıcan, elma, incir, peynir gibi yiyecekle.de aft oluşumunu hızlandırırlar.
                          TRAVMA
                          Yanak dil dudak ısırma, sert yiyeceklerin tahrişi ve yumuşak olmayan diş fırçalama işlemleri ve iyi adapte olmayan protezlerin neden olduğu vuruklar aft için uygun zeminin oluşmasına yardımcı olurlar.
                          DİŞ MACUNU
                          Diş macunlarının temizleme özelliğini artırmak için köpük yapıcı olarak yapılarına katılan "sodyum lauryl sulhate" ( SLS ) mukoza hücrelerinin yıkımını artıran tahriş edici bir kimyasaldır. SLS bu özelliği ile aft oluşumu üzerine direkt etkili olan bir maddedir.
                          Özellikle aft sorunu olan kişilerin kullanabilmesi için günümüzde daha az oranda (%1.25) SLS içeren diş macunları üretilmektedir. (Tom's of Maine Natural Toothpaste , Oral-B Sensitive Fluoride Toothpaste.)
                          SİSTEMİK HASTALIKLAR
                          Behçet Hastalığı: Genital ülser, konjuktivit, retinit, lokositoz gibi, birçok sistemik belirtiler yanında ağız içerisinde oluşan tekrarlayıcı aftlarla kendini gösteren bir hastalıktır.
                          Birçok malign ve otoümmin hastalıklarla birlikte de tekrarlayıcı aftlar görülebilmektedir.
                          DİĞER NEDENLER
                          B12 vitamini ve demir noksanlığı,sigara içme, tütün çiğnemenin gibi alışkanlıkların de aft oluşumuna katkıda bulunan önemli faktörler olduğu bilinmektedir.


                          yukarı

                          Tedavi
                          Aftlar herhangi bir tedavi uygulanmasa da genellikle 7-10 gün sonra kendiliğinden iyileşmektedir. Aft sorunu ile karşı karşıya olanların aşağıda sıralanan işlemlerden birini yada birkaçını uyguladıklarında daha rahat bir periyot geçirmeleri mümkündür:



                          Ağrıyı azaltmak ve iyileşme periyodunu kısaltmak için:
                          Sıcak, asidik ve tahriş edici gıdalardan kaçınılmalır.
                          "2% hydrogen peroxide" solusyonuna batırılan pamuk yada gazlı bez ile aft bölgesi temizlenebilir.
                          Su ile karbonat karışımından hazırlanan ince yapılı bir krem aft üzerine sürülebilir.
                          Yarım bardak suya yarım kaşık tuz ilavesi ile elde edilen solusyonla günde üç kez gargara yapılabilir,
                          Yemeklerden önce aft bölgesine "xylocaine" solusyonu ya da ağız için hazırlanmış anestezik kremler uygulanabilir.
                          Aft üzerine uygulanacak "orabase", "Gly-oxide", "Cankaid","Ambesol" gibi ağız içi kremler uygulanabilir.
                          "sucralfate" tableti ılık suda eritip gargara yapılabilir.
                          Özellikle aftı başlangıç aşamasında "tetrasiklin" tableti suda eriterek elde edilen solusyon ile gargara yapmak aftın fazla büyümesini engeller ve ağrıyı azaltır.
                          Gene aftın başlangıç safhasında bölgeye bir topikal steroid "%0.1 lik triamcinalone" uygulanması ya da steroidli bir gargara "betamethasone syrup" ile gargara yapmak aftın fazla büyümesini engeller ve ağrıyı azaltır.
                          "Chlorhexadine" gargaralar iyileşme periyodunu kısaltır.
                          "Tetrasiklin" şurup la hazırlanan 12,500 unite "nystatin", 1.25 mg "diphenhydramine", ve 0.25 mg/m "hydrocortisone" karışımı 'shotgun' solusyonu olarak kullanılabilir.

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            Konu: Dahiliye ek 1

                            ağız çene ve yüz deformiteleri

                            Ağız, Çene ve Yüz Cerrahisi ile doğuştan ya da sonradan oluşan bozukluklar başarıyla düzeltilebiliyor. Hem cerrahi tekniklerin hem de kullanılan cihazların gelişmesi ameliyatların güvenilirliğini de artırıyor.
                            Ağız-Çene ve Yüz Cerrahisi ya da uluslararası adı ile “Oral ve Maksillofasiyal Cerrahi” dişhekimliğinin son yıllarda en çok gelişme gösteren branşlarından biri olarak kabul ediliyor. Çene-yüz deformiteleri; çene eklemi ve yüz ağrıları; diş implantları; kaza ve tümörlere bağlı çene kayıplarının düzeltilmesi; çene kırıkları ve yaralanmaları; gömük dişler; spor güvenliği ve ağız kanserleri, çene cerrahisinin alanına giren konular arasında yer alıyor.

                            Çene ve yüzde oluşan şekil bozukluklarının doğuştan olabildiği gibi kazalara ya da hastalıklara bağlı olarak sonradan da ortaya çıkabildiğini belirtiliyor. Alt çene ile üst çenenin birbirine ve yüze göre uyumsuzluğunun hastalarda hem estetik hem de fonksiyonel rahatsızlıklara yol açtığına işaret ediliyor. Alt veya üst çenenin birbirine göre kısa ya da uzun olması, yüzün normalden çok uzun olması ya da kısa olması sık gördüğümüz problemler arasındadır. Ayrıca ön dişlerin kapanamamasına yol açan çene bozukluğu, alt çenenin çok belirsiz olduğu durumlar, üst çenenin çok sarkık olmasına bağlı olarak diş etlerinin gülerken çok fazla görünmesi, sadece çene ucunu ilgilendiren şekil bozuklukları da cerrahi tekniklerle düzeltilebiliyor.

                            Bu tip problemleri olan insanlar çiğneme ve konuşmada da sorunlar yaşıyorlar. Günümüzde gelişen teknoloji ile bu bozuklukların düzeltilmesinin kolay hale gelmektedir. Hem cerrahi tekniklerin hem de kullanılan cihazların son yıllardaki gelişimi bu ameliyatların başarısını ve güvenilirliğini artırmıştır.

                            En önemli gelişme, distraksiyon osteogenezisi denilen ve ortopedide sıklıkla bacak uzatmada kullanılan kemik uzatma tekniğinin çene cerrahisinde kullanılması. Bu yöntemle çocuklardaki doğumsal çene kısalıkları ve yüzün yetersiz gelişimi düzeltilebildiği gibi, tümör ve kaza sonucu büyük kemik kayıpları tedavi edilebiliyor. Yöntemin en önemli avantajları, kolay ve güvenli uygulanması ve vücudun başka bir yerinden kemik alınmasının gerekmemesi. Bu yöntemle ayrıca deri ve kaslarda kemikle birlikte uzayarak şekillenebilmekte. Kemik uzatma yöntemi ile büyük deformiteler düzeltilebildiği gibi, diş implantlarının uygulanmasına izin vermeyen çene kemiği erimeleri de tedavi edilebilmektedir. Zamanla azalan kemik miktarı diş protezlerinin uygulamasını güçleştirmektedir. Çene cerrahisi uygulamaları hem bu tip problemleri ortadan kaldıracak teknikler içermekte hem de implant uygulamaları ile dişsizlik problemini ortadan kaldırmaktadır.

                            İmlantlar

                            İmplantlar, diş hekimliğinin en güncel konularından birini oluşturuyor. Eksik dişlerin tamamlanması için titanyum yapay diş köklerinden oluşan implantlar küçük bir cerrahi girişimle çene kemiğine yerleştiriliyor.

                            Ortalama 3-6 ay sonra implantın etrafını yoğun ve sağlam bir kemik sararak sıkı bir şekilde çene kemiği içinde oturmasını sağlar. İmplantlara kron, köprü ve hareketli diş protezleri uygulanarak klasik tedavide karşılaşılan birçok problem ortadan kaldırılır. Örneğin tek diş eksikliğini gidermek için boşluğun her iki yanındaki sağlam dişlerin kesilmesi ile yapılan klasik köprü yöntemi yerine, bu boşluğun implantla doldurulmasıyla estetik ve sağlıklı sonuçlar ortaya çıkar.

                            Çene eklemi rahatsızlıkları

                            Çene eklemi nasıldır? Diğer eklemlere benzer mi?

                            Çene eklemi kafatası ile alt çene kemiğinin birlestiği yerde, kulağın hemen önünde yer alan küçük bir eklemdir. Alt çenenin hareket ve işlevlerini yapmasına izin verir. Diğer eklemlere yapı olarak benzese de çalışma biçimi olarak farklıdır ve vücutta kombine çalışarak aynı işi yapan iki eklemin olduğu başka bir bölge yoktur.

                            Kulağınızın etrafında bir ağrı var, ağzınızı da yeterince açamıyorsunuz..?

                            Çene eklemi rahatsızlıklarının değişik belirtileri vardır. Hastalar genellikle, kulak ağrısı, baş ağrısı ve ağızlarını yeterince açamadıklarından şikayetçidirler Bunun yanında ağız açıp kapama sırasında çıkan seslerden ve ağrıdan da şikayetçi olabilirler. Burada belirlenmesi gereken rahatsızlıgın nedenidir..

                            Çene eklemi rahatsızlıklarının nedenleri nelerdir?

                            Artrit çene eklemi rahatsızlığı sebeplerinden biridir. Bir yaralanmaya ya da gece diş sıkmaya bağlı olabilir. Diğer sık rastlanan bir sebep de eklem diskinin yer değiştirmesidir. Böyle bir disk, klik sesi gibi seslerin ortaya çıkmasına, çene hareketlerinin kısıtlanmasına ve ağız açma ve kapama sırasında ağrı olmasina neden olabilir. Bir travmaya ya da romatoid artrite bağlı olarak ortaya çıkabilen eklem parçalarının birbirine kaynamasi durumu ise çene hareketini kısmen veya tamamen kısıtlıyabilir.

                            Her zaman problem, eklemin kendisinde midir?

                            Stresin çene kaslarında ağrı oluşturması çene eklemi problemlerine benzer. Gece diş gıcırdatma ya da sıkma, kaslarda ağrılı spazmlara ve çene hareketlerinde zorluklara yol açar. Hastalarda kas ve eklem problemleri birlikte de görülebilir. Bu nedenlerle çene eklemi hastalıklarının teşhisi karmaşıktır ve farklı işlemler gerektirir. Tedaviyi yönlendirmesi açısından eklem problemlerinin nedeninin belirlenmesi son derece önemlidir.

                            Tedavisi mümkün mü?

                            Kronik bir rahatsızlık olması ve birden fazla sistemi ilgilendirmesi nedeni ile problemin tamamen ortadan kalkması zaman alabilir. Genellikle bir ekip çalışması gerektirir. Fizik tedavi metodları, ağıza takılan özel dişlikler, eklem içi enjeksiyon teknikleri ve gerekirse cerrahi girişimler hekim tarafından yapılan işlemlerdir ve günümüzde modern uygulamalarla çok iyi sonuçlar alınabilmektedir. Ancak bu rahatsızlığın tedavisinde hastanın kendisine de oldukça önemli işler düşmektedir.

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              Konu: Dahiliye ek 1

                              ağız içi iltihapları stomatitler

                              Ağıziçinin tipik iltihapları ağızdaki nedenlerden kaynaklanıyorsa birincil, başka hastalıklardan kaynaklanıyorsa ikincil olarak nitelenir. Stomatit ağız mukozasının akut ya da kronik biçimde iltihaplanmasıdır. Ağız mukozasında enfeksiyona yol açabilecek duruma gelmiş çeşitli mikropların varlığına bağlı olarak gelişir. Kanamalı Stomatit kolayca kanayan dişeti mukozasının kızarması ve şişmesi ile kendini belli eder. Çoğu kez genel bir hastalığa, zehirlenmeye ya da vitamin yetmezliğine bağlıdır

                              Yunanca'da stoma "ağız", itis "ilti­hap" demektir. Stomatit geniş anlamıy­la ağız içindeki bütün iltihaplan içerir. Dar anlamıyla ise gerçek ağız boşluğu mukozasıyla sınırlı olarak kullanılır. İl­tihap dildeyse glossit, dişeti mukozasındaysa jinjivit adını alır. Ağız mukozası doğrudan doğruya ağızdaki nedenlerle kolayca hastalanır. Ayrıca bazı genel hastalıkların da ilk belirtileri ağızda or­taya çıkar. Bu nedenle ağız içi iltihapları birincil ve ikincil olarak ikiye ayrılır. İlki başka hastalıklara bağlı olmadan gelişir. İkincil olanlar başka organlann hastalanmasından sonra ortaya çıkar.

                              Ağıziçi iltihabının başlıca türleri arasında ağız nezlesi ile eksüdalı, ülser­li, kangrenli, kanamalı ve aftlı iltihaplar sayılabilir.

                              • Ağız nezlesi- En sık görülen ve en az zararlı türdür. Ağızdaki yerleşik bakteri florasının, genel ve yerel çeşitli durum­lara bağlı olarak hastalık yapabilme ye­teneği kazanmasından kaynaklanır. Her yaşta görülebilir. Özellikle iyi beslen­meyen çocuklarda, diş çıkaran bebek­lerde ve kızamık, kızıl, suçiçeği, kızamıkçık gibi döküntülü hastalıklar sıra­sında ortaya çıkar. Erişkinlerde başlıca nedenleri diş taşları ve uygun olmayan diş protezlerinin kullanılmasıdır. Sindi­rim bozuklukları, yüksek ateş, örseleyi­ci yiyecekler, çok sıcak içecekler ve si­gara da ağızda bu tip iltihap yapabilir. Ağız nezlesinin sık rastlanan bir başka nedeni vitamin eksikliğidir. Artık iskorbüt ve beriberi gibi ağır vitamin yet­mezliklerinden kaynaklanan hastalıklar dengeli beslenme bilinci ve olanakları­nın bulunduğu ülkelerin gündeminden çıkmıştır. Ama yetersiz ve dengesiz beslenmeye ya da vücuttaki işlev bo­zukluklarına bağlı olarak gizli vitamin eksikliği hastalıkları görülmektedir.

                              Ağız nezlesi genellikle ağız boşlu­ğunda kırmızılıkla ortaya çıkar. Çoğu

                              kez dil ve dudaklarda yaygın ve tekdüze kızarıklıklar görülür. Hasta ağzında kuru­ma ve yanma duyar. Yutma ve çiğneme hareketleri güçleşir. Bu tip ağıziçi ilti­hapları, mikrop öldürücü gargaralar kul­lanılarak tedavi edilebilir. Ayrıca ağrı ve yanma duyumunu ortadan kaldıran hafif uyuşturucu ve mikrop öldürücü ilaçlar yararlı olabilir. İltihap vitamin eksikliğine bağlıysa tedavi eksik olan vitaminle­rin karşılanmasına dayanır.

                              • Eksüdahlı ağıziçi iltihabı
                              Mukozada üstü beyaz renkli ağır bir iltihaplanma biçiminde ortaya çıkar. Genellikle ülserli stomatitin başlangıcıdır. Başlıca nedenleri ağız nezlesininkiyle aynıdır. Bazı meslek hastalıkları ve kimyasal maddelerin yol açtığı kronik zehirlenmeler de ağızda bu tip iltihaba neden olur. Bunların başında gelen kurşun ve civa zehirlenmeleri özellikle dişeti ve bazen dil iltihabına yol açar. Ağızdaki iltihaplanma bütün vücudu etkileyen hastalıkla birlikte tedavi edilir.

                              • Ülserli ağıziçi iltihabı

                              Ağız nezlesinden de, eksüdalı ağıziçi iltihabından da ağırdır. Genellikle salgın biçiminde ortaya çıkar ve ağız boşluğunun temizliğine özen gösterilmemesi durumunda kolayca bulaşır. İltihap dişçilerinde başlar. Daha sonra bütün ağza yayılır. Diş köklerine, hatta dudaklara da yayılan sarımsı bir eksüdaya ve ağrılı şişkinliğe neden olur. Ülserli ağıziçi iltihabı Fusobacterium ve spiroketlerin etken olduğu Vincent anjini gibi yutak enfeksiyonlarına bağlı olarak ortaya çıkabilir. İlk şişkinlik evresinin ardından çok yavaş iyileşen ülser ve yaraların belirdiği bu tip ağıziçi iltihabında mikrop öldürücü gargaralar yeterli değildir. Ayrıca antibiyotik ve sülfamitlere dayanan genel bir tedavi uygulanır; bazı olgularda kortizon da gerekebilir.

                              • Kangrenli ağıziçi iltihabı
                              Ülserli tipin son evresidir. Organizmanın aşın ölçüde güçten düştüğü durumlarda görülür ve doku ölümüne yol açar.

                              • Kanamalı ağıziçi iltihabı
                              Kanamalarla ortaya çıkan ağız mukozası iltihabıdır. Genellikle ağızdaki belirli bir nedenden kaynaklanmaz. Pıhtılaşma bozuklukları, karaciğer ve kalp-damar hastalıkları, zehirlenmeler ve vitamin yetmezlikleri (niyasin ve C vitamini eksikliği) gibi genel hastalıkların bir belirtisidir. Akut lösemi, B12 vitamini eksikliğine bağlı kansızlık, tifo, sıtma gibi hastalıklar sırasında da sık görülür. Tedavi genel hastalığa bağlı olarak yürütülür.

                              • Aftlı ağıziçi iltihabı
                              Çoğu kez virüslerden kaynaklanır. Genellikle süt çocuklarında, gebe kadınlarda ve sindirim

                              bozukluğu çekenlerde görülür. Bazı insanlarda ceviz, badem, çilek gibi belirili besinlerin yenmesiyle aftlı oluşumların yinelendiği göz önüne alınırsa bu hastalığın alerjik bir boyutu da olduğu söylenebilir.

                              Hastalık titreme ve ateş yükselmesiyle birden ortaya çıkar. Daha sonra ağız boşluğunda çok ağrılı ülserlere dönüşen sıvı dolu kabarcıklar görülür. Hastalık hızlı gidişlidir ve 1-2 haftada iyileşir. Gargara biçiminde bölgesel tedavinin yanı sıra antibiyotikler ve kortizonla genel tedavi uygulanır.

                              • Kronik bakteri ve mantar enfeksiyonlarına bağlı ağıziçi iltihabı
                              Acti-nomyces ağız boşluğunda iltihaba yol açan önemli bir bakteri grubudur. Bu bakteriler ağızdaki kemik ve kas dokusuna yerleşir. Oluşturdukları fistüllerden çıkan irin çok miktarda tipik tanecikler içerir. Bu bakterilerin giriş yollan genellikle diş çürükleridir.

                              Oldukça sık rastlanan pamukçuk ağızda mantarlara bağlı bir iltihaptır. Ağız boşluğu mukozasında Candida albicans türü mikroskopik bir mantarın gelişmesiyle oluşur. Dişetlerini, dili, yanak iç yüzeylerini ve bademcikleri kaplayabilen kesilmiş süte benzer. Ağızda birbirleriyle birleşmeye eğilimli beyaz alanlar ortaya çıkar. Kolayca kaldırılabilen bu oluşumların altında kırmızı bir yüzey görülür. Pamukçuk daha çok yenidoğanlarda görülür. Yerel olarak uygulanan mantar öldürücü ilaçlar ve metilen mavisiyle kolayca tedavi edilebilir. Ama bu hastalık zayıf düşmüş ve organizmanın savunma yetenekleri azalmış yaşlılarda da ortaya çıkabilir. Bu durumda enfeksiyon derindeki dokulara, yani solunum ve sindirim mukozalarına yayılabilir.

                              • İkincil ağıziçi iltihapları
                              Genel bir hastalığa bağlı olarak ortaya çıkar. Kızıl, kızamık, kızamıkçık ve suçiçeği gibi döküntülü hastalıklar, iskorbüt ve hemofili gibi kanamalı hastalıklar, lösemi, agranülositoz ve B12 vitamini eksikliğine bağlı kansızlık gibi kan hastalıkları, civa, bizmut, kurşun, gümüş, bakır gibi kimyasal madde zehirlenmesine bağlı çeşitli meslek hastalıkları sırasında görülür.

                              Özgül mikropların neden olduğu başlıca ağıziçi iltihaplan şunlardır: Frengide birinci evre lezyonu, ikinci evreye özgü kabartı ya da kızarıklıklar ve üçüncü evreye özgü göm (yumuşak şişkinlikler) ve ülserler biçiminde iltihaplar (frengi stomatiti); veremde ülserler ve çatlaklarla birlikte görülen iltihaplar (verem stomatiti); cüzamda zamanla ülserleşen derin düğümcük oluşumlan (cüzam stomatiti); belsoğukluğunda hastalık etkeni olan gonokoklara bağlı iltihaplar; difteri, yılancık ve impetigo etkenlerine bağlı ağıziçi iltihaplan.

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                Konu: Dahiliye ek 1

                                Ağız kokusu halitosis

                                Ağız kokusu, insanı olumsuz etkileyen bir durum olarak bilinir.

                                Erişkinler veya küçüklerin, yaşamlarında mutlaka ağız kokusundan şikayetçi oldukları zamanlar olmuştur. Bazılarının ise, bu durumdan şikâyeti kroniktir.

                                Ağız kokusu; etkilediği bireyler için sosyal ve psikolojik yönden olumsuz bir durum haline gelmiştir.

                                Kötü ağız hijyeni , dişler üzerindeki gıda birikimi, ağızdaki çürük kaviteleri , çekim yaraları , ülserler , dental ve tonsiller, apseler (diş ve bademcikle ilgili apseler) ; gingivitis, periodontitis ve stomatitis gibi diş eti hastalıkları , ağız kuruluğu , kıllı dil gibi ağız içindeki problemlerden oluştuğu gibi, üremi , diabetik ketoasidoz , karaciğer rahatsızlıkları , kronik pulmoner hastalıklar , mide rahatsızlıkları gibi sistemik nedenlerle de görülebilir.

                                Diş hekimleri ağız kokusunun, lokal mi, yoksa sistemik faktörlere mi bağlı olduğunu tespit etmeli ve doğru teşhisi koyup ona göre tedavi yöntemini belirlemelidir.

                                Solunum sisteminden gelen hava , ağızdan dışarı yayılırken oral kavitedeki (ağız boşluğu) kötü kokulu uçucu karışımla birleşerek dışarı çıkar ve kişilerin kendisini de, çevresini de rahatsız eden hoş olmayan kokular oluşur.
                                Bu konuda yapılan araştırmalar sonucunda ağız kokusu vakalarının çoğunluğunun oral kaviteden kaynaklandığı tespit edilmiştir.
                                Kötü ağız kokusunun oluşmasına etki eden faktörler arasında, tükürüğün önemli rol oynadığı kabul edilmektedir.
                                Sağlıklı ağızdan alınan tükürüğe göre , periodontitisli ağızlardan alınan tükürüğün daha hızlı kokuştuğu belirtilmiştir.

                                Aktif periodontitisli hastalardan alınan tükürükte çok parçalanmış epitel hücresi vardır . Ve bu hücreler önemli ölçüde bakterilerle kaplıdır. Ayrıca tükürükte zarar görmüş lökositler de mevcuttur. Lökositler, çok miktarda kükürt taşıyan aminoasitlere sahiptir ve bunlar uçucu sülfür bileşiği üretiminde kullanılırlar. Lökositler, periodontal hastalıklar sırasında göç ederek , periodontal hastalıklı bireylerin tükürüklerinda artarlar.

                                Hem oral mukazadan serbest epitelyal hücreler , hem mikroorganizmalar, hem de lökositler bakteri plağına dahil olup dilin arka yüzüyle , dişlerin fizyolojik ve mekanik temizlemeye uygun olmayan bölgelerinde toplanır. Periodontitisli hastalarda bu duruma bir de dişetlerinden oluşan kanamanın eklenmesi ile tablo daha da ağırlaşır.

                                Ağız kokusu oluşumu tükürük akımının azalması , uzun süre besin ve sıvıların alınmamasına da bağlıdır.

                                Uyku hali buna iyi bir örnektir. Sabah kalkınca hissedilen ağız kokusu bu durumla ilgilidir.

                                Aşırı tütün içimi, özellikle sigara tüketimi yalnızca kötü kokulu nefes oluşturmakla kalmayıp , bir de kıllı dil durumuna yol açar ki bu da besin artıklarının ve tütün kokusunun tutulmasına neden olur. Ayrıca tükürük salgısında azalma ve hastalık durumunun şiddetle artışına neden olur. Dilin arka bölümü mekanik olarak temizlenemediği için birikimler orada oluşur. Çoğu ağız kokusu durumlarının tedavisine dilin fırçalanması ile başlanır.

                                Protez dişler, uygun yapılmamış kuron ve köprüler, ağız dokusuna uygun olamayan materyaller de ağız kokusunu oluşturan faktörlerdendir.

                                Halitozis oluşturabilecek diğer durumlarsa postnatal sızmayla karakterize kronik sinüzitis , faranjitis, tonsillitis, sifilitik ülserler, burun tümörleri , ağız tümörleri , kronik bronşitis ve orofarengial kavitelerin habis neoplazmalarıdır.

                                Nefesteki kokunun yoğunluğu yaşla birlikte artar. Ayrıca farklı yaş grupların spesifik ağız kokuları tespit edilmiştir.

                                Buna göre yaşları 2-5 yıl arasında değişen küçük çocuklar, tonsillerinde barınan besin ve bakterilerden ötürü oluşan bir ağız kokusuna sahiptir.
                                Orta yaş grubundaki kişilerde çok şiddetli biçimde sabah nefes kokusu oluşur.
                                İleri yaş grubundakilerde ise ağız kokusu temiz olmayan protez ve akışkanlığını yitiren tükürüğün kokuşmasından kaynaklanır.

                                Sistemik hastalıklar sonucunda da ağız kokusu oluşur. Bu durumun en iyi bilinen örneği diabettir. Bu hastalarda ağızdan aseton , tatlı, meyva kokusu duyulur.
                                Nefesteki amonyak ve idrar kokusu , üremi ve böbrek yetmezliğini akla getirmektedir.
                                Ciddi karaciğer yetmezliğinde nefes tatlımsı bir amin kokusu , taze kadavra kokusuna benzemektedir.
                                Tatlı bir asit kokusu, akut romatizmal ateşi çağrıştırır. Kötü kokuşmuş nefes , çürümüş et kokusuna benzer , bu da akciğerin apseleşmesine ya da bronş iltihabının yayılmasıyla oluşan bronşiyektaziye işaret eder.
                                Gastrointestinal bozukluklarda da nefes kokusu kötüdür. Duygusal yıkımlar da sindirimi etkiler ve vücut kimyası bazen nefesi etkileyebilir.

                                C vitamini yetersizliği ile oluşan Kronik skorbüt hastalığı olan kişilerde de kötü kokulu nefese rastlanır.

                                Yenilen yiyecekler de ağız kokusunda önemli rol oynar. Bir vejeteryan, çok fazla et yiyen bir kişiden daha az halitozise sahiptir. Çünkü sebzelerde protein maddelerin yıkım ürünleri çok azdır.

                                Et genellikle yağ içerir ve gastrointestinal sistemde oluşan uçucu yağ asitleri kana absorbe edilip nefesle salgılanır. Sarımsak, soğan , pırasa, alkol vb. maddelerin dolaşım sisteminde önce absorbe edilip sonra da akciğerlerce hava olarak dışarıya verilmesiyle kötü koku oluşur. Aşırı alkol içimi mikrobiyal floranın değişiminde başlıca rol oynar ve halitozis oluşturan koku fermente edici organizmaların poliferasyonuna neden olur.

                                Açlıkta oluşan ağız kokusu; pankreatik sıvının midede açlık periyodunda bozuşmasından kaynaklanır. Bu kokunun giderilmesi kolaydır. Hatta diş fırçalamasıyla bile ortadan kaldırılabilir.

                                İlaçların sistemik etkisine bağlı olarak da halitozis oluşabilir. Bazı antineoplastik ajanlar, antihistaminler, amphetaminler, trankilizanlar, diüretikler, fenotiaminler , atropin benzeri ilaçlar tükürük üretimini azaltırlar ve böylece oral kavitenin kendi kendini temizleme yeteneği azalmış olur ve buna bağlı halitozis oluşur.

                                Yaşlanma, çok sigara içimi , tükürük bezi aplazisi, 800 raddan fazla radyasyon tedavisi, kadında menopoz, yüksek ateş, dehidratasyonlu sistemik ve metabolik rahatsızlıklar, aşırı baharat kullanımı ağız kuruluğuna neden olur ve bu yüzden de halitozis oluşur.

                                Diş hekimi ağız kokusunun tanımını yapmak için önce iyi bir muayene yapmalı, aldığı anamnezleri dikkâtlice incelemeli , basit yöntemlerle koku ayrımını yapmalıdır.

                                Sistemik hastalıklarda oluşan kokular için medikal konsültasyona gidilmelidir. Kokuların lokal ya da sistemik faktörlerden oluştuğunun belirlenmesi oral kaviteden veya akciğerlerden kaynaklandığının belirlenmesi için hastaya basit bir yöntem uygulanır.

                                Diş hekimi hastadan dudaklarını sıkıca kapatmasını ve nefesini burun deliklerinden bırakmasını ister. Bu durumda koku on cm. uzakta duran başka bir kişi tarafından değerlendirildiğinde, koku varsa sistemik faktörlerden kaynaklanıyor demektir.

                                Hasta parmakları ile burnunu tıkayıp , dudaklarını da kapatıp soluk vermeyi bir an için durdurduktan sonra açıp soluk verdiğinde koku ağız yoluyla ortaya çıkıyorsa kokunun oral kavitedeki lokal faktörlerden kaynaklandığı söylenebilir.

                                Koku bu şekilde basit bir yöntemle değerlendirilebileceği gibi, denemesi ve tekrarı kolay olan gaz ölçen monitörlerle de ölçülebilir. Yapılan klinik çalışmalarla lokal faktörlerin neden olduğu ağız kokusu olgularının %90’nın başarı ile tedavi edileceği tespit edilmiştir.

                                Patolojik ve nonpatolojik orijinli halitozis genellikle patolojik durumun tedavi edilmesi ve oral hijyenin iyi derece de yerine getirilmesi ile düzelir.

                                Periodontal ceplerin yok edilmesi , oral hijyenin geliştirilmesi gıda birikimine sebep olan yerlerin düzeltilmesi, çürük dişlerin tedavisi , restorasyonun mümkün olmadığı durumlarda diş çekimi , diş eti hastalıklarının tedavisi ile ağız kokusu ortadan kaldırılır.

                                Yemek sonrası dil ve dişlerin fırçalanmasıyla da ağız kokusu etkili oranda azaltılabilir.

                                Ağız kokusunu oluşturan bileşenlerin birincil alanı dildir. Sabah şiddetli ağız kokusundan şikayet eden kişilerde dişlerin ve dilin yemek sonrası fırçalaması ve ağzın bir gargara ile çalkalanması ile sorun kontrol altına alınabilir.

                                Protez kullananlar protezlerini fırçalayarak ve dezenfektan solüsyonlarda tutarak temizlemelidirler.

                                Ağız kokusunu önlemek için doğal kaynaklardan da yararlanılabilir. Nane bunlardan biridir. Naneli sakızlar, şekerler kullanılabilir. Nanenin tükürük üzerinde de etkisi vardır. Naneli ürünlerin emilmesi tükürük oranını artıracak, tükürüğün alışkanlığını düzenleyecek , yiyecek artıklarının böylelikle uzaklaşması bir ölçüde sağlanacaktır.
                                Sakız çiğnemek, çiğneme kasları , yanak ve dilin çiğneme hareketleri ile yakından ilgilidir. Sakız besin artıklarının taşınması ve uzaklaştırılması ile oral kavitenin temizlenmesini sağlar.

                                Ağız suları, kokulu ürünler, naneli ağız spreyleri nefesteki kokuyu geçici olarak önlemeye yarayacaktır.

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor
                                X